instruction
stringlengths 2
1.28k
| input
stringlengths 5
1.41k
| response
stringlengths 2
1.28k
|
---|---|---|
İslâm büyüklerinden ünlü Atâ demiştir ki: “İtikâf yapan, ihtiyacından dolayı büyük bir zatın kapısında oturup dileğini elde etmedikçe buradan ayrılıp gitmem, diye yalvaran bir kimseye benzer ki Allah’ın bir mâbedine sokulmuş, beni bağışlamadıkça buradan ayrılıp gitmem demektir.” | Bir müminin her gün azalmakta olan hayat günlerinden faydalanarak böyle kutsal bir yerde bir zaman ebedî ve ezelî yaratıcısına olanca varlığı ile yönelip saf bir kalp ve temiz bir dil ile ibadette bulunması, manevi bir zevke dalması ne büyük bir nimettir. | İtikâf yapan kimse, bütün vakitlerini (ibadete ve), namaza ayırmış demektir. Çünkü fiilî olarak namaz kılmadığı vakitlerde de mescid içinde namaza hazır bir haldedir. Bu bekleyiş ise namaz hükmündedir. |
13. Musafaha (el sıkışmak). Şöyle ki: İki müslüman bir araya gelince birbirinin elini tutarlar. Salât ve selâm getirerek birbirinin hatırını sorarlar. Bu da sevgi ve dostluk nişanıdır. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: | “Birbirine rastgelen iki müslüman musafahada bulundu mu, onlar daha birbirinden ayrılmadan bağışlanırlar.” | 14. Teşmitte bulunmak (aksırana hayır ve bereket istemek). Şöyle ki: Bir müslüman aksırınca “elhamdülillâh” der. Yanındaki müslüman kardeşi de “yerhamükellah” (Allah sana rahmet etsin) diye dua eder. Aksıran adam da, “yehdînâ ve yehdîkümullah” (Allah, bizleri de sizleri de hidayet üzere bulundursun) diyerek karşılık verir. |
Cuma günü şehirde bulundukları halde, özürlerinden dolayı cuma namazını kılamayanlara, öğle namazını kılarlarken ezan ve kamet gerekmez. Kadınlar için de ezan ve kamet sünnet değildir. Ezan ve kamet bahsine bakılsın!... | 2. İftitah (başlangıç) tekbirini alırken elleri yukarıya kaldırmak sünnettir. Şöyle ki: Erkekler ellerini, baş parmakları kulak yumuşaklarına değecek kadar, kadınlar da parmaklarının uçları omuzlarına kavuşacak kadar ellerini göğüslerinin hizasına kaldırıp o vaziyette “Allahüekber” derler. Ellerin içleri kıbleye yönelik bulunmalıdır. Birbirine karşı da bulunabilir. | (Üç imama göre, erkekler de ellerini ancak omuzlarının hizasına kadar kaldırırlar.) |
149. Cemaat arasında imâmete en layık olan, sünneti en iyi bilen (fıkıh bilgisi olan) kimsedir. Bunda eşit olsalar, okuyuşu daha güzel olandır. Bunda da eşit olsalar, takvası daha çok olandır (haramdan daha çok kaçınandır). Bu üç vasıfta eşit olsalar, yaşta büyük olandır. Bunda da eşit olsalar, ahlâkı daha güzel olandır (yumuşak huylu ve daha çok hayâ sahibi olandır). Bu hususta da eşit olsalar, yüzce, sonra soyca, sonra sesçe, sonra elbise bakımından temizlikçe güzel olandır. Bunların hepsinde eşitlik kabul edilecek olursa aralarında kur’a çekilir. Bütün bunlar imamlık görevine verilen önemin büyüklüğünü gösterir. Bunun içindir ki bu görevi eskiden bulundukları yerlerde idareciler üzerlerine alırdı. | Bununla beraber cemaat arasında ev sahibi veya o yerin görevli imamı bulunursa bunlar tercih olunurlar; aranan vasıfları toplamış olmasalar bile yine tercih edilirler. | Başkasının evinde imam olacak kimse, ev sahibinin izni ile imamlık yapar. Başkasının evinde tek başına namaz kılacak olan kimse de ev sahibinden izin istemelidir; faziletli olan budur. |
45. Namaz içinde az bir hareketle insanın üzerinden elbise çıkarması, başındaki sarığı çıkarması veya böylece bir şeyi giyinmesi yahut başını sarması mekruhtur. Fakat böyle bir şey, fazla bir hareketle yapılırsa namaz bozulur. Namazda elbise ile veya vücudun organları ile gereksiz olarak oynamak da mekruhtur. | 46. Namazda başın etrafına mendil gibi bir şey bağlayıp tepesini açık bırakmak mekruhtur. | 47. Namazda tembellikten ve gevşeklikten dolayı başı açık bulundurmak mekruhtur. Tembellikten maksat, baş örtmeyi bir ağırlık saymaktır. Gevşeklikten maksat da, namazda baş örtmeyi önemsememektir. Halbuki bu bir sünnettir. Böyle olmayıp da özürden dolayı olursa, başın açık bulunmasında bir kerâhet yoktur. Sadece sıcaktan veya hafiflemekten dolayı başı açık bırakmak ise mekruh görülmüştür, bu bir özür sayılmaz. |
24. Bir kimse namazda iken, gözüne karşı gelen bir kitaba yalnız baksa yahut ne yazılmış olduğunu anlamak için bir göz atsa, sahih olan görüşe göre namazı bozulmaz. Ancak karşısında bulunan bir Kur’ân-ı Kerîm’den yahut yazıları bulunan bir mihraptan Kur’an âyetlerini okuyacak olsa, bakılır: Eğer okuduğu âyetler, onun ezberinde idi ise namazı bozulmaz. Fakat ezberinde yoktu ise en az bir âyet okuyunca namaz bozulur; çünkü bu, bir öğrenme demektir. Bu mesele İmâm-ı Âzam’a göredir. İmameyn’e göre namaz bozulmaz. Ancak böyle bir okuma mekruhtur. Bunda, kitap ehline (yahudi veya hıristiyanlara) bir benzeyiş vardır. | 25. Bir maksada bağlı olmayarak kalbe gelen kuruntular ve işler namazı bozmaz. Onun için, bir kimse namaz içinde dili ile söylemeksizin düşüncesiyle bir şiir veya bir hutbe düzenleyecek olsa günah işlemiş olur. Çünkü böyle yapan kimsenin kalbi, namazda başka şeyle uğraşmış olur. Bununla beraber namazı bozulmaz. | 26. Namaz kılmakta olan bir kimse, kaç rekât namaz kıldığına dair olan bir soruya cevap olarak elinin parmaklarını gösterecek olsa namazı bozulmaz. Yine üç kelimeden az olmak üzere yazı yazsa namazı bozulmaz. Ancak görenler, onun namazda olmadığını sanırlarsa namazı bozulur. |
46. Kur’ân-ı Kerîm, yukarıda da söylediğimiz gibi, yüce Allah’ın yeryüzüne şeref veren en kutsal kitabıdır. Bu öyle bir kitaptır ki insanlar ancak onun gösterdiği yolda yürüdükleri takdirde mutluluğa kavuşurlar ve Allah’ın rızasına ererler. İnsanlar arasında her türlü iyi duygular ilerleyip yükselmeye başlar, kardeşlik ve beraberlik meydana gelir. | Kur’ân-ı Kerîm’in hem manası hem de lafızları Allah’tandır. Yüce Allah’ın vahyi iledir. Vahiy vasıtası Cibrîl-i Emîn aracılığı ile Peygamberimiz’e iletilmiştir. Onun için yüce Kur’an’ın manası ile amel edilir. Kur’an müslümanların değişmez kanunudur. Lafızları da bir ibadet olmak üzere okunur, onunla sevap kazanılır. Bu lafızlar sayesinde Kur’an’ın manası anlaşılır, ruhlara tesir eder ve onunla Allah’ın rızası kazanılır. | 47. Kur’ân-ı Kerîm hiçbir kitaba benzemez. Onun manasını hiç kimse değiştiremez, lafzının yerine başka bir söz konamaz ve hiçbir tercüme de Kur’an hükmünü alamaz. |
Hz. Yusuf bu kıtlık günlerinde bazan aç kalırdı. Ona, “Elinin altında bu kadar yiyecek bulunduğu halde neden aç kalıyorsun?” denildiği zaman şu cevabı veriyordu: “Aç kalanların hallerini anlayabilmek için!...” | Yusuf aleyhisselâmın kardeşleri de zahire almak için bir iki kez Ken‘ân ilinden çıkıp Mısır’a geldiler. Sonunda Hz. Yusuf kendisini kardeşlerine tanıttı ve onlara şöyle söyledi: “Yüce Allah, merhamet edenlerin en merhametlisidir, sizi bağışlar. Bana yapmış olduğunuz işten dolayı siz bugün kınanmayacaksınız.” Böylece onlara büyük bir ikramda bulundu. Muhterem babası Yakub aleyhisselâm ile annesini ve bütün kardeşlerini Mısır’a davet etti. | 35. Yakub aleyhisselâmın artık sevgili oğluna kavuşma zamanı gelmişti. Zevcesi ve oğulları ile beraber Mısır’a şeref verdiler. Hz. Yusuf’un sarayında hepsi şükür secdesine kapandılar. Yusuf aleyhisselâmın evvelce görmüş olduğu rüya da böylece gerçekleşmiş oldu. Bu tarihten başlayarak İsrâiloğulları Mısır’da yerleşip kaldılar. |
Kuyular Hakkındaki Hükümler | 56. Kuyular, suları ne kadar çok olursa olsun, yüzeyleri 100 arşın kareye (yaklaşık 25 metrekare) ulaşmadıkça yahut daima akıp giden bir su yolu üzerinde bulunmadıkça, küçük sular (küçük havuzlar) hükmündedirler. Bu esasa göre, içlerine düşecek şeylerden dolayı haklarında aşağıdaki hükümler uygulanır. | 57. Üzerlerinde pislik bulunmadığı bilinen insan veya eti yenen koyun ve deve benzeri hayvanların içlerine düşüp de diri olarak çıkmış oldukları kuyuların suyu pis olmaz. |
Kırık bir tırnağı koparmak da câizdir; çünkü bunda büyüme hali kalmamıştır. | 4. Her birinin yapılmasından dolayı bir fitre miktarından, yarım sâ‘dan (520 dirhem yani 1,666 kg. buğdaydan) az bir sadaka verilmesi gereken cinayetler (yasaklar): | Bunlar, ihramda bulunan kimsenin çekirge öldürmesi, kendi üzerinde bulunan biti öldürmesi veya onu yere atması, başkasının üzerindeki biti öldürmesi için onu göstermesi gibi işlerdir. |
4. Vücudu yıpratacak şeylerden sakınmak: İslâm’da içki haramdır. Herhangi bir organı kesin bir lüzum bulunmaksızın kesmek haramdır. İntihar denilen cinayet haramdır. Çünkü bunları yapmak, yüce Allah’ın insanlara ikram ettiği hayata suikast demektir. Onun için bu gibi haram şeylerden kaçınmak şahısla ilgili bir görevdir. Aksi halde insan pek çok pişmanlıktan ve azaptan kurtulamaz. | 5. İradeyi kuvvetlendirmek: İnsan, sağlam bir irade sahibi olmalıdır. Yararlı şeyleri öğrenip yapmalı, yararsız şeyleri de sırf şunu bunu taklit hevesiyle yapmamalıdır. İnsan bir inanca ve bir huya sahip olmalıdır. Hakkı kabul etmeli, haksız ve zararlı olan bir şeyi de herhangi bir düşünce ile öne sürüp kıymetlendirmeye çalışmamalıdır. Böyle bir hafiflik insana yakışmaz. | 6. Aklı ve zihni ilim, irfan nurları ile aydınlatmak: Kalpte yararlı ve yüksek duyguları uyandırmak, İslâm’da ilim ve marifet kazanmak pek önemli bir görevdir. İnsan akıllıca yaşamalı ve daima gerçeğin arkasından koşmalıdır. Yanlış fikirlerden, aldatıcı sözlerden, yaldızlı muhakemelerden, zararlı törelerden, bâtıl inançlardan, hasis duygulardan kaçınmalıdır. Bir hadis-i şerif: |
