text
stringlengths
7
4.73k
2’de öğrencilerin ERSTÖ ortalamalarına göre; depresyon, anksiyete bozukluğu, kendine zarar verme, psikoz, alkoltravma uyuşturucu bağımlılığı ve DEHB ile ilişkili sorunların cinsiyete göre dağılımına ilişkin sonuçlar incelendiğinde; örneklem grubundaki kız öğrencilerin erkek öğrencilere göre depresyon ve anksiyete bozukluğu ile ilişkili sorunlarının, erkek öğrencilerin de kız öğrencilere göre psikoz, alkol bağımlılığı ve DEHB ile ilişkili sorunlarının yüksek olduğu belirlenmiştir.stres bozukluğu, sonrası 258
Ergenlik döneminde psikiyatrik prevalansının artmasına rağmen birçoğunun gerekli ruhsal epidemiyolojik yardımı çalışmalarda bildirilmiştir10.
Bu doğrultuda 1518 yaş grubu ergen olan öğrencilerde depresyon, anksiyete bozukluğu, kendine zarar verme, psikoz, travma sonrası stres bozukluğu, alkoluyuşturucu bağımlılığı ve DEHB ile ilişkili sorunların araştırıldığı çalışmamız, planlı olarak risk altında olanları değerlendirme ve risk yönetimi çalışmalarının gerekliliğini ortaya koymaktadır.arttığı bilimsel Lindemann Günümüzde ruhsal sorunlar, yaygınlıkları ve kronikleşme eğilimleri nedeniyle halk sağlığı sorunu olarak ele alınmakta, son yıllarda ergenlerde ruhsal sorun gelişme riskinin çalışmalarda giderek ark.bildirilmektedir5,11.yaptıkları ergenler çalışmada DEHB’nin arasında en sık görülen nörodavranışsal bozukluk olduğunu belirtmiştir11.
Sunulan çalışmada da örneklem içerisinde yer alan öğrencilerde %96,5 oranı ile DEHB ile ilişkili olduğu açısından sorunlar belirlenmiştir .
DEHB ilişkili sorunları, %77,1 ile depresyon, %75 ile de yüksek en ile ve
Akça S. Ö., Selen F.,Demir E., Demir T. ile ile ilişkili ilişkili sorunlar anksiyete bozukluğu izlemiştir.
Çalışmamızda örneklem grubundaki öğrencilerde depresyon, anksiyete bozukluğu sorunların yüksek ve psikoz olabileceği göz önüne alınırsa, madde kötüye kullanımı, panik bozukluk, sosyal fobi, yeme bozuklukları depresyonun başlangıcının ergenlik döneminde olduğu düşünülürse; çalışmamız 1518 yaş grubu ergenlerde depresyon, anksiyete bozukluğu, kendine zarar verme, psikoz, travma sonrası stres bozukluğu, alkoluyuşturucu bağımlılığı ve DEHB tarama programlarıyla takip edilmesinin ve tedavisinin desteklenmesinin önemini ortaya koymaktadır.sorunların ilişkili majör ile ve Çalışmamızda Ergenlik döneminin en önemli özelliği olan hızlı büyüme ve farklılaşmalar konusunda bir düşünce birliği bulunmakta, bu değişme ve büyüme, cinsiyetler hatta bireyler arasında büyük farklar göstermektedir12.
Durukan ve ark.tarafından yapılan çalışmada çocuk ve ergen hastalarda tanı dağılımını incelemişler, buna göre depresyon ve anksiyete belirtilerinin kızların erkeklerden daha çok gösterdikleri literatürle vurgulanmıştır13.uyumlu olarak örneklem grubundaki kız öğrencilerde %82,5 oranı ile depresyon ve %80,4 oranı ile anksiyete ile ilişkili sorunların erkek öğrencilerinkinden yüksek olduğu belirlenmiş olup, istatistiksel ilişkinin anlamlılığı görülmüştür .
