text
stringlengths
115
474k
Haklar
stringclasses
21 values
Kararın Bağlantı Linki
stringlengths
53
58
Başvuru Konusu
stringlengths
0
2.09k
labels
int64
0
1
Başvuru; sokağa çıkma yasağı uygulaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, sokağa çıkma yasağı ve silahlı çatışma ortamından dolayı başvurucuların eğitim ve sağlık gibi temel hizmetlere erişememesi ve temel ihtiyaçlarını karşılayamaması nedeniyle yaşam hakkı ve kötü muamele yasağı ile kötü muamele yasağı ile bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Olayın gerçekleştiği tarihlerde PKK terör örgütünün silahlı ayaklanma girişimine karşı sokağa çıkma yasağı ilan edilen Cizre'de yoğun olarak terörle mücadele operasyonları yürütülmekte, terörist unsurlarla güvenlik güçleri arasında şiddetli çatışmalar yaşanmaktadır (bu terör olayları ve sokağa çıkma yasakları hakkında arka plan bilgisi ve ayrıntılı açıklamalar için bkz. Gazal Kolanç ve diğerleri [GK], B. No: 2017/37897, 5/7/2022, §§ 16-28 ve 342). Cizre'de ikamet eden başvurucular 29/1/2016 tarihinde yapılan somut başvuruda, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sokağa çıkma yasağı uygulamasının durdurulmasına yönelik geçici tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü 3/2/2016 tarihli ara kararında somut başvuru ile birlikte 2016/1909, 2016/1911 ve 2016/1912 numaralı bireysel başvurularda dile getirilen benzer tedbir taleplerini birlikte inceleyerek taleplerin reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:" Başvuru formunda, sokağa çıkma yasağı uygulanan bölgede bulunan kişilerin; yaşamlarının tehlike altında olduğu, temel ihtiyaçlarının karşılanmadığı, temel ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla sokağa çıkmaları hâlinde yaşamlarının tehlikeye düştüğü ve idari para cezasına maruz kaldıkları, güvenli bölgeye tahliye olmalarına yardımcı olunmadığı, çocuklarının eğitimlerinin aksadığı belirtilmektedir. Resmi makamlar, sokağa çıkma yasağı uygulanan bölgede bulunan kişilerin temel ihtiyaçlarının ve sağlık hizmetlerine erişimlerinin ve bunlar dışındaki her türlü acil nitelikteki ihtiyaçlarının 112 acil yardım hattı ve 155 polis imdat hattına iletilmesi hâlinde karşılandığını ancak bu kişilerin hiçbirinin kendileriyle doğrudan iletişim kurmadıklarını belirtmektedir. Ayrıca Valilik, belirtilenin aksine başvuruda bulunan kişilerin hiçbirine idari para cezası yaptırımı uygulanmadığını vurgulamaktadır. Avukatlar, resmi makamlarla doğrudan iletişim kurulmadığını doğrulayarak bu kişilerin resmi makamlara güven duymadıkları için iletişime geçmediklerini belirtmektedir. Başvuruda bulunan kişilerin bireysel başvuruda bulunmadan önce ve devam eden süreçte resmi makamlarla doğrudan iletişim kurmadıkları gibi bundan sonraki aşamada da iletişime geçme konusunda isteksiz oldukları anlaşılmaktadır. Bununla birlikte, başvuruda bulunan kişilerin anılan yaklaşımına rağmen resmi makamların Anayasa Mahkemesinden gelen yazı üzerine bu kişilerle resen iletişim kurarak gerekli yardımları sağlamak üzere harekete geçtiği görülmektedir. Açıklanan nedenlerle, resmi makamlara bir talepte bulunulması durumunda gerekli tedbirlerin alınacağının Valilikçe hem başvurucu oldukları belirtilen kişilere hem de Anayasa Mahkemesine bildirilmiş olduğu ve Valiliğin talepleri karşılamak üzere resen harekete geçtiği hususları da dikkate alınarak bu aşamada koşulları oluşmayan tedbir talebinin reddine karar verilmesi gerekir."
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/1905
Başvuru; sokağa çıkma yasağı uygulaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, sokağa çıkma yasağı ve silahlı çatışma ortamından dolayı başvurucuların eğitim ve sağlık gibi temel hizmetlere erişememesi ve temel ihtiyaçlarını karşılayamaması nedeniyle yaşam hakkı ve kötü muamele yasağı ile kötü muamele yasağı ile bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucu, tutukluluğun Kanun’da öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle hukuka aykırı hale geldiğini, ayrıca tahliye taleplerinin soyut gerekçelerle reddedildiğini ileri sürerek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş ve tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 6/12/2013 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 23/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Birinci Bölüm tarafından 18/2/2014 tarihinde yapılan toplantıda başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 18/2/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, 17/3/2014 tarihli yazısı ile başvuruya ilişkin olarak görüş sunulmayacağını bildirmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma kapsamında 10/3/2008 tarihinde gözaltına alınmış, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 15/3/2008 tarih ve 2008/50 Sorgu sayılı kararıyla “yağma, kasten öldürme, tehdit, ruhsatsız silah bulundurma ve suç işlemek amacıyla örgüt kurma” suçlarını işlediğinden bahisle tutuklanmıştır. Başvurucu hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca 19/6/2008 tarihinde "korku, kaygı veya panik yaratabilecek tarzda silahla ateş etme, yağma, tehdit, suç işlemek amacıyla örgüt kurma, kasten öldürme, basit yaralama, hizmet nedeniyle güveni kötüye kullanma, ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın alma veya taşıma veya bulundurma" suçlarını işlediği iddiasıyla İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Başvurucu tutukluluk süresinin beş yılı geçtiğini ve 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi uyarınca tahliye edilmesi gerektiğini ileri sürerek 4/10/2013 tarihinde tahliye talebinde bulunmuştur. Başvurucunun talebini yerinde görmeyen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, anılan talebi 21/10/2013 tarih ve E.2008/190 sayılı kararı ile reddetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir; “Tutuklu sanıklar … İBRAHİM KOCAMAN ve … 'nin üzerlerine atılı suçu işledikleri hususunda olay ve yakalama tutanakları, müşteki ifade ve teşhisleri, tanık anlatımları, ekspertiz raporları, iletişimin tespitine dair görüşme kayıtları içerikleri ve tüm dosya kapsamına göre kuvvetli suç şüphesini gösteren olgular bulunması, atılı suçların CMK 100/3 maddesinde gösterilen suçlardan bulunması ayrıca tutuklama nedenlerine göre de adli kontrol hükümlerinin uygulanması yetersiz kalacağı ve tutuklama tedbirinin ölçülü olduğu anlaşılmakla; TUTUKLULUK HALLERİNİN DEVAMINA,” Başvurucu bu karara karşı itirazda bulunmuş ve itirazı yerinde görmeyen Mahkeme 5/11/2013 tarihli kararı ile itirazın karara bağlanması için dosyayı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Başvurucunun itirazını inceleyen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi 11/11/2013 tarih ve 2013/533 Değişik İş sayılı kararı ile itirazın reddine karar vermiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir; “İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2008/190 esas sayılı dava dosyası sanıklarından İbrahim Kocaman hakkında 21/10/2013 tarihli verilen sanığın tutukluluk halinin devamına dair kararda herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı anlaşıldığından, sanık müdafiinin vaki itirazının REDDİNE,” Bu karar başvurucuya 3/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, 6/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Davanın görüldüğü İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 26/12/2013 tarih ve E.2008/190, K.2013/221 sayılı kararıyla başvurucunun suç işlemek için örgüt kurma, kasten öldürme, yağma, hürriyetten yoksun bırakma, görevi yaptırmamak için direnme, tehdit ve 6136 sayılı Kanuna muhalefet etmek suçlarından toplam 44 yıl 80 ay 10 gün hapis ve 490 TL adli para cezası cezasıyla cezalandırılmasına ve tutukluluk hâlinin devamına hükmetmiştir. Temyiz üzerine, dosya Yargıtaya gönderilmiş olup, dava hâlen temyiz aşamasında derdesttir. Başvurucu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 14/3/2014 