instruction
stringlengths 2
1.28k
| input
stringlengths 5
1.41k
| response
stringlengths 2
1.28k
|
---|---|---|
1. Atların ve eti yenen koyun, geyik gibi ehlî hayvanların ve yabani hayvanların sidikleri hafif pisliktir. Bu hayvanların tersleri İmâm-ı Âzam’a göre ağır pisliktir. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’e göre ise hafif pisliktir. Fetva, bu iki imama göredir. Katırlarla merkeplerin tersleri hakkında da ihtilaf vardır. | 2. Etleri yenmeyen hayvanlardan atmaca, çaylak ve kartal gibi havada pisleyen kuşların tersleri ... | 3. Her hayvanın karaciğerine bağlı olan öd kesesi ve işkembesi, tersinin hükmüne bağlıdır. Koyunun tersi hafif olduğu gibi, onun öd kesesi ve kirişi de hafif pisliktir. |
Secdedeki tesbih de: سُبْحَانَ رَبِّىَ الْاَعْلٰى “Sübhâne rabbiye’l-a‘lâ”dır. | 129. Her rekâtta iki secde yapılır. Bunlardan biri kasten terkedilirse namaz bozulur. Yanılarak terkedilirse namazdan sonra hatıra gelse bile, namaza aykırı bir iş yapılmamışsa hatırlandığı anda secdeye varılır ve ondan sonra son oturuş iade edilir ve sehiv secdesi yapılır. Sehiv secdesi bahsine bakılsın! | 130. Secde, namazın en mühim bir rüknüdür. Secde, yüce Allah’a gösterilen tevazu ve tazimlerin en mükemmel alametidir. Bir hadis-i şerifte, “Kulun, Rabb’ine en yakın olduğu hal, secdeye varmış olduğu haldir. Artık secdede duayı çokça yapınız” buyrulmuştur. Çünkü secde hali en ziyade küçülme ve tam bir manevi yakınlık hali olduğundan orada duanın kabulü umulur. |
Kazâ Edilmesi Gereken ve Gerekmeyen Oruçlar | 127. Yolculuk veya hastalık özrü ile ramazan orucunu tutmamış olan kimse, bunları kazâ etmeye elverişli bir vakit bulamadan önce ölse, üzerine kazâ gerekmediği gibi, fidye vermesi de lazım gelmez. Ancak oruçları için fidye verilmesini vasiyet etmiş olursa, malının üçte birinden bu vasiyetin yerine getirilmesi gerekir. | Fidye, fakir bir kimseyi sabah ve akşam doyuracak olan bir günlük yiyecektir. Bu, bir fıtır sadakasına eşittir. |
Bir namazın şart ve rükünlerinden biri bulunmadığı takdirde o namaz fâsid olacağı gibi, bu şart ve rükünler üzere başlanıldıktan sonra bazı şeylerin bulunmamasından dolayı da fâsid olabilir. Namazı böyle bozan şeylere “müfsidât-ı salât” adı verilir. Bunların bir kısmı daha önce yeri geldiğinde anlatılmıştı. | Biz burada şart ve rükünleri ile başlanmış bir namazı bozacak şeylerin başlıcalarını yazacağız. Şöyle ki: | 1. Namazda iki harften ibaret dahi olsa, namaz kılanın işiteceği derecede söz söylemek namazı bozar. Bu hususta kasıt, yanılma, uyuma ve hata halleri eşittir. |
Eğer bunlar, altın ve gümüş gibi nakit sayılmayıp zekâta bağlanmasalar, fakirler zekât nimetinden mahrum olur. Birçok zengin de servetlerini bu gibi kâğıt ve madenî paralara bağlayarak zekât gibi büyük bir nimetin sevabından nasipsiz kalmış bulunurlardı. Böylece zekâtın farziyetindeki şer‘î hikmet de ortaya çıkmazdı. | 63. Bankalara yatırılan ve belli müddetlerde alınabilen ve karşılığında senetleri bulunup başkalarına devredilebilen asıl paralar da ikrarla, senetle sabit borç paralar hükmündedir. Onun için bunlar da nisab miktarında bulunup üzerlerinden her sene geçtikçe zekâta bağlı olurlar. | İstenen Borç Paraların Zekâtı (Alacakların Zekâtı) |
177. Vitir namazında, cemaat daha Kunut duasını bitirmeden imam rükûa varsa cemaat de varır. Ancak Kunut duasından henüz hiçbir şey okumamış olsalar, imam ile rükûda bulunmayı kaçırmayacak şekilde bir miktar okurlar. | 178. İmam (vitirde) Kunut duasını unutup rükûa gittiği halde, cemaat ona uymayıp imam başını kaldırasıya kadar beklese, sonra Kunut duasını okuyup beraber rükûa gitseler cemaatin namazı bozulur. İmam başını kaldırıp Kunut duasını okuduktan sonra tekrar rükûa gitmekle cemaat de ona uymuş olsalar cemaatin namazı bozulur. | 179. Cemaatle kılınan namazlarda safların düzgün olmasına, aralarında açıklık bulunmamasına dikkat edilir. İmam olan zat da buna dikkat edip cemaati uyarır. Safların en faziletlisi birinci saftır. Sonra sırası ile arkaya doğru fazilet azalarak gider. İmama yakın bulunmanın fazileti pek çoktur. |
(Üç imama göre, bayram günü ile bayram gecesine mahsus olmak üzere, kendisi ile aile halkının yiyeceklerinden ve temel ihtiyaçlarından fazla fitre miktarı bir mala sahip olan bir müslüman için fıtır sadakası vâcip olur.) | 113. Ramazan bayramının ilk günü fecrin doğuşundan önce vefat eden veya fakir düşen yahut fecrin doğuşundan sonra dünyaya gelen veyahut (İslâm’a giren) bir müslümana fıtır sadakası vâcip olmaz. Fakat fecirden sonra ölen bir müslümana vâcip olur. Eğer vasiyet etmişse terekesinin üçte birinden ödenir. Vârislerin kendi mallarından vermeleri de câizdir. | 114. Nisab miktarı mal, fıtır sadakasının vücubundan sonra telef olsa fitre düşmez, çünkü verilmesi için önceden bir imkân hâsıl olmuştur. Zekât ise böyle değildir, onda kolaylığı gerektiren bir imkân gereklidir. |
64. Hz. İsa’nın babasız olarak doğmasından dolayı yahudiler şüpheye düştüler. Babasız çocuk olmaz diyorlardı. Oysaki Âdem aleyhisselâmın hem babasız hem de annesiz yaratılmış olduğuna inanıyorlardı. Hz. İsa’nın da bir mucize çocuk olduğunu görüp duruyorlardı. Sonunda Zekeriyya aleyhisselâm gibi şanı pek yüksek bir peygambere iftira ederek yaşlı halinde onu şehid ettiler. | Bir rivayete göre Zekeriyya aleyhisselâm, oğlu Yahya aleyhisselâmın şehid edilişinden sonra şehid edilmiştir. | 23. Yahya Aleyhisselâm |
75. İmam Ebü’l-Hasan Ali b. İsmail el-Eş‘arî, 260 (873) yılında Basra’da doğmuş, 324 (936) yılında Bağdat’ta vefat etmiştir. Büyük dedesi ashâb-ı güzînden Ebû Musa el-Eş‘arî’dir. | Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî, Şâfiî mezhebine bağlı idi. Ehl-i sünnet itikadına pek çok hizmet etmiştir. Çok değerli eserleri vardır. Mâlikîler’le Şâfiîler’in hemen hepsi, Hanefîler’in bir kısmı ile Hanbelî mezhebinde olan müslümanların bazı ileri gelenleri, itikad konularında Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî’ye uyarlar. | 76. İmam Mâtürîdî ile İmam Eş‘arî arasında esas bakımından ayrılık yoktur. Her ikisi de ashap ve tâbiînin yolunda gitmişlerdir. İkisi de hak üzeredir. Ancak ikinci derecede bulunan bazı konularda ayrı görüşleri vardır. Fakat bunların başlıcaları da görünüşteki ifade değişikliğinden başka bir şey değildir. |
(Şâfiîler’e göre hac için, hac aylarından önce ihrama girmek câiz değildir. Ancak umre için girilmiş olur.) | MÎKAT ile İLGİLİ BİLGİLER | 25. Hac için âfâktan (mîkat dışından) gelenler için ihrama girecekleri belli yerler vardır ki bunlar beş yerdir. Bunların her birine “mîkat” denir. Çoğulu “mevâkıt”tır. Bunlar Zülhuleyfe, Zâtüırk, Cuhfe, Karn, Yelemlem denilen yerlerdir. Bu yerlere gelmeden önce ihrama girilebilir. Öyle ki Süveyş yolu ile hacca gidenler Râbiğ hizasında ihrama girerler. Burası Şamlılar’ın mîkatı olan ve Mekke’ye üç merhale uzakta bulunan, bugün izi kalmamış Cuhfe kasabası yakınındadır. |
Yüce Allah’ı çok zikreden erkekler ve kadınlara, yüce Allah’ın büyük bir mağfiret ve büyük bir mükâfat hazırlamış olduğu şu âyet-i kerime ile müjdelenmektedir: “Allah’ı çok zikreden erkekler ve kadınlar için Allah büyük bir mağfiret ve mükâfat hazırlamıştır” (Ahzâb 33/35). | Bir kimse âdet haline getirdiği bir teheccüd namazını özür olmaksızın terketmemelidir. Hadis-i şerifte buyruldu ki: “Allah yanında amellerin en sevimlisi, az bile olsa, devamlı olanıdır.” | 5. Regaib Gecesi Namazı: Şöyle ki: Receb ayının ilk cuma gecesine “leyle-i regaib” denir. Bazı âlimlerin açıklamasına göre, Peygamber Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] bu gece pek çok ruhanî ahval ve ikrama kavuşmuş olmakla yüce Allah’a şükür için on iki rekât namaz kılmıştır. Resûl-i Ekrem’in bu Regaib gecesinde ana rahmine düşmüş olduğuna dair olan bir rivayet uygun görülmemektedir. Çünkü bu gece ile Hz. Peygamber’in doğumu arasındaki zaman, bu hesaba aykırı düşmektedir. Ancak Hz. Âmine’nin, Resûlullah Efendimiz’e hamile kaldığını bu gece anlamış olması düşünülebilir. Sebep ne olursa olsun, bu gece pek mübarek bir gecedir. Zaten regaib, “istenilen, değeri çok olan, bağış, ihsan, ikram ve nefis şeyler” demektir ve “ragibe” kelimesinin çoğuludur. Bu geceyi ibadetle geçirmenin sevabı çok büyüktür. Fakat bu gecede kılınacak namazın sünnet veya mendup olması hakkında kuvvetli bir delil bulunmamaktadır. Bu gecede toplanıp cemaatle namaz kılınması bid‘at sayılmaktadır. Zaten teravihten başka hiçbir nâfile namazın çağrışarak cemaatle kılınması sünnet değildir, mekruh sayılır. Ancak bir yerde bulunan iki, üç kimsenin bu gibi namazları cemaatle kılmaları câiz görülmüştür. |
62. Farz namazlarla bayram ve vitir namazlarında bunları yerine getirirken hangi vakitler olduğunu belirlemek gerekir: “Bugünkü sabah namazına” veya, “Bugünkü cuma namazına, bugünkü vitir namazına, bugünkü bayram namazına” diye niyet edilir. Yalnız farz namaza niyet etmek yeterli değildir. Böyle bir niyetle farz namazları tayin edilmiş olmaz. Fakat hangi namaz olduğu belirlenmeksizin vakit içinde, “Bu vaktin farzını kılmaya” diye niyet edilmesi kâfi gelir. Rekâtların sayısını anmaya gerek yoktur. Yalnız cuma namazı böyle değildir; onun vaktin farzı niyetiyle kılmak olmaz; çünkü asıl vakit öğlenindir, cumanın değildir. | 63. Nâfile namazlara gelince: Bunlarda sadece namaza niyet etmek kâfidir. Fakat şu vaktin ilk sünnetine veya son sünnetine niyet ettim, diye de kılınırlar. Bu namazların müekked veya gayri müekked olduklarını belirlemeye de gerek yoktur. Ancak teravih namazı için, “Teravih namazını veya vakit namazını kılmaya niyet ettim” demelidir. İhtiyatlı olan da budur. | 64. Cemaate yetişip de imamın farzı mı, yoksa teravihi mi kıldığını bilmeyen kimse, farza niyet ederek imama uyar. Eğer imam farzı kılıyor ise uyanın da farzı sahih olur. Şayet imam teravih namazını kılıyordu ise ona uyan o kimsenin namazı nâfile yerine geçer. Yatsı namazından önce teravih kılınamayacağı için, teravih yerine geçmez. |
