instruction
stringlengths 2
1.28k
| input
stringlengths 5
1.41k
| response
stringlengths 2
1.28k
|
---|---|---|
194. Cuma şartlarını kendilerinde toplayan kimseler için iki rekât cuma namazı “farz-ı ayın”dır. Cuma namazının diğer namazlardan başka olarak kendisine özgü on iki şartı daha vardır. Bunların altısı vücûbunun (farz olmasının), diğer altısı da edasının şartlarıdır. | Cumanın Vücûbunun Şartları | 195. Cumanın bir kimseye farz olabilmesi için, onda şu altı şartın bulunması şarttır: |
Mesela: Bir kimsenin burnu, bir gün öğle vaktinin başından sonuna kadar, bir abdest ile bir namaza müsait olmamak üzere kanayıp da bu durum, sonra gelen her namaz vaktinde bir kez olsun meydana gelecek olursa, o kimse özürlü (mazur) olmuş olur. Fakat böyle bir özür, tam bir namaz vakti içinde bir kez olsun meydana çıkmazsa artık özür kesilmiştir, sahibi de özürlü olmaktan çıkmıştır. | Özrün Hükmü | 99. Özürlü olan kimse, her namaz vakti abdest alır. O vakit içinde aldığı abdestle -abdesti bozacak bir başka şey olmadıkça- dilediği kadar farz ve nâfile namaz kılabilir. Kazâya kalmış namazları kılabilir. Vitir namazı ile bayram ve cenaze namazlarını da kılabilir. Ancak illet devam etmelidir. |
119. Hayız, nifas ve istihâze halleri, kanın dışarıya çıkması ile bilinir. Onun için çocuk doğuran bir kadından faraza kan çıkmamış olsa, iki imama göre (İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed) nüfesâ sayılmaz. Bu itibarla gusletmesi gerekmez ve oruçlu ise orucu bozulmaz ama abdest alması gerekir. Fakat İmâm-ı Âzam’a göre, ihtiyat olarak gusletmesi lazımdır. | 120. Nifas müddeti (olan kırk gün) içinde görülen temizlik de nifastan sayılır. Örnek: On gün kan gelip beş gün kesildikten sonra tekrar on gün kan gelecek olsa, bu yirmi beş günün hepsi nifas müddeti sayılır. | (Mâlikîler’e göre, iki kan arasındaki temizlik müddeti yarım ay devam ederse, temizlik hali sayılır. Sonra gelen kan da hayız kanı olur. Temiz günler yarım aydan az devam ederse bütün günler nifas sayılır. |
113. Dişlerin arasında kalan susam veya buğday tanesi gibi pek az bir şeyi yutmak orucu bozmaz. Fakat böyle bir şey dışarıdan alınıp yutulsa orucu bozar. Bu halde, tercih edilen görüşe göre, kefâret de gerekir. Ancak böyle pek az bir şey ağza alınıp çiğnense oruca zarar vermez. Çünkü bu ağız içinde dağılır bir zerre haline gelir. Ancak bunun tadı boğaza giderse oruç bozulur. | Nohut büyüklüğünden az olup dişler arasında kalan bir şey, ağızdan çıkarılıp sonra yenirse orucu bozar. Ancak sahih olan görüşe göre kefâret gerekmez. Çünkü böyle bir şeyi yemek olağan dışı bir iştir. | 114. Bir kusuntu, kendiliğinden gelince bakılır: Eğer ağız dolusu olmayıp içeriye dönerse ittifakla orucu bozmaz. Fakat içeriye döndürülürse İmam Muhammed’e göre orucu bozar. Çünkü imsak kaybolmuştur. İmam Ebû Yusuf’a göre bozmaz; zira bu az olduğu için abdesti bozmadığı gibi orucu da bozmaz. |
İlim, edep ve yaş bakımından bizden büyük olanlara saygı göstermek, bizden küçük olanlara da sevgi göstermek bizim için bir görevdir. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: | “Bizim büyüklerimize saygı göstermeyen ve küçüklerimize merhamet etmeyen bizden değildir.” | 31. Tefeül: Bir şeyi uğur saymak, bir olayı bir hayrın başlangıcı görmektir. Bu güzel bir zan işi olduğundan iyidir. Bunun karşıtı “teşeüm ve tatayyür”dür. Bu da bir şeyi uğursuz görmek, nefsin nefret duyduğu bir işi uğursuzluğa bir alamet saymak demektir. Bir kuşun ötüşünü veya bir tarafa uçuşunu uğursuzluğa yormak gibi ... Bu ise kötü bir zan ve kuruntu eseri olduğundan câiz değildir. |
Namazların Cemaatle Kılınma Şekli | 190. Yukarıda verdiğimiz bilgi, tek başına namaz kılanlar hakkındadır. Cemaatle namaz kılanlar şu şekilde hareket ederler: | 1. Cemaatten her biri imama uymayı niyet eder. Kılacak olduğu namaz hangi vaktin ise onu kastederek, “Niyet ettim bugünkü falan vaktin farz namazını kılmaya, uydum şu imama” şeklinde niyet eder. Sonra imam ellerini kaldırır, âşikâre “Allahüekber” diyerek namaza başlar. Ona uyanlar da ellerini kaldırarak gizlice “Allahüekber” deyip imamla namaz kılmaya başlarlar. Beraberce namaz kılanların hepsi Sübhâneke’yi okur, sonra cemaat susar. İmam gizlice “eûzü besmele” okur. Sonra kıraate başlayarak namazı kıldırır. |
52. Müslümanlar arasında bir din kardeşliği vardır. Bu, din bakımından genel bir yakınlık ve akrabalıktır, en kuvvetli bir bağdır. Bu yönden müslümanlar, hangi ırka, hangi yurda bağlı olurlarsa olsunlar birbirine bağlıdırlar, birbirini sever, birbiri hakkında hayır isterler. Bir âyet-i kerimede mealen, | “Müminler şüphe yok ki kardeştirler” (Hucurât 49/10) buyrulur. | Bundan başka müslümanlar arasında birbirinden farklı derecelerde bir soy, bir nesep, bir hısımlık ve akrabalık vardır. Bu bakımdan da aralarında birtakım görevler, haklar ve hükümler bulunur. Bunların gözetilmesi dinimizce gereklidir. |
Fakat, “Seni yıkarsam, sana elbise giydirirsem, sana dokunursam, seni bir şeye bindirirsem, seni taşırsam” şeklinde yemin etse, onu öldükten sonra yıkamakla, kefenlemekle, vücudunu okşamakla, bir şeye bindirmekle veya taşımakla yeminini bozmuş olur, kefâret gerekir. | 216. “Falan kimse ile konuşmayacağım, söz söylemeyeceğim” diye yapılan yemin, o kimseye sadece işaret etmekle, mektup yazmakla veya haber göndermekle bozulmuş olmaz. Çünkü bu işler, konuşma ve söyleme sayılmaz. | 217. “Konuşmayacağım” diye yemin eden kimse, namazda Kur’an okumakla veya tesbih çekmekle yemini bozulmaz. Namaz dışında ise bir görüşe göre yeminini bozmuş olur, diğer bir görüşe göre olmaz. Zira bu okuma, örfte konuşma sayılmaz. Diğer kitapları okumada da âlimlerin ihtilafı vardır. |
64. Bir müslüman başkasının nikâhında veya iddetinde bulunan bir kadını alamaz. Yine bir müslüman, kitap ehli denilen bir yahudi ve hıristiyan kadınla evlenebilirse de bir Mecûsî veya putperest kadını nikâh edemez. Ancak dininden dönünce nikâhlayabilir. Bu İslâm dininde kesinlikle haramdır. Böyle bir durum, İslâm şerefine, İslâm yararına, müslüman kadının selâmet ve mutluluğuna aykırıdır. | 65. Müslümanların karşılıklı olarak birbirleriyle ilişkilerinde bir hürmet ve nezaket vardır. Bir müslüman, başkasının evine rızası olmadan giremez. Başkasının evi içine, izni olmadan dışarıdan bakamaz. Sözleri ile kimseyi rahatsız edemez. | Erkekler, göbekleri altından diz kapakları altına kadar olan yerleri müstesna olmak üzere, birbirlerinin diğer organlarına bakabilirler. |
57. 150 dirhem gümüşle beraber 60 veya 80 dirhem gümüş kıymetinde 5 miskal altın bulunsa, İmâm-ı Âzam’a göre 200 dirhemin kırkta biri olarak 5 dirhem zekât gerekir. Küsurlar kırka ulaşmadığı için bunlardan zekât gerekmez. İki imamın görüşüne göre, bu küsurlardan dolayı da kırkta bir nisbetinde zekât vermek gerekir. Küsurlarda bağış, iki imama göre yalnız sâime hayvanlara mahsustur. Bu bağışlanan küsur, geçerli para ile ticaret eşyalarında olmaz. | (İmam Şâfiî’ye göre, altın ile gümüş, nisabı doldurmak için birbirlerine ilave edilemez; çünkü cinsleri değişiktir. Bunların her biri için ayrı ayrı tam bir nisab şarttır.) | 58. Geçerli olan karışımlı paraların altınları veya gümüşleri, kendilerine karışmış bulunan yabancı maddelerden daha fazla veya eşit bir halde ise bunlar altın ve gümüş hükmündedir, ona göre zekâtları verilir. Eğer bu paraların altın veya gümüş kısmı, onlara karıştırılan yabancı maddelerden az ise bunlar ticaret malı hükmüne girerler. Sene sonunda kıymetlerine göre zekâtları verilir. Bunlarda ticaret niyeti aranmaz; çünkü geçerli para yerindedirler. |
331. Herhangi bir namazın bir rüknünü tekrar etmek, sehiv secdelerini gerektirir. Bir rekâtta iki defa rükû veya üç defa secde yapılması gibi. | Birinci ve ikinci rekâtlarda Fâtiha’nın tekrarlanarak okunması veya arka arkaya okunması yahut rükû, secde ve teşehhüdde Kur’an okunması da böyledir. Fakat üçüncü veya dördüncü rekâtlarda Fâtiha’nın iki defa okunması veya bunlarda Fâtiha ile beraber başka bir sûrenin de okunması yahut yalnız başka bir sûrenin okunması sehiv secdelerini gerektirmez. Çünkü bu takdirde bir vâcip terkedilmiş veya geciktirilmiş ve Kur’an da meşru olan yerin başkasında okunmuş olmaz. Ancak bu halde rekâtlar, önceki rekâtlardan daha fazla uzatılmış ve cemaate de ağırlık verilmiş olursa kerâhetten korunmuş olmaz. | 332. Bir vâcibi yanılarak terketmek sehiv secdelerini gerektirir. Birinci oturuşu veya vitirde Kunut’u veya bayram namazlarında ziyade tekbirleri yahut birinci ve ikinci oturuşlarda Tahiyyat’ı okumayı terketmek gibi. |
Namazın ne olduğunu henüz anlamayacak bir yaşta olan çocuk ölünce, buna böyle bir abdest verilmez. | 530. Cenazenin abdest işi tamamlanınca, üzerine ılık ve tatlı su dökülür. Saç ve sakalı taranmaksızın, varsa “hatmi” denilen güzel kokulu bir ot ile yoksa sabun ile yıkanır. Sonra sol tarafına çevrilerek önce sağ tarafı bir defa yıkanır. Sonra sağ tarafına çevrilerek sol tarafı da bir kere yıkanır. Böylece sağ ve sol yanları üçer defa yıkanır. Daha fazla yıkanabilirse de israf olmamalıdır. Bundan sonra cenaze hafifçe kaldırılır. Bu kaldırışta cenaze, yıkayıcının göğsüne veya eline ve dizine dayandırılır. Sonra karnı hafifçe ovulur. Bir şey çıkarsa su ile yıkanıp giderilir. Yeniden abdest ve vücudun tamamını yıkamaya gerek yoktur. Fakat şişip dağılmak üzere bulunan bir ölünün üzerine yalnız su dökülerek yetinilir. Ona abdest vermek ve üç defa yıkamak gerekmez. | 531. Ölünün saçları ve tırnakları kesilmez. Sünnet olmamışsa sünnet edilmez. Cenaze yıkanırken pamuk kullanılmaz. Yıkandıktan sonra havlu ve benzeri bir şeyle kurulanır. Ondan sonra kefen gömleği giydirilir ve geri kalan kefenleri yayılır. Başına ve sakalına “hanut” denilen kâfur veya benzeri güzel kokulu bir şey konur. Secde yerleri olan alın, burun, eller, dizler ve ayaklara da kâfur konur. |