tarih, 2014/273 değişik iş sayılı kararı ile tahliye edilmiştir. UYAP sisteminde başvurucu ile ilgili olarak yapılan araştırmada hakkında kesinleşmiş ve infaz edilmiş başkaca mahkûmiyet ilamları tespit edilmekle, başvurucunun İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2008/190 sayılı dosyasında tutuklu kaldığı sürenin tespiti amacıyla İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine yazılan yazıya verilen 18/9/2014 tarihli yazı cevabı ekindeki belgede; “İbrahim KOCAMAN'ın "Suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla yağma, silahla yağma, kasten öldürme, halk arasında korku ve panik yaratmak amacıyla tehdit, ruhsatsız ateşli silahlarla mermileri satın alma veya taşıma veya bulundurma, suç örgütlerinin isimlerini kullanarak tehditte bulunmak, birden fazla kişi ile birlikte tehdit, suç işlemek amacıyla örgüt kurma, birden fazla kişi tarafından birlikte yağma" suçundan İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'nin 15/03/2008 tarih ve 2008/50 Sorgu, 2007/636 Soruşturma sayılı Tutuklama Müzekkeresinden dolayı 15/03/2008 - 08/10/2009 tarihleri ile 01/04/2010 - 11/11/2013 tarihleri arasında tutuklu kaldığı, 08/10/2009 - 01/04/2010 tarihleri arasında Kadıköy Asliye Ceza Mahkemesinin 24/12/2007 tarih ve 2007/763 Dosya,2007/1050 Karar sayılı 000,00 TL (Bakiye: 3500,00 TL) Adli para cezası yerine 26/10/2009 tarih ve 2008/1426 İlamat sayılı Hapse Çevirme Kararı ile verilen 175 Gün Hapis cezasının infaz edildiği, 11/11/2013 tarihinden itibaren ise Edirne Sulh Ceza Mahkemesinin 27/10/2009 tarih ve 2009/314 esas, 2009/794 karar sayılı ilamı ile verilen 1 Yıl 15 Gün HAPİS cezasının infazına başlandığı, Bu hapis cezasından dolayı infaz sırası bekleyen İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'nin 15/03/2008 tarih ve 2008/50 Sorgu, 2007/636 Soruşturma sayılı Tutuklama Müzekkeresinden dolayı İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 14/03/2014 tarih ve 2014/273 İş sayılı Tahliye Müzekkereleri ile tahliyesine karar verildiği, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin 2008/190 esas sayılı dava dosyasına konu İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi'nin 15/03/2008 tarih ve 2008/50 Sorgu, 2007/636 Soruşturma sayılı Tutuklama Müzekkeresinden dolayı tutuklu kaldığı 15/03/2008-08/10/2009 tarihleri ile 01/04/2010-11/11/2013 tarihleri arasındaki sürelerin 1 Yıl 15 Gün hapis cezasından mahsubuna karar verildiğinin Edirne Sulh Ceza Mahkemesinin 24/03/2014 tarih ve 2009/314 esas, 2009/794 karar sayılı Ek Kararı ile bildirildiği, Mahsup Kararı doğrultusunda tanzim edilen müddetname gereğince de 24/03/2014 tarihinde bihakkın tahliye edilerek serbest bırakıldığı …”,Yazı ekindeki müddetname belgesinde de Edirne Sulh Ceza Mahkemesine ait 1 yıl 15 gün hapis cezasının infazı ile ilgili olarak 27/10/2012 tarihinde cezaevine giriş yaptığı, hak ederek tahliye tarihinin ise 11/11/2013 olduğu belirtilmiştir.B. İlgili Hukuk 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ve maddeleri şöyledir:“Bağlantı kavramıMadde 8 – (1) Bir kişi, birden fazla suçtan sanık olur veya bir suçta her ne sıfatla olursa olsun birden fazla sanık bulunursa bağlantı var sayılır.(2) Suçun işlenmesinden sonra suçluyu kayırma, suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirme fiilleri de bağlantılı suç sayılır.Davaların birleştirilerek açılmasıMadde 9 – (1) Bağlantılı suçlardan her biri değişik mahkemelerin görevine giriyorsa, bunlar hakkında birleştirilmek suretiyle yüksek görevli mahkemede dava açılabilir.” Aynı Kanun’un maddesi şöyledir;“(1) Kuvvetlisuç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veyasanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veyagüvenlik tedbiri ile ölçülü olmamasıhalinde, tutuklama kararı verilemez.  (2) Aşağıdaki hallerdebir tutuklama nedeni var sayılabilir:  a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.  b) Şüpheli veya sanığın davranışları;   Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme,   Tanık, mağdurveya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,  Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçlarınişlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:  a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;  ...  Kasten öldürme (Madde 81, 82, 83), ... (Ek bent: 06/12/2006 - 5560 S.K.md) Hırsızlık (madde 141, 142) ve yağma (madde 148, 149), Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizincifıkralar hariç, Madde 220),...” Aynı Kanun’un maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren işlerde, tutukluluk süresi en çok iki yıldır. Bu süre, zorunlu hallerde, gerekçesi gösterilerek uzatılabilir; uzatma süresi toplam üç yılı geçemez.” Anılan Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir.” 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesi şöyledir: “(1) Bir insanı kastenöldüren kişi, müebbet hapis cezasıile cezalandırılır.” Aynı Kanun’un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinseldokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğindenbahisle tehdit eden kişi, altıaydan iki yıla kadar hapiscezası ile cezalandırılır. Malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağındanveya sair bir kötülük edeceğindenbahisle tehditte ise, mağdurun şikâyetiüzerine, altı aya kadar hapisveya adlî para cezasına hükmolunur. (2)Tehdidin;  ...c) Birden fazla kişi tarafındanbirlikte, d) Var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak,İşlenmesi hâlinde, fail hakkında iki yıldan beş yılakadar hapis cezasına hükmolunur.” Aynı Kanun’un maddesinin (1), (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir;“(1) Bir kimseyihukuka aykırı olarak bir yeregitmek veya bir yerde kalmakhürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beşyıla kadar hapis cezası verilir.(2) Kişi, fiili işlemek içinveya işlediği sırada cebir, tehditveya hile kullanırsa, iki yıldan yedi yılakadar hapis cezasına hükmolunur.(3) Bu suçun;  a) Silâhla, b) Birden fazla kişi tarafındanbirlikte, ....,İşlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza bir katartırılır.” Aynı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Yağma suçunun; a) Silahla, .... c) Birden fazla kişi tarafından birlikte, d) (Değişik: 18/6/2014-6545/64 md.) Yol kesmeksuretiyle ya da konutta, işyerinde veya bunların eklentilerinde, .... f) Var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak, g) Suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla, .... İşlenmesi halinde, fail hakkında on yıldan onbeş yılakadar hapis cezasına hükmolunur.” Aynı Kanun’un maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:“(1) Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ilearaç ve gereçbakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması hâlinde, iki yıldanaltı yıla kadar hapis cezasıile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üyesayısının en az üç kişiolması gerekir.(3) Örgütünsilâhlı olması hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza dörtte birinden yarısına kadar artırılır.” Aynı Kanun’un maddesinin (1), (2) ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:“ (1) Kamu görevlisine karşı görevini yapmasını engellemek amacıyla, cebir veya tehditkullanan kişi, altı aydan üçyıla kadar hapis cezası ilecezalandırılır.  (2) Suçun yargı görevi yapan kişilerekarşı işlenmesi hâlinde, iki yıldandört yıla kadar hapis cezasınahükmolunur.(3) Suçun, kişinin kendisini tanınmayacak bir hâle koyması suretiyleveya birden fazla kişi tarafındanbirlikte işlenmesi hâlinde, verilecek ceza üçte birioranında artırılır.” 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkındaki Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Bu Kanun hükümlerine aykırı olarak ateşlisilahlarla bunlara ait mermileri satın alan veya taşıyanlarveya bulunduranlar hakkında bir yıldanüç yıla kadarhapis ve otuz günden yüzgüne kadar adlî para cezasına hükmolunur.”