Sabrın sonu selâmettir, başarıdır. Sabır acıdır, fakat sonucu tatlıdır. | Sabırsızlık ruhun gevşekliğinden ileri gelir. Ancak, dine uymayan şeyler hakkında sabır câiz değildir. Bunlara karşı kalben bir acı duyulması ve mümkün ise mücadele yapılması gerekir. Savulması mümkün olan kötülüklere veya ihtiyaçlara katlanmak sabır değil, âcizlik ve miskinliktir. Peygamber Efendimiz [sallalahu aleyhi vesellem] şöyle buyurmuşlardır: | “Allahım! Ben âcizlikten ve tembellikten sana sığınırım.” |
132. Bedir Savaşı’nın İslâm tarihinde önemi pek büyüktür. Bu savaşa birçok melek katılmış, müslümanların kuvvetini artırmışlardı. | Bedir Savaşı’nda düşman ordusu, İslâm kuvvetinin üç mislinden fazla idi. Fakat yine de İslâm ordusuna yenildiler. Çünkü düşmanların arasında kavmiyet (ırkçılık) duygusundan, cahilce bir gururdan başka bir bağ yoktu. Müslümanlar ise dine ve insanlığa hizmet etmek arzusunda idiler. Aralarında din bağlılığı vardı. Manevi kuvvetleri çok yüksek idi. Şehidlik rütbesinin çok yüksek olduğuna inanmışlardı. Başkumandanları olan Hz. Peygamber’in [sallallahu aleyhi vesellem] her emrine itaat ediyorlardı. Din uğrunda can vermeyi mutluluk biliyorlardı. İşte bu duygularla parlak bir zafere ulaştılar. Müslümanlar kuvvet buldu. Birçok kimse gelip İslâm’ı kabul etti. | Bedir Savaşı’nda bulunan ashâb-ı kirâm ile özürlerinden dolayı bulunamayan sekiz kişiye “ashâb-ı Bedir” denir ki bunların hepsi 313 sahabidir. Seçkin ashap arasında bunların dereceleri pek yüksektir. Yüce Allah onların hepsinden razı olsun. |
379. Tilâvet secdesi için niyet etmek şarttır; fakat tayin şart değildir. Bu bakımdan birkaç secde âyetini okumuş veya dinlemiş olan bir kimse, bunların sayısınca tilâvet secdesi niyetiyle secde eder; ancak hangi secdenin hangi secde âyetine ait olduğunu belirlemez. Bu tilâvet secdesine namaz içinde yalnız kalp ile niyet edilir. Namaz dışında ise dil ile de niyet edilmesi sünnettir. | 380. Vâcip olan tilâvet secdesini hemen yerine getirmek zorunluluğu yoktur. Secde âyeti okunur okunmaz hemen secde edilmesi gerekmez. Bu secde uzun bir zaman sonra da yapılabilir. Yine eda olur, kazâ sayılmaz. Kabul edilen hüküm budur. Bununla beraber, bir zaruret olmadıkça geciktirilmesi tenzîhen mekruhtur. Namaz içinde ise hemen yapılması vâciptir; çünkü bu, artık namazdan bir cüz olmuştur. Namaz dışında kazâ edilemez. Bunu, secde âyeti okunduktan sonra üç âyetten sonraya bırakmamak gerekir. Bu mesele, aşağıdaki meselelerden açıklığa kavuşacaktır. İmam Ebû Yusuf’a göre, tilâvet secdesi namazın dışında da hemen yapılması vâciptir. | 381. Secde âyeti okununca, hemen secde edilmesi mümkün olmadığı zaman okuyan ve dinleyenlerin, “Semi‘nâ ve eta‘nâ gufrâneke rabbenâ ve ileyke’l-masîr” demeleri müstehaptır. |
64. Bilindiği gibi, yüce Allah’ın varlığı ezelîdir, ebedîdir (başlangıcı ve sonu yoktur). O’nun kudreti de sonsuzdur. Her işinde de nice hikmetler vardır. O’nun yarattığı ve yaratacağı varlıkların bir kısmı devam edecektir. Kim bilir içinde yaşadığımız bu âlemi ne kadar asırlar önce yaratmıştır! Sonra da bu âlemde birtakım ibadet ve görevlerle yükümlü olmak üzere insanları seçkin bir sınıf olarak meydana getirmiştir. | Bütün bu insanlar ve diğer nice yaratılmış varlıklar boşuna mı yaratılmıştır? Geçici bir zaman için yaşayıp da sonra tamamen yok olsunlar diye mi, bu kadar mükemmel sûrette meydana getirilmişlerdir? | Hayır, böyle bir iddiaya insanın vicdanı isyan eder. Her zerrede görülen hikmet buna karşı çıkar. |
350. Namazda Fâtiha’dan önce başka bir sûre bir harf olarak dahi yanılarak okunsa, iade edilerek önce Fâtiha, sonra da o sûre okunur. Namazın sonunda da sehiv secdeleri yapılır. Bu sıralama işinde yapılan noksan rükû halinde bile hatırlansa, kıyama dönülerek iadesi gerekir. Böyle bir yanılma çok olmaz. Onun için bunun az miktarı da bağışlanamaz. Fakat bir namazda okunan bir sûrenin altında bulunan sûre okunmak istenirken üstündeki sûre okunsa bundan dolayı sehiv secdeleri gerekmez. | 351. Bir kimse namazda, Fâtiha okuyup okumadığında şüphe etse bakılır: Eğer henüz başka sûre okumamış ise Fâtiha’yı okur. Fakat başka sûre okumuş ise artık Fâtiha’yı okumaz. Çünkü sûrenin Fâtiha’dan sonra okunması meydandadır. Bununla beraber namaz kılanın bir görüşü varsa ona göre hareket eder. | 352. Bir kimse, ilk rekâtlarda birer sûre okuyup da Fâtiha’yı okumamış bulunduğunu secdeye vardıktan sonra hatırlarsa, son rekâtlarda Fâtiha’yı iade etmez. Çünkü son rekâtlarda zaten Fâtiha okunacaktır. Bir rekâtta iki Fâtiha okunması ise meşru değildir. Yalnız Hasan b. Ziyâd’a göre, son rekâtlarda Fâtiha kazâ edilir. |
Görevlerin Esasları ve Çeşitleri | 5. Görev, yapılması dinen zorunlu olan veya tavsiye edilen herhangi bir hayır, bir kemal ve güzel bir şey demektir. Bu tarife göre, görevler iki nevidir. Biri, dince zorunlu olan görevlerdir ki bunları yapmamak azabı ve sorumluluğu gerektirir. Namaz, oruç, zekât gibi ... | Diğer nevi, dinen her halde zorunlu olmamakla beraber istenen ve tavsiye edilen ahlâkî birtakım görevlerdir ki bunlara riayet edilmesi bir kemaldir ve iyi haldir. İnsanın sevaba kavuşmasına ve övülmesine sebep olur. Yapılmaması ise bir noksan olmakla beraber bir sorguyu ve azabı gerektirmez. Nâfile kılınan namazlar, fakirlere verilen sadakalar, insanlara karşı yapılan güzel ve kibar davranışlar gibi ... |
Bu iki ayrı görüşten kurtulmak için, daha önce kendi adına haccetmiş bulunan ve hac işlerini bilen bir kimseyi bedel göndermek daha faziletlidir. Bununla beraber efendilerinin izniyle köleler, yanlarında mahremleri bulunmak şartı ile kocalarının izinleriyle zevceler bedel olarak hacca gidebilirler. Ancak kadınların niyâbeten (bedel olarak) hacca gitmeleri mekruhtur. Çünkü onların hacları, erkeklere kıyasla noksandır. Telbiyelerde seslerini yükseltemezler, remel ve hervele gibi bazı hac işlerini yapamazlar. | 86. Nâib, binitli olarak gidip gelmek şartı ile israftan ve sıkı davranmaktan kaçınarak âmirin parasını harcar. Artan parayı da kendisine veya vârisine geri verir. Ancak âmir veya mükellef durumda olan vârisler bu parayı nâibe verirken, “Bundan artacak miktar senin olsun, onu sana bağışladık” diye vekâlet verirlerse bu parayı kendi adına bir bağış olarak kabul edip alabilir. | 87. Nâib hacdan sonra Mekke’de kalabilir ve ikinci yılda kendi parası ile kendi adına haccedebilir. Fakat hacdan sonra dönmek daha faziletlidir. |
17. Nuh aleyhisselâm ve diğer kimselerin çok uzun seneler yaşamış oldukları çok görülmemeli. Yüce Allah ilk insanları, hikmeti gereği çok yaşatmıştır. Allah’ın kudretine göre güçlük yoktur. Zaten varlığımızın her anı O’nun kudretiyle ayaktadır. Yoksa bir an bile yaşamak mümkün değildir. Onun için Allah Teâlâ dilediğini uzun ömre kavuşturur. Artık bu seneleri ay ve mevsimlere çevirmeye gerek yoktur. | Tûfan olayına gelince, bu, âlimlerin çoğunluğuna göre genel olmuştur. Bütün yeryüzünü kapsamıştır. En yüksek dağların tepelerinde görülen deniz hayvanlarının fosilleri de bunu kuvvetlendiriyor. Bazı âlimlere göre de özel bir bölgede olmuştur. Yalnız Hz. Nuh’un bulunduğu Bâbil bölgesine ve etrafına aittir. Gerçeğini Allah Teâlâ bilir. | 4. Hûd Aleyhisselâm |
Cemaatin huzuru, iki imama göre tahrimeye kadar şarttır. İmam Züfer’e göre, hiç olmazsa ka‘dede teşehhüd miktarı duruncaya kadar cemaatin hazır bulunması şarttır. Cemaat bundan önce dağılacak olsa geriye kalan bir veya iki kişinin öğle namazını kılması gerekir. Cemaatin mukim veya hür olmaları şart değildir. Öyle ki misafir veya köle olan bir müslüman cuma namazını kıldırabilir. | 5. Cumanın farz olan namazından önce hutbe okumaktır. Şöyle ki: Vaktin girmesinden sonra mevcut cemaatin huzurunda hutbe okunması gerekir. Bunun içindir ki hutbe okunurken cemaat bulunmayıp da sonradan namazda bulunacak olsalar namazları câiz olmaz. | Cemaatin hutbeyi işitmesi şart değildir. Sadece hazır bulunmaları yeterlidir. Hutbe esnasında bir mükellef erkeğin, misafir olsa dahi, bulunması yeterli görülmektedir. |
283. Bir namazı özürsüz yere kazâya bırakmak büyük bir günahtır (kebiredir). Bu namaz kazâ edilerek yerine getirilmiş olur. Fakat bunun geciktirilmesinden dolayı meydana gelen günahın bağışlanması için tövbe etmek ve Allah’tan af dilemek lazımdır. Herhangi bir bahaneyle namazı geciktirip kazâya bırakmaktan son derece sakınmalıdır. Çünkü bunun günahı çok büyüktür. İnsan, gerek yaratıcısına karşı ve gerekse insanlara karşı olan borçlarını bir an önce ödemeye çalışmalıdır. Hayatın süresi belli (çok azdır!) Borçlarını ödemeden ahirete gidenlerin hallerine ne kadar acınsa azdır. | UYARI: Kazâya kalan altmış, yetmiş senelik namazların belli bir günde, (ramazan ayının son cumasında) kılınacak bir günlük namaz ile kazâ edilebileceği ve böylece bağışlanacağı hakkındaki sözlerin hiçbir dinî değeri yoktur. Bu konuda rivayet edilen bir hadis, hadis âlimlerinin ve diğer âlimlerin açıklamalarına göre asılsızdır, uydurmadır, ümmetin icmâına da aykırıdır. Çünkü böyle herhangi bir ibadet, senelerce terk edilmiş olan farzların ve vâciplerin yerini tutamaz. Böyle bir iddia, farzların ve vâciplerin terkedilmesini, önemsenmemesini gerektireceğinden, akla, şeriata ve hikmete aykırıdır. Kusurlu olmak, kolaylığa sebep olamaz. Bu usul ilminde bir esastır. Bir de bu hadisi nakledenler hadis âlimlerinden değillerdir. Bir kaynak da gösterememektedirler. Artık bu naklin ne değeri olabilir? | Kazâya kalan namaz, bizim için yerine getirilmesi gerekir. Biz bunu yerine getirmek zorundayız. Bunu yapmazsak azaba hak kazanmış oluruz. Şu kadar var ki kazâya kalmış olan bir namazı yüce Allah dilerse bağışlar ve dilerse bağışlamaz. Herhangi bir ibadet sebebiyle de sahibine birçok sevap da verebilir. Kimse bunlara karışamaz ve bunlar üzerinde kesin hüküm veremez. Yukarıdaki iddia kesinlikle kazâsı gereken bir namazın, ona denk bir ibadetle kazâ edilmesi hakkındaki farziyeti inkâr etmektedir ki bu asla câiz olamaz. Bu konu üzerinde merhum Ali el-Kârî’nin ve diğer âlimlerin incelemeleri vardır. Ali el-Kârî’nin Mevzûât’ına, Abdürrahim fetvasına ve Mev‘ize-i Hasene’ye bakılsın!... |