272. Cuma namazını kılmak veya ihtiyacı gidermek için en yakın olan yere gidilir, arkasından mescide dönülür. Bir özürden dolayı mescidden çıkılınca, başka bir mescidde o itikâf tamamlanır. | 273. Bir özür olmaksızın mescidden çıkmak itikâfı bozar. Onun için itikâf yapan bir kimse, geceleyin veya gündüzün özür bulunmaksızın bir müddet kasten veya sehven mescidden çıkarsa itikâfı bozulur. Bu müddet, iki imama göre, bir günün yarısından ziyade bir zamandır. Bir görüşe göre de günün belirsiz bir saatinden ibarettir. Kadın da itikâf ettiği odadan özürsüz evinin içine çıkarsa itikâfı bozulur. | 274. Hasta ziyaretinde bulunmak, cenaze hizmetinde bulunmak, cenaze namazı kılmak, şahitlik etmek, bir hastalık sebebiyle bir saat kadar dışarı çıkmak da itikâfı bozar. Ancak itikâf adağı yapılırken, hastaları ziyaret ve cenaze namazında bulunmak şart kılınmışsa bunlar için çıkılması itikâfı bozmaz. |
İmâm-ı Âzam’dan sağlam rivayete göre, sadece yemin kefâreti ile bu adağın sorumluluğundan çıkılamaz. | (İmam Mâlik’e göre de haccetmeyi adayan kimsenin bu adağını yerine getirmesi gerekir. İmam Şâfiî’den bir rivayete göre, haccetmeyi adayan kimse serbesttir; dilerse adağına bağlanarak hacceder, dilerse yemin kefâreti verir. Diğer bir rivayete göre de yalnız yemin kefâreti gerekir.) | 99. Bir ölü, hayatında malının üçte birini zekâtına, adağına, haccına ve diğer yerlere harcanmak üzere vasiyet etse ve bu mal da bunların hepsini yerine getirmeye kâfi gelmese, bakılır: Eğer bunlar zekât ve farz hac gibi farz ibadetlerden ise önce söylemiş olduğu farz ibadet yerine getirilir. Fakat biri farz, diğeri adak veya nâfile ise farz tercih edilir ve o yerine getirilir. Biri adak, diğeri nâfile ise adak tercih edilir. İster adağı farzdan önce ve nâfileyi de adaktan önce söylemiş olsun ... |
Ayın Bölünmesi ve Mir‘ac Mucizeleri | 110. Ayın iki parçaya ayrılması, peygamberliğin 8. yılında olmuştur. Şöyle ki: Müşriklerden bir kısım kimseler, mehtaplı bir gecede, ayın ikiye ayrılıp sonra birleşmesini Peygamber Efendimiz’den istediler. Böyle bir mucize gösterilmedikçe iman etmeyeceklerini söylediler. Hz. Peygamber de yüce Allah’a dua etti. Ay da, Cenâb-ı Hakk’ın kudretiyle iki parçaya ayrıldı. Bir parçası Nur (Hira) dağının bir tarafında, diğer parçası da öbür tarafında yüksekten göründü. Sonra birleşip eski halini aldı. Bu mucizeyi, o gece bazı yolcular da görmüştü. Mekke’ye geldikleri zaman bu olayı anlattılar. Ne yazık ki müşrikler yine iman etmediler. Bu olayı bir sihir sandılar. Oysaki yüce Allah’ın kudreti her şeye yeterlidir. Bir peygamber için mucize olmak üzere böyle bir olayı meydana getirmesine ne engel vardır? Gökyüzünde nur saçan yıldızların veya diğer varlıkların güneşten ayrılarak onun çevresinde bir düzen kurduklarını bugünkü âlimler iddia edip duruyorlar. Artık bu üstün âlemleri yaratıp düzene sokan Allah Teâlâ böyle bir mucizeyi yaratamaz mı? | Çok yazıktır ki inkârcı ve gafil insanlar, yüce Allah’ın sonsuz kudretini hudutlandırmış oluyorlar da bundan haberleri olmuyor. Doğrusu böyle tabiatla ilgili mucizeleri inkâr etmeye veya başka türlü yorumlamaya asla ihtiyaç yoktur. Yazıklar olsun buna aykırı bir düşünceye sahip olanlara!... |
Örneğin: Bir insan bir günah işlemek ister, irade ve gücünü o günah tarafına yöneltir. Cenâb-ı Hak da dilerse, bu günahı o insanın arzusuna göre yaratır. İşte bu günah, yüce Allah’ın rızasına aykırı olduğu için, ona razı olamayız. Bunun içindir ki kazâya rıza göstermek, makzîye (Allah’ın rızasına aykırı kazâ olunmuş hükümlere) rızayı gerektirmez. | 69. Kazâ ve kadere imanın faydasına gelince: Şüphe yok ki insan bu iman sayesinde Allah’ın yaratıcılığını, kudret ve hâkimiyetini tanımış olur. Böylece ruhu güç kazanmış olur, ahlâk duyguları yükselir, hayata büyük bir güçle atılır ve başarıdan başarıya ulaşır. Çünkü yüce Allah’ın kazâ ve kaderine razı olan bir kimse, hiçbir şeyden yılmaz, sebeplere sarılmayı da kazâ ve kaderin gereği bilir. Bir işte başarısızlığa uğrayacak olsa, “Bunda kim bilir, Allah’ın ne gibi gizli hikmetleri vardır” diye düşünür. Allah’ın kazâsına razı olur ve ümitsizliğe düşmez, azminde gevşeklik olmaz, heyecana kapılmaz, huzur içinde üzüntü çekmeyen bir kalp ile hayat alanındaki çalışmasını sürdürür. | “Kim Allah’a güvenirse Allah ona yeter” (Talâk 65/3). |
307. Lâhik, mümkünse kaçırdığı rekâtları veya rükünleri kazâ eder, sonra imama tekrar katılarak onunla selâm verir. | Örnek: Bir muktedi birinci rekâtın kıyamında uyuyup da imam secdeye vardığı anda uyansa, hemen rükûa varır, sonra secde yaparak imama iştirak eder. | 308. Lâhik, imamına yetişemeyeceğini bildiği takdirde hemen imama uyar. İmam namazdan çıkınca, kendisi kaçırmış olduğu rekâtları veya rükünleri kazâ eder. Örnek: Bir muktedî, dördüncü rekâtta iken burnu kanasa, saftan ayrılır ve namaza aykırı olacak bir şeyle uğraşmaksızın hemen abdest alır. İmkân bulduğu yerde imama uyar. İmam selâm vermiş olursa, kendi başına o dördüncü rekâtı, hiçbir şey okumaksızın, imamın arkasında kılıyormuş gibi tamamlar. Çünkü lâhik, hüküm bakımından imamın arkasında namazını kılmış sayılır. |
Bundan başka bütün müslümanların kıblesi olan İbrahim aleyhisselâm gibi büyük bir peygamberin makamını içinde bulunduran yüce bir mâbedde yapılacak ibadet ve duaların sevap ve mükâfatına nihayet yoktur. | Resûlullah Efendimiz’in içinde doğup büyüdüğü, İslâm güneşinin ilk doğmaya başladığı, İslâmiyet’in binlerce kutsal anılarını içinde saklamış bulunduğu mübarek bir beldeyi ziyaretteki feyiz ve bereket de her türlü düşüncenin üstündedir. | 36. İslâm âleminin doğusundan ve batısından temiz bir heyecanla akın edip gelen binlerce dindaşın böyle kutsal bir yerde toplanmaları, aralarındaki din birliğini ve din kardeşliğini, din sevgisini canlandırmaları ve birbirlerinin durumlarını öğrenerek fikir alışverişinde bulunmaları ne kadar büyük değer taşıyan bir harekettir. |
192. Helâli haram kılmak da yemin sayılır. “Şu yemeği yemek bana haram olsun” demek bir yemindir. Onun için bu yemeği sonradan yemek, kefâreti gerektirir. | 193. Bir kimse, “Şöyle yaparsam kâfir olayım” yahut, “Yahudi, hıristiyan olayım”, yahut, “Allah’ın kulu, Peygamber’in ümmeti olmayayım” yahut, “Kıblesi başka tarafa olanlardan olayım” yahut, “Allah ruhumu imansız alsın” yahut, “Allah’a iki demişlerden olayım, Peygamber’in ümmetinden olmayayım” yahut, “Peygamber’e dil uzatanlardan olayım” demiş olsa onun inancına ve maksadına bakılır. Eğer bu sözü yemin maksadı ile sözünü sadece kuvvetlendirmek için söylemişse bu bir yemin olur. Yeminini bozunca (hânis olunca), üzerine kefâret gerekir. Fakat söylediği o sözle kâfir olacağına inanarak söylemişse bu yemin olmaz. Ancak tövbe ve istiğfar etmesi ve böylece hem imanını hem de evli ise nikâhını yenilemesi gerekir. Yeminini bozsun (hânis olsun), bozmasın farketmez. Dine ve imana sövmek de bu hükümdedir. İmanın ve nikâhın yenilenmesi icap eder. | 194. Bir kimse, “Şöyle yaparsam Allah’ın gazabına, lânetine, buğzuna uğrayayım, zâni olayım, hırsız olayım” diye söylese bununla yemin etmiş olmaz. “Namazım, orucum şu kâfirin olsun” demesi de böyledir. Bununla beraber bir görüşe göre, namazın ve orucun bir ibadet, Allah’ın rahmetine bir yakınlık olması bakımından kâfire ait olması kastedilirse bu yemin olur; fakat yalnız sevapların ona ait olması kastedilirse yemin olmaz. Bu gibi sözler İslâm terbiye ve âdabına aykırıdır. Bunlardan sakınmalı. Eğer böyle bir söz çıkarsa hemen tövbe edip istiğfarda bulunmalıdır. |
Peygamberlere Olan İhtiyaç | 38. Bilindiği gibi, yüce Allah, kendisinin kutsal varlığını ve birliğini bilmeleri, kendisine ibadet ve itaatte bulunmaları için insanları yaratmıştır. İnsanları diğer birçok yaratık arasında akıl ve düşünce ile seçkin kılmıştır. Onun için bir insan aklını güzel kullandığı takdirde, kendisini yaratıp da ona düşünüp anlama gücünü veren bir yaratıcının varlığını sezer. Kendisinin ve çevresindeki varlıkların öyle rastgele kendiliklerinden var olmadıklarını anlar. Böylece kendisinde ilâhî bir düşünce doğar ve büyük bir kudret sahibi yaratıcının var olduğu inancına ulaşır. | Fakat o yüce yaratıcıyı hiç kimse şanına uygun bir şekilde bilemez. O’nun peygamberine uymayan kimse, Allah’ın razı olmadığı ibadetlerin hangileri olduğunu kestiremez, yaratılış hikmetinin ne olduğunu anlayamaz. İnsanlar arasındaki ilişki ve karşılıklı hakların nelerden ibaret bulunduğunu ve görevlerin ne olduğunu gereği üzere belirleyemez. Nihayet yaratılış gayesinin dışında yürür de bundan haberi olmaz. Cehalet içinde bulunduğunun farkına varamaz. Böylece ebedî mutluluktan yoksun kaldığını anlayamaz. |
“Lâ ilâhe illallah, Muhammedün resûlullah” (Allah’tan başka ilâh yoktur, Muhammed [sallallahu aleyhi vesellem] Allah’ın elçisidir) sözüne de “kelime-i tevhid” denir. Biz bu mübarek kelimeleri daima okuruz. | YÜCE ALLAH’A ve O’NUN SIFATLARINA İMAN | 12. Yukarıda yazılı olduğu üzere imanın temelini teşkil eden altı şart vardır. Bunlardan birincisi yüce Allah’a iman etmektir. Şöyle ki: “Allah Teâlâ (yüce Allah) diye ismini andığımız şanı büyük olan yaratıcı vardır. Eşi ve benzeri olmayan O varlık bütün kemal sıfatları ile vasıflanmıştır. Bütün noksanlıklardan berîdir (münezzeh). Bütün âlemleri yoktan var eden O’dur. O’nun kudret ve büyüklüğüne denk hiçbir şey yoktur. Bizleri ve bizim gördüklerimizle görmediğimiz sayısız âlemleri yaratan, yetiştirip besleyen ancak O’dur. |