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/9836
Başvurucu, tutukluluğun Kanun’da öngörülen azami süreyi aşması nedeniyle hukuka aykırı hale geldiğini, ayrıca tahliye taleplerinin soyut gerekçelerle reddedildiğini ileri sürerek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini iddia etmiş ve tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru, idareden kiralanan taşınmaz üzerine inşa edilen yapıların kira sözleşmesinin feshedilmesi üzerine yıkılması sonucunda meydana gelen zararın giderilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/1/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirilmesine gerek görülmediğini bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1954 doğumlu olup Samsun'un Atakum ilçesinde ikamet etmektedir. Samsun Büyükşehir Belediyesi (İdare) tarafından alınan 24/7/1987 tarihli karara istinaden 8/9/1983 tarihli ve 2886 sayılı Devlet İhale Kanunu hükümlerine göre başvurucunun eşi F.Y. ile İdare arasında kira sözleşmesi imzalanmıştır. Buna göre Atakum Sahil Yolu Burak Reis Tesisleri isimli yer 24/7/1987-31/12/1987 döneminde beş aylık süreyle F.Y.ye kiraya verilmiştir. Taraflarca imzalanan kira sözleşmesine ekli açık artırma şartnamesi ve özel şartnamede özetle;i. Açık artırma şartnamesinde, kiracının kiralanan yeri tahsis gayesine uygun kullanmak zorunda olduğu, kiralananı ne hâlde teslim almış ise kiranın bitiminde o hâlde teslim etmeye mecbur olduğu, İdarenin kiralananı yeniden ihaleye çıkarmaya ve ihtiyacı için tahliye ettirmeye yetkili olduğu belirtilmiştir.ii. Açık artırma şartnamesinde ayrıca İdarenin talebi üzerine kiracının taşınmazı her zaman tahliye edip İdareye teslime mecbur olduğu, tahliye nedeniyle kiracının herhangi bir tazminat talebinde bulunamayacağı ve yaptırdığı sabit tesisleri asla sökemeyeceği vurgulanmıştır. iii. Özel şartnamede; kiracının mülkte İdareden izin almadan tadilat yapamayacağı, dükkanı İdareye bırakmak isteyen kiracının sözleşmenin bitiş tarihinden on beş gün evvel bir dilekçe ile müracaat etmediği takdirde kira sözleşmesinin bir yıl süreyle uzamış sayılacağı, aktin icrasını tahammül edilemez hâle getiren sebepler vuku bulduğunda iki tarafın akti fesih etmeye hakkı bulunduğu, kiracının dükkanda alkollü içki, müstehcen neşriyat, yanıcı ve patlayıcı maddeler ile buna benzeyen şeyleri satamayacağı, aksi hâlde derhâl aktin fesih edilebileceği, bu durumda kiralananın derhâl tahliye edileceği ifade edilmiştir.iv. Özel şartnamede ayrıca, kiralananın belediye hizmetlerine lazım olduğunda veya inşaat sebebiyle el koymak gerektiğinde bir yıllık kira aktinin bitişine bir ay kala yapılacak yazılı fesih ihbarı ile sözleşmenin sona ereceğine, bu durumda kiracının taşınmazı en geç bir ay içinde boşaltması gerektiğine, taşınmazın ihalede gösterilen gaye ile işletilebileceğine, bu hükme aykırı davranış hâlinde tahliyenin peşinen kabul edildiğine, kira sözleşmesinin bir yıllık olduğuna ve kira sözleşmesinin fesih edilmemesi hâlinde otomatik olarak bir yıl uzayacağına yer verilmiştir. Kiralanan taşınmazın adı daha sonra Can Düğün Salonu ve Tesisleri olarak değiştirilmiştir. İdare 13/6/1997 tarihinde başvurucunun eşi tarafından ruhsatsız inşaat faaliyeti yapıldığını belirterek 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun maddesi uyarınca durdurma kararı vermiş ve mühürleme yapmıştır. Ayrıca İdare görevlileri tarafından aynı ay içinde düzenlenen tutanaklarda projesine ve imara aykırı demir profillerle kapalı oturma yeri yapıldığı ifade edilmiştir. Başvurucu adına düzenlenen 29/6/2000 tarihli vergi levhasında ana faaliyet adı lokanta ve restoran faaliyeti (içkili ve içkisiz) olarak belirtilmiştir. Milli Emlak Müdürlüğünün 4/6/2003 tarihinde İdareye yazdığı yazıda, anılan tesis ile başka tesislerin de bulunduğu alanın kıyı kenar çizgisi ve mahkeme kararları sonucu kumluğa terk edilmesi sonucu kiralanan taşınmazın devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerler hâline gelmesi nedeniyle kira sözleşmelerinin feshedilmesi istenilmiştir. Milli Emlak Müdürlüğü yazısına istinaden İdare 11/11/2003 tarihinde başvurucu ve diğer kişilere kiralanan tesislere ilişkin kira sözleşmesinin hiçbir surette kiraya verilmemesi ve taşınmazlar üzerinde İdareye ait olan tesislerin bedellerinin İdareye ödenmesi şartıyla sözleşmelerin tek taraflı olarak feshedilmesine karar vermiştir. Bu karar başvurucunun eşi F.Y.ye 14/11/2003 tarihli yazı ile bildirilmiş ve 31/12/2003 tarihinde geçerlilik süresi sona ermekte olan kira sözleşmesinin bu tarih itibarıyla iptal edildiği ve kira tahakkuklarının da bu tarih itibarıyla kaldırılacağı ifade edilmiştir. Başvurucu, Atakum Belediye Başkanlığından 1/7/2008 tarihinde içkili restoran işletme izni almıştır.A. Valilik Tarafından Verilen Tahliye Kararı ve İptal Davası Süreci Samsun Valiliği (Valilik), başvurucunun kumluğa terk edilen 1706 ve 1539 parsel no.lu taşınmazın 1967 m²lik kısmını kafeterya ve restoran yapmak suretiyle işgal ettiği gerekçesiyle 8/1/2008 tarihinde 2886 sayılı Kanun'un maddesi gereğince tahliyesine ve taşınmazın İl Defterdarlığına teslimine karar vermiştir. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sisteminden (UYAP) yapılan incelemede, başvurucu tarafından bu işlemin iptali istemiyle Valilik aleyhine Samsun İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) 8/2/2008 tarihinde dava açıldığı anlaşılmıştır. Dava sırasında Valiliğin savunması alınmaksızın 14/2/2008 tarihinde yürütmenin durdurulmasına karar verildiği, savunmanın alınmasından sonra 1/5/2008 tarihinde aynı kararın sürdürüldüğü ancak son olarak 2/7/2018 tarihinde yapılan değerlendirme ile yürütmenin durdurulması talebinin reddedildiği görülmüştür. İdare Mahkemesinin, İdarenin kira sözleşmesini 11/11/2003 tarihinde fesih ettiği, işgal edilen taşınmazın devletin hüküm ve tasarrufu altındaki taşınmazlardan olduğu ve başvurucu ile Hazine arasında bir kira sözleşmesinin bulunmadığı gerekçesiyle 10/6/2009 tarihinde davayı reddettiği anlaşılmıştır. Anılan kararın Danıştay Onuncu Dairesince 31/3/2010 tarihinde onandığı ve yapılan karar düzeltme isteminin de 14/12/2012 tarihinde reddedilerek kararın kesinleştiği tespit edilmiştir.B. İdare Tarafından Verilen Tahliye ve Yıkım Kararı ile İptal Davası Süreci Valilik tarafından İdareye yazılan 21/2/2013 tarihli yazıda yapıların İdare tarafından tahliye edilmesi ve yıkılması gerektiği belirtilmiştir. İdare 29/4/2013 tarihli işlemle kumluğa terkedilen 1706 ve 1539 parsel no.lu taşınmazın 1967 m²lik kısmına yapılan Can Tesisleri Düğün Salonunun 14/5/2013 tarih, saat 10:00'a kadar tahliye işlemlerinin yapılarak yıkımının gerçekleştirilmesi, aksi takdirde 4/4/1990 tarihli ve 3621 sayılı Kıyı Kanunu, 3194 sayılı Kanun ile 20/7/1966 tarihli ve 775 sayılı Gecekondu Kanunu uyarınca tahliye ve yıkımının İdarece yapılacağını ve masrafının da %20 fazlasıyla tahsil edileceğini başvurucuya bildirmiştir. Başvurucu tarafından İdare işleminin iptali istemiyle 8/5/2013 tarihinde Samsun İdare Mahkemesinde ( İdare Mahkemesi) dava açılmıştır. Yargılama sırasında 15/5/2013 tarihinde Samsun Bölge İdare Mahkemesince dava konusu işlemin yürütmesinin durdurulmasına karar verilmiştir. İdare 30/5/2013 tarihinde İdare Mahkemesinin yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararı nedeniyle tahliye ve yıkım işlemlerinin durdurulduğunu belirtmiş, esas karar sonucuna göre işlem yapılacağını bildirmiştir. 27/6/2013 tarihinde başvurucuya tebliğ edilen İdare işlemi ile İdare Mahkemesinin 7/6/2013 tarihli yürütmenin durdurulması talebinin reddine ilişkin kararına istinaden yeniden taşınmazın tahliye edilerek yapıların yıkılmasına karar verildiği, başvurucunun işlemin ertelenmesine yönelik taleplerinin reddedildiği ve 11/7/2013 tarihinde tahliye ve yıkım işlemlerinin yerine getirildiği anlaşılmıştır. İdare Mahkemesi 11/11/2003 tarihinde kira sözleşmesinin sona erdiği, bu tarihten sonra taşınmazın ecrimisil bedeli ödenerek kullanılmaya devam edildiği, işletmenin üzerinde bulunduğu taşınmazın parsel sınırı ile kıyı kenar çizgisi arasındaki kamuya ait alanda yer aldığı, yapının özel mülkiyete konu olmadığı, herhangi bir ruhsat veya izninin bulunmadığı, başvurucunun kamuya tahsis edilen alanı kullandığı ve bu hususların kesinleşen mahkeme kararında da yer aldığı gerekçeleriyle davayı 29/5/2014 tarihinde reddetmiştir. Yapılan temyiz üzerine Danıştay Ondördüncü Dairesi (Danıştay Dairesi) 28/4/2016 tarihinde, dava konusu işlemin hangi mevzuat hükmü uyarınca tesis edildiği ya da hangi mevzuatın uygulanacağının belli olmadığı ve bu nedenle de işlemde hukuka uyarlık bulunmadığı gerekçesiyle kararı bozmuştur. Yapılan karar düzeltme istemi Danıştay Dairesince 26/4/2017 tarihinde reddedilmiştir. Bozmaya uyan İdare Mahkemesi 17/7/2017 tarihinde Danıştay Dairesince belirtilen gerekçeyle davayı kabul etmiş ve dava konusu işlemi iptal etmiştir. UYAP üzerinden yapılan incelemede anılan kararın Danıştay Dairesince 24/6/2020 tarihinde onandığı anlaşılmıştır. Eşyalara Verilen Zarar ve Kâr Kaybı İstemiyle Açılan Dava Süreci Yıkım sırasında eşyalarına zarar verildiği gerekçesiyle 000 TL ve gerçekleştirilemeyen düğünler nedeniyle de 000 TL olmak üzere toplamda 000 TL zararın ödenmesi istemiyle başvurucu tarafından İdare aleyhine 4/11/2013 tarihinde İdare Mahkemesinde dava açılmıştır. UYAP üzerinden yapılan incelemede İdare Mahkemesinin 28/3/2014 tarihinde, başvurucu tarafından işgal edilen devletin hüküm ve tasarrufu altındaki alanın boşaltılarak kamunun kullanımına açılmasının sağlanmasının idarelerin görevi olduğu, İdarenin yasal prosedürleri takip ederek işlemler tesis ettiği, tesis edilen işlemlerin başvurucuya tebliğinin sağlandığı ve yargısal denetime ilişkin sonuçlar beklenerek hukuka saygılı davranıldığı, en son taşınmazın boşaltılmasının istenilmesine karşın başvurucunun verilen makul süre içinde taşınmazı boşaltmaması nedeniyle işgale kamu gücü kullanılmak suretiyle son verildiği gerekçesiyle davayı reddettiği anlaşılmıştır. Ayrıca bu karara karşı yapılan temyiz isteminin de 11/5/2016 tarihinde Danıştay Dairesince reddedildiği ve kararın onandığı görülmüştür. Muhdesat Bedelinin Tahsili İstemiyle Açılan Dava ve Bireysel Başvuru Süreci Başvurucu, Samsun Asliye Hukuk Mahkemesine başvurmuş ve taşınmaz üzerindeki yapılar hakkında delil tespiti yapılmasını istemiştir. Yapılan tespit sonrası 16/5/2013 tarihinde inşaat mühendisi bilirkişi tarafından hazırlanan raporda; tespiti yapılan Can Düğün Salonu, cafe salonu, joker cafe salonu, mutfak ve tuvalet, ahşap cafe, ahşap büfe, bahçe çevre duvarı, seramik ve mermer kaplama, bahçe peyzaj işleri şeklindeki yapıların devletin hüküm ve tasarrufu altındaki alanda bulundukları ve toplamda 584 TL imalat bedelinin hesaplandığı belirtilmiştir. Başvurucu 25/10/2013 tarihinde İdare ve Valilik aleyhine İdare Mahkemesinde dava açmıştır. 