39. Hıfz-ı lisan: Dili gereksiz sözlerden koruyup ihtiyaçtan fazla söz söylememek halidir ki çok iyidir. Bunun karşıtı “mâlâyâni” denilen faydasız şeylerle uğraşmak ve ağza gelen her şeyi söylemektir. | Akıllı olanlar çok kez susarlar. Gerek görülmedikçe söz söylemek istemezler. Susmak çok güzel bir şeydir. Yeter ki bir hakkın kaybolmasına veya bir gerçeğin yanlış anlaşılmasına sebebiyet vermiş olmasın. | Peygamber Efendimiz [sallalahu aleyhi vesellem] şöyle buyurmuşlardır: |
36. Yerin çamurundan dolayı hayvan üzerinde namaz kılan kimse, arkadaşlarından ayrılmak korkusu bulunmayınca, hayvanını durdurup kıbleye dönerek namazını kılar. Fakat yer çamurlu olmayıp da yalnız ıslanmış bulunsa hayvan üzerinde farz namaz kılınamaz, yere inilmesi gerekir. Ancak arkadaşlarından uzak kalmak gibi bir tehlike bulunursa hayvan üzerinde farz namazı kılabilir. | 37. Bir kimse, bir özür sebebiyle farz olan bir namazı yere inmeden hayvan üzerinde kıldığı zaman, gücü yettiği tarafa yönelerek namaz kılabilir. Fakat kıbleye doğru yürümekte olan bir hayvan üzerindeki insanın namazı, o hayvanın kıble yönünden bir rükün yerine getirilecek kadar dönmesi ile bozulur. | 38. Kıble yönünü bilmeyen ve yanında soracak bir adam bulamayan kimse, araştırma yapar. Bazı işaretlere, güneşe ve yıldızlara bakarak kıble yönünü araştırır, kanaat getirdiği tarafa doğru namazını kılar. Namazını tamamladıktan sonra kıble yönünü belirlemede hata ettiğini anlarsa artık o namazı iade etmez. Fakat namaz içinde iken kıble yönünü bilecek olsa o tarafa dönerek namazını tamamlar; yeniden kılması gerekmez. Kıble yönü üzerindeki şüphe, ister şehir içinde, ister kırda, ister karanlık gecede ve gündüz vaktinde olsun, durum aynıdır. Böyle bir kimsenin kapıları çalıp kıbleyi sorması gerekmez. |
6. Açıklandığı şekilde teyemmümde sıra gözetilerek önce yüzü, sonra kolları meshetmeli ve bu işlemde ara vermemelidir. | Teyemmümün Şartları | 202. Teyemmümü mubah kılacak bir özür bulunmalıdır. Bu özür, gerçek olarak veya hükmen suyu kullanmaya güç bulunmamaktır. Şöyle ki: Abdest alacak veya gusledecek kimsenin bulunduğu yerden en az 1 mil (4000 adım) uzakta suyun bulunmasıdır. Bu durumda su, gerçekten bulunmamış sayılır. Yahut su bulunur da onunla yıkandığı takdirde hastalanmaktan, hastalığının artmasından veya uzamasından tecrübesi neticesi olarak korkarsa yahut yetkili müslüman bir doktor su kullanmasını zararlı sayarsa yine teyemmüm edilir; çünkü hükmen su bulunmamış demektir. |
Pis olan bir kına ile boyanan bir organ üç kez yıkanmakla temiz olur. Kınanın organ üzerinde kalan rengi bir zarar vermez. Bir organa değen kan ve benzeri bir maddeyi, üç kez yalayıp tükürmekle izi giderilmiş olursa hem organ hem de yalayanın ağzı temiz olur. | Topraktan yapılarak ateşte pişirilen kaplar pisleşince, her defasında damlaları kesilinceye kadar suyu akıtılmak şartı ile üç kez yıkanır. Bir görüşe göre, bu gibi kapların yenisi ateş alevine tutulmakla temizlenir. | Tahtadan yahut topraktan yapılmış yeni kaplar pisleşince, üç kez yıkanır ve her defasında kurutulur. Pisliğin rengi ve kokusu tamamen gidince bu eşya temiz olur. Çünkü bu eşyaların o pisliği emmiş olmaları düşünülebilir. |
107. Bir kimse zekâtını vermek için araştırma yapıp zekâta ehil olduğunu anladığı bir adama zekâtını verir de gerçekten o adamın zekâta ehil olmadığı meydana çıkarsa ittifakla bu zekât câiz olur. Aksine durumu anlaşılamaz veya zengin olduğu sonradan meydana çıkarsa İmâm-ı Âzam ile İmam Muhammed’e göre, yine zekât geçerli olur. | Fakat araştırma yapmaksızın ve zekâta ehil olup olmadığını hiç düşünmeden zekât verilecek olsa, geçerli olursa da zekâta ehil olmadığı sonradan meydana çıkarsa yeniden zekâtı vermek gerekir. Çünkü araştırma işinde noksanlık yapılmıştır. | 108. Zekâta ehil olup olmadığında şüphe edilen bir kimseye araştırma yapmaksızın verilen zekât, geçerli olmamak tehlikesindedir. Eğer sonradan o kimsenin fakir olduğu meydana çıkmış olursa zekât yerini bulmuş olur, değilse olmaz. |
İmam Ebû Yusuf ile İmam Şâfiî’ye göre aslında yara gerekli değildir. Yara bulunmasa da öğretilmiş hayvanların öldürdükleri hayvanların etleri yenebilir. | 82. Dişli öğretilmiş hayvanlar, tuttukları hayvanın kanlarını içseler veya sahiplerinin kendilerine atacağı et parçalarını yeseler yahut sahipleri avı elde ettikten sonra bunun etinden yiyecek olsalar, bu işler avlanmış olan hayvanın etinin yenmesine engel olmaz. | 83. Yaralı olduğu halde henüz canlı iken elde edilen bir av, besmele ile boğazlanmazsa eti yenmez. Ancak eti yenen bir hayvanın hayatı, yeni boğazlanmış bir hayvanın hayatı gibi hemen sönmek üzere ise onun boğazlanması gerekmez. Bununla beraber boğazlanması daha iyidir. |
39. Sâime olup da henüz birer yaşını doldurmamış olan kuzulardan ve sığır, manda, deve yavrularından da zekât vermek gerekmez. Bu, İmâm-ı Âzam ile İmam Muhammed’e göredir. İsterse sayıları nisab miktarından çok fazla olsun. Fakat bu yavrular arasında kendi cinslerinden büyük hayvanlar bulunursa bu büyüklere bağlı olarak onlar için zekât gerekir. Mesela: Sene başından sene sonuna kadar bir koyun ile otuz dokuz kuzu bulunsa, sene sonunda bu koyun zekât olarak verilir. Bunlardan bir kuzu verilmesi yeterli olmaz. | Yine, yirmi dokuz sığır yavrusu ile bir tane sığır bulunsa iki yaşına girmiş bir buzağı vermek gerekir. | Yine, dört deve yavrusu ile bir tane de iki veya üç yaşına girmiş deve bulunsa bir koyun verilmesi gerekir. Eğer sene içinde veya sene çıktıktan sonra bu yaşlı hayvanlar ölecek olsa, geride kalan kuzu ve yavrular için yine zekât vermek gerekmez. |
Örnek: 20 miskal ağırlığında bulunan bir altın bilezik, kendisindeki sanat bakımından 25 miskal kıymetinde bulunsa bakılır: Eğer zekâtı gümüş gibi başka bir cinsten verilecek olursa, ağırlığı olan 20 miskale değil, kıymeti olan 25 miskale bakılarak zekâtını vermek gerekir. Fakat bunun zekâtı kendi cinsinden olan altından verilecekse, İmâm-ı Âzam ile İmam Ebû Yusuf’a göre, ağırlığı olan 20 miskal altına göre verilmesi gerekir. İmam Muhammed ile İmam Züfer’e göre bu yeterli olmaz; altının kıymetine göre değer farkı olan 5 miskalin de ayrıca zekâtını vermek gerekir. | Yine, 200 dirhem has gümüş için, 4 dirhem has gümüş kıymetinde olan 5 dirhem karışık gümüş verilse, bu İmâm-ı Âzam ile İmam Ebû Yusuf’a göre yeterli olur. Çünkü ağırlık bakımından istenen miktara eşittir. Fakat İmam Züfer ile İmam Muhammed’e göre yeterli olmaz; zira kıymet bakımından istenen değerden daha azdır. | Aksine olarak 200 dirhem karışık gümüş için 5 dirhem karışık gümüş kıymetinde 4 dirhem saf gümüş verilse bu İmâm-ı Âzam ile İmam Ebû Yusuf’a göre yeterli olmaz. Çünkü ağırlık esasına göre noksandır. Fakat İmam Züfer’e göre yeterlidir; zira kıymet bakımından eşitlik vardır. Cenâb-ı Hak ile kul arasında faizin söz konusu olduğu düşünülemez. |
Kıbleye Yönelmek | 31. Namazda Kâbe’ye doğru yönelmek de bir şarttır. Bilindiği gibi Kâbe, Mekke şehrindeki bir binadan ibaret değil, asıl olan bu binanın yeridir. Bu mübarek yerin göklere doğru üst tarafı ve derinliklere doğru alt tarafı hep kıble yönüdür. Bunun için Kâbe’nin yanında veya içinde bulunanlar, Kâbe’nin herhangi bir tarafına yönelerek namaz kılabilirler. Cemaatle namaz kıldıkları zaman da imam ile cemaatin bir tarafta bulunması gerekmez. İmam Kâbe’nin bir yönüne, cemaat de diğer yönlerine yönelerek namaz kılabilirler. Yeter ki imamın bulunduğu tarafta duran cemaat, imamdan daha ileride bulunmuş olmasın. Diğer yönlerdeki cemaatin, imamdan Kâbe’ye daha yakın bulunmaları, imama uymalarına engel olmaz. İmam ile yüz yüze gelmemeleri kâfidir. | Kâbe dışında uzakta bulunanların tam Kâbe’ye yönelik olarak namaz kılmaları farz değildir; Kâbe tarafına yönelmeleri farzdır. Bu kadarı yeterlidir. |
Yahudiler nihayet Hz. İsa’yı öldürmeye karar verdiler. Ona benzettikleri bir adamı tutup Kudüs’te siyaset meydanında darağacına astılar. İsa aleyhisselâm ise Allah’ın emri ve kudretiyle göğe yükseltildi. Orada melek şekline büründü. Kendisine “Rûhullah” denir. Babasız olarak bir kudret ilhamı ile meydana gelmiş olduğu için bu seçkin unvana sahip olmuştur. | 70. Nasârâ’nın inançlarına göre Hz. İsa, İskender’in Bâbil’e üstün gelmesinden 360 sene sonra doğmuştur. Hz. İsa doğduğunda annesi Meryem henüz on üç-on beş veya yirmi yaşında bulunuyordu. Hz. İsa otuz yaşında peygamber olmuş, doğduğundan otuz iki sene ve birkaç gün sonra göğe kaldırılmıştır. Hz. Meryem de bundan sonra altı yıl daha yaşamıştır. | Fakat İslâm âlimlerinden bir kısmına göre, İsa aleyhisselâm kırk yaşında iken peygamber olmuş, 120 yaşında iken de göğe yükseltilmiştir. |
5. Temettu‘ haccı, hac mevsiminde önce umre için ihrama girilip umre yapıldıktan sonra aynı mevsimde daha yurda dönmeden tekrar ihrama girerek usulü üzere yapılan farz hacdır. Bu haccı yapana “mütemetti” denir. Bu, ifrad haccından daha faziletlidir. | 6. Kıran haccı, hac aylarından önce veya hac ayları içinde mîkattan evvel veya mîkatta umre ile farz haccı bir ihramda toplayıp bir niyetle umre yapıldıktan sonra usulü üzere yerine getirilen hacdır. Bu şekilde hac yapılması temettu‘ haccı yapılmasından daha faziletlidir. Bu haccı yapana da “karin” denir. Bunların açıklama ve uygulamaları ileride gelecektir. | 5. Haccın farz, vâcip ve sünnet olan herhangi bir işine “nüsük” denir. Bunun çoğulu “menâsik”tir. Bu söz, aslında ibadet ve su ile bir şeyi temizlemek demektir. |