252. Bir kimse, “Bir ay oruç tutayım, itikâfta bulunayım” şeklinde nezrettiği halde, henüz bir gün geçmeden vefat etse, kendisine bir ay oruç tutmak veya itikâfta bulunmak gerekir. Ayın belli olup olmaması eşittir. Bu halde her gün için bir fidye verilmesini vasiyet etmesi gerekir, vasiyeti bulunmadığı takdirde vârislerinin izinleri ile bu fidye terekesinden verilebilir. | Fakat bir kimse hasta olduğu halde böyle bir nezirde bulunup da iyileşmeden vefat etse kendisine bir şey gerekmez. Ama arada bir gün dahi olsun, iyileşmiş olsa, bir aylık fidye vasiyet etmesi gerekir. | İmam Muhammed’e göre, yalnız sağlığa kavuştuğu günler miktarı fidye vasiyet etmesi gerekir. |
31. Tefeül: Bir şeyi uğur saymak, bir olayı bir hayrın başlangıcı görmektir. Bu güzel bir zan işi olduğundan iyidir. Bunun karşıtı “teşeüm ve tatayyür”dür. Bu da bir şeyi uğursuz görmek, nefsin nefret duyduğu bir işi uğursuzluğa bir alamet saymak demektir. Bir kuşun ötüşünü veya bir tarafa uçuşunu uğursuzluğa yormak gibi ... Bu ise kötü bir zan ve kuruntu eseri olduğundan câiz değildir. | Herhangi bir olaydan uğursuzluk hükmü çıkararak ümitsizliğe ve kuruntuya saplanmak doğru değildir. Bazı günlere ve zamanlara uğursuzluk yorumunda bulunmak da uygun değildir. | Peygamber Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem] şöyle buyurmuştur: |
Çok yazıktır ki inkârcı ve gafil insanlar, yüce Allah’ın sonsuz kudretini hudutlandırmış oluyorlar da bundan haberleri olmuyor. Doğrusu böyle tabiatla ilgili mucizeleri inkâr etmeye veya başka türlü yorumlamaya asla ihtiyaç yoktur. Yazıklar olsun buna aykırı bir düşünceye sahip olanlara!... | 111. Peygamberliğin 13. senesinde de Mi‘rac mucizesi olmuştur. Şöyle ki: Peygamber Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem], Medine’ye hicretlerinden sekiz ay önce Receb ayının 27. gecesi idi. Cibrîl-i Emîn geldi ve burak adında bir binit getirdi. Peygamberimiz’i alıp Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya götürdü. Oradan göklere çıkardı. Resûlullah Efendimiz nice âlemler gördü. Diğer peygamberlerin ruhları ile görüştü. Sidretü’l-müntehâ denilen makama kadar vardı. Yüce Allah’ın birçok tecellisine kavuştu. Hz. Peygamber’in kendisine ve ümmetine beş vakit namaz farz kılındı. Aynı gece ve kısa bir zaman içinde evine geri getirildi. Sabahleyin bu olağanüstü olayı insanlara haber verince, müminler onu tebrik ettiler. Müşrikler ise, “Böyle bir şey olamaz” diyerek inkârda bulundular. | O bilgisiz ve düşüncesiz insanlar hayvanlara, taşlara ve ağaçlara tapıyorlardı. Yüce Allah’ın kudretini de bu taptıkları şeylerin kudretine ve kuvvetine benzeterek böyle üstün bir olayın meydana gelmesine imkân göremiyorlardı. Eğer bunlar, bu kâinatı yaratanın nasıl büyük bir yaratıcı olduğunu biraz bilseler ve şayet o hikmet sahibi Allah’ın şu üstümüzdeki sonsuz boşlukta milyonlarca büyük küçük küreleri tutup büyük bir hızla hareket ettirmekte olduğunu düşünselerdi, böyle bir mucizeyi inkâra gerek görmezlerdi. Zavallı insanlar!... Kendi yapacakları taşıtlarla, füzelerle Merihlere (Mars) ve Zührelere (Venüs) yükselip çıkabileceklerini düşündükleri halde, Mi‘rac olayının sadece Allah’ın kudretiyle olmasını nasıl uzak görebilirler? |
78. İhramda olan kimsenin zarar veren karga, çaylak, arkep, yılan, fare, sinek, karınca, pire, kene, arı, kertenkele, kelebek gibi av cinsinden olmayan ve insanın bedeninden doğmayan böcekleri ve üzerine saldıran köpeği ve yaratılışında eza bulunan kurt gibi herhangi yırtıcı bir hayvanı öldürmesi bir ceza gerektirmez. | 79. İhramda bulunan bir kimse, ihramdan çıkmak kastı ile birçok av hayvanını vurup öldürecek olsa, yalnız bir dem (ceza olarak bir koyun kesmek) gerekir. Çünkü bu iş, cinayet işlemek kastı ile değil, ihrama son verme niyetiyle yapılmıştır. | 80. İhramda bulunan kimsenin yanındaki kafeste olan kuşu veya evinde olan bir av hayvanını salıvermesi gerekmez. Çünkü bu durum, av hayvanına saldırı sayılmaz. |
89. Hac ile yükümlü olan kimse, hemen mükellef olduğu sene hac için yola çıkar da daha haccetmeden vefat ederse hac için vasiyet etmesi gerekmez. Niyetine göre sevabını alır. Fakat haccını geciktirmiş olursa vasiyet etmesi gerekir, etmezse günahkâr olur. | 90. Bir kimse malının üçte biri olarak hac için vasiyet ettiği mal, birkaç haccı karşılayacak olursa, bakılır: Eğer bir defa haccedilmesini vasiyet etmişse bir defa haccettirilir ve artan mal vârislerine verilir. Fakat böyle yalnız bir haccedilmesini açıkça söylememişse bu paranın miktarına göre bir senede veya birkaç senede birkaç hac yaptırılır. Burada vasî serbestir. Ancak ibadet konusunda erken davranılması istendiğinden bunların bir yıl içinde yaptırılması daha iyidir. | 91. Bir ölünün vârisi, ölünün vasiyeti bulunsun veya bulunmasın, terekesine başvurmak üzere kendi parası ile o ölü namına haccetse, bakılır: Eğer ölü, onun böyle haccetmesini vasiyet etmişse bu hac o ölü adına câiz olur. Fakat böyle bir vasiyet yapmamışsa câiz olmaz, vâris bu parayı terekeden alamaz, kendi bağışı olur. |
221. “Yatağında” veya “şu yatakta uyumam” diye yemin eden kimse, bedenin çoğunluğu ile o yatağa girip uyumadıkça yeminini bozmuş olmaz. | 222. “Bir yere veya bir eve ayağını basmayacağına” yemin eden kimse, o yere sonradan yürüyerek veya bir şeye binerek gidecek olsa yeminini bozmuş olur. Çünkü bir yere ayak basmak, örfte oraya girmek demektir. Fakat böyle yemin ederken yürüyerek girmeyeceğini kastetmiş bulunursa binitli olarak girmekle yeminini bozmuş olmaz. Zira sözünün gerçeğini dilemiş olur. | 223. “Bir yere girmeyeceğine” yemin eden kimse, oraya tutulup sokulsa yeminini bozmuş olmaz. Bu davranışa karşı çıkmasa da hüküm aynıdır. Çünkü yemini, bizzat kendisinin gitmesi ile ilgilidir. Fakat bu yere sonradan kendisi girecek olsa yeminini bozmuş olur. |
İSLÂM’DA VAAZIN ve ÖĞÜT VERMENİN ÖNEMİ | 16. İslâm dininde vaaz etmek ve öğüt vermek pek önemli bir görevdir, bir farz-ı kifâyedir. Kürsülerde ve minberlerde insanlara öğüt kastı ile söylenen sözler (hutbeler) sünnettir. Peygamberimiz’in yoludur. Din hükümlerine uygun olarak ihtiyaca göre tatlı ifadelerle yapılan konuşmalardan, verilen öğütlerden herkes faydalanır. Bunlar birer uyarmadır. Bu uyarmalar müminler için çok yararlıdır. | 17. Nasihat (öğüt), aslında hayır istemektir. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: |
41. Zebh, “hayvanın boğazına bıçak vurup boğazlamak ve damarlarını kesmek” demektir. Boğazlanmış veya boğazlanacak hayvana da “zebiha” denir. | Tezkiye de “boğazlamak” anlamında olup dinimizde iki türlüdür: | Biri hakiki ve ihtiyarî tezkiyedir. Bu da bir hayvanı usulü üzere keskin bir aletle boğazlamaktır. Diğeri de hükmî ıztırarî tezkiyedir. Bu da bir avın aldığı yaradan ibarettir. Bir av, şartlarına uygun olarak bu yaradan ölürse boğazlanmış sayılır. |
142. Kuru pirinç, kuru darı, mercimek, fig de kefâreti gerektirmez. Çünkü bunlarla gıdalanmak âdet değildir. | Burna kaçan su veya akıtılan ilaç da böyledir. Zira bunlarda, rıza ile yutup iftar yapmak yoktur. Sadece bir yararlanma ise yalnız kazâyı gerektirir. | 143. Başkasının tükrüğünü, başkasının ağzından çıkmış olan lokmayı, kendi ağzından çıkıp da biraz dışarıda kalmış olan lokmayı alıp yutmak da yalnız kazâ gerektirir, kefâret gerekmez. Çünkü insan yaratılışı bakımından bunlardan tiksinir. Geçerli sayılan rivayete göre, kan da böyledir. Fakat dostun tükrüğünü alıp yutmak, ramazan orucu için kefâreti gerektirir. Zira bununla lezzetlenilir. Afyon gibi sarhoşluk veren kuru otlar da böyledir. |
EK | PEYGAMBERİMİZ’DE GÖRÜLEN | OLGUNLUK ve GÜZELLİKLER |
Bütün bunlar ihlâsın ve güzel niyetin yüksek derecelere ulaşma sevgisinin bir mükâfatıdır. | Allah Teâlâ hepimizi, dinî görevlerini gereği üzere yerine getirmeye muvaffak kılsın, güzel niyetlere sahip olan ve şehidlerden sayılan iyi kulları arasına katsın. Âmin ... | Güzel sonuç, takva sahipleri içindir. Bütün hamdler âlemlerin Rabb’ine mahsustur. |
1. Kalpleri güzel ahlâkla, güzel niyetlerle temizleyip süslemeye ve nurlandırmaya çalışmalıdır. Manevi temizlik bunlarla ortaya çıkar. | 2. Günahlarla kirlenen kalpleri tövbe ve istiğfarla temizlemeye çalışmalıdır. Bilindiği gibi günahlar büyük ve küçük diye iki kısımdır. Büyük günahların başlıcaları şunlardır: Yüce Allah’ı inkâr etmek, Allah Teâlâ’ya ortak koşmak, kesinlikle sabit olan bir dinî hükme inanmamak. Bu üçü, Allah korusun, küfürdür. Allah’ın rahmetinden ümidini kesmek, Allah’ın azabından ve mekrinden emin olmak. Günah üzerine devam edip ısrar etmek (herhangi bir günahı devamlı olarak işleyip durmak). Namazı, orucu terketmek. Allah yolunda cihaddan kaçınmak. Anneye ve babaya âsi olmak. Yalan yere şahitlikte bulunmak ve yemin etmek. Bir kimseyi haksız yere öldürmek. Bir kimsenin bir organını haksız yere kesmek veya işlemez hale sokmak. Faiz yemek, hırsızlık etmek ve rüşvet almak. Yetim malı yemek, zina ve livâta denilen çirkin işleri yapmak. İffetli kadınlara fuhuş isnat etmek. | İşte bunlar, dereceleri farklı olan birer büyük günahtır. Diğer birçok günah da küçük günahlardır. |
(TEMİZLİK) | KİTABI | MÜSLÜMANLIK’TA İBADETLER, |
171. Eğer 120 fakire yalnız bir vakit yemek yedirilse, bu ancak altmış fakire yedirilmiş sayılır. Bunlardan altmış fakire tekrar sabah veya akşam yemek yedirmek gerekir. Böyle altmış fakire bir defa yemek yedirildikten sonra dağılıp gitseler, ya gelip hazır olmalarını beklemeli ya da tekrar altmış fakiri sabah akşam doyurmalıdır. | 172. Oruç kefâretinin eşya verilip temlik yolu ile yapılmasına gelince, altmış fakirden her birine 520 dirhem (yarım sâ‘ = 1,666 kg.) buğday veya 1040 dirhem (1 sâ‘ = 3,333 kg.) arpa veya hurma veya kuru üzüm verilir. Bu, tam bir fıtır sadakası miktarıdır. Bunların kıymetini vermek de câizdir. | 173. Oruç kefâretinde bir fakire altmış gün sabah akşam yahut 120 sabah veya 120 akşam yemek yedirmek de yeterlidir. |