584 TL muhdesat bedeli zarar talebinde bulunan başvurucu bu davada özetle;i. Can Tesisleri Düğün Salonunun yönetmelikte hasat mevsiminde tahliye işlemi yapılmayacağının belirtilmesine rağmen ve işlerin en yoğun olduğu sezonda İdare tarafından 11/7/2013 tarihinde yıkıldığını, 1987 yılında ihale ile kiralanıp o tarihten bu yana aralıksız olarak faaliyetini sürdüren tesisin korunması gereken yapılardan olduğunu ve lehine müktesep hak oluştuğunu ifade etmiştir.ii. İdarenin imar çalışmaları ve imar düzenlemeleri ile ilgili hiçbir hukuki gerekçe göstermeden tahliye ve yıkım talep etme yetkisi bulunmadığını, taşınmazın işgal edilmediğini, doldurma veya kurutma yoluyla elde edilmediğini, sahil yolu çalışmasına engel olmadığını ve tesisin turizm işletme belgesine sahip olduğunu ileri sürmüştür. İdare Mahkemesi 3/7/2014 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde özetle şu hususlara yer verilmiştir:i. Kira sözleşmesinin İdarece 11/11/2003 tarihinde sona erdirildiği, bu tarihten sonra taşınmazın kiraya verilmediği gibi ecrimisil tahsilatının da yapılmadığı, kumluğa terk edilen yaklaşık 1967 m²lik kısmı başvurucunun Can Kafeterya Tesisleri adıyla işlettiği, Valilik tarafından 8/1/2008 tarihinde taşınmazın tahliyesine karar verildiği, bu işleme karşı açılan davanın reddedilerek kesinleştiği,11/7/2013 tarihinde yapının içinde bulunan eşyaların boşaltılarak başvurucunun oğlu Y.ye teslim edildiği ve sonra tahliye ile yıkım işleminin gerçekleştirildiği ifade edilmiştir.ii. İdarenin 2003 yılından bu yana devam eden tahliye ve yıkıma ilişkin işlemlerinin ancak 2013 yılında gerçekleştirilebildiği, başvurucunun kira sözleşmesi olmaksızın devletin hüküm ve tasarrufu altındaki taşınmazı kullandığını bildiği ve bu taşınmazın tahliyesine ilişkin yargısal denetimden geçen süreçte tüm davalarda haksız çıktığı hâlde hâlen taşınmazı tahliyeye yanaşmadığı ve yapıyı kendi isteği ile boşaltmadığı vurgulanmıştır.iii. Başvurucunun işgal ettiği devletin hüküm ve tasarrufu altındaki alanın boşaltılarak kamunun kullanımına açılmasının sağlanmasının İdarenin görevi olduğuna değinen İdare Mahkemesi, İdare tarafından yasal prosedürlerin takip edilerek işlemlerin tesis edildiğini ve işlemlerin başvurucuya tebliğinin sağlandığını, yargısal sürecin beklenildiğini, en son taşınmazın boşaltılmasının istenilmesine karşın verilen makul süre içinde taşınmazı boşaltmaması nedeniyle başvurucu işgaline kamu gücü kullanılmak suretiyle son verildiğini ve bu süreçte İdareye yüklenebilecek herhangi bir hizmet kusurunun bulunmadığını belirtmiştir. Karar Danıştay Dairesince 11/5/2016 tarihinde onanmış ve yapılan karar düzeltme istemi de 7/12/2016 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar 2/1/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/1/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 3621 sayılı Kanun’un ''Kıyının Korunması, Yapı Yasağı, Kıyı ve Denizde Yapılacak Yapılar'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Kıyı, herkesin eşitlik ve serbestlikle yararlanmasına açık olup, buralarda hiçbir yapı yapılamaz; duvar, çit, parmaklık, telörgü, hendek, kazık ve benzeri engeller oluşturulamaz....'' 3621 sayılı Kanun’un ''Doldurma ve Kurutma Yoluyla Arazi Kazanma ve Bu Araziler Üzerinde Yapılabilecek Yapılar'' kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Kamu yararının gerektirdiği hallerde, uygulama imar planı kararı ile deniz, göl ve akarsularda ekolojik özellikler dikkate alınarak doldurma ve kurutma suretiyle arazi elde edilebilir. (Değişik fıkra: 18/6/2017–7033/34 md.) Bu gibi yerlerde doldurma veya kurutmayı yapacak ilgili idarenin valiliğe iletilen teklifi, valilik görüşü ile birlikte Çevre ve Şehircilik Bakanlığına gönderilir. Bakanlık, konusuna göre ilgili kuruluşların görüşünü de almak suretiyle teklifi inceler. Uygun bulunması halinde ilgili idare tarafından uygulama imar planı hazırlanır. Bu yerler için yapılacak planlar hakkında 3/5/1985 tarihli ve3194 sayılı İmar Kanunu hükümleri uygulanır. Ancak bu planlar Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından; 12/3/1982 tarihli ve 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu kapsamında kalan alanlardaki planlar, anılan Kanunun 7 nci maddesine göre ve 4737 sayılı Kanun kapsamında kalan alanlardaki planlar ise anılan Kanunun 4/A, 4/C ve 4/Ç maddelerine göre tasdik edilir. Doldurma ve kurutma işlemleri yürürlükteki mevzuat hükümlerine göre yapılır. Bu araziler Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır, özel mülkiyet konusu olamaz.Bu alanlar üzerinde 6 ncı maddede belirtilen yapılar ile yol, açık otopark, park, yeşil alan ve çocuk bahçeleri gibi teknik ve sosyal altyapı alanları düzenlenebilir.'' 3621 sayılı Kanun’un ''Sahil Şeridinde Yapılabilecek Yapılar'' kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Uygulama imar planı bulunmayan alanlardaki sahil şeritlerinde, 4 üncü maddede belirtilen mesafeler içinde hiç bir yapı ve tesis yapılamaz.Uygulama imar planı bulunan yerlerde duvar, çit, parmaklık, telörgü, hendek, kazık ve benzeri engeller oluşturulamaz. Moloz, toprak, curuf, çöp gibi kirletici ve çevreyi bozucu etkisi olan atık ve artıklar dökülemez, kazı yapılamaz.Ancak bu alanlarda; uygulama imar planı kararıyla altı ve yedinci maddede belirtilen yapı ve tesislerle birlikte toplum yararına açık olmak şartıyla konaklama hariç günü birlik turizm yapı ve tesisleri yapılabilir. '' 3621 sayılı Kanun’un ''İmar Mevzuatına Aykırı Yapı'' kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Kanun kapsamında kalan alanlarda ruhsatsız yapılar ile ruhsat ve eklerine aykırı yapılar hakkında 3l94 sayılı İmar Kanununun ilgili hükümleri uygulanır.'' 3621 sayılı Kanun’un ''Ceza Hükümleri'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(Değişik: 23/1/2008 – 5728/466 md.) Kıyıda ve uygulama imar planı bulunan sahil şeritlerinde duvar, çit, parmaklık, tel örgü, hendek, kazık ve benzeri engelleri oluşturanlara ikibin Türk Lirasından onbin Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir. Ayrıca oluşturulan engellerin beş günden fazla olmamak üzere belirlenen süre zarfında kaldırılmasına karar verilir. Bu süre zarfında engellerin ilgililer tarafından kaldırılmaması halinde, masrafı yüzde yirmi zammıyla birlikte kendilerinden kamu alacaklarının tahsili usulüne göre tahsil edilmek üzere kamu gücü kullanılmak suretiyle derhal kaldırılır. Kabahatin tekrarı halinde, ceza üst sınırdan verilir....Birinci fıkrada sayılan yerlerde ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak yapı yapan kişilere Türk Ceza Kanunu veya İmar Kanunu hükümlerine göre verilecek ceza bir kat artırılır.