Ezan okumak, kamet yapmak, kabirleri ziyaret etmek, ölüyü gömmek, selâma karşılık vermek veya hayırlı bir iş yapmak niyeti ile yapılan teyemmümlerle de namaz kılınamaz. | 204. Teyemmüm, her yönden temiz olan toprak cinsinden bir şeyle yapılır. Şöyle ki: Üzerlerinde pislik dokunmamış olan toprak, kum, çakıl, horasan, alçı gibi toprak cinsinden olan şeylerle teyemmüm yapılır. Yine taş cinsinden olan mermer, kiremit, tuğla, yakut, zümrüt, zebercet, tutya ve mercanla veya nemli olsun, yanık olsun toprakla veya çoğu toprak karışımı olan maddelerle, kaya tuzu ile, çamurla sıvanmış duvarla da teyemmüm edilebilir. Bunların üzerinde toz bulunması şart değildir. Fakat kurumadıkça çamurla teyemmüm edilmez; bu İmam Ebû Yusuf’a göredir. İmâm-ı Âzam’a göre, vaktin çıkmasından korkulur ve çamurun toprağı sudan ziyade olursa çamur ile teyemmüm edilir. | Odunların ve otların yanması ile meydana gelen küllerle; demir, altın, gümüş gibi eriyip şekil değiştiren ve yumuşayan madenlerle; inci, cam, kumaş ve elbiselerle; hayvan postekileri ile teyemmüm yapılmaz. Çünkü bunlar toprak cinsinden sayılmazlar. Ancak bunların üzerinde belli bir şekilde toz bulunursa o zaman üzerlerinde teyemmüm edilir. |
Hanefî imamları, Ebû Amr ile Hafs’ın Âsım’dan olan kıraatlerini seçmişlerdir. | 415. Kur’ân-ı Kerîm’i namazda sırası üzere okumakta bir sakınca yoktur. Fakat mukim (ikamet halinde) olan bir kimse için sünnet olan “Mufassal” denilen sûreleri okumaktır. Şöyle ki: Kıraat miktarında misafir (yolcu) için sünnet olan, Fâtiha’dan sonra dilediği bir sûreyi okumaktır. İmam olsun olmasın, mukim için sünnet olan, sabah ve öğle namazlarında Fâtiha’dan sonra “Tıvâl-i mufassal” denilen sûrelerden, ikindi ile yatsı namazlarında “Evsat-ı mufassal” denilen sûrelerden, akşam namazlarında “Kısar-ı mufassal” denilen sûrelerden bir sûre okumaktır. | Hucurât sûresinden Burûc sûresinin sonuna kadar olan sûreler Tıvâl-i mufassal’dır. Târık sûresinden “Lem yekün” (Beyyine) sûresinin sonuna kadar olan sûreler Evsat-ı mufassal’dır. Bundan sonraki sûreler de Kısar-ı mufassal’dır. Bu sûrelere “Mufassal” denilmesinin sebebi, bunların birbirlerinden arka arkaya besmele ile ayrılmış bulunmalarıdır. |
Sabah namazının iki rekât farzına gelince, önce yalnız erkeklere mahsus olmak üzere kamet getirilir. Sonra, “Bugünkü sabah namazının farzını kılmaya” diye niyet edilir. Eller kaldırılırken “Allahüekber” diye namaza başlanıp eller bağlanır. Sabah namazının sünnetinde bildirildiği gibi iki rekât kılınır ve tamamlanmış olur. Yalnız sabah namazlarının farzlarında Fâtiha’dan sonra biraz fazla Kur’an okunması sünnettir. Bu sünnetin en az derecesi kırk âyettir. Bununla beraber üç kısa âyet de okunması câizdir. Vaktin çıkmasından korkulduğu zaman az âyet okunur. Öyle ki yalnız Fâtiha’yla veya birkaç âyetle yetinilir. | Yalnız başına bu sabah namazının farzını kılan kimse, tekbirleri ve “semiallahü limen hamideh” cümlesini, Fâtiha’yı ve ekleyeceği âyetleri âşikâre olarak okuyabilir. | 2. Öğle Namazları |
159. Kırılan veya yarası bulunan bir uzvu (organı) yıkamak zarar verince, kırık üzerindeki tahtaya veya yara üzerindeki sargıya, hem abdest hem de gusül için bir kez meshedilir. Bu mesh de zarar verirse terkedilir. | 160. Elde, tırnakta ve diğer uzuvlarda bulunan herhangi bir yara üzerine konulmuş sakız, pamuk gibi şeylerin veya ilaçların üzerine de zaruret halinde bir kere mesh yapılır. Bunlara sıcak su zarar vermiyorsa mesh yeterli olmaz, yıkamak gerekir. Yapılacak meshin bütün sargıyı kaplaması gerekmez, çoğunluğunu meshetmek kâfi gelir. | 161. Sargıyı çözmek zarar veriyorsa özürlü yerin etrafını sargı altından yıkamak gerekmez. Bunlardan açık bulunan yerleri meshetmek yeterlidir. |
4. Abdest aldıktan sonra önce üç kez başa, sonra üç kez sağ omuza, sonra üç kez sol omuza su dökmek. Her su döktükçe, beden iyice ıslansın diye, bedeni iyice ovuşturmak. Bir kap içinde veya toprak üzerinde yıkanılıyorsa çıkarken önce sağ ayağını, sonra sol ayağını yıkamak. | (İmam Mâlik ve İmam Ebû Yusuf’tan bir rivayete göre, gusül yaparken bedeni ovalamak farzdır.) | 5. Gusül yaparken fazla su harcamamak ve çok kısıntı da yapmamak. |
43. Hac yolculuğunda bulunacak kimselerin gözetecekleri bir kısım edepler vardır. Başlıcaları şunlardır: | 1. Tam helâl bir mal ile haccetmelidir. Çünkü helâl olmayan bir mal ile hac yapılması haramdır. | 2. Yola çıkmadan önce, kul borçları varsa ödenmelidir. |
53. Ayıpları örtmek: İnsanların kusurlarını örtmek, görmemezlikten gelmek, başkalarına açıklamamak demektir. Karşıtı “kusurları yayma”dır. | Başkalarının kusurlarını arkalarından söylemek gıybettir. Öyle ki bir kimsenin arkasından boyuna, elbisesine, yiyip içmesine, gezip yürümesine varıncaya kadar bir kusurunu dil, göz veya el ile işaret ederek göstermek de bir gıybettir. Çünkü bunları öğrenince üzüleceğinde şüphe yoktur. | Başkalarına, yapmadıkları kusurları yüklemek de iftiradır, buhtandır. Bunlar İslâm terbiyesine aykırıdır, kesinlikle haramdır. |
13. Kurban kesmekle yükümlü olan bir kimsenin satın aldığı kurbanda yukarıdaki kusurlardan biri sonradan meydana gelse, yerine başkasını alıp kesmesi gerekir. Fakat fakir bir kimsenin aldığı kurban böyle kusurlanırsa, yine kurban olarak kesilmesi câiz olur, yerine başkasını alması gerekmez. Hatta böyle kusurlu bir hayvanı satın alıp kurban kesmesi de yeterli olur. Çünkü bu kurban o fakir için bir nâfiledir. Nâfilelerde ise genişlik ve kolaylık vardır. | (Üç mezhebe göre, zengin için de yeterli olur. Başkasını almaya gerek yoktur.) | 14. Zengin kimsenin aldığı kurban henüz kesilmeden ölse, yerine başkasını alması gerekir. Fakir kimsenin aldığı kurban ölse, başkasını alması gerekmez. |
25. Biz müslümanlar, bütün mukaddes varlıklara son derece saygı ve hürmetle mükellefiz. Mukaddesata saygı ve hürmet etmeyen kimse, ruhu sönmeye başlamış, yüksek duygulardan yoksun kalmış, gaflet içine düşmüş bir insan demektir. İnsanlık değerini kaybetmiş olur. | 26. Mukaddesata yapılacak hürmet ve saygının şekli, mukaddesatın hüviyet ve mahiyetine göre değişir. Biz burada bunların bir kısmına işaret edeceğiz. Şöyle ki: | 27. Herhangi mukaddes bir ibadete veya hayırlı bir işe başlayacağımız zaman, yüce Allah’ın adını anarak besmele okumamız gerekir. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: |
Bir de örfî dirhem vardır ki 16 kırattır. O halde 20 miskal 25 örfî dirheme eşittir. 200 şer‘î dirhem de 175 örfî dirheme eşittir. | Bazı fıkıh âlimlerine göre, zekât ve fıtır sadakası konusunda her beldenin örfî dirhemi esas alınmalıdır. Buna göre gümüşün nisabı, 200 örfî dirhemden ibarettir. Bu şekilde de fetva verilmiştir. Fitre konusuna bakınız. | 51. 20 miskal altının zekâtı, yarım miskal altın olduğu gibi, 200 dirhem gümüşün zekâtı da 5 dirhem gümüştür. 20 miskalden fazla olan altın 4 miskale ulaşmadıkça ve 200 dirhem gümüşten fazla olan miktar 40 dirheme ulaşmadıkça, bu fazlalıklar için ayrıca zekât gerekmez. Ancak bu fazla miktar ile beraber başka bir ticaret malı da bulunursa, o zaman bu fazla miktarlarla hepsinin zekâtı verilir. Fakat altın ile gümüşten nisab üstünde fazla olan miktar, kıymetçe 4 miskale veya 40 dirheme eşit olursa bu fazladan da zekât gerekir. Bu mesele İmâm-ı Âzam’a göredir. İki imama (İmam Muhammed ve İmam Ebû Yusuf) göre ise böyle küsurların da ne olursa olsun zekâtını vermek gerekir. |
Yolculuğun Sona Erip Ermemesi | 273. Asıl vatana dönmekle yolculuk hali sona erer. Orada ikamete niyet edilmesi gerekmez. İkamet vatanı böyle değildir; orada (en az on beş gün) oturmaya niyet lazımdır. | 274. Bir insanın doğup büyüdüğü veya evlenip içinde yaşamak istediği yahut içinde barınmayı kastedip başka bir yere yerleşmek için gitmek istemediği yer, onun “asıl vatanı”dır (vatan-ı aslî). Bir kimsenin böyle doğduğu, evlendiği, içinde yerleşmeye karar verdiği yer olmayıp yalnız içinde en az on beş gün kalmak istediği yer de onun için bir “ikamet vatanı” dır (vatan-ı ikamet). Yeter ki o yer, böyle oturmaya uygun olsun. |
OLGUNLUK ve GÜZELLİKLER | 178. Bilindiği gibi, insanlara ait olgunluk halleri başlıca iki kısımdır. Bir kısmı insanın iradesine bağlı olmayıp insanın doğuştan sahip olduğu kemallerdir: Asalet, güzel biçim, akıl ve zekâ üstünlükleri gibi ... | Diğer kısmı da insanların tamamen istekleri ve çalışıp kazânmaları ile elde edilen kemallerdir: İlim ve irfan sahibi olmak, doğruluk, emanet, tevazu, zühd ve takva gibi güzel huylar edinmek bu kısımdandır. |
اَللّٰهُمَّ اِنّ۪ى اَسْئَلُكَ رِضَاكَ وَالْجَنَّةَ وَاَعُوذُ بِكَ مِنْ غَضَبِكَ وَالنَّارِ | İmam Muhammed’e göre, belli ve aynı duayı devamlı olarak yapmak, kalbin ince duygusunu giderir ve samimiyete aykırı olur. Bir alışkanlık halini alarak tam bir anlayışla yapılmamış bulunur. Onun için herkes dilediği şekilde dua etmelidir, bu müstehaptır. Bununla beraber Peygamber Efendimiz’den nakledilen duaları bereketlenme maksadı ile okumak müstehaptır. | 8. Mekke-i Mükerreme’ye girmek için yıkanmak ve gündüz vakti girmek, Kâbe’yi görünce dua etmek, Beytullah’ın önünde tekbir ve tehlilde bulunmak. |
573. Güneşin doğması, batması ve zevale yaklaşması vakitlerinde cenaze namazı kılmak mekruhtur. Bununla beraber bu vakitlerde kılsalar, iade gerekmez. Bu vakitlerde cenazeyi gömmek mekruh değildir. | 574. Huzurda bulunmayan (gaip) bir ölü üzerine namaz kılmak câiz değildir. Çünkü kıble yönünden sapma hali olur. Doğu tarafında bir ölü olsa, namaza kıbleye doğru durulunca, ölü arkada veya solda kalır. Ölüye doğru dönülünce de kıbleden sapılmış olur. | (Mâlikîler’e göre de ölünün huzurda bulunması şarttır. Fakat Şâfiîler’e göre, gaib üzerine de namaz kılınabilir. Çünkü Hz. Peygamber Necâşî’nin cenaze namazını bu şekilde kılmıştır. Buna cevap olarak deniliyor ki: Bu Resûlullah Efendimiz’e mahsus bir iştir. Onun için bazı özel hallerin bulunması mümkün olan şeylerdir. Hanbelîler’e göre de aradan bir aydan fazla geçmemiş olunca gaib üzerine cenaze namazı kılınabilir.) |