Bu bulgu kızların biyolojik ve kişilik yapısı, ruhsal özellikleri, sorunlarla başa çıkma biçimi, toplumsal gereği kültürel depresyon ve anksiyeteye yatkınlığını artırması sonucu olabileceğini göstermektedir.aralarındaki konumu olarak ve Kendine zarar verme davranışı, bilinçli bir ölüm isteği olmadan, isteyerek ve hedefli bir şekilde, hafif veya orta seviyede fiziksel zarar beklentisi ile sonuçlanan, tekrarlayıcı bir şekilde kişinin kendi bedenine yönelik müdahalesi olarak tanımlanmakta, genel olarak ortama tahammül yarattığı edememenin ile yapılan ve doku hasarı ve uyumsuzluğun zarar arasında niteliğinde farklılıkları geliştiği cevap baskıya belirtilmektedir14.
Kendine verme davranışının daha çok kızlarda görüldüğünü ve istatistiksel cinsiyet anlamlılığın varlığını bildiren çalışmalar olduğu gibi14,15, cinsiyet ilişkin bir tutarlılık olmadığını bildiren çalışmalarda16 yer almaktadır.
Sunulan çalışmada da istatistiksel olarak kendine zarar verme davranışı ile ilişkili sorunlar açısından cinsiyet arasında anlamlı bir ilişki olmadığı görülmüştür .farklılıklarına Psikotik bozukluk gelişme riski ile ilgili yapılan yaygınlık araştırmalarında, cinsiyetler arasında fark belirlenmese de17, Binbay, Ulaş ve Elbi, erkeklerin psikotik bozukluk gelişme riskinin erkeklerde açıkça daha yüksek olduğunu işaret etmektedir18.
Sunulan çalışmada da örneklem grubundaki erkeklerde kızlara göre psikoz ile ilişkili sorunların görülme oranının yüksek olduğu saptanmış olup, bu ilişkinin istatistiksel olarak anlamlı olduğu görülmüştür .
Bu psikososyal etkenler sonrasında baş etme düzeneklerinin yeterli gelişmemiş olmasından kaynaklı ve olabileceğini düşündürmektedir.gelişiminden yetersiz erkek bulgu ego Amerikan Psikiyatri Birliği travma sonrası stres travmatik bozukluğunu, kişinin aşırı bir stresörle karşılaşmasından, yaşamasından veya duymasından sonra, olayların kişiye sıkıntı veren bir biçimde yeniden yaşanması, kaçınma örüntüsü, duygulanımda küntlük ile birlikte otonomik, disforik ve bilişsel bulguların değişik derecelerde bulunması ile belirli bir ruhsal bozukluk olarak tanımlamaktadır19.
Yapılan çalışmalarda cinsiyetin travma sonrası stres bozukluğunda savunma ve başa çıkma tarzını, sosyal desteği etkilediği bildirilmiştir.
Binbay, Direk ve Aker tarafından yapılan çalışmada travma sonrası stres bozukluğunun kızlarda daha çok ortaya çıktığı bildirilmekte20,21, özellikle cinsel saldırıların bunun nedeni olduğu belirtilmektedir21.
Sunulan çalışmada ise örneklemdeki173 erkek, 136 kız ergenin ilişkili travma sonrası stres bozukluğu ile 260
sorunlarının olabileceği, cinsiyetler arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki bulunmadığı görülmüştür .
Günümüzde alkol ve madde bağımlılığı sorunu tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de birey ve toplumu tehdit etmekte, giderek ciddi bir artış ve yaygınlaşma göstermekte23, ayrıca bu maddeleri kullanmaya küçüldüğü da başlama bildirilmektedir22.
Kastamonu ilinde madde kullanımı ve ilişkili faktörlerin incelendiği 950 lise öğrencisiyle yapılan araştırma kapsamında madde kullanan erkeklerin oranının kızlara göre yüksek olduğu belirlenmiştir24.
Sunulan çalışmada örneklemdeki erkek öğrencilerde ilişkili alkoluyuşturucu sorunların kız öğrencilere göre daha yüksek olduğu belirlenmiş ve cinsiyete göre alkol bağımlılığı yaşının ile 261 ile ilişkili sorunlar arasında bağımlığı istatistiksel olarak anlamlılık belirlenirken , uyuşturucu bağımlılığı ile ilişkili sorunlar arasında istatistiksel olarak anlamlılık saptanmamıştır .