İlgili kanunlarda belirtilen makamların yetkileri saklı kalmak üzere, bu maddede belirtilen idarî yaptırımlara karar vermeye mahalli mülki amir yetkilidir. '' 775 sayılı Kanun’un ''Yeniden gecekondu yapımının önlenmesi'' başlıklı maddesi şöyledir:"Bu kanunun yürürlüğe girdiği tarihten sonra, belediye sınırları içinde veya dışında, belediyelere, Hazineye, özel idarelere, katma bütçeli dairelere ait arazi ve arsalarda veya Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerde yapılacak, daimi veya geçici bütün izinsiz yapılar, inşa sırasında olsun veya iskan edilmiş bulunsun, hiçbir karar alınmasına lüzum kalmaksızın, belediye veya Devlet zabıtası tarafından derhal yıktırılır.Yıkım sırasında lüzum hasıl olduğunda, belediyeler ilgili mülkiye amirlerine başvurarak yardım istiyebilirler.Mülkiye amirleri, Devlet zabıtası ve imkanlarından faydalanmak suretiyle, izinsiz yapıların yıkım konusunda yükümlüdürler.Özel kişilere veya bu maddenin 1 inci fıkrasında sözü geçenler dışındaki tüzel kişilere ait arazi ve arsalar üzerinde yapılacak izinsiz yapılar hakkında, arsa sahiplerinin yazılı müracaatları üzerine ve mülkiyet durumlarını tevsik etmeleri şartiyle bu madde hükümleri, aksi halde genel hükümler ve 3194 sayılı İmar Kanunu hükümleri uygulanır.'' 775 sayılı Kanun’un ''Ceza hükümler'' başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bu Kanun hükümlerinden faydalanmak amacıyla yalan beyanda bulunan veya hakikate aykırı beyanname verenler ile bu Kanunun yayımından sonra belediye sınırları içinde veya dışında belediyelere, Hazineye, özel idarelere veya katma bütçeli dairelere ait arazi ve arsalar üzerinde veya Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerde izinsiz yapı yapanlar, yaptıranlar, bu gibi yapıları satanlar, bağışlayanlar, rehin edenler veya diğer şekillerde devredenler ve bilerek devir ve satın alanlar, Türk Ceza Kanunu hükümlerine göre cezalandırılır....Bu kanun hükümlerine aykırı olarak işgalde bulunanlarla oturma hakkını kaybedenler, ilgili belediyelerce 6126 sayılı Kanunda belirtilen şekilde tahliye ettirilirler. ..'' 2886 sayılı Kanun’un ''Ecrimisil ve tahliye''başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:''Devletin özel mülkiyetinde veya hüküm ve tasarrufu altında bulunan taşınmaz malları, özel bütçeli idarelerin mülkiyetinde bulunan taşınmaz mallar ve Vakıflar Genel Müdürlüğü ile idare ve temsil ettiği mazbut vakıflara ait taşınmaz malların, gerçek ve tüzelkişilerce işgali üzerine, fuzuli şagilden, bu Kanunun 9 uncu maddesindeki yerlerden sorulmak suretiyle, idareden taşınmaz ve değerleme konusunda işin ehli veya uzmanı üç kişiden oluşan komisyonca tespit tarihinden geriye doğru beş yılı geçmemek üzere tespit ve takdir edilecek ecrimisil istenir. Ecrimisil talep edilebilmesi için, idarelerin işgalden dolayı bir zarara uğramış olması gerekmez ve fuzuli şagilin kusuru aranmaz.  (Ek cümle: 23/7/2010-6009/24 md.) Ecrimisile itiraz edilmemesi halinde yüzde yirmi, peşin ödenmesi halinde ise ayrıca yüzde onbeş indirim uygulanır. Ecrimisil fuzuli şagil tarafından rızaen ödenmez ise, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun hükümlerine göre tahsil olunur. Kira sözleşmesinin bitim tarihinden itibaren, işgalin devam etmesi halinde, sözleşmede hüküm varsa ona göre hareket edilir. Aksi halde ecrimisil alınır. İşgal edilen taşınmaz mal, idarenin talebi üzerine, bulunduğu yer mülkiye amirince en geç 15 gün içinde tahliye ettirilerek, idareye teslim edilir. ...'' 19/6/2007 tarihli ve 26557 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Hazine Taşınmazlarının İdaresi Hakkında Yönetmelik'in (Hazine Taşınmazlarının İdaresi Hakkında Yönetmelik) "Tespit" kenar başlıklı maddesi şöyledir:''(1) Hazine taşınmazlarından kiraya verilen, irtifak hakkı kurulan veya kullanma izni verilenlerin dışında kalanların fiilî durumları, İdarece hazırlanan program dâhilinde mahallinde tespit edilir. Tespitten önceki sürelere ait işgal ve tasarruflar sebebiyle ecrimisil takip ve tahsilatı yapılarak bu taşınmazlar denetim ve idare altına alınır. (2) Taşınmazın mahallinde düzenlenecek Taşınmaz Tespit Tutanağında (Ek-8); işgalin başlangıç tarihi, taşınmazın işgale veya kullanıma konu olan yüzölçümü, işgalcileri, kullanım amacı, ecrimisil takdirinde yararlanılabilecek bilgiler ile bilinmesinde yarar görülen diğer bilgilere yer verilir.'' Hazine Taşınmazlarının İdaresi Hakkında Yönetmelik'in "Tahliye" kenar başlıklı maddesi şöyledir:''(1) Kiraya verilen, irtifak hakkı kurulan veya kullanma izni verilen taşınmazlardan süresi dolduğu hâlde tahliye edilmeyen, sözleşmesi feshedilen veya herhangi bir sözleşmeye dayanmaksızın fuzuli olarak işgal edilen Hazine taşınmazlarının tahliyesi; hasat sezonu, iş ve hizmetlerin mevsimlik faaliyet dönemi de dikkate alınarak defterdarlık veya malmüdürlüğünün talebi üzerine, bulunduğu yer mülki amirince en geç onbeş gün içinde sağlanarak, taşınmaz İdarece görevlendirilecek memurlara boş olarak teslim edilir. (2) Üzerinde sabit tesis bulunan taşınmazların tahliyesinden ve teslim alınmasından sonra, eski kiracısı veya fuzuli şagiline bu tesisler kendilerine ait ise yıktırılıp enkazının en geç otuz gün içinde götürülmesi, aksi hâlde masrafları kendisinden tahsil edilmek üzere yıkım ve enkaz götürme işinin İdarece yapılacağı tebliğ olunur. Verilen bu süre sonunda tesis yıktırılıp enkaz götürülmediği takdirde masrafları bilahare eski kiracı veya fuzuli şagilden alınmak üzere bu işlem İdarece yapılır. (3) Men’i müdahale ve kal ile ilgili yargı kararlarının icra dairelerince, vali veya kaymakam tarafından verilen tecavüzün önlenmesi ile ilgili kararların infaz memurlarınca uygulanması sırasında gerekli olan araç, gereç ve personel kamu idarelerinden sağlanır. Bunun mümkün olmaması durumunda yıkım işlemi, 4/1/2002 tarihli ve 4734 sayılı Kamu İhale Kanununa göre ihale edilir." 