Yine, hayvanın yürümesi için, bir ayağı iki defa hareket ettirmek namazı bozmaz. Fakat iki ayağı hareket ettirmek bozar. İki ayak, iki el yerinde sayılır. | 19. Namazda iken hayvana binmek namazı bozar; fakat namazda iken hayvandan inmek bozmaz. | 20. Namaz içinde bir ayakkabıyı iki el ile giyinmek namazı bozar. Ancak ayağındaki ayakkabılarını ayaktan kolayca çıkarıvermek namazı bozmaz. |
Gözlerinden himmet nurunun yansıması parlasın ... | 96. Yüsr: Kolaylık, zenginlik, bir şeyin yapılması veya yapılmaması üzerinde kolaylık göstermek demektir. Karşıtı “usr” (güçlük) sözüdür. Çetinlik demektir. İslâm’da kolaylık bir esastır. Peygamber Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle buyurmuşlardır: | “Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz. Kolaylık gösteriniz, güçleştirmeyiniz.” |
18. Havâdise Muhalefet: Sonradan var olmuş şeylerden ayrı olmak sıfatıdır. Yüce Allah havâdise (sonradan var olan şeylere) aykırı ve muhalif bulunmak sıfatı ile vasıflanmıştır. Çünkü Allah Teâlâ yaratılmış şeylerden hiçbirine hiçbir yönden benzemez, hepsine muhaliftir. Hatırlara gelen her şeyden yüce Allah mutlak surette başkadır. | Mükevvenat ve mümkünat (yaratılan ve yaratılabilen) dediğimiz şeyler değişirler, başkalaşırlar, birbirine benzeyebilirler ve sonunda yok olurlar. Bütün bu ölümlü varlıklar, her hal ve şekilleri ile asla Allah’a benzemezler. Hiçbirinde ilâh ve mâbud olma sıfatlarından en küçük biri bile bulunmaz. Hiç yaratılan, yokluğa mahkûm olan âciz şeyler, yok olmaktan berî bulunan yaratıcı yüce Allah’a benzeyebilir mi? Hiç sonradan meydana gelmiş bir nesne kadîm olan hikmet sahibi Allah’a ortak olabilir mi? Böyle sapık bir düşünceye kapılanlar, kendi ölümlü varlıklarını ilâh olmaya yükselterek Allah’ın yüce varlığını da kendi değersiz varlıkları derecesine düşürmeye varacak kadar küstahlıkta bulunuyorlar. | İnsanların ve diğer yaratıkların birçok ihtiyacı vardır. Bunlar mekâna, zamana, yiyip içmeye, gezip dolaşmaya, doğmaya, doğurmaya ve benzeri hallere muhtaçtırlar. Allah ise bütün bunlardan berîdir. O’nun arş ve kürsîsi, yedi kat sema denilen daha nice âlemleri vardır. Fakat O bunlardan hiçbirine muhtaç değildir. Bunlar yok iken O yine vardı. |
190. “Kasem ederim”, “Yemin ederim”, “Şehadet ederim”, “Allah Teâlâ ile ahd olsun”, “Allah Teâlâ ile misakım olsun”, “Üzerime yemin olsun”, “Üzerime ahd olsun” sözleri de birer yemin sayılır. | 191. Bir kimseye hitaben, “Sen vallahi bugün şöyle yapacaksın” veya “yapmayacaksın” şeklindeki sözler de birer yemindir. Bunun için o şahıs bu yemine aykırı olarak hareket ederse bu sözü söyleyen kimse yemininde hânis olur. Eğer bu sözle o şahsa yemin verdirmek istemişse o zaman ikisine de bir şey gerekmez. | 192. Helâli haram kılmak da yemin sayılır. “Şu yemeği yemek bana haram olsun” demek bir yemindir. Onun için bu yemeği sonradan yemek, kefâreti gerektirir. |
Sonuç: İnsanlığa bu yüksek ruhu veren, bu güzel yaşayış şeklini öğreten, gerçek dinden başkası olamaz. | İslâm Dininin Genelliği ve Mutlu Sonuçları | 5. İslâm dini, hak dinlerin en sonu ve en olgunudur. Bu kutsal din, yalnız bir millete ve bir zamana özgü değildir. Bütün insanlara kıyamete kadar gerekli olan Allah’ın dinidir. İnsanların yaratılışlarına ve yaşayışlarına tamamıyla uygundur. Bu yüce din, bir kurtuluş ve selâmete eriş yoludur, bir mutluluk kaynağıdır. Allah Teâlâ’nın razı olduğu dindir. Cenâb-ı Hak buyurmuştur: |
Ticaret (alım-satım) için olan akarların kira bedelleri de ticaret malı sayılır. Bu ticaret için olan mülklerden alınan gelirlerde ticaret niyeti olması şart değildir. | 42. Sene başında nisab miktarına ulaşan (kıymetleri en az 200 dirhem gümüş veya 20 miskal altın bulunan) ticaret mallarının zekâtı için, sene sonundaki kıymetlerine itibar olunur ve bu kıymetlere göre zekât verilir. Bu kıymetler nisab miktarından aşağıya düşerse zekât verilmez. Sene ortasında azalıp çoğalmalarının bir tesiri olmaz. | Ticaret için olan hayvanlarda da hayvanların sayısına veya sâime olmalarına bakılmaz. Her halde bunların kıymetleri esas alınır. |
ŞEHİDLERE AİT HÜKÜMLER | 628. Şehidlik büyük bir derecedir. Allah yolunda canını veren bir müslümana “şehid” denir, çoğulu “şühedâ”dır. | Böyle bir adama şehid denilmesi, ya cennete gireceğine şahitlik yapıldığı ve ölümü anında birtakım rahmet meleklerinin hazır bulunduğu veya kendisi yüce Allah’ın manevi huzurunda hazır olarak rızıklanacağı içindir. |
Ekmek, yemek, yağ, peynir, buğday, kavrulmuş arpa, yağ ile yoğrulmuş darı otu, pişmiş veya çiğ et, su, kar, dolu, sebze suları, karpuz, kavun, yaş ve kuru meyveler, yaş olup temiz bulunan karpuz kabuğu, üzüm tanesi, taze küçük üzüm yaprağı, yenen diğer yapraklar, bitkiler, safran, misk, kâfur, herhangi bir ilaç, yenmesi âdet halinde olan çamur, kilermeni, gebenin canı isteyip yiyeceği çamur, bütün içkiler, tütün, nargile, enfiye, emilen bir şekerin boğaza giden tadı. | Bunlarda, yenip içilmek bakımından şeklen iftar bulunduğu gibi, bedenin yararına elverişli bulunmaları veya bunlarla lezzetlenilmesi bakımından da mâna yönünden iftar vardır. | 141. Kasten yutulacak bir taş, bir demir, bir kurşun, bir çekirdek, kuru kabuklu bir fındık veya badem orucu bozar. Kazâyı gerektirirse de kefâret icap etmez. Çünkü bunlarda şeklen iftar varsa da yenilmeleri âdet edinilmediğinden mana bakımından iftar yoktur. |
İnce okunacak bir harfi kalın okumak, kalın okunacak bir harfi ince okumak da böyledir; çünkü bunlarda da umum-i belvâ (çoğunluğun yetersizliği) vardır. | 441. Kur’ân-ı Kerîm okunurken durak yeri dışında durulsa veya başlangıç yapılsa, bakılır: Eğer bununla mana bozulmazsa ittifakla namaz fâsid olmaz. Fakat mana değişirse bunda ihtilaf vardır. Kabul edilen fetva bununla da namazın bozulmamasıdır. Müctehidlerden sonraki âlimlerin görüşü budur. Çünkü bunda da çoğunluk için bir güçlük vardır, herkes manayı bilip ona göre Kur’an okuyamaz. Ayrıca unutmak ve nefes kesilmek gibi hallerden de kurtulamaz. Bunun için “lâ ilâhe” diyerek durduktan sonra “illâhu” denilse veya “Kâleti’l-yehûdu” (Yahudiler dedi) deyip durulduktan sonra, “Üzeyrün ibnüllahi” (Üzeyir Allah’ın oğludur) diye başlanılsa, tercih edilen görüşe göre namaz bozulmaz. | 442. Kur’an’da bir harf yerine sehven başka bir harf okunacak olsa, bakılır: Eğer bu iki harf arasında “gaf” ve “kef” gibi mahreç (harflerin çıkış) yakınlığı varsa veya bunlar “sîn” ile “sâd” gibi bir mahreçten olup aralarında ibdal (bir harfin yerine başka bir harf koymak) câiz ise bununla namaz bozulmaz. فَلَا تَقْهَرْ yerine فَلَا تَكْهَرْ ve الصَّمَدْ yerine اَلسَّمَدْ okunması gibi. فَتْحٌ قَرِيبٌ yerine فَتْحٌ غَرِيبٌ okunması da böyledir. “Cim ve ye” harfleri bir mahreçten oldukları halde aralarında ibdal (değişme) câiz değildir. Bu harfler birbirlerine çevrilemezler. |
7. Dostları arkalarından savunma. Bir müslüman gerektiğinde dostlarını, din kardeşlerini arkalarından savunur. Onlar hakkındaki yanlış fikirleri düzeltmeye çalışır. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: | “Bir kul kardeşine yardımda bulundukça, kendisine de Allah daima yardım eder.” | 8. İnsanların kalplerini kötü zandan korumak için sakıncalı yerlerden uzak durmak. Buna aykırı davranmak birçok kimsenin günaha girmesine sebep olur, insanlar arasında dedi koduya ve nefrete yol açar. Bir haberde şöyle buyrulmuştur: |
191. Peygamber Efendimiz, ümmeti hakkında son derece şefkatli ve merhametliydi. Ümmeti hakkında daima kolaylık tarafını seçerdi. Namazda iken bir çocuğun ağladığını işitse ona acıyarak namazını hafifçe kılar, çocuğun sesini durdurmak isterdi. Hele haktan kaçınanların hallerine pek acı duyar, iyi hale kavuşmalarına dua ederdi. O büyük Peygamber’in, o kutsal varlığın merhameti yalnız insanlara değil, hayvanlara, ağaçlara, ekinlere de şamil idi. | Mûte Savaşı’nda bulunacak olan İslâm ordusuna hitaben şu anlamda öğütler vermişti: | “Yüce Allah’ın adına sığınarak O’nun ve sizin düşmanlarınızla savaşınız. Fakat gideceğiniz yerlerde dünyadan çekilmiş rahipler göreceksiniz. Onlara asla dokunmayınız. Kadınlar ile çocuklara şefkatle muamele ediniz, hurma ağaçlarını kesmeyiniz, evlerini yıkmayınız.” |
Yüce Allah hepsinden razı olsun, âmin ... | “Güzel âkıbet takva sahipleri içindir” (Kasas 28/83). | MÜCTEHİD İMAMLARIMIZ |
195. Peygamber Efendimiz, sahip olduğu yüksek vasıf ve tecelliler sayesinde yayılmasına muvaffak olduğu yüksek ve ilâhî din doğrultusunda hedef edindiği pek mukaddes gayeye erdi. Dünya tarihinde hiç kimseye nasip olmayan pek büyük başarılara kavuştu. | Evet ... O yüce Peygamber, Hak Teâlâ’nın kitabını, beşeriyete maddi ve manevi mutluluk yollarını gösteren Kur’ân-ı Kerîm’i, o ebedî mucizeyi bütün insanlara tebliğ etti. Bütün hükümleri akla, hikmete, ihtiyaca uygun ve her asrın ihtiyacına fazlasıyla yetecek şeriatı, İslâmiyet’i yaymaya muvaffak oldu. Kendisine uyan insanları gerçek hürriyete kavuşturdu. İnsanlar arasında bir eşitlik kurdu. İnsanlık bakımından, hukuk bakımından, yüce Allah’a kulluk bakımından insanlar arasında fark olmadığını ilan ederek zorbaların burunlarını kırdı. Allah Teâlâ’nın manevi huzurunda yerlere kapanarak kullukta bulunmak şerefinden bütün insanların aynı şekilde faydalanmaları gerektiğini bildirdi. Gerçek münevverliğin tam bir tevazu ile hakka boyun eğmek ve ibadetten, fazilet ve nezahet dairesinde yaşamaktan, diğer insanlara karşı üstünlük iddiasında bulunmaksızın kulluk görevini herkesle beraber aynı şekilde yerine getirmeye çalışmaktan ibaret olduğunu ilan etti. Ölümlü, maddi bilgilere ve servetlere güvenerek ona buna karşı cahilane bir gurura uyanların, Cenâb-ı Hakk’ın fakir ve zayıf kulları ile beraber bulunarak kulluk görevini aynı şekilde yerine getirmekten kaçınanların münevver değil, mana bakımından karanlıklar içinde kalmış zavallı kimseler olduğunu açıkladı. Ruhlarında kabiliyet olan bahtiyar kimseler, onun bu yüksek beyanatını takdir ettiler, onun mutluluk hayatına can attılar, mutluluğa erdiler. | 196. Hz. Peygamber, daha ahiret âlemine göçmeden müslümanların sayısı bir milyonu geçmiş ve kendisi 120.000 müslüman ile “hacc-ı ekber” eylemişti. Bugünkü gün, yeryüzündeki müslümanların sayısı bir buçuk milyara yakın bulunmaktadır. Bu miktarın günden güne çoğalacağı da pek umulmaktadır. |