168. Aşağıdaki haller abdesti bozmaz: | 1. Bir hastalık olmaksızın gözden gelen yaş ve su veya ağlamak. | 2. Yara ve benzeri yarıklar içinde görülen ve dışarıya çıkmayan kan, irin ve sarı sular. |
122. Hicretin birinci yılı idi. Yüce Allah tarafından cihad için müslümanlara izin verildi. İslâm dinini söndürmek isteyenlere karşı kuvvet kullanılmasına müsaade edildi. Bunun üzerine birçok savaş yapıldı, düşmanlara karşı birlikler gönderildi. Bütün bunlar, İslâm varlığını koruma yolunda yapılmıştır. | Peygamber Efendimiz’in bizzat bulunduğu savaşlara “gazve” denilmiştir ki bunun çoğulu “gazavat”tır. Ashâb-ı kirâmdan bir zatın kumandası altında savaşa giden az bir kuvvete de “seriyye” adı verilmiştir. Bir seriyye, beş kişiden 400 kişiye kadar olan seçkin askerî bir birlik demektir. | Peygamberimiz’in gavzeleri (savaşları) sayı olarak yirmi yedidir. Seriyyelerin sayısı da kırk dört veya elli altıdır. Biz bunların meşhurları hakkında biraz bilgi vereceğiz. |
Bir de ezanda, her cümle arasında bir bekleme (sekte) yapılır. İkinci cümlelerde ses biraz daha yükseltilir. Buna “teressül, irtisal” denilir. Kamette ise duraklama yapılmaz. Sürekli okunur ki buna “hadr” denir. | 3. Her farz namaz için bir ezan ve bir kamet meşrudur; yalnız cuma namazında iki ezan vardır. Bunun için bir camide ezan ve kametle vakit namazı usule göre kılındıktan sonra, tekrar cemaatle veya yalnız başına namaz kılacak olanların o vakit namazı için ezan okumaları ve kamet getirmeleri gerekmez. Vitir, bayram, teravih ve diğer nâfile namazlarda kamet yoktur. | 4. Evde veya kırda kılınacak farz namazlar için hem ezan okumak hem de kamet getirmek daha faziletlidir. Yalnız kametle de yetinilebilir. Fakat ezanla yetinmek mekruhtur. |
173. Oruç kefâretinde bir fakire altmış gün sabah akşam yahut 120 sabah veya 120 akşam yemek yedirmek de yeterlidir. | Yine, bir fakire iki ayda her gün ya aynen veya kıymet olarak birerden altmış fıtır sadakası verilmesi de yeterlidir. Fakat bir fakire bir günde topluca verilecek altmış fitre miktarı, yalnız bir günlük fitre yerine geçer. Onun için her gün bir fakire bir fitre miktarı verilir. Bu kefâretlerde uygulanır. | 174. Oruç kefâretinin iyi hal sahibi olan fakirlere verilmesi daha faziletlidir. İmam Ebû Yusuf’a göre, bu kefâret bedeli gayri müslim fakirlere verilemez. Fetva da buna göredir. |
5. Gusül yaparken fazla su harcamamak ve çok kısıntı da yapmamak. | 6. Kimsenin görmeyeceği bir yerde yıkanmak. Eğer erkekler erkekler arasında, kadınlar da kadınlar arasında bulunurlar da yıkanmak için tenha bir yer bulamazlarsa bir köşeye çekilip avret mahallerini bir peştamal ile örterek yıkanırlar. Avret yerlerini açmaları câiz olmaz. Erkeklerin kadınlar, kadınların da erkekler arasında yıkanmaları câiz değildir. Bu durumda teyemmüm ederek namazlarını kılmaları uygundur. Çünkü hükmen su bulunmamış demektir. | Yine, gerek erkekler ve gerekse kadınlar kendi cinsleri arasında yıkanmak için bir peştamal veya benzeri bir örtü bulamazlarsa ve böylece avret yerlerini açmak mecburiyetinde kalırlarsa, gusletmeyi sonraya bırakırlar ve namazlarını teyemmüm ile kılarlar. Sonra tenha bir yer veya bir peştamal bulunca gusledip teyemmüm ile kılmış oldukları namazları iade ederler. Hamamlarda bu örtünme işine çok dikkat etmelidir. |
181. Peygamber Efendimiz’in mübarek akıl ve zekâsı, her türlü düşüncenin üstündedir. Onun pek yüksek aklı ve zekâsı yanında, en büyük dâhilerin ve en parlak fikir adamlarının akıl ve dehaları pek sönük kalırdı. Bu gerçeğe, onun büyük hayatı pek güzel şahittir. Arap yarımadasının peygamberlik döneminden önceki durumu ile peygamberlik döneminden sonraki durumunu düşünmek yeterlidir. Yüce Allah’ın o büyük ve son peygamberi kadar insanların ruhî hallerini anlamış, insanları güzel bir siyasetle idare etmiş, insanları doğru yola getirip hallerini düzeltmeyi başarmış, bu konularda gereken esasları hazırlamış bir akıl ve hikmet sahibi gösterilemez. | Hz. Peygamber’in Fesahat ve Belâgatı | 182. Hz. Peygamber yaratılışça pek fasih (açık ifadeli) idi. Yüksek maksatlarını açıkça ve parlak bir şekilde söylerdi. Huzurlarına gelen elçilerin konuşmalarına pek açık bir şekilde karşılık verirdi. Onun mübarek sözleri arasında birçok manayı toplayan öyle yüksek parçalar vardır ki onlara “cevâmiu’l-kelîm” denir. Yine onun mübarek sözleri arasında öyle güzel ve hikmet dolu parçalar vardır ki bunlara “bedâyiu’l-hikem” denilir. Biz bunların bir kısmını ahlâk bölümünde yazmış bulunuyoruz. Şu anlamdaki hadis-i şerifler, bu ahlâk ve hikmet esaslarından bazısıdır: |
21. İtaat: Üst âmirin dince yasak olmayan emirlerini dinleyip ona göre yürümektir. Yüce Allah’ın buyruklarını dinleyip tutmak bir taattir. İnsanın mutluluğu da bu taate bağlıdır. Bunun karşıtı isyandır. Allah Teâlâ’nın emirlerini dinlemeyen bir insan günahkâr ve hayırsız bir kimsedir ki kendisini tehlikeye atmış olur. Artık böyle bir kimseden insanlık ne bekleyebilir. | Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyrulmuştur: | “Allah’a itaat ediniz; Allah’ın Peygamber’ine de, sizden olan idarecilere de itaat ediniz” (Nisâ 4/59). |
“Her türlü eksiklikten münezzeh ve yüce olan Allah, doğruyu daha iyi bilir ve O’nun kereminin kemalinden başarıya ulaştırması ve mükâfatlandırması umulur.” | ALTINCI Kİtap | HAC KİTABI |
Cuma Namazı ile İlgili Bazı Meseleler | 197. Birçok köyde cuma namazı kılınmasına öteden beri izin verilmiş olduğundan, beldelerde olduğu gibi köylerde de cuma namazı kılınagelmiştir. Mescidlere ait hükümler bölümüne bakılsın!... | 198. Bir köylü cuma günü bir şehre gidip cuma vaktine kadar orada kalma niyetinde bulunsa, kendisine cuma namazı farz olur. Fakat cuma vaktinden önce şehirden çıkmaya niyet ederse ona cuma farz olmaz. Sahih kabul edilen bir görüşe göre, cuma vaktinin girmesinden sonra şehirden çıkmaya niyet ederse yine cuma farz olmaz. |
Yüce Allah ulûhiyyetinde, zatında ve mâbudiyetinde bir olduğu gibi, yaratıcı olmasında da birdir. Yaratılmaya ve yok edilmeye mahkûm olan ve böylece mümkün adını alan her şeyi yaratan ve yok eden ancak Allah’tır. O’ndan başka yaratıcı yoktur. İşte mümkünatı yaratıp yaşatmaya ve yok etmeye gücü yetmeyen bir zat ise Allah olamaz. Bunun için ikinci bir ilâhın varlığına asla imkân yoktur. Çünkü iki ilâh düşünüldüğü takdirde, bunlardan biri kendi başına mümkünatı yaratmaya kadir ise diğeri fazladan olmuş olmaz mı? Fazladan olan yahut âciz bulunan bir zat ise nasıl Allah olabilir? | Bu bakımdan akıl sahibi hiç kimse, Allah Teâlâ’nın zat ve sıfatlarında eşi ve benzeri bulunmadığından, bir olduğundan şüphe etmez. Birden çok yaratıcıların ve mâbudların varlığına inanan milletler ise akla ve hikmete aykırı bir inancın esiri olmuştur. Böylece gerçeği anlama bakımından büyük bir cehalet içinde kalmışlardır. | “Bugün mülk kimindir? Kahhâr olan tek Allah’ındır” (Mü’min 40/16). |
2. Parmaklar açık olduğu halde iki eli toprağa vurduktan sonra ileri sürüp geri çekmelidir. | 3. Elleri kaldırınca, eğer fazla tozlanmışlarsa onları yan yana getirip birbirine hafifçe vurmalı. Bu şekilde ellerdeki tozlar silkildikten sonra, bu ellerle bütün yüzü meshetmelidir. | 4. İlk vuruşta yapıldığı gibi, elleri yine temiz toprağa tekrar vurduktan sonra silkmeli ve sol elin baş parmağını ayırarak, diğer parmakların iç tarafları ile sağ elin parmak uçlarından başlayarak, kolun dış tarafını dirseklere kadar çekip meshetmeli. Sonra yine sağ elin içi tarafına dönerek, sol elin baş parmağı ile serçe parmağını halka ederek, baş parmakla beraber elin ayası ile dirsekten bileğe kadar elin iç tarafını meshetmeli. Baş parmağı daha ileriye yürüterek, sağ elin baş parmağının üstünü de meshetmelidir. |
1. Abdest alacak kimse, abdeste başlarken “eûzü ve besmele” çektikten sonra, | اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ الَّذ۪ي جَعَلَ الْمَاءَ طَهُورًا وَجَعَلَ الْإِسْلَامَ نُورًا | “Yüce Allah’a hamdolsun ki suyu temizleyici ve İslâm’ı nur yapmıştır” der. |
215. Yalnız içilmek için kırlarda sarnıçlar içinde hazırlanmış olup herkesin yararlanmasına terkedilmiş bulunan sular, teyemmüm etmeye engel olmaz. Ancak bu sular çok olur da abdest ve gusül almaya izin verilmiş olduğu bilinirse, bu sular kullanılır, teyemmüm edilmez. | 216. Hacıların hediye için taşıdıkları zemzem suyu, teyemmüm yapmaya engeldir. Ancak zemzemin içine, en az bir misli kadar gül suyu karıştırılmış olursa, bu takdirde zemzem mukayyet su hükmüne girer ve onunla abdest almak câiz olmadığı için teyemmüm yapılır. | 217. Cünüplükten dolayı teyemmüm etmiş olan bir kimsenin abdesti bozulsa cünüp sayılmaz, abdestsiz olur. Bu kimse yalnız abdeste yetecek kadar su bulsa bununla abdest alır. Bu kadar su bulamazsa tekrar namaz için teyemmüm eder. |
391. Namaz içinde okunan secde âyetinden dolayı, namazı bitirdikten sonra secde edilemez. Çünkü bu secde, yukarıda da işaret olunduğu üzere namazın bir cüzü olmuştur; artık ondan ayrılamaz. Fakat namazda bulunan kimse, namazda bulunmayan bir kimsenin okuduğu secde âyetini işitecek olsa, namazını kıldıktan sonra secde eder. Daha namazda iken secde etmesi yeterli olmaz. Bununla beraber secde etse bununla namazı bozulmaz. | Nitekim namazda okunan bir secde âyetini, dışarıdan işiten bir mükellef için de namaz dışında secde etmek gerekir. Şu kadar var ki bu mükellef, o secde âyetini okuyan kişiye uyar, onunla beraber bu secdeyi yaparsa, bu görevi yapmış olur. Eğer o secde yapıldıktan sonra, o rekâta uyarsa bu secdeyi o imamla beraber hükmen yapmış sayılır. Artık ne namazın içinde ne de dışında tilâvet secdesi yapması gerekir. | 392. Hasta iken veya bir arabaya yahut bir hayvana binmiş iken secde âyetini okuyan veya dinleyen bir mükellefin işaret sûreti (ima) ile tilâvet secdesi yapması câizdir. Fakat bir mükellefin binici olmadığı halde, okuduğu veya dinlediği bir secde âyetinden dolayı bir özrü bulunmadıkça, binici olduğu halde işaret (ima) ile secde etmesi câiz olmaz. |