189. Bir özür sebebiyle sünnet olamamış kimsenin, organında toplanmış olan derinin içini de yıkaması lazımdır. Çünkü bu deri bedenin dışından sayılır. Buraya kadar gelen bir sidik ile abdest bozulur. Ancak açılmasında bir zorluk olursa o zaman yıkamak gerekmez. | 190. Suyun geçmesini engelleyecek şekilde dişlerin arasında nohut büyüklüğünde sert yemek parçası bulunmamalıdır. Vücudun hiçbir yerinde suyun geçmesini engelleyecek balık pulu veya çiğnenip kurumuş ekmek parçası gibi bir şey de bulunmamalıdır. Çünkü bunların altlarına su geçmeyince, gusül sahih olmaz. | 191. Birbirine bitişik olup da aralarında su geçirmeyecek bir halde bulunan parmakları yıkarken, su ile aralarını ovmalıdır. İçi boş olan göbeğin içini de yıkamalıdır. Üzerlerinde pislik bulunmasa da avret yerlerini su ile yıkayıp temizlemelidir. Bunların da kuru kalması, guslün sıhhatine engel olur. |
Peygamber Efendimiz on yedi yaşında iken de diğer amcası Zübeyr ile Yemen’e gidip az sonra dönmüşlerdi. | 84. Hz. Peygamber artık Kureyş arasında büyük bir şeref ve şan sahibi olmuştu. Kendisine “Muhammedü’l-emîn” deniliyordu. Kureyş kabilesinin pek şerefli ailesinden Huveylid kızı Hatice adında çok muhterem ve zengin bir hanım vardı. Daha genç iken dul kalmıştı. Bazı adamlara sermaye vererek ticaret yaptırıyordu. | Peygamber Efendimiz’e de sermaye verdi. Kölesi Meysere’yi de beraberine verip Şam tarafına gitmelerini istedi. Hz. Peygamber bu teklifi kabul ederek Busrâ’ya gitti. Orada işlerini görüp birkaç gün içinde geri döndüler. |
1. Namazda dışı ve içi ile bir sükûnet, bir huzur ve Allah’a ibadet duygusu içinde bulunmak. | 2. Üst elbiseyi açık bulundurmayıp düğmelemek ve erkekler için, yenleri varsa ellerini yenlerinden dışarıya çıkarmak. | 3. Kıyam halinde secde yerine, rükûda ayakların üzerine, secdede burnun iki yanına, oturuşta kucağa, selâmda sağ ve sol omuz başlarına bakmak. |
(Mâlikîler’e göre, mükellef olan bir kimse, bulûğ çağına yakın bir kadının açık bulunan bir uvzuna veya ince ve hafif bir şeyle örtülü bir yerine lezzet maksadı ile dokunsa abdesti bozulur. Bir maksat olmaksızın duyulan bir lezzet de böyledir. Öyle ki kadın mahrem olsa bile, lezzetlenme duygusu olan bir dokunma ve yapışma ile abdest bozulur. | Şâfiîler’e göre, herhangi bir yabancı kadının hiçbir engel bulunmaksızın bir uzvuna dokunmak abdesti bozar. Lezzet bulunmasa bile, hüküm yine böyledir. Bundan kadının saçları, dişleri ve tırnakları müstesnadır. Bunlara dokunmak, bir lezzet olsa bile, abdesti bozmaz. Yine Şâfiîler’e göre, bir erkek veya bir kadın, kendisinin veya başkasının oturağını yahut ön tenasül organını bir engel olmaksızın elinin içiyle tutsa abdesti bozulur. Mâlikî ve Hanbelîler’e göre de böyledir. Ancak bunlara göre, bir kadının kendi tenasül organını tutması abdestini bozmaz.) | Not: Bu gibi ihtilaflı meselelerde ihtiyata riayet edilmesi daha iyidir. Mesela Hanefî mezhebinde olan bir kimse, kendi mezhebine göre abdesti bozmayıp başka mezhebe göre abdesti bozan bir hal ile karşılaştığı zaman, ihtilaftan kurtulmak için abdest almalıdır. Böyle hareket etmek menduptur. Bilhassa imamların bu konuda daha dikkatli olmaları gerekir. |
2. Yola çıkmadan önce, kul borçları varsa ödenmelidir. | 3. Günahlardan tövbe etmeli, kazâya kalmış ibadetler varsa onları kazâ etmelidir. | 4. Gösterişten, övünüp böbürlenmekten, süs ve saltanattan sakınmalı, tevazu içinde olmalıdır. |
84. Merhamet, Rahm: Esirgemek, acımak, şefkat göstermek, çaresizlerin hallerine kalben acıyarak kendilerine yardımda bulunmak demektir. Merhamet, temiz ruhların bir süsüdür. Yalnız insanlara değil, hayvanlara da merhamet etmeli, acımalıdır. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: | “Yerde olanlara merhamet ediniz ki gökte olanlar da (melekler) size merhamet etsin.” | 85. Mürüvvet: Erkeklik, insanlığa uygun olan şeyi yapmak, güzel görünen şeyleri alıp yerilmeyi gerektiren hallerden kaçınmak demektir. Bunun karşıtı nâmertliktir. |
Ashâb-ı güzîn ile tâbiîne “selef-i sâlihîn” denir. Bunlar Ehl-i sünnet’in öncüleridir. Bunlar Peygamberimiz’in yolunu gereği üzre izlemişler ve İslâmiyet’i her tarafa yaymışlardır. İslâm birliğini ve topluluğunu kuvvetlendirmişlerdir. Din adına uydurmalardan uzak kalmışlardır. | 73. Ehl-i sünnet’in itikad (inanç ve iman) ile ilgili konularda yetkili büyük âlimleri ve imamları vardır. Bunlardan her biri, selef-i sâlihîn dediğimiz ashap ve tâbiînin yolunda yürümüşlerdir. İslâm âleminde yüz gösteren değişik görüşlere, felsefî nazariyelere karşı gerçeği savunmaya çalışmışlardır. İslâm inancının ne kadar saf ve ne kadar doğru olduğunu genişlemesine incelemiş ve çeşitli delillerle ispatlamışlardır. | İşte bu büyük mücahid âlimlerden biri İmam Mâtürîdî, diğeri de İmam Eş‘arî’dir. |
(Mâlikî ve Hanbelî mezheplerine göre de doğuşun değişik olmasına itibar olunmaz. Şâfiîler’e göre, aralarında 24 fersah (120 km.) veya daha çok bir uzaklık bulunan iki beldede, değişik doğuşlara itibar olunur. Birinde hilâlin görülmesi, diğeri için görülme sayılmaz.) | 68. Hilâlin doğuş yeri değişikliklerine itibar edilmediğine göre, bir belde halkı ramazan hilâlini görüp yirmi dokuz gün oruç tuttuktan sonra bayram yapsalar, diğer bir belde halkı da yine hilâli görerek otuz gün oruç tuttukları meydana çıksa, önceki belde halkının bayramdan sonra kazâ olarak bir gün oruç tutmaları gerekir. Çünkü ilk hilâli görüşe itibar olunmaz. Bu belde halkının hilâli bir gün sonra görmüş olmaları ihtimali vardır. | 69. Hanefî fıkıh âlimlerinden bazılarına göre, doğuş yerlerinin değişik olması geçerlidir. Bundan dolayı batıda hilâlin görülmesi sebebiyle doğuda bulunan müslümanlar için o gün oruç tutmak veya iftar etmek gerekmez. Bu hususta her belde halkı, kendi görgüsüne göre işlem yapar, oruç tutar, bayram yapar ve kurban keser. Bununla beraber, aralarında 24 fersahdan (120 km.) az bir uzaklık bulunan iki belde arasında bu ayrılık mümkün olmaz. İşte böyle birbirine yakın iki beldeden birinde görülen hilâl, diğerinde geçerli olur. |
Bütün bu olaylar yüce Allah’ın kudretine göre, hiçbir zaman imkânsız sayılamaz. İçinde yaşadığımız bu âlemdeki olayların her biri, acayip bir yaratışın ve büyük bir kudretin nişanıdır, bir üstünlük örneğidir. Artık kıyamet alametleri denilen bu olayları düşünen hangi insan imkânsız görebilir? | Bundan önce varlıklarına imkân verilmeyen nice büyük icatlar zaman zaman ortaya çıkmıyor mu? İnsanların zekâ ve çalışmaları sayesinde böyle birtakım büyük ve güzel şeyler meydana geldiği halde, yaratıcımızın büyük kudretiyle artık nelerin meydana gelebileceğini düşünelim. | “Bütün bunları yaratmak Allah’a güç değildir” (İbrahim 14/20). |
Birinci ve İkinci Bedir Savaşları | 127. Kureyş kabilesinden bir çete, Medine civarına kadar sokulup müslümanların hayvanlarını vurmuşlardı. Peygamber Efendimiz bunu öğrenince, Hz. Ali’yi sancaktar tayin ederek muhacirlerden bir birlik ile bu çeteyi izlemeye çıktı. Bedir denilen yere kadar gittiler. Fakat çete savuşup gittiğinden, geri döndüler. İşte buna Birinci Bedir Savaşı denmiştir. | 128. İkinci Bedir Savaşı’na gelince, bu da hicretin yine 2. yılı Ramazan ayında olmuştur. Buna “Bedr-i Kübra” da denilir. Şöyle ki: |
Dirseklere gelince, bunlara “mirfak” denir. Elleri dirseklerle beraber yıkamak farz ise de dirseklerden daha yukarısını yıkamak zorunluluğu yoktur. Ayakların iki taraflarında bulunan ve “topuk” denilen şişkin kısımları da yıkamak gerekir. Fakat bunların yukarısını yıkamak gerekmez. | Başa meshe gelince: Alından arkaya doğru başın ön kısmına meshedilmesi daha faziletlidir. Meshedilen yer iki kulağın üstüdür. Bu kısımdaki saçların üzerine meshedilmesi yeterlidir. Fakat bu kısımdan aşağıya sarkan saçların üzerine meshedilmesi, başın üstünde topak olsalar dahi, yeterli olmaz. | (Mâlikî ve Hanbelîler’e göre, başın tamamını meshetmek vâciptir. Şâfiîler’e göre en az bir parmak mesh yeterlidir.) |
İşte Hz. Peygamber bu kadar yüksek kalbe sahipti. Hak yolunda bu kadar samimi, bu kadar fedakârdı. Onun yüksek maksadı, yalnız Allah’ına kulluk etmek, İslâm dinini yaymak, insanları cehaletten kurtarmak, yeryüzünü insanlık ve medeniyet nurları içinde bırakmak idi. | Hz. Peygamber’in Emsalsiz Başarıları | 195. Peygamber Efendimiz, sahip olduğu yüksek vasıf ve tecelliler sayesinde yayılmasına muvaffak olduğu yüksek ve ilâhî din doğrultusunda hedef edindiği pek mukaddes gayeye erdi. Dünya tarihinde hiç kimseye nasip olmayan pek büyük başarılara kavuştu. |
6. Kurbanlar yalnız koyun, keçi, deve ve sığır cinsi hayvanlardan kesilebilir. Mandalar da sığır cinsindendir. Bunların erkekleri ile dişileri eşittir. Ancak koyun cinsinin erkeğini kurban etmek daha faziletli olur. Keçinin erkeği ile dişisi kıymetçe eşit olsalar, dişisini kesmek daha faziletli olur. Aynı şekilde devenin veya sığırın erkeği ile dişisi et ve kıymet bakımından eşit olsalar, dişisinin kurban edilmesi daha faziletlidir. | 7. Koyun ile keçi ya birer yaşını doldurmalı veya koyunlar yedi sekiz aylık olduğu halde birer yaşında imiş gibi gösterişli bulunmalıdır. | Deve, en az beş yaşını, sığır da en az iki yaşını bitirmiş bulunmalıdır. |
Demek ki bu yolun yalnız gidilecek mesafesi muteberdir. Yoksa gidip dönülmesine ait mesafesi muteber değildir. | 250. Vatanında veya vatan hükmünde olan bir yerde oturan kimseye “mukim” denir. Böyle bir yerden çıkıp en az on sekiz saatlik bir mesafeye gitmeye başlamış olan kimseye de dinî literatürde “müsafir/ misafir” (yolcu) adı verilir. | 251. Yolculuk hali, esasen zorluk ve sıkıntıdan boş kalmaz. Bunun için dinimiz yolcular için bazı kolaylıklar göstermiştir. Yolculukta gece-gündüz devamlı olarak yola devam edilemez. Dinlenmeye ihtiyaç görülür. Bunun için fıkıh kitaplarında üç gün üç gece sefer müddetini göstermek buna aykırı değildir. Bu bakımdan bir günlük normal yürüyüş, ortalama olarak altı saat kabul edilmiştir. Bazı yolcularda zahmet ve meşakkat olmasa da hüküm şahsa değil, cinse göre olacağından sefer hükmü bütün yolculuk hallerini kapsar. |