Diğer altısı da namazın başlangıcından itibaren bulunması gereken farzlardır ve şunlardır: | 1. İftitah (namaza girme) tekbiri, | 2. Kıyam, |
(İmam Şâfiî’ye göre bu hallerde de gusül gerekir.) | 181. Yerinden şehvetle ayrılan meni, bedenin dışına veya dış hükmünde olan yere çıkmadıkça gusül gerekmez. | 182. Bâkire bir kızın bekâretini yok etmemek suretiyle yapılan bir ilişkide meni gelmeyince gusül gerekmez; çünkü bekâret, sünnet yerine kadar duhule engel olmuş demektir. |
Kitaptan maksat Kur’ân-ı Kerîm’dir. Sünnetten maksat Peygam-berimiz’in mübarek sözleri, yaptığı veya yapıldığını görüp de yasaklamadığı işlerdir. Peygamber Efendimiz’in evvelce yasaklamadığı bir şeyi görüp de ona karşı susmaları, o şeyin meşru olduğunu gösterir. | Ümmetin icmâından maksat, bir asırda bulunan bütün müctehidlerin bir olayın şer‘î hükmü hakkında birleşmeleridir. Peygamber Efendimiz, “Ümmetim sapıklık üzerinde toplanmaz” buyurmuştur. Bir hadis-i şerifte de, “Müslümanların güzel gördüğü bir şey, Allah yanında da güzeldir” buyrulmuştur. | Onun için müslümanların din varlıklarını temsil eden bütün müctehidlerin, bir mesele üzerinde aynı görüş ve fikirde bulunmaları, o meselede şer‘an geçerli bir delil, bir hüccettir. |
Misal: Sağlıklı bir kimse, ramazanda oruca niyet etmişken, gündüzün orucunu bozsa da aynı günde bayılsa veya bir kadın âdet görmeye başlasa yahut oruç tutamayacak bir halde hastalansa üzerine yalnız kazâ gerekir, kefâret gerekmez. Doğru olan görüş budur. Bunlar birer semavî özürdür. | Fakat böyle bir kimse, kendini yaralayıp da oruç tutamaz hale gelse, sahih olan görüşe göre, üzerinden kefâret düşmez. Çünkü bu duruma düşmeye kendisi sebep olmuştur. | Yine, orucu açtıktan sonra isteyerek veya zorlanarak yolculuğa çıksa yine kefâret düşmez. Zira yolculuk semavî bir özür değildir. |
Diğer kısmı da “sübûtî sıfatları”dır ki bunlar hayat, ilim, irade, kudret, semî‘, basar, kelâm, tekvîn sıfatları olmak üzere sekizdir. bu sıfatların hepsine birden “kemal sıfatları” denir. | İşte biz, böyle kemal sıfatları ile vasıflı bulunan şanı yüce bir Allah’a ve O’nun bu büyük sıfatlarına iman ederiz. Bu büyük sıfatlarla ilgili biraz bilgi vereceğiz. | 13. Vücûd: Allah Teâlâ’nın varlığı demektir. Allah Teâlâ’nın varlığı haktır ve en büyük varlık O’na mahsustur. O’nun varlığı, yarattığı şeyler bakımından yaratıkların hepsinden daha açık ve zâhirdir. Çünkü yüce Allah olmasaydı, hiçbir şey olmazdı. Gerek bizim varlığımız ve gerekse herhangi bir şeyin varlığı, yüce Allah’ın varlığına birer şahittir. |
Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: | “Üç şey helâk edicidir: Fazla cimrilik, kendisine uyulan hevâ (nefis arzusu), kişinin kendi nefsini beğenmesi.” | 80. Metanet: Sağlamlık, dayanıklılık manasınadır. Deyim olarak, insanın fikrinde sabit olması, tutumunda kuvvetli ve inancında köklü bulunması demektir. Bunun karşıtı, gevşeklik ve kuvvetsizliktir. Hak uğrunda metanet göstermek kıymetli bir huydur. |
125. Farz olan ibadetleri yapamayacak şekilde yiyip içmeyi azaltıp riyâzette bulunmak câiz değildir. Fakat orta bir şekilde yapılacak bir riyâzet mubahtır. | 126. Yiyip içmenin edeplerine gelince: Yemekten önce ve sonra eller yıkanmalıdır. Bir hadis-i şerifte buyrulmuştur: “Yemekten önce el yıkamak bir hasenedir (sevaptır), yemekten sonra ise iki hasenedir, iki kat sevaptır.” | 127. Cünüp olan erkekler ve kadınlar için, ellerini ve ağızlarını yıkamadan yiyip içmek mekruhtur. Âdet görmekte olan kadınların da yemekten önce ellerini ve ağızlarını yıkamaları iyidir. |
80. Atılan bir kurşundan aldığı bir yara sonunda henüz elde edilmeden ölen veya bir av köpeğinin açtığı yaradan dolayı hemen ölen bir av yenebilir. Fakat atılan taşın ve diğer bir merminin sadece ağırlığından dolayı yara bulunmaksızın ölen veya bir av köpeğinini çarpmasından yahut boğmasından dolayı ölen bir av yenmez. Çünkü yaralama hükmen bir boğazlamadır. Yara bulunmayınca, boğazlama da yapılmamış olur. Kabul olunan fetva budur. | 81. Av hayvanının yenebilmesi için, sadece yaralama yeterli değildir. Bununla beraber kan da akmış olmalıdır. Fakat bazı âlimlere göre kan akması şart değildir. Diğer bazı âlimlere göre de yara büyük ise kan çıkması gerekmez, değilse gerekir. | İmam Ebû Yusuf ile İmam Şâfiî’ye göre aslında yara gerekli değildir. Yara bulunmasa da öğretilmiş hayvanların öldürdükleri hayvanların etleri yenebilir. |
16. Boynu meshetmek: Başı ve kulakları meshettikten sonra, iki elin arkaları ile ve üçer parmakla, yeni bir suya gerek kalmaksızın boyun meshedilir. Boğazı meshetmek bid‘attır. | 17. Abdest organlarını, üzerlerine dökülen su ile iyice ovmak. | 18. Abdest organlarını, arada kesinti yapmadan yıkamak. Bir organ henüz kurumadan diğerini yıkamaya geçmek. Buna “vila” denir. Havanın sıcaklığı sebebiyle yıkanan organın hemen kuruması vilaya engel değildir. Bazı âlimlere göre vila, abdest alırken araya başka bir iş sokmamaktır. |
“Allah’ın benzeri hiçbir şey yoktur; O her söyleneni işitendir, her yapılanı görendir” (Şûrâ 42/11). | 19. Kıyâm bi-zâtihî: “Varlığı ve durması kendi zatıyla olmak” manasında bir sıfattır. Bu sıfat da yüce Allah’a mahsustur. Öyle ki Hak Teâlâ’nın ezelî ve ebedî olan varlığı kendi zatıyla kaimdir. Kendi varlığı mukaddes zatının gereğidir, asla başkasından değildir. Bunun için Allah Teâlâ’ya Vâcibü’l-Vücûd (varlığı kendinden dolayı gerekli) denilir. O’nun varlığı, başka bir var edene muhtaç olmaktan berîdir. Allah’ı var eden bir varlık olsaydı, o zaman var eden o varlık Allah olurdu. Onun için, “Allah’ı kim yarattı?” sorulmaz; çünkü O, kendiliğinden vardır, kadîmdir. Başkasının var etmesine muhtaç değildir. Eğer böyle olmasaydı ne kâinat bulunurdu ne de başka bir şey ... Bu gerçek kabul edilmeyince, içinde yaşadığımız âlemin varlığını izah etmeye imkân kalmaz. Allah’tan başka var olan (mümkünat dediğimiz) şeyler ise hem var olmaya hem de yok olmaya bağlı oldukları için, bir var ediciye muhtaçtırlar. | Sonuç olarak denilir ki yüce Allah’ı var eden bir varlık düşünülemez ve O’ndan başka bir yaratıcı varlık da olamaz. |
“Tefekkür gibi bir ibadet yoktur” buyrulmuştur. | Gerçekten İslâm dininde aklın ve düşüncenin büyük yeri vardır. İslâm dini tamamen akla ve hikmete uygundur. Muhakeme ve eleştirme, onun hak ölçülerini değiştiremez. İslâmiyet düşünen insanların dinidir. | İşte akıllı insanlar o kimselerdir ki gökleri, arzı, gece ve gündüzleri, göklerde parıldayan ve her biri güneşten binlerce defa daha büyük yıldızların ihtişamını düşünürler, yeryüzündeki sayısız canlı ve cansız yaratıkları göz önüne alırlar. Hoş gündüzlerin, sakin gecelerin ne kadar sağlam bir düzen ve ölçü içinde, yaratılış kanununa uyarak birbirini kovalayıp durduklarını düşünürler. İbret bakışları ile yapılan böyle düşünceler sonunda, bu âleme bu düzen ve ölçüyü vermiş olan yüce Allah’ın kudret ve azametini insanlar isteyerek ve teslimiyetle kabule mecbur olurlar. |
594. Cenaze için göz yaşları dökerek ağlamakta ve kalben üzülerek kederlenmekte bir sakınca yoktur. Yeter ki yersiz sözler söylenmesin. Cenaze için yüksek sesle ağlamak, yaka yırtmak, yüz tırmalamak, saç yolmak, dizlere vurmak gibi şeyler haramdır. Allah’ın takdirine isyandır. | Bir ölü, aile ve akrabasının ağlamalarından dolayı kabrinde azap çekmez. Fakat onlara vasiyet etmişse çeker. | 595. Cenazeyi takip edenler, onun namazı kılınmadan geri dönmemelidirler. Dönmek ihtiyacı duyulursa cenaze sahibinin izni alınmalıdır. Evlâ olan budur. |
8. Akıl: Ruhun bir kuvvetidir ki insan onunla bilgi sahibi olur. İyi ile kötüyü ayırır ve eşyanın gerçek hallerini onunla anlar. | Diğer bir tarife göre akıl ruhsal bir nurdur ki insana gideceği yolu aydınlatır, insana hak ve gerçeği bildirir. Bu ruhsal kuvvete sahip olana “akıllı kimse” denir. Bundan yoksun olana da “mecnun” (deli) denir. | 9. Bulûğ: “Belli bir çağa yetişmek ve belli birtakım vasıflara sahip olmak” demektir. Belli bir yaşta bulunan ve belli vasıflara sahip olan kimseye “bâliğ ve bâliğa” denir. Şöyle ki: Uykuda gördüğü bir rüyadan dolayı üzerine gusletmek gereken (ihtilâm olan) bir erkek bâliğdir. Evlendiği takdirde çocuk yapabilecek genç bir erkek de bâliğdir. Yine hayız denilen kadınlık âdetini gören veya evlenip gebe kalan bir kız da baliğadır. |
Umrenin şartları, haccın şartları gibidir. Yalnız umre için belli bir vakit gerekli değildir. Her mevsimde yapılabilir. Buna göre ihram da umrenin bir şartıdır. | Umrenin sünnetleri ve edepleri de hacdaki Safâ-Merve arasında olan sa‘yden itibaren sonuna kadar olan sünnetleri ve edepleri gibidir. | Temettu‘ Haccının Yapılış Şekli |
وَعْدًا عَلَيْنَا اِنَّا كُنَّا فَاعِلِينَ yerine غَافِلِينَ okunması gibi. | 460. Peltek konuşan kimse, ر harfini غ veya ل yahut ى olarak söylese, namazı bozulmaz. رَبِّ الْعَالَمِينْ yerine لَبِّ الْعَالَمينَ demesi gibi. Bununla beraber böyle bir kimsenin mümkün olduğu kadar dilini düzeltmeye çalışması gerekir. İçinde doğru okuyamadığı harf bulunmayan âyetleri seçmesi gerekir. Böyle bir kimse, ümmî (okuma-yazma öğrenmeyen kimse) yerindedir. Güzel Kur’ân-ı Kerîm okuyanların buna uyması câiz olmaz. | 461. اَلْحَمْدُ لِلّٰهِ cümlesini اَلْهَمْدُ لِلّٰهِ veya اَلْخَمْدُ لِلّٰهِ okuyanlar veya قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدْ âyetini كُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدْ diye telaffuz edenler de başka türlü okuyamadıkları takdirde, peltek hükmünde bulunurlar. |