337. İmam sabah namazında Fâtiha sûresini sehven gizlice okuyup sonra hatırlasa, ekleyeceği sûreyi âşikâre okur, Fâtiha’yı iade etmez. | 338. Cemaat halinde âşikâre Kur’an okunacak bir namaza başlamış olan ve Fâtiha’yı gizli okumuş bulunan bir kimseye başkası gelip uysa, o kimse imam olmayı arzu ederse sûreyi âşikâre okur, arzu etmezse âşikâre okuması gerekmez. | 339. Farz bir namazda ikinci rekâttan sonra oturulmayıp da üçüncü rekâta yanılarak kalkmaya yeltenenin durumuna bakılır: Eğer kalkışı oturmaya yakın ise oturur, sehiv secdesi gerekmez. Fakat doğrulması kıyama yakın ise kalkar ve ondan sonra sehiv secdelerini yapar. Çünkü bu durumda vâcip olan birinci oturuş terkedilmiştir. |
Sonra Peygamber Efendimiz muhterem arkadaşı ile mağaradan çıktı. Daha önce, Abdullah b. Uraykıt adında biri aracılığı ile hazırlamış oldukları iki deveden birine Hz. Peygamber ile Hz. Ebû Bekir, diğerine de Hz. Ebû Bekir’in oğlu Abdullah ile Âmir b. Füheyre binerek Medine tarafına yöneldiler. Yolda birçok üstün haller meydana geldi. | 116. Hz. Peygamber’in [sallallahu aleyhi vesellem] Mekke’den çıkmış olduğunu öğrenen müşrikler, Resûlullah’ı ve arkadaşı Hz. Ebû Bekir’i yakalayıp getirecek kimselere 100 deve vereceklerini ilan etmişlerdi. Bunu almak için Benî Müdlic aşiretinden Sürâka adında biri Peygamberimiz’in arkasına düştü. Kudeyd denilen yerde Resûl-i Ekrem’e yetişti. Fakat atının ayakları dizlerine kadar yere battı. Bundan davranışının kötü olduğunu anladı. Hz. Peygamber’den güvenlik sözü istedi ve onu kendisinden aldı, bu şekilde kurtuldu. Mekke’nin fethinde de İslâmiyet’i kabul etti. | Benî Eslem kabilesinden Büreyde b. Husayb adındaki biri de yetmiş kadar atlı ile Hz. Peygamber’i yakalamak sevdasına düştü. Fakat Resûlullah’a yetişince fikrini değiştirdi. Kalbinde iman parlamaya başladı, beyaz sarığını çözdü: “Ey Allah’ın resûlü! Sizin böyle bayraksız yürümenize gönlüm razı olmuyor; izin veriniz de alemdarınız (sancaktarınız) olmak şerefine kavuşayım” dedi ve aldığı izin üzerine, sarığını kargısının ucuna bağladı. Medine’ye bir saat uzaklıkta olan Kubâ köyüne kadar Hz. Peygamber’in yanından ayrılmadı. İslâm’ın ilk bayrağı bu mübarek sarıktır. |
Bu âyet-i kerime, İslâm dininin en mükemmel ve en son ilâhî din olduğunu gösteriyor. Bu din ile müslümanlara en büyük nimetler verildiği ve İslâm’dan başka hiçbir dinin geçerli olmadığı adı geçen âyet-i kerimenin devamından açıkça anlaşılıyor. | Her müslüman, kavuştuğu bu büyük nimet ve mutluluğu bilir, takdir eder, buna aykırı hiçbir söz ve hareket aklına gelemez. | Bu âyet-i kerime, Hz. Peygamber’in ahiret âlemine göçeceklerine işaret ediyordu. Çünkü artık onun kutsal görevi tamamen yerine getirilmiş, insanlar kısım kısım İslâm dinine girmiş ve girmeye devam ediyordu. Artık Resûlullah’ın yüce Allah’ın sonsuz rahmetine kavuşması zamanı gelmişti. |
Orucun Vakti | 40. Orucun vakti ikinci fecirden başlayarak güneşin batışına kadar devam eden müddettir. Bununla beraber, ikinci fecrin ilk doğuşu anına mı, yoksa aydınlığının ufukta uzanıp dağılmaya başladığı zamana mı itibar olunacaktır meselesinde ihtilaf vardır. Bazı âlimlere göre, ikinci fecrin ilk doğuş anı esastır. İhtiyata en yakın olan görüş de budur. Diğer bazı âlimlere göre, aydınlığın biraz uzayıp dağılmaya başladığı zamana itibar edilmelidir. Oruç tutacaklar hakkında daha elverişli olan da budur. | Bunun için birinci görüşe göre ikinci (gerçek) fecrin ilk doğuşundan itibaren, ikinci görüşe göre de bu fecrin doğuşundan sonra aydınlığının dağılmaya başlaması anından itibaren oruca başlamak gerekir. |
332. Bir vâcibi yanılarak terketmek sehiv secdelerini gerektirir. Birinci oturuşu veya vitirde Kunut’u veya bayram namazlarında ziyade tekbirleri yahut birinci ve ikinci oturuşlarda Tahiyyat’ı okumayı terketmek gibi. | Vitir namazında rükûdan sonra Kunut duasının unutulduğu hatırlanmış olsa, artık onu okumak için geri kıyama dönülmez. Rükûdan sonra okunması da gerekmez. Çünkü yeri kaçırılmıştır. Rükû halinde hatırlandığı halde de okunması gerekmez. Sahih olan rivayet böyledir. Bununla beraber okunsun veya okunmasın, her iki halde de sehiv secdeleri gerekir. | Kunut tekbirini unutup yapmamak, bir görüşe göre sehiv secdesi gerektirir, bir görüşe göre de gerektirmez. |
Peygamberimiz hakkında olan ilk siyer kitapları, tâbiînden (ashabı görenlerden) Urve ile onun talebelerinden Zührî’ye aittir. Diğer bir rivayete göre, Peygamber Efendimiz’in kutsal sîretlerini ilk yazan zat, hicretin 150. yılında Bağdat’ta vefat eden Muhammed b. İshak’tır. | 6. Bugün elde bulunan siyer kitaplarının en eskisi ve en güvenilir olanları şu üç eserdir: 207 (823) yılında Bağdat’ta vefat etmiş olan Vâkıdî’nin siyer kitabı. 218’de (833) vefat eden Basralı İbn Hişâm’ın siyer kitabı. 310 (923) yılında Bağdat’ta vefat eden Muhammed b. Cerîr et-Taberî’nin yazmış olduğu siyer kitabıdır. | İslâm âlimleri Peygamber Efendimiz hakkında daha birçok kitap yazmış oldukları gibi, Avrupalı şarkiyatçı tarihçiler de bu konuda pek çok kitap yazmışlardır. |
37. Hades-i asgar (küçük hades): Yalnız abdest (tahâret-i suğra) ile giderilen haldir. İdrar yapmak, vücudun herhangi bir yerinden kan çıkmak sebebiyle gelen abdestsizlik hali gibi ... | 38. Hades-i ekber (büyük hades): Ağız ve burun dahil bütün vücudun yıkanması (büyük temizlik) ile giderilen taharetsizlik halidir. Bu hal da cünüplükten, hayız ve nifas denilen hallerden meydana gelir. Bunların ayrıntılı olarak açıklamaları ileride gelecektir. | 39. Habes: Maddeten temiz ve pak olmayan herhangi bir şeydir. Buna “necis, gerçek necaset, pislik” de denir. Şöyle ki: Aslen veya geçici olarak temiz bulunmayan bir şeye “necis” ve “necaset” denir. Bunun çoğulu “encas”tır. Örnek: Sidik aslen necis olduğu gibi, bulaştığı bir elbise de necis, pis ve murdardır. |
Kasten besmele terkedilirse kurbanın eti yenmez. Kurban sahibinin eli hayvanı kesenin eli üzerinde olarak hayvanı kesecek olsalar, her ikisinin de besmele çekmesi gerekir. Bunlardan biri besmeleyi terkederse hayvanın eti yenmez. | 23. Kurban bayramında kesilmek üzere satın alınmış kurbanlık hayvan, nahr (kurban kesme) günlerinde kesilmemiş olsa, o hayvan mevcut ise kendisini sadaka vermek gerekir. Helâk olmuşsa kıymetini sadaka olarak fakirlere vermek icap eder, ertesi seneye bırakılmaz. | 24. Kurbanın vâcip olmasında nahr günlerinin sonu esastır. Bunun için kurban bayramının üçüncü günü güneş batmadan önce zengin olan kimsenin kurban kesmesi gerekir. Daha önce fakir olması bunu etkilemez. Aksine olarak o günün güneş batışından önce fakir düşen veya ölen müslümanlardan bu kurban kesme yükümlülüğü düşer. |
Kitap, Sünnet, İcmâ ve Kıyas | Bu güçlü dört büyük imamın mezhepleri kitap, sünnet, ümmetin icmâ‘ ve fukahanın kıyası üzerine kurulmuştur. | Kitaptan maksat Kur’ân-ı Kerîm’dir. Sünnetten maksat Peygam-berimiz’in mübarek sözleri, yaptığı veya yapıldığını görüp de yasaklamadığı işlerdir. Peygamber Efendimiz’in evvelce yasaklamadığı bir şeyi görüp de ona karşı susmaları, o şeyin meşru olduğunu gösterir. |
Baba ile anne, çocuklarına karşı eşit hareket etmeli, onları okşamak ve gözetmek hususunda eşit tutmalıdır ki bir kırgınlık ve bir çekememezlik duygusu meydana gelmesin. | Anne ile baba, çocuklarına yumuşak davranmalı, kendilerini isyana götürmeyecek şekilde onları terbiye etmeye çalışmalı ve onlara karşı güzel bir fazilet örneği olmalıdır. Dokuz yaşına giren çocuklarını yataklarından ayırmalı, on üç yaşına girdikleri zaman namaz kılmayan çocuklarını hafifçe dövmeli, on altı yaşına giren çocuklarını da bir engel yoksa evlendirmeye çalışmalıdır. İyi çocuklar, Allah’ın birer kıymetli ihsanı demektir. | 5. Kardeşlerin başlıca görevleri: Birbirini sevmek, birbirine yardım edip saygı ve merhamet göstermektir. Kardeşler arasında pek kuvvetli bir bağ vardır; bunu daima korumalıdır. Hele büyük kardeşler, baba ve anne yerindedirler. Bunlara karşı büyük bir saygı göstermelidir. |
175. Sarhoş veya bayılmış olan bir kimse uykusundan uyanıp da kendisinde meni bulacak olsa gusletmesi gerekir. Mezi bulacak olsa yıkanması gerekmez. | 176. İdrarını yaparken, tenasül organı uyanık olduğu halde meni gelse yıkanması gerekir. Organ uyanık olmayınca, gusletmek gerekmez, çünkü uyanıklık şehvetin bulunmasına delildir. | 177. Bir erkek veya bir kadın rüyada ihtilâm olsa da meni dışarıya çıkmış olmasa yıkanmak gerekmez. İmam Muhammed’e göre, böyle bir kadının ihtiyat olarak yıkanması gerekir. Çünkü kadından çıkacak bir sıvının yine ona dönmesi ihtimali vardır. |
Aksine olarak 200 dirhem karışık gümüş için 5 dirhem karışık gümüş kıymetinde 4 dirhem saf gümüş verilse bu İmâm-ı Âzam ile İmam Ebû Yusuf’a göre yeterli olmaz. Çünkü ağırlık esasına göre noksandır. Fakat İmam Züfer’e göre yeterlidir; zira kıymet bakımından eşitlik vardır. Cenâb-ı Hak ile kul arasında faizin söz konusu olduğu düşünülemez. | 55. Altın ile gümüşün ve ticaret mallarının nisabında, bunların bir cinsten olmaları şart değildir. Onun için bir kimsenin bir miktar altını ile gümüşü ve bir miktar da ticaret malı bulunur da bunların tümünün kıymeti nisab miktarı olan 200 dirhem gümüşe (veya 20 miskal altına) denk olursa kırkta bir zekâtlarını vermek gerekir. | 56. Her biri nisab miktarından noksan olan altın ile gümüş, İmâm-ı Âzam’a göre, kıymet bakımından birbirini tamamlayarak nisab aranır. İki imama göre ise ağırlık bakımından birbirini tamamlarlar. |