Bu hızlı yürüyüşe “hervele” denilir. | 14. Zilhicce ayının yedinci günü öğle namazından sonra Mekke’de tek bir hutbe okunup insanlara hac işlerini (menâsiki) öğretmek. | 15. Zilhicce’nin sekizinci günü, güneşin doğmasından sonra Mekke’den Mina’ya çıkmak ve o gece Mina’da kalmak. Mina Harem bölgesindedir. |
“Allah için Harem’e veya Mescid-i Harâm’a yahut Medine Mescidi’ne veya Mescid-i Aksâ’ya gideyim” diye adak yapılması İmâm-ı Âzam’a göre geçerli değildir. Çünkü örfte böyle bir ibadeti benimseme yoktur. Fakat, “Harem’e veya Mescid-i Harâm’a gideyim” şeklindeki bir adak, iki imama göre geçerlidir. Hac ile umreden birini seçmek gerekir. | 101. Piyade olarak haccetmeyi adayan kimse, sahih olan görüşe göre, evinden ve diğer bir görüşe göre, ihrama gireceği yerden itibaren piyade olarak gidip hacceder. Ziyaret tavafını yapmadan önce vasıtaya binse kurban kesmesi gerekir. | 102. Bir adak olmaksızın hac yolunda canını korumak ve usanmadan sakınmak için binitli olmak piyade olmaktan daha faziletlidir. |
269. Belirtilmeksizin bir ay itikâf yapmayı nezreden kimse, ramazanda bir ay itikâfta bulunmakla bu nezrini yerine getiremez. Zira bu itikâf için, bir ay oruç tutmayı da bu nezirle üzerine yüklenmiş bulunur. Ramazan orucu ise kendisine ayrıca farz olan bir ibadettir. | 270. Bir kimse nezrettiği bir itikâfı yapmadan ölecek olsa, her gün için bir fidye ödenmesini vasiyet etmiş olması gerekir. Çünkü vâcip olan bir itikâf, orucun bir parçasıdır. Onun için oruçtaki fidye, bunda da gerekli olur. Ancak fakir ise o zaman yüce Allah’tan af ve mağfiret dilemelidir. | İtikâfı Bozan ve Bozmayan Şeyler |
8. Ziyafet: Ziyafet vermek veya bir ziyafete çağrılmak, nâfile oruçları bozmak hususunda bir özür sayılabilir. Bunun için, sonradan kazâ edebileceğine güvenen kimse, vereceği veya çağrıldığı bir ziyafetten dolayı, nâfile olarak tutmuş olduğu orucunu bozabilir. Çünkü orucuna devam ettiği takdirde, bir müslüman kardeşini gücendirmiş olabilir. | Bir görüşe göre, nâfile oruç ziyafet için zevalden önce açılabilirse de zevalden sonra artık açılamaz. Eğer anne ve babanın haklarına riayetsizliği gerektiren bir hal olursa o zaman bu oruç bozulabilir. Ziyafet, farz ve vâcip oruçlar için bir özür değildir. | 9. Talâka (Boşamaya) Yemin: Nâfile veya kazâ orucuna başlamış olan bir kimseye orucunu bozması için bir şahıs kendi hanımının boş olmasına yemin etse, orucunu bozmazsa karısının boş olacağını söylese, bu oruçlunun o yemin eden adamı zarardan ve eziyetten kurtarması için orucunu açması mendup olur. Bazı âlimlere göre, daha istiva zamanı olmamış ise bu menduptur (iyidir), değilse mendup olmaz. Fakat yemin eden kimse oruçlunun babası ise mendup olur. |
15. Zilhicce’nin sekizinci günü, güneşin doğmasından sonra Mekke’den Mina’ya çıkmak ve o gece Mina’da kalmak. Mina Harem bölgesindedir. | 16. Zilhicce’nin dokuzuncu günü, güneşin doğuşundan sonra Mina’dan Arafat’a çıkmak. | Arafat’ta en büyük İslâm idarecisi veya onun görevlendireceği kimse, öğle namazı ile ikindi namazını birlikte öğle vaktinde kıldırır. Zevalden sonra ve namazdan önce iki hutbe okur. İnsanlara Arafat ile Müzdelife’de bir müddet durup beklemelerini (vakfe yapmalarını) söyler ve hac ile ilgili bazı bilgiler verir. |
(Mâlikî ve Hanbelî fıkıh âlimlerine göre müneccimlerin sözlerine güvenilmez. Bunun için onların sözleri ile herkes için oruca başlamak gerekmez. Yalnız Mâlikîler’ce, güvenilir bir görüşe göre, müneccimler kendi hesapları ile işlem yaparak oruç tutabilirler. Müneccimlerden işitip doğru olduğuna kuvvetle inanan kimse de onun hesabına dayanarak oruca başlayabilir. | Şâfiîler’ce de müneccimin (astronomi bilgini) sözü, kendi hakkında ve kendisini doğrulayan kimse hakkında geçerli ise de tercih edilen görüşe göre, bütün insanlar için geçerli değildir. Buna göre, müneccimin sözü üzerine herkesin oruca başlaması vâcip olmaz. Şâfiîler’den yalnız İmam Sübkî’nin bu konuda bir eseri vardır. Bu şahıs, hesabın kesin olduğunu göz önüne alarak müneccimlerin sözlerine güvenileceğine inanmıştır. Fakat diğer Şâfiî olan âlimler tarafından bunun sözü kabul edilmemiştir.) | Oruçlara Ait Niyetler |
Kur’an’dan başka diğer din kitapları eskiyince hemen gömülebilir, akar suya bırakılabilir, içlerindeki mukaddes isimler silindikten sonra yakılabilirler. Bu gibi kitapların kâğıtlarına bir şey sarmak dine ve ilme karşı hürmetsizliği doğuracağından câiz olamaz. | Yine, içlerinde yüce Allah’ın veya Resûl-i Ekrem’in isimleri yazılı kâğıt parçalarına da bu isimler silinmeksizin bir şey sarılması mekruhtur. | 40. Mâbedlere karşı saygılı olmak da vâcip olan bir görevdir. Bir cami veya mescide hürmetle girilir. Bunların içinde edep ve saygı ile oturulur. Biçimsiz ve yersiz hareketlerden, gereksiz konuşmalardan kaçınılır. |
7. Av köpekleri gibi öğretilmiş azı dişli av hayvanları, tuttukları avların etinden kendileri hiç yememelidir. Eğer bu avcı hayvanlar, tuttukları hayvanları parçalayıp etlerinden yiyecek olsa, artık avlanan hayvanların etleri yenmez. Fakat tırnaklı olan öğretilmiş hayvanların tutup etlerinden yedikleri hayvanlar, insanlar tarafından da yenir. Çünkü bu ikinci kısım hayvanların öğretilmiş olmaları, yemeği terk suretiyle değildir; çağırıldıkları zaman geriye dönüp gelmeleri iledir. | Avla İlgili Çeşitli Meseleler | 78. Avlanacak birçok hayvan için bir besmele yeterlidir. Şöyle ki: Avcı silah atarken veya öğretilmiş hayvanı salıverirken bir kez, “Bismillâhi Allahüekber” dedikten sonra birkaç hayvan aldığı yara sebebiyle ölmüş olsalar, hepsinin etleri yenebilir. |
34. Tevekkül: Allah’a güvenmek, kulluk görevini yaptıktan sonra başarıyı Allah’tan beklemek ve insan gücünün yetişemediği şeyleri yüce Allah’a bırakıp ümitsizliğe ve keder içine düşmemektir. Tevekkülden yoksun olmak büyük bir noksanlıktır. Bir mümin bilir ki herhangi bir işin elde edilmesi için, sadece sebeplerin varlığı yeterli değildir. Allah’ın dilemediği bir iş hiçbir zaman meydana gelmez. O’nun dilediği bir şeyi de hiç kimse engelleyemez. Bununla beraber tevekkül, sebeplere sarılmaya engel değildir. Allah Teâlâ olayları birer sebebe bağlamıştır. Bu konuda ilâhî kanunlara uymak gerekir. Peygamber Efendimiz, devesini bir şeye bağlamaksızın dışarıda bırakıp huzuruna gelen Amr b.Ümeyye’ye şöyle buyurmuştur: “Deveni bağla da tevekkül et.” | 35. Sebat: Sözde durmak, verilen sözü yerine getirmek, bir işte, bir inançta veya bir düşüncede kararlı bulunmak demektir. “Sabit (kararlı) olanlar nabit (başarılı) olurlar” sözü meşhurdur. Sebat başarının bir şartıdır. Doğrusu hayırlı ve hakka bağlı olan işlerde sebat etmek bir fazilettir. Faydasız olan boş şeylerde sebat göstermek ise aklın noksanlığına ve insafın yokluğuna delalet edeceği için büyük bir kusurdur. | 36. Cûd: Cömert davranmak, insanlara ihtiyaçlarını bildirmelerine meydan vermeksizin ihsan ve ikramda bulunmaktır. Verilmesi uygun olan şeyleri, uygun yerlere kolayca vermek huyudur ki buna sehavet de denir. |
11. İstincâ ve İstibrâ Yolu ile Temizleme | Kan, meni, sidik ve gaita gibi pisliklerin çıkmış oldukları yerleri temizlemek gerekir ki buna “istincâ” denir. Bu temizleme, avret yerlerini yabancılara göstermeksizin su ile, yoksa küçük taşlarla yapılır. Önce taşlarla, sonra su ile yapılması daha uygundur. Fakat kemik, kireç, kömür, tezek, bez, pamuk ve kâğıt gibi şeylerle istincâ mekruhtur. | Su ile istincânın sağlık yönünden yararları pek çoktur. Bu konuda tıp kitaplarında önemli bilgiler vardır. |
Diğer kısım sulara “mukayyet sular” denir. Yabancı bir maddenin mutlak suya karışması ile asıl özelliklerinden çıkan ve kendine özel bir isim alan sulardır. Gül suyu, çiçek suyu, üzüm, asma, et suları gibi. Bunların her birine “mukayyet su” denir. | 45. Mukayyet sular, aslî ve gayr-i aslî diye iki kısma ayrılırlar. Aslen mukayyet olanlar: Kavun, karpuz, asma, gül suları ve benzerleridir. Gayr-i aslî olan mukayyet sular, aslında mutlak su iken yabancı bir maddenin karışması ile meydana gelen sulardır. Bir su içine yaprakların düşmesi, o yaprakların çürüyerek suyun incelik ve akıcılığını, renk ve kokusunu değiştirmesiyle bozulan sulardır. | 46. İçinde nohut ve mercimek gibi, temiz bir şeyin pişmesiyle incelik ve akıcılığını kaybeden bir su da mukayyet su sayılır. Yine üç vasıftan (renk, tat ve koku) birine veya ikisini değiştirecek şekilde, mutlak suya mukayyetin karışması ile su mukayyet olur. Şöyle ki: Bir mutlak suya, süt gibi renk ve taddan ibaret iki vasfı olan bir içecek madde yahut karpuz suyu gibi yalnız tatdan ibaret bir vasfı olan bir sıvı karışıp da kendisinde bu vasıflardan yalnız biri meydana çıksa veya sirke gibi üç vasıflı (tat, renk, koku) bir sıvı karışıp da bu vasıflardan ikisi mutlak suda belirse, artık o su mukayyet olur. |