3/8/1990 tarihli ve 20594 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Kıyı Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik'in (Kıyı Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik) "Sahil Şeridinin Belirlenmesi" başlıklı maddesi şöyledir:''(Değişik:RG-13/10/1992-21374) Sahil Şeridinin belirlenmesinde aşağıdaki esaslara uyulur. a) (Değişik: RG 30/3/1994-21890) Uygulama imar planı ilk defa yapılacak alanlarda, köy yerleşik alanlarında ve iskan dışı alanlarda sahil şeridi, kıyı kenar çizgisinden itibaren kara yönünde yatay olarak en az 100 metre genişliğinde olmak üzere belirlenir. Bu alanlar kapsamında daha önce mevzii imar planı onaylanmış alanların kalması durumunda, mevzii imar planının kısmen veya tamamen yapılaşma bulunmayan imar adalarında da sahil şeridi en az 100 metre olarak belirlenir. b) (Değişik: RG- 30/3/1994-21890) 11 Temmuz 1992 tarihinden önce onaylanmış uygulama imar planı bulunan kentsel ve kırsal yerleşmelerde, turizm merkez ve alanlarındaki turizm amaçlı alanlar ile turizm merkez ve alanlarındaki kentsel ve kırsal yerleşmelerde kısmen veya tamamen yapılaşma varsa onaylı imar planındaki sahil şeridi geçerlidir. Aksi halde sahil şeridi (c) bendi uyarınca belirlenir. c) (Değişik: RG- 30/3/1994-21890) 11 Temmuz 1992 tarihinden önce onaylanmış mevzii imar planı ve turizm merkez ve alanlarındaki turizm dışı kullanımlara yönelik mevzii imar planı bulunan alanlarda; planda belirlenen sahil şeridinin başlangıcından itibaren ilk sırada yer alan imar adalarının kısmen veya tamamen yapılaşmış olması durumunda, gerisindeki imar adalarında kısmen veya tamamen yapılaşma olup olmadığına bakılmaksızın onaylı plandaki sahil şeridine uyulur. İlk sırada yer alan imar adalarında kısmen veya tamamen yapılaşma olmaması durumunda geriye doğru diğer imar adalarının durumu değerlendirilerek kısmen veya tamamen yapılaşma bulunanlarının kıyı yönündeki cephe hattı esas alınarak sahil şeridi belirlenir. 1 Temmuz 1992 tarihinden önce onaylanmış uygulama imar planlarının kısmi yapılaşma bulunmayan alanları ile ilgili gerekli revizyonlar en çok 1 yıl içinde Kanun ve bu Yönetmelik hükümlerine göre yapılır. Boş ve kısmi yapılaşma bulunmayan alanlarda bu işlemler yapılmadan yapı ruhsatı verilmez. Sahil şeridinde kıyıya geçişi engelleyecek şekilde; duvar, çit, parmaklık, tel örgü, hendek, kazık ve benzeri engeller oluşturulamaz. Moloz, toprak, curuf, çöp gibi çevreyi bozucu etkisi olan atık ve artıklar dökülemez, kazı yapılamaz. Sahil şeridinde 11 Temmuz 1992 tarihinden önce yürürlükteki plan ve/veya mevzuata uygun olarak yapılmış veya inşaat ruhsatı alınarak en az subasman seviyesine kadar inşaatı tamamlanmış yapılardaki müktesep haklar saklıdır. Bu hüküm, üzerine birden fazla yapı yapılmak üzere ruhsat alınmış parsellerdeki en az subasman seviyesindeki yapılar için de geçerlidir. Sahil şeridinin birinci bölümünde yeni taşıt yolları açılamaz. Ancak 11 Temmuz 1992 tarihinden önce mevzuat hükümlerine uygun olarak onaylanmış planlara göre yapımına başlanmış veya kullanılmakta olan Devlet Karayolları ile yapımı gerçekleştirilmiş imar yollarındaki müktesep haklar saklıdır. İnşaatına başlanmış imar yollarında ise mümkün olan en kısa mesafede iç yollarla bağlantı sağlanmak üzere imar planı revizyonu yapılır. Sahil şeridi birinci bölümünde ancak iç yollarla dolgu alanlarındaki yapılmış veya yapılacak yolları bağlayan kısa geçişler için imar yolları planlanabilir.'' Kıyı Kanununun Uygulanmasına Dair Yönetmelik'in "İmar Mevzuatına Aykırı Yapı" başlıklı maddesi şöyledir:''Kıyılarda, doldurma ve kurutma yoluyla kazanılan alanlarda ve sahil şeritlerinde Kanun, plan ve bu Yönetmelik hükümlerine uyulmadan, ruhsatsız, ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapılması halinde, 3194 sayılı İmar Kanununun 32 nci maddesi hükümleri uyarınca, aynı Kanunda belirlenen yasal süreler içinde gerekli işlem yapılır.''B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihadında, mülkiyet hakkının kapsamı konusunda mevzuat hükümlerinden ve derece mahkemelerinin bunlara ilişkin yorumundan bağımsız olarak özerk bir yorum esas alınmaktadır (Depalle/Fransa [BD], B. No: 34044/02, 29/3/2010 § 62; Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], B. No: 73049/01, 11/1/2007, § 63; Öneryıldız/Türkiye [BD], B. No: 48939/99, 30/11/2004, § 124; Broniowski/Polonya [BD], B. No: 31443/96, 22/6/2004, § 129). AİHM, mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasının ancak müdahalenin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin anlamı kapsamında bir mülk ile ilişkili olması durumunda ileri sürülebileceğini belirtmektedir. Buna göre alacak haklarını da içeren mevcut mülk veya mal varlığı yanında mülkiyet hakkının elde edilebileceği yönündeki en azından bir meşru beklenti de mülkiyet hakkı kapsamında değerlendirilebilir (Kopecký/Slovakya [BD], B. No: 44912/98, 28/9/2004,§ 35; Lihtenştayn Prensi Hans-Adam II/Almanya [BD], B. No: 42527/98, 12/7/2001, § 83; meşru beklenti kavramının ilk defa geliştirildiği kararlar için bkz. Pine Valley Developments Ltd. ve diğerleri/İrlanda, B. No: 12742/87, 29/11/1991, § 51; Stretch/Birleşik Krallık, B. No: 44277/98, 24/6/2003, § 35; Pressos Companía Naviera S.A. ve diğerleri/Belçika, B. No: 17849/91, 20/11/1995, § 31). Öneryıldız/Türkiye kararına konu olayda, Ümraniye çöplüğünde meydana gelen metan gazı patlaması sonucu gerçekleşen toprak kayması dolayısıyla başvurucuya