60. Hz. Yunus, İsrâiloğulları’ndan gelen mübarek bir peygamberdir. Annesine nisbetle Yunus b. Mettâ diye anılır. Asurî Devleti’nin hükümet merkezi olan bugünkü Musul şehrinin karşısında harabesi görülen Ninevâ halkına peygamber gönderilmiştir. Putlara tapmakta olan Ninevâ halkı, Hz. Yunus’un otuz üç sene devam eden öğütlerini dinlemediler. Hz. Yunus da Allah tarafından kendesine izin verilmeden Ninevâ’yı terketti. Dicle kenarına gitti. Bir gemiye binerek bir tarafa gitmek istedi. Fakat gemi yürümedi. İçinde bulunanlar, “Aramızda bir suçlu var” demeye ve suçluyu bulmak için kura atmaya başladılar. Hz. Yunus, “O suçlu kul benim. Rabbim’den izin almadan kavmimi bıraktım” diyerek kendisini suya attı. Hemen büyük bir balık tarafından yutuldu. Bereket versin ki hemen tövbe ve istiğfara başlamış oldu. “Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minezzâlimîn” (Senden başka hiçbir ilâh yoktur. Seni bütün noksanlıklardan tenzih ederim. Hiç süphesiz ben, böyle yapmakla zalimlerden oldum) diyerek Allah’ı tesbihe devam etti. Bir süre sonra balık kendisini çıkarıp sahile attı. | 61. Yunus aleyhisselâmdan sonra Ninevâ şehrini korkunç bir kara duman sarmıştı. Oranın halkı hemen Allah Teâlâ’ya yalvararak tövbe ettiler. Yaptıklarına pişman oldular. O duman da üzerlerinden açılıp gitti. Başlarına gelecek belalardan kurtulmuş oldular. | Hz. Yunus tekrar Ninevâ’ya gelip bir süre daha kutsal görevine devam etmeye çalıştı. Sonra bu şehri bırakarak yalnızlık köşesine çekildi ve orada vefat etti. |
469. Bir kimse yürürken veya bir iş görürken Kur’ân-ı Kerîm’i okuyabilir. Yeter ki bu durum, Kur’an’ın gafletle okunmasına sebebiyet vermiş olmasın. | 470. Namaz kılınması mekruh olan vakitlerde dua etmek, tesbihte bulunmak ve Peygamber Efendimiz’e salât ve selâm getirmekle meşgul olmak, Kur’ân-ı Kerîm’i okumaktan daha faziletlidir. | 471. Kur’ân-ı Kerîm’i güzel sesle ve tecvid kurallarına uyarak okumak müstehaptır. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: |
İnsan, insanlık gereği olarak günahtan kurtulamıyor, bu bir gerçektir. Fakat insanın kalbi bu günahtan dolayı sızlasın, ruhunda pişmanlık duysun, hemen Allah’a yönelsin. Günahının bağışlanmasını ve örtülmesini dilesin, daha tövbe imkânları elde iken günahlardan kurtulmaya çalışsın. | Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Ey müminler! Hepiniz Allah’a tövbe ediniz ki kurtulasınız” (Nûr 24/31). Resûl-i Ekrem Efendimiz de; “Günahından tövbe eden, günah işlememiş kimse gibidir,” buyurmuştur. | Artık bizim görevimiz, günahlarımızdan dolayı, için için yanarak Hakk’a dönmek ve istiğfarın başı “seyyidü’l-istiğfar” denilen şu mübarek cümle ile Hak Teâlâ’dan tövbe ve istiğfar ederek af ve kerem dilemektir: |
3. Develerin Zekâtı | Sâime olan develerde zekât nisabı beştir. Beşten az olan develerde zekât yoktur. Birer yaşını bitirmiş beş deve için bir koyun zekât verilir. Beşten ona kadar bağışlanmıştır. On deveden yirmi beş deveye kadar her beşte bir koyun verilmesi gerekir. Tam yirmi beş deve için de iki yaşına girmiş bir dişi deve yavrusu verilir. Otuz beş deveye kadar başka bir şey verilmez. Tam otuz altı deveden kırk beşe kadar da üç yaşını bitirmiş bir dişi deve verilir. Kırk altı deveden altmışa kadar da dört yaşına girmiş bir dişi deve verilir. Tam altmış bir deveden yetmiş beş deveye kadar da beş yaşına girmiş bir dişi deve verilir. Yetmiş altı deveden doksana kadar da, üçer yaşına girmiş iki dişi deve vermek gerekir. Tam doksan birden 120’ye kadar da dört yaşına girmiş iki dişi deve verilir. 120 deveden 145 deveye kadar da böyle dört yaşında iki deve ile beraber her beş devede de bir koyun verilir. 145’ten sonra da fıkıh kitaplarımızda açıklandığı ölçülerle zekâtları verilir. | Zekâtları verilecek develerin erkek ve dişi olarak karışık bulunmaları veya Arap ve İran develeri olmaları farketmez. Ancak zekât olarak verilecek develerin orta değerde dişi olması şarttır. Erkek deve verildiği takdirde, kıymeti itibariyle verilir. |
(İmam Mâlik’e göre, ikiz doğan çocuklar arasında altmış günden az bir müddet geçmiş ise nifas müddeti birinci çocuğun doğum gününden başlar. Aralarında bundan daha çok bir müddet geçmiş ise her çocuktan dolayı bir nifas müddeti başlar. | Şâfiîler’e göre nifas müddeti ikinci çocuğun doğmasından başlar. Birinci çocuğun doğmasından sonra gelen kan, eğer âdet zamanına rastlamışsa hayız kanı sayılır. Rastgelmemiş ise istihâze kanı olmuş olur.) | Hayız ve Nifas Hallerine Ait Hükümler |
2. İhramın yasaklarını terketmek. Dikişli elbise giyilmesi, av avlanması, ihramda iken saçların kesilmesi, çirkin söz söylenmesi gibi ... | 3. Arafat’ta zevalden sonra güneş batıncaya kadar durmak. | 4. Kurban bayramının birinci gününün fecrinden sonra ve güneşin doğmasından önce, bir saat bile olsa, Müzdelife’de durmak. |
“Mümin ülfet eder ve ülfet olunur. Ülfet etmeyen ve ülfet olunmayan kimsede ise hayır yoktur. İnsanların hayırlısı, insanlar için hayırlı olanıdır.” | 25. Emniyet: Bir şeye güvenmek manasına geldiği gibi, insanda doğruluktan ileri gelen bir huy anlamına da gelir. İnsanların sırlarını ve mallarını güzelce saklamak da bir emniyet halidir. Emniyetin karşılığı “hıyanettir”, sözünde durmamaktır. | Fertleri arasında emniyet bulunmayan bir toplum geleceğinden güven içinde bulunamaz. Emniyeti kötüye kullanmak münafıklık alametidir. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: |
KABUL EDİLECEK ve EDİLMEYECEKLER | 48. Sadece dinle ilgili Allah’la kul arasındaki bir ibadet işinde adaletli olan kimselerin sözleri kabul edilir. Fâsıkların ve gayri müslimlerin sözleri kabul edilmez. Bir suyun temiz olmadığını adalet sahibi bir müslüman haber verir de başka su bulunmazsa teyemmüm câiz olur. Fakat bunu fâsık veya ne olduğu bilinmeyen yahut gayri müslim bir kimse haber verirse araştırma yapmak gerekir. O suyun gerçekten temiz olup olmadığı araştırılır. Sonunda kuvvetli görüşe göre işlem yapılır. Şöyle ki: Eğer bu haber veren kimsenin doğru söylediğine kuvvetli bir zan hâsıl olmuşsa yalnız teyemmüm yapılır. Yalan söylediği hakkında kuvvetli zan varsa o su ile abdest alınır ve ihtiyat olarak da teyemmüm edilir. | 49. Bir suyun temiz olduğunu bir âdil müslüman ve temiz olmadığını diğer âdil bir müslüman haber verse bu suyun temiz olduğuna hükmedilir. Çünkü suda asıl olan temiz olmaktır. Fakat ölü bulunan bir hayvanın boğazlanmış olduğunu bir âdil ve boğazlanmamış olduğunu da diğer bir âdil şahıs haber verse burada en kuvvetli olan kanaate göre işlem yapılır. |
47. Kur’ân-ı Kerîm hiçbir kitaba benzemez. Onun manasını hiç kimse değiştiremez, lafzının yerine başka bir söz konamaz ve hiçbir tercüme de Kur’an hükmünü alamaz. | Kur’ân-ı Kerîm ebedî kalacak bir mucizedir. Bunun edebî inceliklerine, güzel ifadesine ve taşıdığı manalara bir nihayet yoktur. Bütün insanlar ve cinler bir araya toplansa, en kısa bir sûresinin bile benzerini yapamazlar. Bu bakımdan da Kur’an asırlardan beri bütün âleme meydan okumaktadır. Edebî sanat ve kabiliyetlerine güvenen nice kimseler, onun kısa bir sûresinin benzerini yapmaktan âciz kalmışlardır. Buna güçleri yetmediğini de kabullenmişlerdir. Bu durum da Kur’an’ın Allah’ın bir mu‘cizesi olduğuna en sağlam ve değişmez bir delildir. | 48. Kur’ân-ı Kerîm’in ruhlar üzerindeki tesirine gelince, buna da bir nihayet yoktur. Kur’ân-ı Kerîm’in âyetlerini güzelce anlayarak okuyan ve dinleyen temiz kalpli insan, kendinden geçer, dimağında pek çok yüksek duygu uyanır ve ruhu maneviyat âlemine yükselir. O manevi duygunun tesirinden de gözlerinden yaş dökülmeye başlar. |
“Her mescide gidişinizde temiz ve güzel elbiselerinizi giyiniz” (A‘râf 7/31) buyrulmuştur. | 507. Mescidlerde yüksek sesle konuşmak mekruhtur. Ancak cemaate duyurmak için hatiplerin ve vaizlerin, din dersi veren hocaların seslerini yükseltmeleri câizdir. Başkalarının namazlarını karıştırmamak şartıyla, Kur’an okuyanların ve Allah’ı zikredenlerin seslerini yükseltmeleri de câizdir. | 508. Mescidlerde gürültü yapmak, gereksiz yere dünya işlerini konuşmak, kaybolan eşyaları sorup araştırmak, zikir ve hikmet taşımayan şiirler okumak câiz değildir. Denilmiştir ki: “Ateşin odunu yemesi gibi, mescidde konuşulan sözler, iyilikleri yer, bitirir.” |
438. Yanılarak okunan bir lafzın benzeri Kur’an’da bulunmamakla beraber bununla mana değişmeyecek olsa, İmâm-ı Âzam ve İmam Muhammed’e göre namaz bozulmaz. Çünkü mana asıldır, en çok manaya önem verilir. Fakat İmam Ebû Yusuf’a göre bozulur; zira burada asıl olan Kur’an’da benzerinin bulunup bulunmamasıdır. “Kavvâmîne” yerine “kayyâmîne” okunması gibi ... | Demek oluyor ki İmâm-ı Âzam ile İmam Muhammed, yanılarak yanlış okunan lafız ile Kur’an’daki mananın fazla değişip değişmemesini göz önüne almışlardır. Şöyle ki: Eğer mana fazla değişirse namaz bozulur, değilse bozulmaz; okunan lafzın benzeri Kur’an’da bulunsun veya bulunmasın. | İmam Ebû Yusuf ise okunan lafzın Kur’an’da benzeri olup olmamasını esas tutmuştur. Bundan dolayı, eğer Kur’an’da benzeri varsa namaz bozulmaz, isterse mana aşırı derecede değişmiş olsun. Şayet benzeri Kur’an’da yoksa namaz bozulur, isterse mana aşırı derecede değişmiş olmasın. |