Ölü erkek ise “şu erkek için”, kadın ise “şu kadın için” diye duaya niyet edilir. Çocuklar için de bu şekilde niyet edilir. Cemaatten biri, ölünün erkek mi, kadın mı, büyük mü, küçük mü olduğunu bilmediği zaman, “Üzerine imamın namaz kılacağı ölüye, imamla beraber namaz kılmaya ve dua etmeye” diye niyet eder. | 557. Cenaze namazının rükünleri kıyam ile tekbirdir. Sünnetleri de hamd ve senâ etmek, salât ve selâm getirmek, hem ölüye hem de diğer müslümanlara dua etmekten ibarettir. Duanın rükün olduğunu söyleyenler de vardır. Namaz şöyle kılınır: Cenazeye karşı ve kıbleye yönelik olarak saf bağlanır, niyet edilir. İmam olan zat, (sesli olarak tekbir alır) ellerini namazda olduğu gibi bağlar. Cemaat de gizlice tekbir alarak ellerini bağlarlar. Bu tekbir bir bakıma bir rükündür, bir bakıma da bir şarttır. Bu tekbirin arkasından hem imam hem de cemaat Sübhâneke’yi okurlar (Buna “ve celle senâüke”yi de eklerler). Sonunda ellerini kaldırmaksızın “Allahüekber” diye imam âşikâre tekbir alır. Cemaat de ellerini kaldırmaksızın gizlice tekbir alır. Bundan sonra hepsi gizlice Allahümme salli ve Allahümme bârik dualarını okurlar. Tekrar aynı şekilde “Allahüekber” diye tekbir alınır. Bu defa da ölüye ve diğer müminlere gizlice dua edilir. Bu duadan sonra yine “Allahüekber” denilip tekbir alınır ve arkasından önce sağ tarafa, sonra da sol tarafa imam yüksek sesle, cemaat de gizlice selâm verirler. Böylece namaz tamamlanmış olur. Bu vâcip olan selâm ile ölüye, cemaate ve imama selâm verilmesine niyet edilir. Bazılarına göre bu selâmda ölüye niyet edilmez. | (Cenaze namazında Fâtiha sûresinin okunması, Şâfiîler’ce bir rükündür. İlk tekbirden sonra okunması daha faziletlidir. Hanbelîler’ce de bu bir rükündür. Birinci tekbirden sonra okunması vâciptir. Mâlikîler’e göre ise okunması tenzih yolu ile mekruhtur.) |
562. Cenaze namazının asıl rüknü olan tekbirler, anlatıldığı gibi üçtür. İlk tekbirle beraber hepsi dört tekbir etmiş olur. İmam bir beşinci tekbir daha alacak olsa cemaat buna uymaz. | 563. Cenaze namazında cemaatin bulunması şart değildir. Yalnız bir müslüman erkeğin veya yalnız bir kadının cenaze namazını kılması ile de bu farz yerine getirilmiş olur. Cenaze namazı cemaatle kılındığı zaman imam olmaya en çok hak sahibi bulunan, en geniş yetkiye sahip idarecilerdir. Bunlardan sonra cuma namazını kıldıran imam gelir. Sonra iyi bir hal sahibi bulunan mahalle veya kabile imamıdır. Daha sonra da ölünün veraset sırasına göre velisi bulunanlardır. | 564. Bir veli, namaz kılma sırası kendisine gelmişse başkalarına namaz kıldırma iznini verebilir. Derecesi önde olmayanlardan başkası velinin izni olmadıkça namaz kıldıramaz. Eğer kıldıracak olsa veli de yeniden namaz kılar ve başka bir cemaate de kıldırabilir. Fakat başkası yeniden kıldıramaz ve dereceleri eşit olan velilerden biri kıldırınca veya kıldırmasına izin verince, diğerlerinin artık kıldırmaya yetkileri kalmaz. Çünkü velayet hakkı, her birine tam ve eşit olarak ayrı ayrı sabit olmuştur. |
3. Belli bir vakit olmak: Bundan maksat, Arafat’taki vakfe zamanıdır ki arefe gününün zeval vaktinden kurban bayramı fecrinin doğuşuna kadar devam eden bir zamandır. Ziyaret tavafının vakti ise daha önce belirtildiği gibi, hayatın sonuna kadardır. Fakat bu tavafın vâcip olan vakti, nahr (kurban boğazlama) günleri, yani kurban bayramının ilk üç günüdür. | Bununla beraber ifrad haccının, temettu‘ haccının, kıran haccının hac görevlerini (menâsikini) yapmak için yine belli bir vakit vardır. Bu da şevval ve zilkade ayları ile zilhicce ayının ilk on günüdür. Bu aylara hac ayları ve hac mevsimi denir. | Bu aylar içinde en son hac vakti, Arefe günü ile kurban günüdür. Arefe günü zevalden sonra Arafat’ta az veya çok bulunup bayramın ilk gününde ziyaret tavafını yapan kimse, hac farzını yerine getirmiş olur. |
3. Kâbe’yi tavaf etmek ve bir zorunluk olmadığı halde bir mescide girmek veya içinden geçmek. Fakat zaruret hali olursa geçilebilir. Mesela bir kimsenin evinin kapısı, mescidin içine doğru açılsa ve evine girip yıkanmak için mescid içinden geçmek zorunda kalsa o kimse mescid içinden geçerek evine girer ve yıkanır. Bu bir mecburiyet halidir. Mescid içinde uyurken ihtilâm olan kimse, dışarıya çıkmak için teyemmüm eder; fakat bu teyemmüm ile Kur’an okuyamaz, namaz da kılamaz. | 4. Üzerinde âyet-i kerime yazılı bulunan bir levhayı veya bir parayı el ile tutmak. | Üzerlerine gusül gerekli olanların yıkanmadan önce yapmaları mekruh olan şeyler şunlardır: |
54. Buhtunnasr, Kudüs’ü ele geçirdiği zaman Beytülmakdis’i yıkmış, Tevrat nüshalarını yakmıştı. Üzeyir aleyhisselâm ile Dânyâl aleyhisselâmı da diğer İsrâil âlimleri ile beraber Bâbil’e götürmüştü. Daha sonra İran’daki Kiyaniyan hükümeti Bâbil’i ele geçirip Keldânî hükümetini yok edince, İsrâiloğulları esaretten kurtularak vatanlarına dönmüşler ve Beytülmakdis’i yeniden inşa etmişlerdi. Hz. Üzeyir de Tevrat’ı ezber okuyup yeniden yazdırdı ve böylece çoktan beri unutulmuş olan Musa peygamberin şeriatı yeniden meydana çıkmış oldu. | 55. Kur’ân-ı Kerîm, Hz. Üzeyir’e dair bilgi vermektedir. Fakat peygamber olup olmadığını açıklamamaktadır. İslâm âlimlerinden bir kısmına göre, Hz. Üzeyir bir peygamber değildir, velilerden büyük bir zattır. Önceleri yahudilerden bazıları Hz. Üzeyir için, “Allah’ın oğludur” diyerek şirke saplanmışlardı. | 56. Kur’ân-ı Kerîm’de isimleri anılan Zülkarneyn ile Lokman’ın peygamberliğinde de ihtilaf vardır. Zülkarneyn’in adı, bir rivayete göre “Mus‘ab”dır. İbrahim aleyhisselâmın zamanında yaşadığı rivayet edilir. Dünyanın doğusuna ve batısına gitmiş, Ye’cûc ve Me’cûc denilen bir kabileye karşı bir set yapmış, pek büyük başarılar elde etmiştir. Ama bu zat, Yunanlılar’ın İskender’inden başkasıdır. Bunun hayatı bizce tamamen bilinmemektedir. |
78. İslâm’da ziraat da pek önemli bir kazanç yoludur. Bunun yararı çok geniştir. Ekincilik insanlarla beraber doğmuştur. Bununla ilk uğraşan zat, Hz. Âdem’dir [aleyhisselâm]. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: | “Rızkı yerin altında bulunan şeylerde arayınız.” | Bu yüksek emir, hem ziraat hem de madencilik için geçerlidir. |
Pis olan bir şeyi su ile yıkamak hususunda akar su, durgun su ile kap içinde yıkamak veya kap içinde yıkamamak bakımından bir fark yoktur. Yeter ki su berrak bir duruma gelsin. Bu yıkamada sıcak su veya sabun gibi temizleyici maddelerin kullanılması şart değildir, güçlük olmadığı zaman bunların kullanılması tercih edilir. | Keçe ve benzeri, sıkılmaları mümkün olmayan pis eşyalar kap içinde üç defa yıkanır ve her yıkayışta pis eşyanın suyu süzülür ve damlaları kesilinceye kadar bırakılmış olursa temizlenmiş sayılır. Fazla kurutulması gerekmez. Böyle bir eşya akarsu içine bırakılırsa veya üzerine sular dökülerek yıkanırsa onda pislik izi kalmayınca temiz olur. Ayrıca sıkılıp kurutulmasına ve tekrar tekrar suya sokulmasına gerek yoktur. | Pis olan bir kına ile boyanan bir organ üç kez yıkanmakla temiz olur. Kınanın organ üzerinde kalan rengi bir zarar vermez. Bir organa değen kan ve benzeri bir maddeyi, üç kez yalayıp tükürmekle izi giderilmiş olursa hem organ hem de yalayanın ağzı temiz olur. |
47. Kehanette bulunmak (gaybdan haber vermek), yıldızlardan birtakım hükümler çıkarmak, “remil” atmak da haramdır. İslâm dini bu gibi işleri kesinlikle yasaklamıştır. Bunlarla zaman öldürmek, aydın ve düşünen insanlara asla yakışmaz. | DİN ve MUAMELATTA SÖZLERİ | KABUL EDİLECEK ve EDİLMEYECEKLER |
94. Yukarıda gösterilen yedi kısımdan her biri, zekâtın verileceği yerdir. Bir kimse zekâtını bunlardan herhangi birine verebileceği gibi, bir kısmına veya tümüne de dağıtabilir. Bununla beraber nisab miktarına ulaşmayan bir zekâtın, bunlardan yalnız birine verilmesi daha faziletlidir. Çünkü bir ihtiyacı karşılamış bulunur. | 95. Bir fakire bir elden nisab miktarı zekât vermek câiz ise de kerâheti vardır. Ancak fakirin borcu varsa veya kalabalık nüfusu olur da bu zekâtı onlarla bölüştüğü zaman nisab miktarı kendilerine düşmezse bunda kerâhet yoktur. | 96. Bir fakir bir zenginden malının zekâtını isteyerek mahkemede dava edemez. Çünkü zekâtın o davacı şahsa verilmesi bir borç değildir. Aynı zamanda bu bir ibadet olduğundan sahibinin din anlayışına bırakılmıştır. |
“Ey resûlüm! Sana vahyolunan Kur’an âyetlerini güzelce oku ve namazı gereği üzere kıl. Gerçekten namaz, edep ve namusa uygun olmayan şeylerden, çirkin görülen işlerden alıkor. Her halde yüce Allah’ı zikretmek, her ibadetten daha büyüktür. Yüce Allah bütün yaptıklarınızı bilir” (Ankebût 29/45). | Namaz ibadeti ise en büyük zikirdir. | Diğer bir âyet-i kerimenin anlamı şöyledir: |
119. Tedavi için temiz olan ilaçları yiyip içmek ve kullanmak câizdir. Çünkü Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur: | “Ey Allah’ın kulları! Tedavi olunuz; çünkü yüce Allah yarattığı her hastalık için bir deva (ilaç) yaratmıştır. Yalnız bir tane müstesnadır ki o da ihtiyarlıktır.” | Onun için birçok hastalık tedavi sebebiyle giderilir. Allah’ın düzeni böyle devam edegelmiştir. Bununla beraber şifayı ilaçtan değil, yüce Allah’tan bilmelidir. |
ANILAN PEYGAMBERLER | 7. Yüce Allah önceleri birçok peygamber göndermiştir. Fakat bunların yalnız yirmi beşinin mübarek adları Kur’ân-ı Kerîm’de açıklanmıştır. Bizlere bir uyarı ve ders olmak üzere o kutsal peygamberlerin yüksek hallerinden haber vermiştir. Biz kendilerine iman etmekle yükümlü bulunduğumuz o büyük peygamberler hakkında kısaca bilgi vereceğiz. | 1. Âdem Aleyhisselâm |
İmam Muhammed’e göre, yalnız sağlığa kavuştuğu günler miktarı fidye vasiyet etmesi gerekir. | 253. “Yüce Allah’ın rızası için kurban keseyim” veya, “Nezrim olsun kurban kesip etini fakirlere sadaka olarak vereyim” diye yapılan bir nezir geçerlidir. Fakat, “Şu hastalıktan iyi olursam, bir koyun keseyim” veya, “Falan türbe için bir kurban keseyim” gibi nezirler, söz vermeler bir nezir hükmü taşımaz. Allah’ın rızasından başka bir kimse adına kurban kesilmesi câiz değildir. | 254. “Falan kimseye şu kadar para adadım, falan türbeye şu kadar mum adadım, falat zatın gelmesi için kurban keseceğim” gibi sözler câiz değildir. Hele bir ölü hakkında, “Ey mübarek zat! Sen benim şu işimi yoluna koyarsan, şu hastama şifa verirsen, şu kayıp malımı bana geri çevirtirsen, senin türbene şu kadar şey harcayayım” şeklinde adaklar bâtıldır, haramdır. Belki, “Allah rızası için şu fakire şu kadar para vermek adağım olsun, Allah Teâlâ hastama şifa verirse, şu kayıp malı bana geri döndürürse, Hak rızası için sadaka vereyim, kurban kesip etini sadaka vereyim, onların mescidlerine hasır ve zeytinyağı alayım” şeklinde bir adak yapılabilir. |