Bağımlılık yapıcı maddelerin kullanılması bireylerin fiziksel ve ruhsal sağlığını negatif yönde etkilemekte ve bu madde kullanımının ilerleyen devamlılığı dönemlerinde arttığı görülmektedir25.
Bu maddelerin kullanımının ergenlik döneminde başladığı22,25 göz önüne alınırsa; bu bulgu, kız ve erkek öğrencilerde alkoluyuşturucu ilişkili sorunların azımsanmayacak derecede yüksek olduğunu göstermekte ve ergenlere önleyici çalışmaların gereksinimini ortaya koymaktadır.bağımlılığı etkilerinin yaşamın giderek sonucu ile Dikkatsizlik, aşırı hareketlilik, dürtüsellik, akademik başarısızlık ve sosyal problemlerle karakterize olan DEHB’nin, pratikte karşılaşılan
ve olduğu, başında ölçümler başladığı özelliklere ergen başlama gelişimsel ve başlamakta, erişkin yaş grubuna göre ergenlik fazla görülmektedir29.ve gençlikte daha uygun Ergenlerde yapılarak değerlendirme değerlendirilen travma sonrası stres bozukluğu oranının yetişkin populasyonuna benzer olduğu bildirilmiştir30.
Alkol ve madde yaş kullanımının önemli oranda grubunda yaş ortalamasının 1519 yaş aralığında olduğu belirtilmiştir23,24.
DEHB’nin çocukluk çağı ve adölesan dönemde en yaygın tanı alan ruhsal sorunların ergen çalışmalarındaki prevalansın ergenlik öncesi yaş grubuna göre daha düşük bulunduğu belirtilmiştir5,26.
Sunulan çalışmada literatürle uyumlu olarak örneklem içerisinde yer alan öğrencilerin depresyon, anksiyete ve travma sonrası stres bozukluğu, alkol bağımlılığı ile ilişkili sorunlarının 18 yaşındakilerde 15, 16 ve 17 yaşındakilere, kendine zarar verme ve uyuşturucu bağımlılığı ile ilişkili sorunların 16 yaşındakilerde, 15, 17 ve 18 yaşındakilere ve DEHB 17 yaşındakilerde diğer yaş gruplarına göre yüksek çıkması özellikle ruhsal sorunların erken dönemde tanılanması için önemli bir kaynak olabileceğini ve gençlerden gelen verilerin can alıcı olduğunu göstermektedir.sorunların ilişkili da ile Araştırmanın sınırlılıkları; araştırmanın sadece anket çalışmasından oluşması, örneklem grubu ile psikiyatrik görüşme yapılmaması, çalışmada kullanılan ölçeğin daha çok yasayla sorunu olan çocuklar için oluşturulan bir formun olması ve çalışmanın İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne bağlı liseye devam eden ve ulaşılabilen, araştırma kapsamına alınan 917 ergenden elde edilen verilerle kısıtlı olmasıdır.
Akça S. Ö., Selen F.,Demir E., Demir T. ile ilişkili sorunların davranış sorunlarının %10’unu oluşturduğu ve erkeklerde daha sık görüldüğü belirtilmiştir5.
Ergenlerde DEHB sıklığının araştırıldığı bir çalışmada DEHB’nin erkeklerde kızlara oranla anlamlı olarak daha fazla olduğu bildirilmiştir26.
Sunulan çalışmada Öztop, Uyan ve ark.’nın5,26 çalışmalarına benzer şekilde örneklem DEHB içerisindeki erkek öğrencilerde yüksek olduğu ve bu ilişkide istatistiksel farklılığın anlamlı olduğu belirlenmiştir .
DEHB madde/alkol kullanımı ve erişkinlikte antisosyal kişilik bozukluğu ile sonlanabileceği ve ergenlikte diğer psikiyatrik bozukluklarla görülme sıklığının yüksek olduğu göz önüne alınırsa; bu bulgu ergenlerin ruhsal sorun ve taramalarının değerlendirilmesinin ortaya koymaktadır.yapılması önemini yaşla görülen dönemde Erişkin psikiyatrik bozuklukların birçoğunun çocukluk döneminde psikiyatrik bildirilmekte27, başladığı bozuklukların arttığı yaygınlığı görülmektedir.