519. Cenaze “ölü” demektir. Ölmek üzere bulunan kimseye “muhtazar” denir. Muhtazarın yanında tevhid ve şehadet kelimelerini okumaya ve ölünün kabri başında yapılacak konuşmaya “telkin” denir. | Ölünün yıkanmasına “gasl-i meyyit”, ölünün yıkanmasından sonra kabre gömülmesine kadar yapılması gereken şeylere ve bunları temin etmeye de “teçhiz” adı verilir. Ölüyü bilinen bezlere sarmaya da “tekfin” denilmektedir. | 520. Ölen bir müslümanı yıkamak, kefenlemek ve üzerine namaz kılıp bir kabre gömmek müslümanlar için bir farz-ı kifâyedir. İnsanlar bu farzı yapmadıkları zaman, bundan hepsi Allah katında sorumlu olurlar. Bu görevi yapmaya imkânları yoksa sorumlu olmazlar. |
32. Keramet: Bir kısım olağanüstü işlerdir. Yüce Allah’ın kudretiyle veli kulları tarafından meydana getirilir. Bu kerametler de o velilerin bağlı bulunduğu peygamber için bir mucize sayılır. Çünkü o peygamber gerçek peygamber olmasaydı, kendisine bağlı olanlardan böyle kerametler ortaya çıkamazdı. | 33. Meûnet. İstidraç: Peygamberlik davasına kalkışmayan ve peygamberin sünneti üzere yürümeyen bazı sıradan kimselerden meydana çıkan ve olağanüstü bir halde görülen birtakım olaylardır ki o şahsın büyüklüğünü göstermez ve hiçbir zaman keramet ve mucize derecesine varamaz. | Fakat yalan yere peygamberlik davasına kalkışan kimselerin elinde ne mucize ne keramet ne de başka olağanüstü işler çıkar. Böyle yalancı kimselerin mucize veya harika diye meydana koyacakları şeyler, bir göz bağcılıktır veya bazı ilmî kurallara dayanan bir sanat eseridir. Bunların asıl maksatları hemen meydana çıkar. Onların yaptıklarından daha güzelini başkaları da yapabilir. |
Kâbe dışında uzakta bulunanların tam Kâbe’ye yönelik olarak namaz kılmaları farz değildir; Kâbe tarafına yönelmeleri farzdır. Bu kadarı yeterlidir. | 32. Kâbe yönü, pusula aleti ile tayin edilir. Mescidlerin ve camilerin mihrapları Kâbe yönünü gösteririr. Öncekilerden kalma eski bir mihrap varsa Kâbe yönünü araştırmaya gerek kalmaz; çünkü bu mihraplar usulüne uygun olarak yapılmıştır. | Doğu ülkelerinde bulunanların kıblesi, batı yönü olur. |
108. Alacağı bir gıda maddesini haram hale getireceği veya alacağı genç bir köleye fena muamelede bulunacağı yahut satın alacağı silahı kötülükte kullanacağı anlaşılan bir kimseye bunları satmamalıdır. Bu satış en azından tenzîhen mekruh olur. | YENİP İÇİLMESİ HELÂL OLAN ve OLMAYAN ŞEYLER | 109. Eşyada yenip içilme bakımından asıl olan mubah olmaktır. Bütün eşya, aslında insanların yararlanmaları için yaratılmıştır. Onun için aslında temiz olan, akla ve sağlığa zararlı olmayan bir kısım hayvan etleri ve buğday, arpa, pirinç gibi ürünler, sebzeler, meyveler ve sıvılar helâldir. Bunlar yenip içilebilir. |
17. Makadı tamamen yere yerleştirmek suretiyle oturarak uyumak. | 18. Namazda iken ayakta, oturarak, rükûda ve secdede uyumak. | 19. Namaz dışında, cenaze namazında veya tilâvet secdesinde kahkaha ile gülmek. |
321. Mesbûk, İmâm-ı Âzam’a göre, kurban bayramında teşrîk tekbirlerini imamla beraber alır, sonra ayağa kalkıp geri kalan rekâtları tamamlar. Halbuki İmâm-ı Âzam’a göre, tek başına namaz kılan kimse bu tekbirleri getirmek zorunda değildir. Bunun için mesbûk, burada tek başına namazı kılan gibi değil, muktedî (imama uyan) yerindedir. | 322. Mesbûk, ayağa kalkması sahih olacak bir zamanda ayağa kalkıp da imam henüz selâm vermeden mesbûk namazını bitirerek selâmda imama uysa, namazı bozulmuş olmaz. | 323. İmam daha selâm vermeden, mesbûk Tahiyyat’ı okuyup bitirmiş olsa, bir görüşe göre şehadet sözünü tekrarlar, bir görüşe göre de susar. Burada sahih olan mesbûkun Tahiyyat’ı yavaş yavaş okumasıdır. |
70. Eti yenen bir hayvanın boğazlanmadan önce ondan kopan ve kesilen herhangi bir parçası yenilemez, bu meyte hükmündedir. Bundan yalnız balık ile çekirge müstesnadır. Çünkü bunlarda boğazlamaya gerek yoktur. Bir de bir hayvanın kesildikten sonra kendisinde hayattan henüz eser varken kopan parçası meyte hükmünde değildir, ancak bu parçayı yemek mekruhtur. | AVIN MAHİYETİ ve CÂİZ OLUŞU | 71. Sayd (av), yaratılışında vahşi olup insanlardan kaçınan, eti yensin yenmesin, herhangi bir hayvandır ki ele geçirilmesi ancak bir hileyle mümkün olabilir. Böyle bir av hayvanını kaçamaz bir hale getirip elde etmeye “istiyad” (avlamak) denir. |
94. Bir özre dayanmaksızın farz namazlar hayvan üzerinde kılınmaz. Bu hükümde vitir namazı ile cenaze namazı ve yerde okunmuş olan secde âyetinden dolayı yapılacak tilavet secdesi ve kazâsı gereken herhangi bir namaz da aynıdır. | İmâm-ı Âzam’dan bir rivayete göre, sabah namazının sünneti de bir özür bulunmadıkça hayvan üzerinde kılınamaz. | 95. Yürümekte olan bir araba, yürür halde olan bir hayvan hükmündedir. Onun için bir zaruret bulunmadıkça yürür halde bulunan araba üzerinde farz ve vâcip namazlar kılınamaz. Yerde duran araba ise yer üzerindeki bir sedir ve bir taht gibidir, üzerinde herhangi bir namaz kılınabilir. |
Örnek: İhrama girmiş olan kimse, bir hastalıktan veya düşmandan yahut parasının tükenmesinden dolayı haccını yerine getiremezse Harem bölgesinde kesilmek üzere Mekke’ye bir koyun veya onun parasını gönderir. Bunun kesileceği saatin arkasından ihramdan çıkmış olur. | 105. İhsârdan dolayı ihrama son vermek için, İmâm-ı Âzam ile İmam Muhammed’e göre, yalnız kurban kesilmesi yeterlidir. Ayrıca tıraş olmak veya saçları kısaltmak gerekmez. İmam Ebû Yusuf ile İmam Şâfiî’ye göre, tıraş olmak veya saç kısaltmak da gerekir. Bunlar hac işlerindendir. | Bir görüşe göre de, Harem bölgesi içinde meydana gelen bir ihsârdan dolayı ihramdan çıkmak için tıraş olmak veya saç kısaltmak gerekir. Peygamber Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] Hudeybiye’de böyle yapmıştır. |
6. Ka‘de-i ahîre (son oturuş). | Bunlara da “namazın rükünleri” denir. Bunlar namazın aslını ve temelini teşkil ederler. | 20. Yukarıda sayılan on iki farzdan başka, namazda “ta‘dîl-i erkân”a riayet edilmesi, İmam Ebû Yusuf ile üç imama göre farz olduğu gibi, namazlardan kendi iradesi ile çıkmak da İmâm-ı Âzam’a göre bir farzdır. Buna “huruc bi-sun’ihi = kendi isteği ile çıkmak” denir. Bunlarla namazın rükünleri sekiz olmuş olur. Bunlar da sırası ile açıklanacaktır. |
(İmam Şâfiî’ye göre, bir bedene (deve veya sığır) kurban etmek gerekir.) | 75. Hac için ihrama giren zevc ile zevce, Arafat’ta vakfeden önce cinsel ilişki kursalar, her ikisi de aynı şekilde cezalanırlar. Her birine bir dem (bir koyun kurban etmek) gerekir. Ertesi yıl ihrama girdikleri zaman birbirlerinden ayrılırlar, başka başka yollardan giderek Arafat’ta durur ve bozulan haclarını kazâ ederler. Birbiriyle ilişki korkusu olunca, böyle birbirlerinden ayrı yürümeleri menduptur. | 76. Şehvetle bakmak, öpmek ve okşamak veya iki yoldan biriyle olmaksızın cinsel ilişki kurmak haccı bozmaz, meni gelmiş olsa bile ... El ile meni getirilmesi ceza olarak kurban kesmeyi gerektirir. Uykuda rüyalanmadan (ihtilâmdan) dolayı bir şey gerekmez. |
Mâlikîler’e göre bayram namazı müekked sünnettir. Bir görüşe göre de farz-ı kifâyedir. Hanbelî mezhebinde de farz-ı kifâyedir. İmam ile kılmayı başaramayanların bunu kazâ etmesi sünnettir.) | 217. Kurban bayramı namazını ilk vaktinde kılmak, ramazan bayramı namazını da biraz geciktirmek müstehaptır. Bayram namazı cenaze namazına ve cenaze namazı da bayram hutbesine takdim edilir (önce kılınır). | 218. Bayram namazları bir şehirde herkesin toplanacağı bir yerde (namazgâhta) kılınabileceği gibi, birçok camide de kılınabilir. |
548. Kefenin beyaz renkte pamuk bezinden olması daha faziletlidir. Gelenek olarak da beyaz patiskadan yapılmaktadır. Kefenin yenisi ve yıkanmışı birdir. Kadınlar için ipekten kefen ve zaferan ile usfur denilen boyalarla boyanmış bezlerden de kefen yapılabilir. | Kefenler mümkün olduğu kadar güzel ve ölünün varlığına uygun olmalıdır. Erkeklerin kefenleri, cuma ve bayram günlerinde, kadınların kefenleri de babalarını ziyaret edecekleri günlerde giydikleri elbiselere kıymet bakımından uygun bulunmalıdır. Bu bir ölçüdür. Sünnet miktarı olan kefenden daha fazlasını seçmek mekruhtur. Hele vârisler arasında muhtaçları veya çocuklar bulunursa hiç benimsenemez. | 549. Kefenler daha ölülere sarılmadan önce tek adet olarak birkaç defa güzel kokulu şeylerle tütsülenir. Önce lifâfe tabut içine veya hasır ve kilim gibi bir şey üzerine serilir. Onun üzerine de izâr yayılır. Sonra da ölü kamîs (kefen gömleği) içinde olarak izârın üstüne konur. Bu durumda ölü erkek ise izâr önce soluna, sonra da sağına getirilerek sarılır. Ondan sonra lifâfe de aynı şekilde sarılır. Açılmasından korkulursa kefen bir kuşak ile de bağlanır. |
(Şâfiîler’e göre, bu oruçta tevali (arka arkaya oruç tutmak) şart değildir.) | 183. Yemin kefâreti için on fakire fitre miktarı bir şey verilmesi de yeterli olur. Bir fakire on gün birer fitre verilmesi veya on gün sabah akşam yemek yedirilmesi de yetişir. Çünkü bir fakir değişik günlerde başka başka fakir yerindedir. Bir vakit yemek verip bir vakit yemeğin bedelini vermek de câizdir. | 184. Yemin kefâreti için bir fakire on gün birer elbise verilmesi de câizdir. Fakat on elbise bir fakire bir günde verilse yalnız bir elbise verilmiş gibi olur. Yine bu kefâret için on fitre miktarı bir fakire bir günde verilse bir fitre verilmiş sayılır. |
A. Fikri YAVUZ | SUNUŞ | İlmihaller insanların birbirlerine, topluma ve Allah Teâlâ’ya karşı olan davranışlarını, İslâm dininin açıkladığı şekilde anlatan kitaplardır. Günlük yaşantımızı ve ibadetlerimizi düzenleyen temel dinî bilgileri verirler. |