Diğer peygamberlerin mübarek adlarını da “selâm” ile anarız. “Âdem aleyhisselâm, İbrahim aleyhisselâm” deriz. İki peygamber anılırsa: “aleyhimesselâm”, ikiden çok olursa, “aleyhimüsselâm” denilir. | 30. Peygamberlerden başka kimseler, yalnız başına oldukları zaman salât ve selâm ile anılmazlar. Ancak bunlar peygamberlerle beraber anılınca, salât ve selâma katılabilirler. Ebû Bekir aleyhissalâtü vesselâm veya aleyhisselâm demeyiz. Yine Allah Teâlâ ashâb-ı kirâma salât ve selâm buyursun, demeyiz. Ancak şöyle deriz: “Allah Teâlâ, Hz. Muhammed’e, onun âl ve ashabına salât ve selâm buyursun.” | Peygamberlerle onlara uyan ashâb-ı kirâmın aralarını ayırmak ve saygıdaki farka işaret etmek için böyle yapmak, İslâm âdabından olarak bütün âlimler arasında kabul edilmiştir. |
45. Huşû: Tevazu göstermek, hakka boyun eğmek, korku ile sevgi karışımı olan saygılı bir tavır takınmak demektir. Karşıtı, gaflet içinde kendini büyük görmek, kalp huzurundan yoksun olmaktır. Bir ibadetin değeri, huşûa olan yakınlığı nisbetinde artar. Haşyet de saygı ile karışık kalple ilgili bir korkudur. Allah korkusuna “haşyetullah” denir. | Kalbinde Allah korkusu bulunmayan kimsenin her çeşit fenalığı yapması mümkündür. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: | “Hikmetin başı Allah korkusudur.” |
1. Cuma ve iki bayram namazları için gusletmek. | 2. Hac ve umrede ihrama girerken ve arefe günü vakfe yapmak için yıkanmak (gusletmek). | 3. Medine-i Münevvere ile Mekke-i Mükerreme’ye girmek için yıkanmak. |
“Biz seni âlemlere bir rahmet olarak gönderdik” (Enbiyâ 21/107) âyet-i kerimesi nâzil olmuştur. | Hz. Peygamber’in Güzel Geçinmesi | 192. Peygamber Efendimiz, insanlarla geçinme hususunda da insanların en iyisiydi. Herkesle güzel görüşür, daima güler yüzlü bulunurdu. Sohbet esnasında kimsenin sözünü kesmezdi. Ancak yersiz bir söz olması hali müstesna. Her kavmin büyüklerine daima ikram eder, onları kendi kabilelerinin reisliğine tayin buyururdu. Yapılan davetlere icabet eder, verilen hediyeleri kabul buyurur, karşılığında da hediye verirdi. Dine aykırı olmayan işlerde insanlara aykırı davranışta bulunmazdı. Hoşuna gitmeyen bir şey görünce, görmemezlikten gelirdi. Fakat günahı gerektiren şeylerde böyle davranmaz, işi düzeltirdi. |
Dönsün riyaz-ı cennete hâk-i mezelletim. | ONUNCU Kİtap | PEYGAMBERLERİN |
3. Mekkeliler, Medine’de kurulan İslâm hükümetini o zamana kadar tanımıyorlardı. Bu antlaşma ile müslümanlar kendi devletlerini onlara tanıtmış oldular. | 4. Müslümanlar bu antlaşma sebebiyle Kureyş’in saldırısından emin olarak başka düşmanları ile uğraşmaya zaman kazandılar. Başka yerlerde fetihlerde bulundular. | 5. Bu antlaşma ile birçok kabile müslümanlarla serbestçe görüşerek İslâm’ın yüksekliğini anlamış oldular. Hudeybiye Antlaşması açık bir zaferdi. |
203. Aklen mümkün olup da âdet bakımından muhal olan bir şeye yemin, hemen hânis olmayı gerektirir. Bunun için bir kimse, “Ben göğe çıkacağım, ben şu taşı altın yapacağım” diye yemin etse hemen yemini bozulur ve kefâret ödemesi gerekir. Fakat böyle bir yemin, bir vakte bağlanmış olursa o vakit çıkmadıkça hânis olmaz. “Vallahi şu demiri on güne kadar elmas yapacağım” diye yemin edilmesi gibi. Bu yemin üzerinden on gün geçmeden hânis olmayacağı gibi, on günden önce ölse yine hânis olmaz, kefâret de gerekmez. | 204. Zaman belirlemeksizin yapılan yeminlerde, yemin edilen şey imkânsız hale gelmedikçe yemin bozulmaz. Fakat iş imkânsız hale gelince yemin bozulur ve kefâret gerekir. Bir kimse bir zata hitaben, “Vallahi ben seni ziyaret edeceğim” dediği halde uzun bir müddet ziyaret etmese yemini bozulmaz. Ancak ziyaret etmeden o yemin eden veya ziyaret edilecek zat ölürse yemin bozulur. | Zaman belirlenince, o zamanın sonuna bakılır. “Ben, seni yarın ziyaret edeceğim” diye yemin edilmesi gibi ki o günün güneş batması zamanına kadar devam eder. O gün ziyaret yapılmadan güneş batınca yemini bozulur. |
366. Tilâvet secdesine ayaktan yere inilmesi ve bu secdeden baş kaldırırken ayağa kadar kalkılması ve böyle kalkarken, “Gufrâneke rabbenâ ve ileyke’l-masîr” (Ey Rabbimiz, affına sığındık, dönüş sanadır) denilmesi müstehaptır. Bu secdeye gidilirken veya bundan kalkılırken alınan tekbirlerde müstehaptır. Asıl secde ise vâciptir. | (Üç mezhebe göre, tilâvet secdesi sünnettir.) | 367. Tilâvet secdesini yapacak kimsenin abdestsizlikten ve pisliklerden temiz, avret yerlerinin örtülü ve kıbleye yönelik bulunması şarttır. |
12. Ziyaret tavafının ilk üç şavtında erkeklerin “remel” yapmaları (adımlarını kısaltarak ve omuzlarını silkerek çalımlı bir şekilde yürümeleri). Bu hareket hacıların güç ve sağlamlığına işarettir. | Resûlullah Efendimiz kazâ olarak yerine getirdikleri umre esnasında ashâb-ı kirâmla beraber bu şekilde tavaf ederek, karşıdan seyreden ve ashâb-ı kirâmın zayıf düştüklerini sanan Mekkeliler’e müslümanların kuvvet ve yiğitliğini göstermek istemişti. Peygamberimiz’in bu sünneti hâlâ uygulanmaktadır. | Bu remel, kudûm tavafında yapılabilirse de ziyaret tavafında yapılması daha faziletlidir. Sader tavafında ise yapılmaz. |
21. Müstehap: Lugat manası, “sevilmiş şey” demektir. Dinî bir terim olarak, “Peygamber Efendimiz’in bazan yaptıkları ve bazan da terkettikleri ibadettir.” Kuşluk namazı gibi. Bu bir nevi müekked olmayan sünnettir. | Hz. Peygamber, müstehap denilen bazı şeyleri sevmiş ve benimsemiştir. İlk devrin değerli müminleri de bunları seve seve yapmışlar ve bunların yapılmasını din kardeşlerine öğütlemişlerdir. | Müstehap olan şeylere, “mendup, fazilet, nâfile, tatavvu, edep” adı da verilir. Şöyle ki: Müstehap olan şeye, sevabı çok olup yapılması istendiğinden ötürü mendup ve fazilet denilir. Farz ve vâcip üzerine ilave olarak yapıldığı için de ona “nâfile” denilir. Kesin bir emre dayanmaksızın, sadece bir sevap isteği ile yapıldığı için ona “tatavvu” adı verilir. Güzel ve övgüye değer bir iş olduğu için de ona “edep” denmiştir. Bunun çoğulu “âdap”’tır. Edep üzerinde bilgi için, bu eserin ahlâk bölümüne müracaat edilsin. |
“Yüce Allah’a hamdolsun ki suyu temizleyici ve İslâm’ı nur yapmıştır” der. | 2. Ağzına su alırken, | اَللّٰهُمَّ اَسْقِن۪ى مِنْ حَوْضِ نَبِيِّكَ كَأْسًا لَا أَظْمَأُ بَعْدَهُ أَبَدًا |
161. Cuma günü idi. İnsanlar Harem-i şerif’te toplanmıştı. Önceden Hz. Peygamber’e verdikleri eziyetleri hatırlayarak kendilerinden bugün nasıl bir intikam alınacağını düşünüyorlardı. Oysa ki o yüce Peygamber hepsini bağışlamıştı. Hepsine merhamet ve şefkat gösterdi. “Hepiniz haydi gidiniz, hürsünüz” diye onlara dokunmadı. | Kâbe’yi temizletti. Ötede beride bulunan putları da kırdırdı. Mekke’de bulunan erkekler ve kadınlar akın akın gelip müslüman oldular. Artık çok yüksek bir inkılap (devrim) olmuştu. O zamana kadar taşlara, ağaçlara ve insanlara tapanlar, şimdi sadece yüce Allah’a [celle celâluhû] tapmaya başlamışlardı. Şimdiye kadar Hz. Peygamber’e düşman olanlar, şimdi onu canlarından çok seviyorlardı. Yeryüzünün bu mübarek beldesinden tabaka tabaka karanlıklar kalkıp açılmış, onların yerine hidayet, fazilet, diyanet ve gerçek medeniyet nurları yerleşmişti. | Hz. Peygamber, Mekke-i Mükerreme’ye, pek genç yaşta bulunan fakat her yönü ile yeterli olan Esîd oğlu Attâb’ı [radıyallahu anh] vali tayin etti. Zilkade ayının son günlerinde Medine-i Münevvere’ye dönüldü. |
194. Bir kimse, “Şöyle yaparsam Allah’ın gazabına, lânetine, buğzuna uğrayayım, zâni olayım, hırsız olayım” diye söylese bununla yemin etmiş olmaz. “Namazım, orucum şu kâfirin olsun” demesi de böyledir. Bununla beraber bir görüşe göre, namazın ve orucun bir ibadet, Allah’ın rahmetine bir yakınlık olması bakımından kâfire ait olması kastedilirse bu yemin olur; fakat yalnız sevapların ona ait olması kastedilirse yemin olmaz. Bu gibi sözler İslâm terbiye ve âdabına aykırıdır. Bunlardan sakınmalı. Eğer böyle bir söz çıkarsa hemen tövbe edip istiğfarda bulunmalıdır. | 195. “Mushaf hakkı için, Kur’an hakkı için, okuduğum Kur’an hakkı için falan işi yapmam” dediği halde, o işi yaparsa kefâret gerekmez. Tövbe edip mağfiret dilemesi lazım gelir. Bununla beraber Kur’ân-ı Kerîm, Allah kelâmı olduğundan bir görüşe göre, Kur’an’a yemin geçerlidir. | 196. Yalan yere, “Allah bilir ki şu şöyledir, şöyle değildir” denilmesi bir görüşe göre küfrü gerektirir. Çünkü yüce Allah’a bilmezlik nisbet edilmiş olur. Diğer bir görüşe göre de küfrü gerektirmez. Zira bununla küfür değil, yalanın geçerli kılınması kastedilmiştir. Ancak bu büyük bir günah olduğundan hemen tövbe edilmesi gerekir. |
Benzeri Kur’an’da bulunmadığı halde, manası da bulunmayan bir lafız hakkında da hüküm böyledir. “Yevme tüble’s-serâiru” yerine “yevme tüble’s-serâilü” okunması gibi. | 437. Yanılarak okunan bir lafzın benzeri Kur’ân-ı Kerîm’de bulunur da bu lafız ile Kur’an’daki kelimenin manası aşırı derecede değişmemekle beraber ikisinin manası birbirinden uzak bulunursa, İmâm-ı Âzam ve İmam Muhammed’e göre namaz bozulur. İhtiyatlı olan budur. Fakat İmam Ebû Yusuf ile diğer bazı fıkıh âlimlerine göre namaz bozulmaz. Çünkü bunda herkes için bir güçlük vardır. İnsanların çoğu bundan kurtulamaz. Onun için fetva da buna göredir. | 438. Yanılarak okunan bir lafzın benzeri Kur’an’da bulunmamakla beraber bununla mana değişmeyecek olsa, İmâm-ı Âzam ve İmam Muhammed’e göre namaz bozulmaz. Çünkü mana asıldır, en çok manaya önem verilir. Fakat İmam Ebû Yusuf’a göre bozulur; zira burada asıl olan Kur’an’da benzerinin bulunup bulunmamasıdır. “Kavvâmîne” yerine “kayyâmîne” okunması gibi ... |