228. Bayram günlerinde müslümanların birbirlerini tebrik etmesi, görüşüp musafaha yapması ve birbirlerine: “Gaferallahü lenâ ve leküm” (Allah bizi ve sizi bağışlasın), yahut, “Takabbelellahü Teâlâ minnâ ve minküm” (Yüce Allah bizden ve sizden kabul buyursun) şeklinde duada bulunması da menduptur. | TERAVİH NAMAZI | 229. Teravih namazı, ramazan ayına mahsus yirmi rekâttan ibaret bir müekked sünnettir. Bu namaza Peygamber Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] ile dört halife (Hulefâ-yi Râşidîn) devam etmişlerdir. Bu namazın cemaatle kılınması da bir sünnet-i kifâyedir. Bunun için bütün bir mahalle insanları, teravih namazını cemaatle kılmayıp evlerinde yalnız başlarına kılacak olsalar, sünneti terkedip hata işlemiş olurlar. |
6. Ava saldıran öğretilmiş hayvan da bir süre durmayıp hemen ava doğru yürümelidir. Buna öğretilmemiş başka bir hayvan da eşlik etmemelidir. | Pars gibi öğretilmiş bir hayvanın, salıverildikten sonra dinlenmek için değil de avını avlamak için hile olarak bir yere saklanıp duruvermesi zarar vermez. | 7. Av köpekleri gibi öğretilmiş azı dişli av hayvanları, tuttukları avların etinden kendileri hiç yememelidir. Eğer bu avcı hayvanlar, tuttukları hayvanları parçalayıp etlerinden yiyecek olsa, artık avlanan hayvanların etleri yenmez. Fakat tırnaklı olan öğretilmiş hayvanların tutup etlerinden yedikleri hayvanlar, insanlar tarafından da yenir. Çünkü bu ikinci kısım hayvanların öğretilmiş olmaları, yemeği terk suretiyle değildir; çağırıldıkları zaman geriye dönüp gelmeleri iledir. |
62. Bir hayvanın tüylerini ve kıllarını kesmek veya kaçıp kurtulmasına ve kendisini korumasına engel olmayacak bir şekilde bir uzvunu (organını) kesip kırmak da onun kıymetine getireceği noksanlık miktarını sadaka vermeyi gerektirir. Eğer bu şekilde hayvanın yaralanması sonunda hayvan iyileşirse ceza vermek gerekmez. | 63. İhramda olan kimsenin avladığı hayvan kendiliğinden ölmüş olursa yine cezayı gerektirir. Çünkü hayvanı ele geçirmesi, onu yok etme sayılır. | 64. İhramda olanın av hayvanını satın alması da yasaktır. Çünkü o hayvan, ihramda olan kimse için kıymeti bulunan bir mal sayılmaz. |
Üzerinde necaset veya meni bulan kimse, bunun ne zaman bulaştığını bilemezse necaset için son abdest bozduğu, meni için de son uyku uyuduğu zamandan itibaren kılmış olduğu namazları tekrar kılar. | Bir çeşmenin su boruları pislenmiş olsa, içinde akacak temiz su ile borularda necasetin izi kalmadığı anlaşıldığı anda temizlenmiş olur. | 2. Suda Kaynatma ile Temizleme |
(İmam Mâlik’e göre, bir sığır, bir manda veya bir deve bir aile halkından yedi ve daha çok kimse için kurban olabilir, bu câizdir. Fakat başka başka aileler için, yediden az olsalar da câiz olmaz.) | 10. Kurbanlık hayvanın şaşı, topal, uyuz ve deli olmasında, doğuştan boynuzlu veya boynuzsuz veya boynuzunun azı kırık bulunmasında, kulaklarının delinmiş veya enine yarılmış olmasında, kulaklarının uçlarından kesilip sarkık bir halde bulunmasında, dişlerinin azı düşmüş olmasında, cinsel organı bulunmamasında, burulmuş olarak bulunmasında bir sakınca yoktur; bu hayvanlar kurban edilebilirler. | 11. İki gözü veya bir gözü kör, dişlerinin çoğu düşmüş yahut kulakları kesilmiş, boynuzlarının biri veya ikisi kökünden kırılmış, kulağının yahut kuyruğunun yarıdan fazlası veya memelerinin başları kopmuş, kulakları veya kuyruğu yaratılışında bulunmayan bir hayvan kurban olamaz. |
168. Kefâretler, “kefâret-i savm” (oruç kefâreti), “kefâret-i zıhâr” (zevceyi haram kılma kefâreti), “kefâret-i halk” (ihramda tıraş olmanın kefâreti), “kefâret-i katil” (hataen adam öldürme kefâreti) ve “yemin kefâreti” diye başlıca beş kısımdır. Bu kefâretler, yasak olan şeylerden insanları alıkor ve engeller. Yapılan bir günaha, verilen bir ceza yerinde bulunur. Aynı zamanda bir ibadet manasında bulunduğundan günahların bağışlanmasına bir vesile olur. Bunları sırasıyla açıklıyoruz: | Oruç Kefâreti | 169. Oruç kefâreti, ramazanda bir özür bulunmaksızın belli şartlar içinde orucunu bozan bir mükellefin, müslüman veya gayri müslim bir köle veya câriye âzat etmesidir. Buna gücü yetmiyorsa arka arkaya kesinti yapmaksızın iki ay oruç tutar. Buna da gücü yetmezse altmış fakire (sabah akşam) yemek yedirir. |
Bu saygıdeğer büyük müctehidlerin hepsi de dinî meselelerin esasında birleşmişlerdir. Bu bakımdan aralarında ayrılık yoktur. Ancak ikinci derecede bulunan bir kısım meseleler üzerinde ayrılık göstermişlerdir. Fakat güzelce incelenirse görülür ki bunların çoğu görünüşte olan bir ayrılıktan başka bir şey değildir. Çünkü bu meselelerin birçoğunda bu büyük zatlardan biri “azimet-takva” yolunu, bir diğeri de “ruhsat-müsaade” yolunu seçmiştir. Böylece müminlerin önüne geniş bir rahmet sahası açılmıştır. İşte, “Ümmetim arasında bulunan görüş ayrılıkları bir rahmettir” hadis-i şerifiyle buna işaret buyrulmuştur. | Düşünelim: Müslümanlık’ta ibadetlere, muamelelere ve diğer konulara ait ne kadar çok mesele vardır. Bunların hükümlerini Kur’an’dan, Sünnet’ten ve ümmetin icmâından bulup meydana çıkarmak, öyle her müslüman için kolay bir şey değildir. Bu çok büyük bir ilim ve dirayet işidir. İşte bu büyük müctehidler, yalnız Allah rızası için, müslümanlara gerekli olan bütün meseleleri açıkça bildirmişlerdir. Her asırda milyonlarca müslümana ışık tutmuşlardır. Artık bu büyük zatların müslümanlık âlemine ne büyük hizmetlerde bulunduklarından, ne kadar teşekküre hak kazandıklarından kim şüphe edebilir? | Bu kıymetli âlimler, büyük bir ihlâs ve ciddiyetle ve çok güzel bir niyetle ictihad alanında çalıştıkları içindir ki doğruyu buldukları meselelerden dolayı ikişer kat, hata ettikleri meselelerden dolayı da birer kat sevap kazanmışlardır. |
6. Gebelik, Sütannelik: Şöyle ki ramazanda gebe bulunan, ya kendisinin veya başkasının çocuğuna süt veren bir kadın, kendisine yahut çocuğa bir zarar gelmesinden korkarsa orucunu bozabilir. Sonra onu kazâ eder. Ancak sütanneliği gerçekleşmiş olmalıdır, çocuğa süt verecek kendisinden başka bir kimse bulunmamalıdır. Yahut bulunduğu halde çocuk memesini emmemelidir. | 7. Hayız ve Nifas Hali: Bir kadın ramazanda gündüzün âdet görmeye başlarsa veya çocuk doğurursa orucu bozulmuş olur. Artık âdet günlerinde ve lohusalık müddetinde oruç tutamaz, câiz değildir. | Fakat bir kadın âdet günü sanarak orucunu bozduğu halde, o gün âdet görmemiş olursa kendisine kefâret de gerekir. Tercih edilen görüş budur. |
Bir görüşe göre de, Harem bölgesi içinde meydana gelen bir ihsârdan dolayı ihramdan çıkmak için tıraş olmak veya saç kısaltmak gerekir. Peygamber Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] Hudeybiye’de böyle yapmıştır. | 106. Muhsara ait kurbanın nahr (kurban kesme) günlerinin içinde kesilmesi, İmâm-ı Âzam’a göre şart değildir; bu günlerden önce ve sonra da kesilebilir. | 107. Bir muhsar fakir olsa bile, kurban kesmedikçe ihramdan çıkamaz. |
Akşam namazını ilk vaktinde kılmak müstehaptır. Akşam namazının vakti dar olduğundan onu geciktirmek uygun olmaz. Bu namazı kızartının kaybolmasına kadar geciktirmemelidir. | 53. Yatsı namazının vakti, yukarıda açıklanan iki görüşe göre, şafağın kaybolmasından başlayıp ikinci fecrin doğuşuna kadar devam eder. Fecir doğunca yatsı vakti bitmiş olur. | Yatsı namazını gecenin üçte birine kadar geciktirmek müstehaptır. Gecenin yarısına kadar geciktirilmesi ise mubahtır. İkinci fecrin biraz öncesine kadar geciktirmek, bir özür olmadıkça mekruhtur. Çünkü bu durumda yatsı namazının kaçırılmasından korkulur. İhtilaftan kurtulmak için de ufuktaki beyazlık kaybolmadıkça yatsı namazını kılmamalıdır. Bulutlu günlerde sabah, öğle, akşam namazlarını biraz geciktirmeli, ikindi ve yatsı namazlarını da biraz erken kılmalıdır ki bu müstehaptır. |
İstenen Borç Paraların Zekâtı (Alacakların Zekâtı) | 64. Başkalarının üzerinde olup borç denilen ve nisab miktarına ulaşmış bulunan paralar zekâta tâbi olup olmama bakımından şöyle üç kısımdır: | 1. Kuvvetli Alacak: Bunlar, borç olarak verilen paralar ile ticaret mallarının bedeli olan alacaklardır. Bu alacaklar, borçlular tarafından ikrar edilince, tahsil edildikleri zaman geçmiş senelere ait zekâtları da verilmek gerekir. Şöyle ki: |
Yine, يَحْسَبُونَ اَنَّهُمْ yerine يَحْسَبُونَنَّهُمْ diye bitiştirilse namaz bozulmaz. | 447. Kur’ân-ı Kerîm okurken yanılarak bir harf ziyade edilecek olsa, bakılır: Eğer mana değişmezse namaz bozulmaz. يُدْخِلْهُ نَارًا yerine يُدْخِلْهُمْ نَارًا okunması gibi. Fakat mana değişirse bir görüşe göre namaz bozulur. اِنَّك َ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ yerine وَاِنَّكَ لَمِنَ الْمُرْسَلِينَ okumak gibi; çünkü bu halde yeminin cevabı yemin kılınmış oluyor. Bununla beraber namazın bozulmayacağını söyleyenler de vardır. مَثَانِي yerine مِثَانِينَ ve زَرَابِى yerine زَرَابِيبَ okunduğu takdirde de namaz bozulur. | 448. Kur’ân-ı Kerîm’in kelimelerinden birinin bir harfi sehven noksan okunsa, bakılır: Eğer bu harf kelimenin aslından olup mana değişirse İmâm-ı Âzam ile İmam Muhammed’e göre namaz bozulur. مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ yerine مِمَّا زَقْنَاهُمْ ve جَعَلْنَا yerine عَلْنَا okunması gibi ... |
219. Abdest alacak veya gusledecek bir kimsenin, ihtiyacından çok parası olduğu zaman, değer kıymeti ile veya biraz fazlasıyla satılmakta olan suyu ihtiyacı için satın alması gerekir. Fakat normal fiyatın iki misli ile satın almak gerekmez; çünkü bu aşırı bir fiyattır. | 220. Suyu kullanmaktan âciz olup da parası bulunan kimse, normal bir ücretle abdest verdirecek kimse bulursa teyemmüm edemez. | 221. Başkasının yardımı ile abdest alabilecek olan bir kimsenin yardımcısı kendi kölesi, kendi çocuğu veya kendi ücretli hizmetçisi ise teyemmüm etmesi ittifakla câiz olmaz. Böyle kendi başına abdest alamayacak derecede özürlü olan kimse, abdest için kendisine yardım edebilecek başka bir adamı varsa yine teyemmüm edemez. Zevcesinin bulunması da teyemmüm etmesine engeldir. Kabul edilen görüş budur. Fakat İmâm-ı Âzam’dan bir rivayete göre, bu durumda olan kimse teyemmüm edebilir. |