4. Bir özür veya makbul bir sebep bulunmaksızın “eh, eh ...” diye boğazı gürültü çıkararak temizlemek namazı bozar. Fakat zorlamayarak kendiliğinden gelen bir öksürme, bir özür sayıldığından namazı bozmaz. Sesi düzeltip güzelleştirmek için veya namazda bulunduğunu bildirmek için yahut kendi imamının bir kıraat hatasını dözeltmek için bunun yapılmasında namaz bozulmaz. Çünkü bu boğaz temizliği doğru bir maksada dayanmaktadır. Sahih olan görüş budur. | 5. Aksıran kimseye namazda “yerhamükellah” denilmesi ve başkasının “rahimekellah” demesi üzerine namazda “âmin” denilmesi namazı bozar. Fakat aksıranın kendi nefsine karşı “yerhamükellah” demesi namazı bozmaz. Aynı şekilde aksıran kimseye hamdetmesini hatırlatmak için namazda “elhamdülillâh” denilmesi, en sahih olan görüşe göre namazı bozmaz. Çünkü bu sözün cevap yerinde olması benimsenmiş, âdet haline getirilmiş değildir. Bu yalnız bir zikirden/hatırlatmadan ibarettir. | 6. Namazda “Allah” ismi işitilmekle “celle celâluhû” denilse veya Peygamber Efendimiz’in şerefli ismi işitilmekle “sallallahu aleyhi vesellem” denilse, bakılır. Eğer bununla bir cevap kastedilmiş ise namaz bozulur. Fakat yalnız bir övgü ve yüceltme kastedilmişse bozulmaz. Çünkü bu, namaza aykırı olmayan bir zikir olmuş olur. |
“Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlühû” (Allah’tan başka ilâh olmadığına şahitlik ederim. Yine Muhammed’in [sallallahu aleyhi vesellem] Allah’ın kulu ve elçisi olduğuna şahitlik ederim) sözlerine “kelime-i şehadet” denir. | لَا اِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُُ مُحَمَّدٌ رَسُولُ اللّٰهِ | “Lâ ilâhe illallah, Muhammedün resûlullah” (Allah’tan başka ilâh yoktur, Muhammed [sallallahu aleyhi vesellem] Allah’ın elçisidir) sözüne de “kelime-i tevhid” denir. Biz bu mübarek kelimeleri daima okuruz. |
17. Süleyman Aleyhisselâm | 52. Hz. Süleyman, Davud aleyhisselâmın oğludur. Onun ölümünden sonra on üç yaşında olarak yerine geçmiş, sonra kendisine peygamberlik de verilmiştir. Bu bakımdan, babası gibi peygamberlikle hükümet etme görevlerini bir arada toplamıştır. | Hz. Süleyman’a doğuda ve batıda olan hükümdarlar itaat ederek kıymetli hediyeler göndermişlerdir. Yemen Melikesi Belkıs dahi, kendisi ile görüşmeye gelmiştir. Kızıldeniz’de hazırlattığı donanmayı Okyanus sahillerine yollamıştı. Tetmür ve Ba‘lebek şehirlerini ve yedi senede de Mescid-i Aksâ’yı yaptırıp tamamlamıştı. |
İmâmeyn’e göre şayet yaratılışı tamam olmuş ise ayrıca kesim işlemine gerek yoktur. Eti yenilebilir. | (Üç imamın -İmam Şâfiî, İmam Mâlik ve İmam Ahmed’in- görüşleri de böyledir.) | 61. Koyun, sığır gibi hasta bir hayvan, diri olup olmadığı bilinmeyip boğazlanırken hareket ederse veya boğazlanan diri hayvanlardan çıkan kan gibi bir kan çıkarsa eti yenebilir. Çünkü bunlar hayat alametleridir. Ancak sadece gözünü veya ağzını açması veya ayağını uzatması bir hareket sayılmaz. |
89. Oruçlu kimsenin istincâda (büyük abdest temizliğinde) ve abdest alırken ağzına, burnuna su verirken aşırı gitmesi, fazla su doldurup taşırması (ve bu suyu ağzında tutması) mekruhtur. | 90. Oruçlunun bir özrü bulunmaksızın pişirilen yemeği yalnız ağzı ile tatması mekruhtur. Bir kocanın kötü huylu olması, karısı için bir özürdür; böyle bir kadın pişireceği yemeğin, yutmaksızın, tadına ve tuzuna bakabilir. | 91. Oruçlu bir kimsenin satın alacağı bal ve yağ gibi şeylerin iyi olup olmadığını anlamak için, yalnız ağzı ile onlardan tatmasında kerâhet vardır. Bir görüşe göre, muhakkak satın alınması gerekiyorsa yahut aldanmaktan korkuluyorsa, boğaza kaçırmamak şartı ile tadına bakılmasında kerâhet yoktur. |
Yalnız başlarına namaz kılanlar da bunları okurlar. Bütün bunlar namazların âdap ve müstehaplarındandır. Bunlara riayet edenler büyük sevap kazanırlar. | 7. Yukarıdan beri saydığımız namazların vakitlerinde rükün ve rekâtları ile kılınması, Hz. Peygamber’den şüphe götürmeyen bir rivayetle sabit olmuş ve zamanımıza kadar geçen yıllarda bütün ümmetin ittifakı ile kararlaşmıştır. Peygamber Efendimiz,“Beni nasıl namaz kılar gördünüz ise öylece namaz kılın” diye emretmiştir. | Onun için Resûlullah Efendimiz’in kılmış olduğu namazlara aykırı bir namaz, İslâm dininde asla geçerli sayılmaz. |
5. Nefsine itikâfı vâcip kılacak kimse, buna yalnız kalben niyetle yetinmemeli, diliyle de söylemelidir. | İtikâfa Dair Bazı Meseleler | 265. Belli bir mescidde, Mescid-i Harâm’da itikâfa niyet eden kimse, başka bir mescidde itikâfa girebilir. |
126. Yine hicretin 2. yılı idi. Ebû Cehil’in idaresi altında Şam’dan Mekke’ye bir Kureyş kervanı dönmüş bulunuyordu. Bunu vurmak üzere Hz. Hamza’nın kumandası altında otuz kişilik bir kuvvet hazırlandı. Bu kuvvet, 300 kişiden ibaret olan Kureyş kafilesine ansızın rastgeldi. Aralarında savaş çıkacağı sırada, iki tarafla da barışık bulunan Cüheyne kabilesinden Amr oğlu Mecdi ortaya çıktı; yatıştırıcı sözlerle bunların arasını buldu ve anlaştırdı. İslâm birliği bir ganimet sağlayamadı. Fakat kendisinden sayıca on kat fazla olan bir düşmanı korkutup anlaşmaya mecbur etti. Bu bakımdan maneviyat yönünden büyük bir başarı kazanmış oldular. | İşte ilk İslâm seriyyesi de bu otuz kişilik kuvvettir. | Birinci ve İkinci Bedir Savaşları |
24. Şek gününde ihtiyaten oruç tutan kimse, unutarak bir şey yedikten sonra, o günün ramazan olduğu anlaşılmakla oruca niyet etse bu yeterli olmaz, o günü kazâ etmesi gerekir. Ancak, o gün akşama kadar bir şey yiyip içmemesi lazım gelir. Diğer bir görüşe göre, bu halde niyet ederek tutacağı oruç, sahih olur. Çünkü niyetten önce olan unutma, niyetten sonraki unutma gibidir. | Oruçların Farz ve Vâcip Olmalarındaki Sebepler | 25. Ramazan orucunun sebebi: Ramazan günlerinden herhangi birinin oruca başlamaya elverişli bir kısmına yetişmektir. Bu kısım, ikinci fecirden başlayarak “dahvetü’l-kübrâ” denilen ve gündüzün yarısı bulunan kaba kuşluk (istiva = güneşin tam tepeye gelmesi) zamanına kadar devam eder. İşte bu zamana yetişen veya bu müddet içinde oruca ehliyet kazanan her müslüman için o günün orucu farzdır. |
373. Bir secde âyetinin secdeyi gösteren kelimesi ile, bunun evvelinden veya sonundan bir kelime daha eklenip beraberce okunsa veya dinlenmiş olsa, sahih olan görüşe göre secde gerekir. Diğer bir görüşe göre, secde âyetinin çoğu okunmadıkça secde vâcip olmaz. | 374. Secde âyetini işitmeyen bir mükellefe tilâvet secdesi vâcip olmaz. Âyet, bulunduğu mecliste okunmuş olsa bile hüküm aynıdır. | 375. Bir secde âyeti olduğu gibi Arapça okunursa, her işiten mükellefe bunun secde âyeti olduğu bildirilince, secde etmesi ittifakla vâciptir. Fakat bir secde âyetinin Farsça olan tercümesi okunacak olsa, bunu işittiği halde anlamayan kimseye sadece bildirmekle tilâvet secdesi vâcip olmaz. Bu hüküm iki imama göredir. İmâm-ı Âzam’a göre, bunun bir secde âyeti tercümesi olduğu haber verilirse tilâvet secdesi vâcip olur. İmâm-ı Âzam’ın bu meselede iki imamın görüşüne döndüğü rivayet ediliyor. İtimat da bunun üzerinedir. Ancak bu secde âyetinin tercümesini okuyana secde etmesi ittifakla ihtiyat yönünden vâcip olur. Bunu anlasın, anlamasın farketmez. |
7. Yalnız başına namaz kılan kimse, sabah, akşam ve yatsı namazlarını dilerse âşikâre bir okuyuşla ve dilerse gizli bir okuyuşla kılar. Geceleyin kılacağı nâfile namazlarda da hüküm böyledir. Fakat öğle ile ikindi namazlarında ve gündüz kılacağı nâfile namazlarda gizli olarak okuması vâciptir. | 8. Cemaatle kılınan namazlarda sabah, cuma, bayram, teravih, vitir namazlarının her rekâtında; akşam ve yatsı namazlarının ilk iki rekâtlarında âşikâre Kur’ân-ı Kerîm okumak, öğle ile ikindi namazlarının bütün rekâtlarında, akşam namazının üçüncü ve yatsının son iki rekâtlarında gizli olarak kıraat yapmak vâciptir. | 9. Vitir namazlarında kunut (dua) okumak ve kunut tekbiri almak vâciptir. Bu İmâm-ı Âzam’a göredir. İki imama (İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’e) göre ise bunlar sünnettir. |
153. Mestlerin altına mesh yapılmaz. Mestler üzerine mesh yapılırken ıslak olan el parmaklarının açık olması, meshin el parmakları ile yapılması, ayak parmaklarının ucundan başlayarak yukarıya doğru yapılması, sünnete uygun olan meshdir. Yoksa, mestin üzerine su dökmek, mesti sünger gibi bir şeyle ıslatmak, enine olarak mestin üzerine meshetmek veya meshe mestin goncundan başlamak yeter. Ancak böyle yapmak sünnete aykırıdır. | 154. Ayakları topukları ile beraber örten çizmeler, potinler, kendileri ile 3 mil kadar yürünebilecek kuvvetli ve kalın çoraplar, konçlu abâ terlikler de mest hükmündedir. Bunların üzerine de mesh yapılabilir. | Meshin Cevazındaki Şartlar |
Tahiyyetü’l-mescid, bir mescid veya camiye girilince daha oturmadan kılınmalıdır. Faziletli olan budur. Oturduktan sonra da kılınabilir. Bir mescide girip de meşguliyetten veya vaktin kerâheti gibi bir sebepten dolayı tahiyyetü’l-mescid namazını kılamayacak olan bir müslümanın, “Sübhânallahi ve’l-hamdü lillahi ve lâ ilâhe illallahü vallahü ekber” demesi de müstehap görülmüştür. | Bir mescide, herhangi bir namazı kılmak için veya farzı kılmak ve imama uymak niyetiyle girmek de tahiyyetü’l-mescid yerine geçer. | 2. Abdest veya Gusülden Sonra Namaz: Şöyle ki: Abdest veya gusül alındıktan sonra vakit varsa daha yaşlık kuruyacak kadar bir zaman geçmeden iki rekât namaz kılınması menduptur. Bu, abdest veya gusül nimetine kavuşmanın bir şükür ifadesidir. Böyle bir temizliğe kavuşmak için manen temiz bir inanca, maddeten de temiz bir suya sahip olmak, hem de özürlerden berî bulunmak ve beden sağlığına kavuşmuş olmak lazımdır. Artık bu şartları toplayan bir insanın yaratıcısına şükür için iki rekât namaz kılması pek güzel olmaz mı? Bununla beraber abdest veya gusül arkasından herhangi farz veya sünnet namazın kılınmasıyla da bu şükran görevi yapılmış olur. |