Psikiyatrik hastalıkların okul öncesi dönemde görülme oranı %10,2 iken ergenlik öncesi dönemde %13,2, ergenlik döneminde ise %16,5 olduğu belirtilmektedir28.
Çalışmamızda örneklem içerisinden bulunan 18 yaşındaki öğrencilerin depresyon, anksiyete bozukluğu, travma sonrası stres bozukluğu ve alkol bağımlılığı ile ilişkili sorunlarının diğer yaş grubundakilere göre yüksek olduğu belirlenmiştir .
Yapılan epidemiyolojik ergenlik döneminde majör çalışmalarda; depresyon ve depresyon riskinin arttığı belirtilmekte, Yöntem Fidan tarafından yapılan ve çalışmada anksiyete depresyon erken ergenlik döneminde daha yüksek olduğu verme bildirilmektedir28.
Kendine davranışları tipik olarak ergenlik döneminde da belirtilerinin bozukluğu özellikle zarar 262
Bu doğrultuda; bu yaş grubunda ruhsal sorunların belirlenmesi için çocuk ergen sağlığı alanında ulusal politikaların ruh oluşturulması ve geliştirilmesi önerilmektedir.
Yine psikososyal tarama aracının kullanılması gereken en kritik zamanın ergenlik dönemi olduğu düşünülürse; bu taramaların belirli aralıklarla yapılması ve değerlendirilmelerin tekrarlanması önerilmektedir.
Teşekkür çatışması Yazarların herhangi bir bulunmamaktadır.
Finansal Destek: Bu çalışma her hangi bir fon tarafından desteklenmemiştir.
Yurtsever C., Set T., Ateş E. Halsizlik algısı ve hasta yönetimindeki rolü Özet Amaç: Halsizlik birinci basamakta en sık karşılaşılan şikayetler arasındadır.
Hastaların halsizlik algıları birbirinden çok farklı olabilmektedir.
Bu çalışmada halsizlik şikayeti ile başvuran hastalarda halsizlik algısının ve bunun halsizlik şiddeti, sosyodemografik özellikler, öykü, fizik muayene ve laboratuvar bulgularıyla ilişkisinin belirlenmesi amaçlanmıştır.
Yöntemler: Bu çalışma Haziran 2016 – Haziran 2017 tarihleri arasında bir üniversite aile hekimliği polikliniğinde kesitsel bir araştırma olarak yürütüldü.
En az 1 aydır olan halsizlik şikayeti ile başvuran 18 yaş ve üstündeki bütün hastalar çalışmaya davet edildi.
Çalışmaya katılmayı kabul eden gönüllülerin halsizlik algıları araştırmacılar tarafından oluşturulmuş yapılandırılmış bir form kullanılarak değerlendirildi.
Yorgunluk Şiddet Ölçeği ve Bireysel Dayanıklılık Kontrol Listesi kullanılarak halsizlik şiddeti ölçüldü.
Öykü, fizik muayene ve laboratuvar bulgularını içeren poliklinik kayıtları da çalışmaya dahil edildi.
Bulgular: Katılımcıların yaş ortalaması 29,5 ± 9,8 yıldı ve %87,9’u kadındı.
Hastaların halsizlik derken ne demek istedikleri ve halsizlik şikayetlerinin neleri içerdiği sorgulandığında en sık “yorgunluk”, “enerji eksikliği” ve “uykusuzluk, uyku hali, uyuma isteği” cevaplarının verildiği görüldü.
Halsizlik şiddet ölçeklerinden en yüksek puanı alan ifade her tarafına iğne batıyormuş hissiydi.
Poliklinik kayıtları incelendiğinde halsizliği olan hastalarda en sık tespit edilen bulgular D vitamini eksikliği , uyku problemi ve depresyon tarama pozitifliği idi.