Buna göre, Hz. Peygamber’in babası tarafından mübarek nesepleriyle anne tarafından nesepleri Mürre oğlu Kilâb’da birleşiyor. | 80. Kureyş kabilesinin reisi bulunan Abdülmuttalib, Peygamber Efendimiz’in hem dedesi hem de Kâbe’nin mütevellisi idi. Kâbe’nin idare ve ihtiyaçlarını görüyordu. Bunun, Ebû Tâlib, Ebû Leheb, Hâris, Zübeyr, Hamza, Abbas, Abdullah ve diğerleri olmak üzere on üç oğlu vardı. Fakat bunlardan en ziyade Abdullah’ı severdi. Çünkü onda başka bir güzellik, başka bir nuraniyet vardı. Abdülmuttalib bu sevgili oğluna Benî Zühre reisi Vehb’in kızı olan ve Kureyş kızları içinde her yönden seçkin bulunan Hz. Âmine’yi nikâhladı. İşte bu iki kutsal varlıktan Peygamber Efendimiz dünyaya şeref vermiştir. | Abdullah hazretleri, Hz. Peygamber’in doğuşundan iki ay önce bir ticaret kafilesi ile Medine-i Münevvere’ye gitti. Orada vefat etti. O zaman yirmi beş yaşındaydı. Böylece Peygamber Efendimiz yetim kalmıştı. |
“Ey insanlar! Kıyamet gününde, ‘Muhammed size risâletini tebliğ etti mi?’ diye sorulur. O vakit siz ne cevap verirsiniz?” diye sordu. Onlar da, “Evet, tebliğ etti, diye şahitlik ederiz” dediler. | Bunun üzerine Hz. Peygamber üç kez, “Şahit ol Allahım” dedi. | 169. O gün akşam üstü: |
İşte bütün bunlar, Allah’ın irade sıfatı ile vasıflı bulunduğuna birer şahittir. Yüce Allah hakkında mecburiyet düşünülemez; O, her şeyi kendi dilemesiyle yaratır. Hiçbir şeyi yaratmaya veya yok etmeye mecbur değildir. Mecburiyet bir âcizlik halidir ki Allah’ın şanına uygun olmaz. | “Çünkü Rabb’in dilediğini yapandır.” (Hûd 11/107). | 24. Kudret: “Güç ve kuvvet” manasında bir sıfattır. Ezelî ve ebedî kemal üzere bir kudret Allah Teâlâ’ya mahsustur. Cenâb-ı Hak her mümkün varlık üzerinde dilediğini yapmaya kadirdir. Onları yaratmaya ve yok etmeye güçlüdür. O’nun kudretine nihayet yoktur. Bu büyük kâinat, O’nun kudretine çok açık ve kuvvetli bir şahittir. |
75. Kanaat: Kısmete razı olmak, yemek ve içmek gibi şeylerde tutumlu olarak orta bir halde hareket etmektir. Karşıtı, israftır (savurganlık). Kanaati yanlış anlamamalıdır. Kanaat, mutlaka az ile yetinip tembellik içinde yaşamak değildir. Hırsla hareketten kaçınmak, başkalarının nimetlerine göz dikmeyip hakkına razı olmak ve bir gönül huzuru ile yaşamaktır. Birçok hırsızlık ve cinayet, kanaatsizliğin sonucudur. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: | “Kanaat tükenmez bir hazinedir.” | Gerçekten kanaat sahibi bir kimse, işini yoluna kor, başkalarına muhtaç olmaktan kurtulur. Hazinelere sahipmiş gibi, şeref ve huzur içinde yaşar. |
Hac yolunda bulunan kadının kocası veya mahremi ölürse, o kadın muhsar sayılır. | 104. İhsâr, bir nevi zorunlu cinayet sayılır. Onun için bundan dolayı kurban kesilmesi ve bu şekilde ihramdan çıkılması gerekir. Bu kurbana “ihsâr demi” denir. | Örnek: İhrama girmiş olan kimse, bir hastalıktan veya düşmandan yahut parasının tükenmesinden dolayı haccını yerine getiremezse Harem bölgesinde kesilmek üzere Mekke’ye bir koyun veya onun parasını gönderir. Bunun kesileceği saatin arkasından ihramdan çıkmış olur. |
51. 20 miskal altının zekâtı, yarım miskal altın olduğu gibi, 200 dirhem gümüşün zekâtı da 5 dirhem gümüştür. 20 miskalden fazla olan altın 4 miskale ulaşmadıkça ve 200 dirhem gümüşten fazla olan miktar 40 dirheme ulaşmadıkça, bu fazlalıklar için ayrıca zekât gerekmez. Ancak bu fazla miktar ile beraber başka bir ticaret malı da bulunursa, o zaman bu fazla miktarlarla hepsinin zekâtı verilir. Fakat altın ile gümüşten nisab üstünde fazla olan miktar, kıymetçe 4 miskale veya 40 dirheme eşit olursa bu fazladan da zekât gerekir. Bu mesele İmâm-ı Âzam’a göredir. İki imama (İmam Muhammed ve İmam Ebû Yusuf) göre ise böyle küsurların da ne olursa olsun zekâtını vermek gerekir. | Örnek: Bir kimsenin yalnız 239 dirhem gümüşü bulunsa, İmâm-ı Âzam’a göre, yalnız 200 dirhem için 5 dirhem zekât vermek gerekir. Küsur olan 39 dirhem için zekât gerekmez. Bu küsur kırka ulaşmadıkça zekâtı yoktur. | İki imama göre, bu küsurlar için de kırkta bir nisbetinde zekât vermek gerekir. |
30. Avret yerini örtecek bir şey bulamayan kimse, oturarak ve ayaklarını kıbleye doğru uzatarak ima (işaret) ile namaz kılar. Onun için en iyi kılış şekli budur; çünkü bu vaziyette örtünme haline daha çok bürünmüş olur. Avret yerinin bir kısmını örtecek bir şey bulununca, onu kullanmak vâcip olur. Bu durumda önce avret-i galiza denilen ön ve arka taraflar örtülür. Sonra erkeklerde butlar, daha sonra dizler örtülür. Kadınlarda butlardan sonra karınlar, sonra sırtlar ve dizler, daha sonra da geri kalan kısımlar örtülür. | Bütün bunlar, namazın her halde yerine getirilmesini ve dinde çok önemli bir farz olduğunu göstermektedir. | Kıbleye Yönelmek |
436. Kur’ân-ı Kerîm’in bir kelimesi kasten değiştirilir de bununla mana değişmiş olursa namaz ittifakla bozulur. Ancak kelime övgüye ait olup onun yerine yine övgüye ait bir lafız okunmuş olursa bozulmaz. Fakat böyle bir davranış câiz görülmez. | Ama yanılarak değiştirilmiş olursa, bakılır: Eğer okunan lafzın benzeri Kur’an’da bulunmaz, manası da Kur’an’daki kelimenin manasından uzak olup aralarında fazla bir ayrılık bulunarak iki mana arasında bir ilgi bulunmazsa, bununla namaz ittifakta bozulur. “Hâza’l-ğurâbu” yerine, “hâza’l-ğubâru” okumak gibi. Fakat okunan lafız tesbih, hamd ve zikir manasında ise bozulmaz. | Benzeri Kur’an’da bulunmadığı halde, manası da bulunmayan bir lafız hakkında da hüküm böyledir. “Yevme tüble’s-serâiru” yerine “yevme tüble’s-serâilü” okunması gibi. |
36. İslâm âleminin doğusundan ve batısından temiz bir heyecanla akın edip gelen binlerce dindaşın böyle kutsal bir yerde toplanmaları, aralarındaki din birliğini ve din kardeşliğini, din sevgisini canlandırmaları ve birbirlerinin durumlarını öğrenerek fikir alışverişinde bulunmaları ne kadar büyük değer taşıyan bir harekettir. | Yolculuğun sağlık ve fikir yönünden sosyal faydalarını kabul eden yabancı milletler, dince mecbur olmadıkları halde, birçok zorluğa katlanarak dünyanın en uzak yerlerini gezip dolaşıyorlar. İslâmiyet ise en yararlı bir yolculuğa bir kutsal ruh ve mecburiyet vermiş, müslümanları böyle bir yolculuğun sonsuz maddi ve manevi bereketlerinden faydalandırmıştır. | 37. Farz olan hac görevini bir anlayış içerisinde yerine getirecek müslümanların bundan ne kadar faydalanacakları pek âşikârdır. Hele bu farzı yerine getirme mutluluğuna kavuşan anlayışlı bir müslümanın bu sayede birçok bilgi kazanarak aydınlanacağı ve sonra dönüp kendi çevresini birçok yönden uyararak aydınlatacağı da şüphesizdir. |
Başkasının bir kederinden ötürü sevinmek de bir düşmanlık eseri olduğundan câiz değildir. Buna “şemâtet” denir. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: | “Kardeşin için şemâtet eyleme (kötü haline sevinme); sonra Allah ona merhamet eder de seni belaya düşürür.” | 48. Diyanet: Dindarlık yapmak, dinin kutsal emirlerine uyarak gereği üzere hareket etmektir. Karşıtı dinsizliktir, din hükümlerine aykırı davranmaktır, bütün fenalıkların en büyük kaynağıdır. |
324. Mesbûk, cehren (âşikâre) okunan namazlarda imama uyunca, Sübhâneke’yi okumaz. Geri kalan rekâtları kazâya kalkınca okur. Sahih olan budur. Buna yukarıda işaret edilmişti. | 325. İmam yanılarak beşinci rekâta kalkınca, mesbûk da ona uyarak kalksa bakılır: Eğer imam dördüncü rekâtta oturmuş ise mesbûkun namazı bu kalkış ile bozulmuş olur. Fakat imam dördüncü rekâtta oturmamış ise beşinci rekâtta secdeye varmadıkça mesbûkun namazı bozulmaz. | 326. Bir mesbûk lâhik de olabilir. Şöyle ki: İmama sonradan uyan kimse, uyku veya abdesti bozan bir sebeple rükünlerden veya rekâtlardan birkaçını imam ile kılamayıp kaçırsa hem mesbuk olur, hem de lâhık olmuş olur. Bu durumda önce kaçırdıklarını kıraatsiz olarak kazâ eder, sonra mümkün ise geri kalan namazda imama uyar. Daha sonra da imama uymadan önceki rekâtları kıraatle (Kur’an okuyarak) kazâ eder. Önce bunları kazâ edip ondan sonra, namaz arasında kaçırmış olduğu rükünleri veya rekâtları kazâ etmesi de câizdir. Fakat bunu yapmakla meşru sırayı gözetmemiş olacağından günahkâr olur. |
267. Yalnız gündüzleri itikâfta bulunmaya niyet edilmesi sahihtir. Bu durumda her gün fecrin doğuşundan önce mescide girip güneşin batışından sonra çıkılır. Fasılasız itikâfa niyet edilmemişse istenilen günlerde itikâf yapılabilir. Bir gün için itikâfa niyet edildiği zaman da buna gece dahil olmaz. Fakat fasılasız şu kadar gün itikâfa denilerek nezredilse geceler de bu nezre girer. Aksi de böyledir. Bu durumda itikâf için güneşin batışından önce mescide gidilir. Belli olan geceler ve gündüzler mescidde kalınır. Son günün güneş batışından sonra mescidden çıkılır. Böylece itikâf sona erer. | 268. Muayyen bir ramazan ayı itikâfla geçirmeye nezredilse, o ramazan orucu bu itikâf orucu için de yeterli olur. Böyle bir nezir yapıldığı halde, ramazan orucu tutulup da itikâf yapılmasa, başka bir zamanda oruçlu olarak fasılasız bir ay itikâf edilmesi gerekir. Eğer itikâf yapılmaksızın diğer bir ramazan girecek olsa artık bunda yapılacak itikâf yeterli olmaz. Çünkü bu takdirde kazâya kalan itikâfın orucu, insan üzerine düşen bir oruç olmuştur. Bu, ikinci ramazan orucu ile ödenmiş olamaz. | 269. Belirtilmeksizin bir ay itikâf yapmayı nezreden kimse, ramazanda bir ay itikâfta bulunmakla bu nezrini yerine getiremez. Zira bu itikâf için, bir ay oruç tutmayı da bu nezirle üzerine yüklenmiş bulunur. Ramazan orucu ise kendisine ayrıca farz olan bir ibadettir. |