CENAZE NAMAZLARI | 555. Yıkanıp hazırlanan müslüman bir ölü, ön tarafa konarak onun namazı kılınmak üzerek müslümanların abdest almaları ve kıbleye yönelmiş olarak cenaze namazı kılmaları farz-ı kifâyedir. | 556. Cenaze namazının şartı niyettir. Bu niyetle ölünün kadın veya erkek, kız çocuk veya oğlan olduğu tayin edilir. İmam olan zat, Allah Teâlâ’nın rızası için, hazır olan cenaze namazını kılmaya ve o cenaze için dua etmeye niyet ederek namaza başlar. İmamete niyet etmesi gerekmez; ister cemaat arasında kadın bulunsun, ister bulunmasın. |
İşte böylece hutbeler belâgat ve mana bakımından ruhları kazanacak bir halde bulunmalıdır. | Ashâb-ı kirâmdan (Câbir b. Semüre’den) rivayet edildiğine göre, Peygamber Efendimiz’in namazı da hutbesi de orta bir halde idi. Çok kısa ve çok uzun olmaktan berî idi. | Hatip, ezan okunup tamamlanıncaya kadar minberde oturur. Sonra ayağa kalkar. Sonra gizlice “eûzü” çekerek âşikâre hamd ve senâda bulunur. Hutbesini cemaate karşı söyler. Savaşla alınmış bir beldede hatip sol elinde tutacağı bir kılıca dayanarak hutbesini okur. Bu durum İslâm’ın gücünü, İslâm mücahidlerinin dayandıkları kuvveti hatırlatır. Milletin kahramanlığını artırır. Hutbe bitince kamet yapılır. Bunlar da hutbenin sünnetlerindendir. Hatibin hutbe sünnetlerini gözetmemesi veya dünyalık konuşmalarda bulunması mekruhtur. |
591. Cenazeyi takip edenler, cenazenin arkasından yürümelidir. Faziletli olan budur. Bununla beraber önünden yürümekte de kerâhet yoktur. Cenazeyi yaya olarak takip etmek, binitli olarak takip etmekten daha faziletlidir. Binitli olan, cemaate eziyet vermemek için arkadan yürür. Çok ileriden de yürüyebilir. | 592. Cenazeyi takip edenler, hayatın sonunu düşünmeli, tevazu içinde bulunmalıdırlar. Uygun olan budur. Bunların gülüp konuşmaları, dünya laflarına dalmaları doğru olmaz. Öyle ki zikretmek veya Kur’an okumakla sesi yükseltmek bile tahrîmen mekruhtur. | 593. Cenazeleri buhur kokuları, gürültü ve iniltilerle takip (teşyî) etmek mekruhtur. Cenazeyi takip edenler, bu gibi şeyleri engellemelidirler. Ancak bunu yapamazlarsa geri de dönmezler. |
3. Peygamber Efendimiz’in mescid-i saadetleri görülünce, tam bir tevazu ile salât ve selâmı artırmalı. Mescidin içine girince, orada minber-i şerifin yanındaki direk sağ omuz hizasında olmak üzere “tahiyyetü’l-mescid” (mescide hürmet) olarak iki rekât namaz kılmalıdır. Çünkü orası Resûlullah Efendimiz’in durdukları mutlu yerdir. Bu minber ile kabr-i saadet arasındaki alan, bir cennet bahçesi demektir. | Bu nimete kavuşmaktan dolayı iki rekât da şükür namazı kılmalı. Hatırlanan ve bilinen dualar okunmalı. Kimse aleyhinde dua etmemelidir. | 4. Sonra Resûl-i Ekrem hazretlerinin kabr-i saadetlerine, mübarek ayakları tarafından gidip şerefli yüzleri karşısında 4 arşın (2 metre) kadar uzakta edep ve huzur içinde durmalıdır. O şanı büyük peygamberin nurlu bakışlarının kendisine yöneldiğini, selâmını alacağını, dualarını işitip “âmin” diyeceğini düşünerek şöyle selâm vermeli, hayırlı şeyler hakkında dua etmelidir: |
330. Namazın rekâtlarından birindeki iki secdeden biri yanılarak terkedilip ondan sonraki rekâtın veya ka‘denin sonunda hatırlansa, bunun geciktirilmesinden dolayı namazı iade gerekmez, hemen o secde kazâ edilir. Eğer son oturuşta iken hatırlansa bu secde yapılır ve ondan sonra bu oturuş (ka‘de) iade edilir. Ondan sonra da sehiv secdeleri yapılır. Bu durumda son rekâtta beş secde ile üç ka‘de bulunmuş olur. Çünkü her rekâtta iki secde vardır. Böyle tekrarlanan bir rüknün kısmen sonraya bırakılması, farzı terketmek sayılmadığından namazın iadesini gerektirmez. | Fakat bir rekâttaki iki secdeden ikisi de yanılarak öne alınsa, önce iki secde ve ondan sonra rükû yapılmış bulunsa, bu halde farz olan tertibe riayet için tekrar rükû ve ondan sonra secdelere gidilir. Bu tekrar ve iadelerden dolayı da namazın sonunda sehiv secdeleri yapılır. | 331. Herhangi bir namazın bir rüknünü tekrar etmek, sehiv secdelerini gerektirir. Bir rekâtta iki defa rükû veya üç defa secde yapılması gibi. |
1. Âdem Aleyhisselâm | 8. Bütün insanların ilk babası ve ilk peygamberi Âdem aleyhisselâmdır. Şöyle ki: Yüce Allah, bu âlemi yoktan var etmiş, birçok devir geçtikten sonra da yeryüzünde insan cinsinin ilk babası olmak üzere büyük kudretiyle Hz. Âdem’in cesedini topraktan yaratmış ve onu ruhla, ilimle seçkin kılmış ve ona eş olmak için Hz. Havva’yı yaratmıştır. | Bütün melekler Allah Teâlâ’nın emriyle Hz. Âdem’e secde ettiler, yalnız meleklerin arasında yaşayan ve aslında cinlerden bulunan İblîs (şeytan), kendisinin ateşten yaratılmakla Âdem’den daha üstün olduğunu söyleyerek büyüklenmiş ve secde etmekten kaçınmıştı. Bunun cezası olarak da melekler arasından kovulmuş ve lânete uğramıştır. |
120. Bir kimse, kendi geçimi altında bulunsalar bile, babasının ve annesinin fıtır sadakasını vermekle yükümlü değildir. Baba fakir olduğu halde mecnun ise fitresini vermek zorundadır. | 121. Fıtır sadakası dört cins maldan belli bir miktarda verilir. Şöyle ki: Buğdaydan yarım sâ‘(Irakî) ki 520 dirhem (1,667 kg.) verilir. Buğday unu ile kavutu da buğday hükmündedir. Arpadan, kuru üzümden ve kuru hurmadan da 1 sâ‘ (1040 dirhem=3,333 kg.) verilir. Bunların yerlerine kıymetlerinin verilmesi de câiz hatta daha faziletlidir. Fakat fakirlerin ihtiyacı bunların kendilerine daha çok ise o zaman kendilerini vermek daha iyi olur. | 122. Burada dirhemden maksat, zekât nisabında olduğu gibi, şer‘î dirhemdir. Bununla beraber her beldenin örfte kullandığı dirhem ölçüsünü esas kabul etmek gerektiğini söyleyenler de vardır. Örfî dirhem daha fazla olduğu için, fıtır sadakasını bundan vermek ihtiyata uygundur ve ziyade sevabı vardır. |
407. Tam zeval zamanına rastlayan bir namaz farz veya vâcip ise bozulur. Eğer nâfile ise mekruh olmuş olur. Yalnız İmam Ebû Yusuf’tan bir rivayete göre, cuma günü zeval vaktinde nâfile namaz kılınması câizdir ve kerâheti yoktur. Zeval vakti son bulup da güneş batıya doğru yönelmeye başlayınca, artık ittifakla kerâhet vakti çıkmış olur. Zeval vakti için namaz vakti bölümlerine bakılsın. | 408. Kerâhet vaktinde okunan bir secde âyetinden dolayı, o vakitte secde yapılabilir. Fakat bu secdeyi kerâhet vaktinden sonraya bırakmak daha faziletlidir. Yine kerâhet vaktinden birinde hazırlanmış olan bir cenazenin namazı o vakitte kılınabilir. Öyle ki faziletli olan, bu namazı geciktirmeyip hemen kılmaktır. Asıl olan cenazelerde acele etmektir. | 409. Güneşin batışından sonra daha akşam namazını kılmadan nâfile namazı kılmak mekruhtur. Çünkü akşam namazı geciktirilmiş olur. Oysaki akşam namazında acele etmekte fazilet vardır. |
383. Secde âyetini namaz içinde okuyan kimse, dilerse okuyacağı âyetlerin sayısına bakmaksızın hemen “Allahüekber” diye tilâvet secdesine varır. Tilâvet secdesi niyeti ile yalnız rükûa varması da yeterlidir. Ondan sonra tekrar ayağa kalkar ve birkaç âyet daha okur. Ondan sonra namazın rükû ve secdelerini yapar, namazına devam eder. Eğer bir sûreyi bitirmiş ise diğer bir sûreden birkaç âyet okur; çünkü tilâvet secdesinden kalkar kalkmaz böyle birkaç âyet okumadan namazın rükû ve secdesine gidilmesi mekruhtur. | Namazın dışında ise yalnız rükûda bulunarak tilâvet secdesi yapılmış olmaz. Çünkü tilâvet secdesi bir tâzim ifadesidir, bir emri yerine getirmenin alametidir. Bunlar, namaz içinde rükû ile yerine getirilmiş olursa da namaz dışında rükû ile yapılmış olamazlar. | 384. Cemaatle namaz kılındığı zaman, imam olan zat, yukarıdaki meselede açıklandığı gibi, öyle rükû ile tilâvet secdesine niyet etmemelidir. Çünkü cemaat bunun farkına varamayacaklarından, böyle bir niyette bulunmamış olurlar. Bu takdirde de tilâvet secdesi onlardan düşmez. Bu durumda imamın selâmından sonra cemaatin tilâvet secdesi yaparak ondan sonra tekrar teşehhüdde bulunmaları gerekir ki bunu da herkes yapamaz. |
Yüce Allah’ın her hükmüne ve her takdirine razı olmak bir kulluk görevidir. Gerçek olan bir şeye razı olmamak bir ahmaklık işareti olduğu gibi, bâtıl bir şeye razı olmak da bir taşkınlık ve isyan eseridir. | Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: | “Allah bir kulu severse yalvarmasını dinlemek için onu bir sıkıntıyla sınar.” |
Yalnız İmam Şâfiî hazretleri, bir rivayete göre de İmam Ebû Yusuf hazretleri satrancın mubah olduğunu söylemişlerdir. Fakat satrancın bu mubah görülmesi, kumar şeklinde oynanmadığı ve bir vâcibi terke sebep olmadığı takdirdedir. Değilse ittifakla haramdır. | 161. Bir hadis-i şerife göre: | “Her oyun mekruh olur. Ancak kişinin hanımıyla oynaması, iki hedef arasında yürümesi ve atını eğitmesi müstesnadır.” |
Hz. Ebû Bekir, bütün malını getirip teslim etti. Hz. Ömer malının yarısını verdi. Hz. Osman, Şam’a göndermek üzere hazırladığı bir ticaret kervanını tamamen bağışladı. İşte bunlar, bizler için Allah yolunda yapılan birer fedakârlık örneğidir. | 166. Tebük Seferi esnasında bazı kabilelerle münafıklardan birçokları birer bahane ile sefere katılmayıp geri kalmışlardı. Bir kısım münafıklar, “Böyle sıcak bir mevsimde yola çıkılır mı? Muhammed [sallallahu aleyhi vesellem], Roma Devleti’ni oyuncak mı sanıyor?” diye insanlara korku ve ürkeklik veriyorlardı. Hatta yolculuk esnasında Hz. Peygamber’in devesi kaybolmuştu. Münafıklardan biri,“Muhammed [sallallahu aleyhi vesellem] peygamberim diyor, yerden gökten haber veriyor, fakat devesinin nerede olduğunu bilmiyor” demişti. | Zaten münafıkların ve İslâm düşmanlarının âdetleri budur. Her olaydan yararlanarak müslümanları şüpheye düşürmek, temiz inançlarını sarsmak ve böylece onların kutsal varlığını perişan etmek isterler. Fakat ileri görüşlü müslümanlar, düşmanlarının asıl maksatlarının ne olduğunu, ne gibi bozuk fikirler taşıdıklarını çok güzel bilir ve değerlendirirler. |