367. Tilâvet secdesini yapacak kimsenin abdestsizlikten ve pisliklerden temiz, avret yerlerinin örtülü ve kıbleye yönelik bulunması şarttır. | 368. Tilâvet secdesi, secde âyetini okuyan bir mükellef için vâcip olduğu gibi, bunu dinleyen bir mükellef için de vâciptir. İster dinlemeyi kastetmiş olsun, ister olmasın, bu secdeyi yapar ve bu secdeyi yapmakla sevaba erer. Yapmayan da vâcibi terkettiğinden günaha girer. | 369. Mümeyyiz bir çocuğun (doğruyu yanlıştan, faydayı zarardan ayıran), cünübün, hayız veya nifas halinde olan kadının, bir sarhoşun veya müslüman olmayan birinin okuyacağı bir secde âyetini işiten her mükellefe de tilâvet secdesi vâcip olur. Çünkü bunların bu okuyuşları sahih bir okuyuştur. Müslüman olan bir cünüp veya sarhoş da okuyacağı veya işiteceği bir secde âyetinden dolayı secde ile mükellef olur. Bunlar temizlendiği ve akılları başlarına geldiği zaman bu secdeyi yapmaları gerekir. Fakat hayız ve nifas halinde bulunan bir kadının ne okuyacağı ne de işiteceği bir secde âyetinden dolayı ona tilâvet secdesi gerekmez. Zira bunlar bu halde namaz ile mükellef değillerdir. |
Bir de kendileri ile devir yapılacak fakirler arasında çocuk, bunak, deli, zengin ve gayri müslim bulunmamalıdır. Bu hususlara dikkat etmelidir. | MESCİDLERE AİT HÜKÜMLER | 490. Mescid, İslâm mâbedlerine (ibadet evlerine) verilen bir isimdir. Lugatta “secde edilecek yer” demektir. Çoğulu “mesâcid”dir. Mescidlerin büyüğüne “cami” denir. Bunun çoğulu da “cevâmi‘”dir. |
217. Cünüplükten dolayı teyemmüm etmiş olan bir kimsenin abdesti bozulsa cünüp sayılmaz, abdestsiz olur. Bu kimse yalnız abdeste yetecek kadar su bulsa bununla abdest alır. Bu kadar su bulamazsa tekrar namaz için teyemmüm eder. | 218. Abdest almak veya gusletmek için başkasının yanında bulunan suyu istemek gerekir. Ancak yeterli miktarda suyun bulunmadığı bir yerde istenmeyebilir. Çünkü abdest için kullanılırsa hayatî tehlike ortaya çıkabilir. Bir de kendisinden su istendiği takdirde vermeyeceği bilinen kişiden de istenmeyebilir. | 219. Abdest alacak veya gusledecek bir kimsenin, ihtiyacından çok parası olduğu zaman, değer kıymeti ile veya biraz fazlasıyla satılmakta olan suyu ihtiyacı için satın alması gerekir. Fakat normal fiyatın iki misli ile satın almak gerekmez; çünkü bu aşırı bir fiyattır. |
11. Hayırsever olmak, yardım etmek ve arka çıkmak. Şöyle ki: Müslümanlar herkes için hayır ister, herkese yardımda bulunmaktan haz duyar. Müslümanların din ölçüleri içinde birbirlerine yardım etmesi ve şefaatte bulunması, aralarındaki kardeşliğin bir gereğidir. Kendisi için hayırlı görüp istediği bir şeyi, başkaları için de istemeyen kimse, İslâm muaşeretinin temiz esaslarını gözetmemiş olur. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: | “Sizden biriniz kendi nefsi için sevip istediği bir şeyi kardeşi (veya komşusu) için de sevip istemedikçe, gerçek mümin olamaz.” | 12. Selâm vermek. Şöyle ki: Müslümanlar arasında selâm vermek bir sünnettir, bir dostluk ve hayırseverlik alametidir. Selâm almak da bir farzdır. Bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: |
İşte bu umumi (genel) kıyamettir. Bunun kopacağı zamanı ancak yüce Allah bilir. | 60. Kıyametin alametlerine gelince: Bunlar, eşrât-ı sâat (kıyamet alametleri) denen bazı tuhaf ve olağanüstü olaylardır. Bunların meydana geleceğini Peygamber Efendimiz bildirmiştir. Başlıcaları şunlardır: | 1. Din konusunda bilgisizliğin her tarafa yayılması, sarhoşluk veren şeylerin içilmesi, zina ve benzeri kötülüklerin çoğalması, öldürme olaylarının artması ... Bunlara “küçük alametler” denir. |
169. Gasl, “yıkamak” demektir. Gusül ve iğtisal de “yıkanma” anlamını taşır. Dinî bir terim olarak gusül: Bütün bedenin yıkanmasıdır, boy abdesti alınmasıdır. Buna “taharet-i kübra” (büyük temizlik) denir. Böyle bir temizliği gerektiren hal cünüplüktür. Ayrıca kadınların hayız ve nifas kanlarının sona ermesidir. Cünüplük hali ise aşağıda açıklanacağı üzere, şehvetle meninin atılmasından ve cinsel ilişkiden meydana gelir. | 170. Şehvetle yerinden ayrılan ve şehvetle dışarıya atılan bir meniden dolayı gusletmek gerekir. Şehvetle yerinden ayrılıp, şehvet kesildikten sonra dışarıya atılan meniden dolayı da İmâm-ı Âzam ile İmam Muhammed’e göre gusül gerekir. Fakat İmam Ebû Yusuf’a göre gerekmez. | Rüyada şehvetle yerinden ayrılan bir meninin, şehvet kesildikten sonra dışarıya akıtılmasını sağlamak için tenasül organını tutmak ve sonra dışarıya akıtmakta, misafir ve soğukta bulunanlar için İmam Ebû Yusuf’un görüşünü seçmekte kolaylık vardır. |
6. Ayakların sağlıklı olması: Kötürüm veya ayakları kesilmiş olan kimselere cuma namazı farz değildir. Kendilerini yüklenecek kimseleri bulunsa da hüküm aynıdır. | Düşman korkusu, şiddetli yağmur, fazla çamur ve benzeri engeller de cuma namazına gidilmemesini mubah kılan özürlerdendir. | Bununla beraber bu altı şartı taşımayan kimseye her ne kadar cuma namazı farz değilse de, gidip cuma namazını kılacak olsa, vaktin farzını yerine getirmiş olur. Kadınların veya âmâ ve benzeri özrü olan kimselerin cuma namazını kılmaları gibi. Artık bunlar o günün öğle namazını ayrıca kılmakla yükümlü değillerdir. |
İmamdan önce rükû veya secdeden başını kaldıran kimse, imama aykırı davranışını gidermek için hemen rükû veya secdeye döner. | 113. İmama rükûda yetişen kimse iki tekbire muhtaç değildir. Ayakta “Allahüekber” deyip hemen rükûa gider. Bu bir tekbir ile hem iftitah hem de rükû tekbirini almış olur (İmamet bahsine bakılsın). | Namazlarda Secde |
Peygamber Efendimiz’in Allah’ın Vahyine ve | Elçiliğine Kavuşması | 87. Hz. Muhammed Efendimiz [sallallahu aleyhi vesellem], çocukluğundan beri üstün bir fazilet ve çok güzel bir ahlâk içinde yaşamıştı. Kavminin cahilce yaptıkları işlerden ve âdetlerden tamamen uzaktı. Kimseden bir şey okumamış, bir şey yazmamıştı. Kimse ile dinî konulara ait bir şey konuşmamıştı. Onun üzerinde kimsenin hocalık hakkı olamazdı. O, bütün cihanın en büyük hocası ve en yüksek mürşidi olmaya adaydı. Onu yüce Allah bir mucize olarak yaratmıştı. Onun kalbine bütün ilim ve hikmetleri doğrudan doğruya Cenâb-ı Hak bırakacaktı. O, tam bir masumiyet içinde kırk yaşına yaklaşmıştı. O sırada mübarek gözlerine melekler görünür, “Yâ Muhammed!” diye ortalıktan seslenilirdi. Kendisine taşlardan veya ağaçlardan selâm sesleri gelirdi. Aklı, zekâsı, maddi manevi sağlığı üstün bir şekilde mükemmeldi. |
Fakat âmir, böyle, “Başkası değil, ancak falan kimse benim adıma haccetsin” şeklinde bir tahsis yapmayarak, “Adıma falan kimse haccetsin” dediği takdirde, o kimsenin ölümü halinde başkasına haccettirilebilir. | Aynı şekilde, hiç kimseyi göstermeksizin adına hac yaptırılmasını vasiyet eden bir kimse için, ölünce vârisleri toplanarak diledikleri bir adamı nâib olarak hacca gönderebilirler. | 16. Âmir ile nâib müslüman, akıllı ve hac işlerini anlayacak durumda olmalıdır. Onun için bir müslüman gayri müslimi ve bir gayri müslim de müslümanı bedel tayin edemeyeceği gibi, bir akıllı deliyi ve bir deli de akıllıyı bedel yapamaz. |
607. Mükellef çağına girip de gömülen bir müslümanın mezarı başında “telkin” verilmesi meşru görülmüştür. Şöyle ki: Mezara gömüldükten hemen sonra, iyi hal sahibi bir kimse kalkıp ölünün yüzüne karşı durur. Ona hitaben, “Yâ falan; yebne fülane!” (Yâ Osman! Yâ Zeyneb’in oğlu gibi) diye üç kez seslenir. Ölünün ve annesinin adlarını bilmezse, “Yâ Abdullah; yebne Havva!” denilir. Sonra da şöyle söylenir: | اُذْكُرْ مَا كُنْتَ عَلَيْهِ مِنْ شَهَادَةِ اَنْ لَااِلٰهَ اِلَّا اللّٰهُُ وَاَنَّ مُحَمَّدًا رَسُولُ اللّٰهِ وَاَنَّ الْجَنَّةَ حَقٌّ وَالنَّارَ حَقٌّ وَاَنَّ الْبَعْثَ حَقٌّ وَاَنَّ السَّاعَةَ اٰتِيَةٌ لَا رَيْبَ فِيهَا وَاَنَّ اللّٰهَ يَبْعَثُ مَنْ فِى الْقُبُورِ وَاَنَّكَ رَضِيتَ بِاللّٰهِ رَبًّا وَبِالْإِسْلَامِ دِينًا وَبِمُحَمَّدٍ صَلَّى اللّٰهُُ عَلَيْهِ وَسَلَّمْ نَبِيًّا وَبِالْقُرْاٰنِ اِمَامًا وَبِالْكَعْبَةِ قِبْلَةً وَبِالْمُؤْمِنِينَ اِخْوَانًا رَبِّىَ اللّٰهُُ لَااِلٰهَ اِلَّا هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظ۪يمِ | Üç kez, |
KURBANIN KESİLME VAKTİ | 20. Kurbanın kesilme zamanı nahr (bayramın birinci, ikinci ve üçüncü) günleridir. Fakat kurbanın birinci günde kesilmesi daha faziletlidir. | 21. Kurbanlar, bayram namazı kılınan şehir gibi yerlerde bayram namazı kılındıktan sonra, bayram namazı kılınmayan yerlerde ise bayram gününün fecrinden sonra kesilir. İlk vakti budur. Kurbanı geceleyin kesmek tenzîhen mekruhtur. |
Örnek: Maddi bir pislik, yağmur, dere ve deniz sularıyla giderilebildiği gibi, çiçek suları ile, meyve ve sebzelerden çıkan sularla ve içinde nohut veya mercimek gibi şeyler ıslatılmış sularla da giderilebilir. Fakat temiz olmayan sularla, yağlı ve yapışkan sıvılarla, akıcılık ve incelik vasfını kaybeden sularla pislikler giderilmez. | Görünür halde olan pislikler, izleri (renk, koku ve maddeleri) giderilinceye kadar su ile yıkamakla temiz olurlar. Bir defa yıkamakla tamamen pislik giderilmiş olursa, sahih olan görüşe göre, bir daha yıkanması gerekmez. Eğer pisliğin rengi, bulaştığı yerden kaybolmayacak halde ise o eşya, kendisinden bembeyaz su akıncaya kadar yıkanır. Pis boya ile boyanmış elbise ve kaplar gibi ... | Görülemeyen bir pisliğin bulaşmış olduğu eşya, bir kap içine konarak üç kez yıkanır ve her defasında sıkılmakla temiz olur. Sıkmak, yıkayıcının kuvvetine göre olur. Son sıkmada, hiç su damlamayacak şekilde sıkmak gerekir. Böylece hem yıkanan şey hem yıkayıcının eli hem de kullanılan kap temizlenmiş olur. Başka başka kaplarda pis eşya yıkanmış olursa, birinci kap üç kez, ikinci kap iki kez ve üçüncü kap da bir kez yıkanmakla temizlenmiş olur. |
End of preview. Expand
in Dataset Viewer.
README.md exists but content is empty.
- Downloads last month
- 28