Halsizlik algılarının olası etiyolojik faktörlerle ilişkisi incelendiğinde bunların çoğunluğunun depresyon riski ile ilişkili olduğu görüldü.
Toplamda yedi farklı bulgunun on dokuz farklı halsizlik algısını etkilediği görüldü.
Sonuç: Bu çalışmada, halsizlik algısının halsizliğin diğer özellikleri kadar önemli olduğu gösterilmiştir.
Hekimlerin halsizlik içeriğini sorgulaması ve hastayı anlamaya çalışması hasta yönetimine katkı sağlayacaktır.
Anahtar kelimeler: Birinci basamak, depresyon, halsizlik, halsizlik algısı, uyku.
İçlerinde proteinler, lipitler, çok çeşitli RNA molekülleri ve DNA fragmenleri gibi birçok biyomolekül taşırlar.
Bu biyomoleküller vasıtasıyla, alıcı hücrelerde gen ifadelerini düzenleyerek, immün regülasyon, hücre farklılaşması, hücreler arası haberleşme, hücre göçü gibi birçok biyolojik fonksiyonda rol alırlar.
Tümör kökenli eksozomlar ise içlerinde taşıdıkları biyomoleküller vasıtasıyla kanserin gelişimi ve yayılımına yardım etmek için lokal ve sistemik çevreyi düzenlerler.
Eksozom içeriklerinin kanserin tanısında ve hastalık seyrinin izlenmesinde biyobelirteç olarak kullanım potansiyellerini araştıran çalışmalar hızla artmaktadır.
Ayrıca son yıllarda kanser tedavisinde eksozomların hedeflendiği ya da kullanıldığı yaklaşımlar da bulunmaktadır.
Bu derlemenin amacı eksozomların yapısının, kanser gelişimindeki ve metastazdaki rollerinin ve kanser tedavisindeki kullanım potansiyellerinin ortaya konmasıdır.
Anahtar kelimeler: Eksozomlar, kanser, tümör metastazı.
OIYazışma Adresi / Correspondence: Süreyya Bozkurt, İstinye Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Biyoloji A.
GİRİŞ Eksozomlar ilk defa 1981 yılında Trams ve arkadaşları tarafından, normal hücrelerin ve kanser hücrelerinin elektron mikroskobi görüntülerinde farkedilmiştir.1986 yılında ise izole Johnstone ve arkadaşları edilmiştir.
Eksozomlar hücre biyolojisinde son 30 yılın en önemli buluşlarından biri olarak görülmektedir13.tarafından Eksozomlar hücreler tarafından salgılanan ekstrasellüler veziküllerin, bilinen en küçük grubunu oluştururlar.
Veziküller 40100 nm çapında ve çift fosfolipid tabaka ile çevrilidirler.
Vücutta bulunan hemen hemen tüm hücreler tarafından idrarda, amniyotik sıvıda, anne sütünde, serum, plazma gibi bütün vücut sıvılarında bulunurlar5.
İçlerinde proteinler, lipitler, mRNA’lar , miRNA’lar , lncRNA’lar ve DNA fragmenleri gibi birçok biyomolekül taşırlar.salınırlar4.
Kanda, içerikleri, bunları salgılayan Eksozomların ile ve patofizyolojisi hücrelerin kökeni yakından ilgilidir.
Isışok proteinleri, hücre iskelet sistemi proteinleri, tetraspanin ailesine dahil olan proteinler tüm eksozomlarda görülür6,7.
Özellikle CD9 ve CD63 tetraspaninler eksozomları diğer ekstrasellüler veziküllerden ayırmada kullanılan membran proteinleridir.210 ve içeriği, tabakada aldıkları hücrelere sfingomyelin, gliserolfosfolipidler, Eksozomlarda bu genel proteinlerin yanı sıra köken spesifik olan proteinler de yer almaktadır.
Örneğin dendritik hücrelerden köken alan eksozomlarda CD80, CD86 yüzey antijenleri bulunurken, kanser hücrelerinden köken alan eksozomlarda çeşitli tümör antijenleri bulunmaktadır.