Bununla beraber Mekke-i Mükerreme’ye on sekiz saatten yakın bulunan yerlerdeki müslümanlar için yaya yürümeye güçleri olunca binek bulunması şart değildir. | (İmam Mâlik’e göre, azık ve binit için yeterince imkâna sahip olmak şart değildir. Bu konuda Mekke’ye gidip en düşük şartlarla hac işlerini yerine getirmeye imkân bulunması yeterlidir. Onun için fazla güçlük bulunmaksızın yaya olarak veya kira ile karşılayabileceği bir binek ile haccetmeye ve yiyecek harcamalarını sanatı ile yolda yürüdükçe elde etmeye gücü olan bir müslümana canı ve malı için bir tehlike yoksa hac farz olur. Yurdunda ailesine bir nafaka bırakıp bırakmaması farketmez. Ancak nafakasız kalmakla helâk olmaları korkusu olunca, o zaman hac ile yükümlü olmaz.) | Haccın Yapılmasını Gerektiren Şartlar |
Fakat “içmeyeceğine” yemin ettiği bir şeyi, başkaları zorla boğazına akıtacak olsalar yeminini bozmuş olmaz. Çünkü bunda kendi işi bulunmamıştır. Sonradan kendi rızası ile içerse yeminini bozmuş olur. | (İmam Şâfiî’ye göre zorlama, yemin bağlantısına engel olur.) | 225. “Vallahi yersem, içersem, giyersem şöyle olsun” şeklinde yemin eden kimse, her ne yese, ne içse, ne giyinse yeminini bozmuş olur. Eğer ben şu yemeği, şu suyu veya şu elbiseyi kastettim dese, benimsenen görüşe göre gerek kazâ (mahkeme hükmü) gerekse diyanet bakımından sözü kabul edilmez. |
Gusül için de eğer vücudun yarısı veya daha çoğu yaralı ise teyemmüm edilir. Vücudun yarısından azı yaralı ise sağlam yerler yıkanır ve yaraların üzerleri meshedilir. | 224. Bir abdest ile birçok farz ve nâfile namaz kılınabileceği gibi, bir teyemmüm ile de kılınabilir. | (İmam Şâfiî’ye göre, bir teyemmüm ile yalnız bir farz namaz ve birçok nâfile namaz kılınır. Sahih olan bir görüşüne göre de bir teyemmüm ile bir farz namaz ve bununla beraber ayrıca cenaze namazları da kılınabilir. Ancak bir teyemmüm ile bir farz namazdan başka bir farz namaz kılınamaz.) |
10. Arafat meydanının ortasında Cebelirahme yanında kıbleye karşı durulup Allah’a ayakta dua edilmesi daha faziletlidir. Burası, manevi değeri çok büyük olan bir yerdir. Dünyanın her tarafından akın edip gelen, yurtları, dilleri ve renkleri başka başka olan; fakat düşünce ve gayeleri bir olan yüz binlerce müslüman, Arafat’ta, kefenlere bürünmüş, kabirlerinden dirilip mahşer meydanına toplanacak bir muhteşem insan kitlesini andırır. Bunların hep birden duygulu bir dille Allah Teâlâ’yı tevhid ve tebcile başlamaları, Allah’tan bağış dilemeleri ve ikram beklemeleri, melekleri bile heyecana getirecek yüksek ve ruhanî bir manzara meydana getirir. | Şüphe yok ki Allah Teâlâ, bu garip kullarına lutfedecek ve meleklerine şöyle hitap buyuracaktır: “Şu uzak ülkelerden gelip toz toprak içinde kalmış, kıyafetleri perişan bir halde, benim rahmet ve yardımımı dileyen kullarıma bakınız! Ben şanı yüce, onları bağışlayacağım ve mağfiretime erdireceğim.” Böylece feyiz ve bereketi nihayetsiz olan yüce Allah’ın rahmet ve yardım denizleri dalgalanıp duracaktır. | Ne kutsal bir tecelli, ne yüce bir başarı!... |
İmam Şâfiî’ye göre, vitirde Kunut duasını okumak, ramazanın son yarısına mahsustur ve rükûdan kalkınca, okunur. Şâfiî’lere göre vitir namazının en azı bir rekât, en çoğu da onbir rekâttır. | Vitir Namazına Dair Bazı Meseleler | 189. Vitir namazının bazı özellikleri vardır ki bunları kısaca şöyle sıralayabiliriz: |
68. Bir kimse, bir vaktin farzına niyet ederek namaza başlayıp da sonra nâfile kılıyormuş gibi bir zanla namazı tamamlasa bu namazı o farzdan sayılır. Çünkü namazın sonuna kadar niyetin hatırlanması şart değildir. | 69. Bir kimse nâfileye niyet ederek tekbir aldıktan sonra farza niyet ederek tekrar tekbir alsa farz namaza başlamış olur. Aksi de böyledir. | Yine bir kimse öğle namazının farzına niyet ederek bir rekât kıldıktan sonra, ikindi namazının farzına veya bir nâfile namaza niyet ederek tekrar tekbir alsa, öğle namazını bozmuş olur ve ikinci niyete göre namaza başlamış sayılır. |
Şît’in anlamı “hibetullah”tır (Allah’ın bağışı). Hz. Âdem’e, Kabil tarafından şehid edilen Habil’e bedel olarak Allah tarafından ihsan buyrulmuş demektir. Bu zata “Şîs” de denilmektedir. | 2. İdris Aleyhisselâm | 13. Hz. İdris büyük bir peygamberdir. Hz. Şît’ten sonra peygamber olmuştur. Birçok ilme, hikmete, göklerin esrarına dair bilgisi vardı. Bir rivayete göre ilk yazı yazan ve ilk elbise giyen Hz. İdris’tir. Yeryüzünde 360 sene yaşadığı rivayet edilir. Sonunda Hak Teâlâ tarafından yüksek bir makama kaldırılmıştır. |
İşte bizce, yalnız bu tür yeminlere riayet edilmemesinden dolayı kefâret gerekir. İster riayetsizlik bir zorlama karşısında, ister unutarak, ister yanılarak olsun, hüküm aynıdır. Bu tür yeminin bozulmasında dinî bir görevi yerine getirme veya insanlar için bir yarar varsa yemin bozulur ve kefâret ödenir. Bozulmasında bir yarar yoksa yemine riayet edilmesi gerekir. Bir kimse borcunu ödememeye veya babası ile konuşmamaya yemin etse bu yemine riayet edemez. Borcunu vermesi ve babası ile konuşması gerekir. Sonra da Hak Teâlâ’dan af dileyerek kefâretini yerine getirir. | Yemine Dair Çeşitli Meseleler | 198. Yemin birkaç tane olunca, kefâretler de ona göre olur. Yeminlerin yapıldığı yer değişmese de yine hüküm böyledir. Buna göre, bir kimse şöyle yapacağına veya yapmayacağına “vallahi” diye yemin ettikten sonra başka başka yerlerde benzeri yeminler yapsa yeminler birkaç tane olur. Bozduğu bu yeminlerin her birinden dolayı ayrı ayrı kefâret ödemesi gerekir. Fakat İmam Muhammed’e göre, yemin kefâretleri çoğalınca, bunlar bir kefâret ile ödenir. Tercih edilen görüş budur. |
6. Namazda “Allah” ismi işitilmekle “celle celâluhû” denilse veya Peygamber Efendimiz’in şerefli ismi işitilmekle “sallallahu aleyhi vesellem” denilse, bakılır. Eğer bununla bir cevap kastedilmiş ise namaz bozulur. Fakat yalnız bir övgü ve yüceltme kastedilmişse bozulmaz. Çünkü bu, namaza aykırı olmayan bir zikir olmuş olur. | 7. Namazda şeytanî bir vesveseden dolayı “lâ havle ve lâ kuvvete illâ billah” denilse, bakılır: Eğer bu vesvese ahiretle ilgili bir şey ise namaz bozulmaz. Fakat dünya ile ilgili bir şey ise namaz bozulur. Çünkü vesvese bir acıdır. Bu durumda dünyaya ait bir acıdan dolayı bu “lâ havle” sözü söylenmiş olur. | 8. Namaz kılmakta olan kimse, kendisini çağırana veya içeriye girmek için izin isteyene, namazda olduğunu anlatmak için “elhamdülillâh” veya “sübhânallah” dese veya okuyuşunu âşikâr yapsa bununla namaz bozulmaz. |
(Doğrusu üç imam da bu fersah şeklini kabul etmişlerdir. İmam Mâlik ile İmam Ahmed’e göre, sefer müddeti 16 fersahtır. On altı fersah da 48 mildir. 1 mil ise 6000 el arşındır. Buna göre sefer mesafesi, 80 kilometre ile 640 metreye ulaşmış olur. İmam Şâfiî’nin ilk görüşüne göre bir gün bir gecedir. Son görüşüne göre ise 48 mildir.) | 253. Gidilecek bir yerin hem karadan hem de denizden yolu bulunsa, yolcunun gideceği yol esas alınır. Bir beldeye deniz yolu ile on iki saatte ve kara yolu ile on sekiz saatte gidilecek olsa, karadan gidenler müsafir sayılır, denizden gidenler sayılmaz. O yerin karadan iki yolu bulunduğu takdirde de hüküm böyledir. Sefer mesafesinde bulunan yoldan gidenler ancak müsafir sayılır. | 254. Yolculuk hükmünün uygulanması, oturulan yerin yola çıkıldığı yöndeki evlerinden ayrıldıktan ve en az üç günlük bir yere gidilmesine niyet edildikten sonra başlar. Onun için bu evler tamamen geçilmedikçe ve sefere niyet edilmedikçe sefer hali başlamış olamaz. |
41. Yüce Allah’ın bütün kitaplarına iman etmek her mümin için farzdır. Biz bugün diğer milletlerin ellerinde bulunup da semavî oldukları söylenen kitaplara değil de Allah’ın aslen peygamberlerine göndermiş olduğu kitapların tümüne iman ederiz. Çünkü Kur’an’dan başka olan kitaplar değişikliğe uğramışlardır. Kur’ân-ı Kerîm’in hiçbir sözü zamanımıza kadar değişmediği gibi, kıyamete kadar da değişmeyecektir; zira Allah onu değişiklikten koruyacağını yine Kur’an’da bildirmiştir. | Bütün semavî kitaplar insanlar için birer rahmet olmuşlar ve hak yolu göstermişlerdir. Onun için hepsine iman etmek zorundayız. Bu kitaplardan herhangi birini inkâr etmek, hepsini inkâr etmek demektir. Gerçek mümin o kimsedir ki yüce Allah’ın bütün kitaplarına inanır. Yüce Allah’ın en son kitabı olan Kur’ân-ı Kerîm’e sarılır ve onun hükümlerini gözetmeye çalışır. | 42. Bugün Kur’ân-ı Kerîm’den başka diğer semavî kitaplar tüm olarak yeryüzünde mevcut değildir. Aradan asırlar geçmiş ve pek çok millet tarihe karışmış olduğundan, kitapların birçoğu tamamen kaybolmuş, bir kısmı da büyük değişikliklere uğrayarak ilâhî vasıflarını kaybetmişlerdir. |
Onun için birçok hastalık tedavi sebebiyle giderilir. Allah’ın düzeni böyle devam edegelmiştir. Bununla beraber şifayı ilaçtan değil, yüce Allah’tan bilmelidir. | 120. Helâl ve temiz olmayan şeylerle tedavide bulunmak esas olarak câiz değildir. Ancak bazı fıkıh âlimlerine göre, başka bir ilaç bulunmayınca, müslüman ve ehliyet sahibi bir doktorun göstereceği lüzum üzerine câiz olabilir. Şöyle ki: | Bir hastalığın veya bir hastalığa sürükleyecek bir halsizliğin tedavisi için mubah (helâl) bir ilaç bulunmazsa, böyle bir doktorun “şifa ümidi vardır” diye tavsiyesi üzerine, aslında haram olan bir şeyle zaruret miktarı tedavi câiz olur. |