Eksozomların lipid hücre membranınınlipid içeriğinden farklıdır, eksozomları çevreleyen seramid, lipid kolesterol hücre membranına göre daha fazla bulunmaktadır.
Bu lipid kompozisyonu hem eksozom stabilitesinin tarafından korunmasında hem de hücre eksozomun sağlar8.
Eskiden eksozomların sadece hücrelerden istenmeyen atıkların uzaklaştırılmasında görev yapan veziküller olduğu düşünülüyordu.
Ancak bugün gelinen noktada artık biliniyor ki biyomoleküllerin eksozomlar, hücreler arasında taşınmasına aracılık eden veziküllerdir.
Bu biyomoleküller vasıtasıyla alıcı hücrede gen ifadeleri düzenlenir.
Bu yolla hücre eksozomlarimmün farklılaşması, hücreler arası haberleşme, hücre göçü gibi birçok biyolojik fonksiyonda rol alırlar3,9.salınmasında kolaylık regülasyon, içerdikleri
Eksozombiyogenezi Eksozomlar endozomlardan köken alırlar.
Eksozom biyogenezinde ilk adım plazma içeri doğru girinti yaparak membranının endozom oluşturmasıdır.
Bu işlem seramid indüklenir.
Erken endozom geç tarafından endozoma doğru olgunlaşırken endozom içe doğru girintiler membranının bir seri yapması ve bunların kapanması ile birçok intralüminal veziküller oluşur.
Bu noktada endozomlar ‘multiveziküler cisimcikler ’ adını alırlar.
Eksozom sınıflandırılması içine alınacak moleküllerin içerisine Eksozom alınacak moleküllerin herhangi bir seçilime maruz kalıp kalmadıkları sorusuna cevap arayan çalışma sonuçları göstermiştir ki, biyomoleküller eksozom içine tesadüfi bir alımdan ziyade spesifik bir seçilim ile alınmaktadır.
Biyomoleküllerin eksozom içine alınmasından sorumlu bugüne kadar tanımlanmış 3 mekanizma vardır.
Mekanizma: ESCRT ’ye bağlı mekanizma: tanır Bu mekanizma ile vezikül içine übikütinlenmiş proteinlerin alımı yapılır.
ESCRT’de birbiri ile koordineli olarak çalışan birçok protein alt grubu görev alır.
ESCRT0 übikütinlenmiş endozomal proteinleri membrana toplar.
Bölgede bu şekilde 2 membran 1 toplanan tomurcuklanmasını tetikler.
Alix proteini ise yapıyı sabitler.
ESCRT3 ise tomurcuklanan vezikülün membrandan ayrılmasını sağlar11.ve bunları ESCRT ve 2.
Mekanizma: Tetraspanin ve lipid bağımlı mekanizma: görev toplar .
Tetraspaninlerin sitozolde bulunan kargoyu spesifik bir seçilimle vezikül içine aldığı düşünülmektedir12.
Örneğin CD63 tetraspanin proteinin spesifik olarak EpsteinBarr virüsü proteinini yüklediği tespit edilmiştir13.
Farklı lipit molekülleri de farklı roller oynar.
Örneğin seramid endozomal membranın kendiliğinden içeriye çökmesine sebep olurken, diaçilgliserol , Sfingozin 1 fosfat eksozom biyogenezinde rol alır.
Fosfolipaz D ise eksozom salınımında rol alır.
Mekanizma: RNA moleküllerinin eksozomlar içine alınmasına dair hipotetik model: Eksozomlar içerisindeki miRNA miktarının ve içeriğinin köken aldıkları hücreye göre farklılık içine göstermesi, miRNA’ların eksozomlar seçilerek alındığını düşündürmektedir.
Örneğin T hücrelerinden salınan eksozomlarda bir grup miRNA’nın spesifik bir motif taşıdığı ve bu motifin A2B1 ribonükleoprotein tarafından tanındığı tespit edilmiştir.miRNA’lardan başka 211
Bozkurt S. mRNA’ların ve kodlama yapmayan diğer RNA moleküllerinin de seçilerek alındığı düşünülmekte ancak mekanizmalar henüz bilinmemektedir.