ait gecekondu zarar görmüştür. AİHM, başvurucunun konutunun bulunduğu taşınmazın Hazineye ait olduğunu ve bir gün bu taşınmazı devralma beklentisinin mülk teşkil etmediğini kabul etmiştir. Ancak AİHM, 1988 yılında ruhsatsız olarak inşa edilmesinden 1993 yılında meydana gelen kazaya kadar belediye makamlarınca anılan taşınmazda bulunan gecekondunun yıktırılmadığına dikkat çekmiştir. Kararda; yetkili makamların başvurucu ve yakın akrabalarının bu evde oluşturdukları toplum ve aile çevresinde hiç rahatsız edilmeden yaşamasına izin verildiği, üstelik başvurucudan emlak vergisi alındığı ve ücret karşılığında başvurucunun kamu hizmetlerinden yararlanmasının sağlandığı belirtilmiştir. AİHM bu sebeple yetkili makamların başvurucu ve akrabalarının meskenleri ile taşınır mallarında mülkiyet hakkına ilişkin bir menfaate sahip olduğunun fiilî (de facto) olarak kabul edildiği tespitinde bulunmuştur. AİHM; imar uygulamaları bakımından belirli bir takdir yetkisi olduğunu ancak bu takdir hakkının zamanında, uygun ve hepsinden önemlisi tutarlı bir şekilde harekete geçme yükümlülüğünü sona erdirmeyeceğini belirtmiştir. AİHM'e göre somut olayda bu yükümlülüğe uyulmadığı gibi kaçak yapıları engellemeye yönelik kanunların uygulanmasında oluşturulan belirsizliğin başvurucunun meskenine ilişkin durumun bir gece içinde değişebileceğini sanmasına neden olması mümkün değildir. AİHM, başvurucunun meskenine yönelik mülkiyet hakkına ilişkin menfaatinin Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin ilk cümlesi çerçevesinde önemli bir menfaat ve dolayısıyla bir mülk oluşturduğu sonucuna varmıştır (Öneryıldız/Türkiye, §§ 124-129). Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye (B. No: 22035/10, 15/11/2016) kararına konu olay 1997 yılında yaptırılan başvuruculara ait konutun bir okul inşaatı sırasında zarar görmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Bu olayda derece mahkemeleri konutun ruhsatsız olduğu gerekçesiyle başvurucuların tazminat taleplerini reddetmişlerdir. Öneryıldız/Türkiye kararına atıfla ruhsatsız olarak yapılmış olsa da kamu makamlarınca bu yapının yıktırılmadığı veya yıkımı yönünde bir işleme de girişilmediğine dikkat çekilerek tapuya tescil edilen konut yönünden başvurucuların Sözleşme'ye ek 1 No.lu Protokol'ün maddesinin birinci paragrafında ifade edilen anlamda mülk teşkil edebilecek menfaatlerinin olduğu belirtilmiştir (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 40-47). AİHM; başvuruyu genel ilke niteliğindeki mülkiyetten barışçıl yararlanma hakkına ilişkin birinci kural çerçevesinde incelemiş (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 52, 55), müdahalenin kanuni dayanağının çevreyi korumak yönünde bir meşru amacı içerdiğini kabul etmiştir (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 68, 69). Ancak AİHM'e göre somut olayın koşullarında oluşan maddi zarara rağmen başvurucuların tazminat taleplerinin reddedilmesi, başvurucuların mülkiyet hakkı kapsamındaki menfaatleri ile kamunun yararı arasındaki adil dengeyi bozmuş; başvuruculara aşırı ve olağan dışı bir külfet yükletilmesine yol açmıştır. AİHM, bu gerekçelerle başvurucuların mülkiyet haklarının ihlaline karar vermiştir (Keriman Tekin ve diğerleri/Türkiye, §§ 70, 71).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/14428
Başvuru, idareden kiralanan taşınmaz üzerine inşa edilen yapıların kira sözleşmesinin feshedilmesi üzerine yıkılması sonucunda meydana gelen zararın giderilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu 2002 yılında açılan hukuk davasının henüz ilk derece mahkemesinde karara bağlanmamış olması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir. Başvuru, 17/1/2014 tarihinde Bakırköy Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 19/3/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 14/4/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Muğla ili Fethiye ilçesi Kaya Köyü Tunçpınarı mevkiinde kain 1330 parsel sayılı taşınmazın tapulama tespiti sırasında yarı hissesinin başvurucular murisi Aziz Bolel adına tespitine karar verilmiştir. Orman Genel Müdürlüğü’ne izafeten Fethiye Orman İşletme Müdürlüğü tarafından taşınmazın tespit malikleri aleyhine Fethiye Tapulama Mahkemesinin 1957/466 esas sayılı dosyasında tespite itiraz davası açılmıştır. Fethiye Tapulama Mahkemesinde yapılan yargılama neticesinde Mahkemenin 1957/466 esas 1971/3 karar sayılı kararı ile taşınmazın tespit gibi, sunulan veraset ilamları uyarınca tespit maliklerinin mirasçıları adına tapuya tesciline karar verilmiştir. Belirtilen taşınmaz hakkında Orman Genel Müdürlüğü’ne izafeten Fethiye Orman İşletme Müdürlüğü tarafından taşınmaz malikleri aleyhine Fethiye Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/175 ve 2002/699 esas sayılı dosyaları ile sırasıyla 26/3/2002 ve 27/11/2002 tarihlerinde tapu iptali ve tescil davaları açılmıştır. Açılan bu davalarda Orman Genel Müdürlüğü tarafından, dava konusu parselin bulunduğu köyde 5/6/1986 tarihli ve 3302 sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi ile Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun’un ve maddeleri ile Orman Sınırları Dışına Çıkarılacak Yerler Hakkındaki Tüzüğün maddeleri uyarınca uygulama yapıldığı ve dava konusu parselin bir kısmının kesinleşen orman tahdidi sınırları içinde kaldığı ifade edilerek, belirtilen kısmın tapusunun iptaline ve orman vasfı ile hazine adına tapuya kayıt ve tesciline karar verilmesi talep edilmiştir. Orman Genel Müdürlüğü tarafından açılan bu davalar Fethiye Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/175 esas sayılı dosyası üzerinde birleştirilmiştir. Fethiye Asliye Hukuk Mahkemesinin 2002/175 esas sayılı dosyasında devam eden yargılama sırasında Fethiye Kadastro Mahkemesince 27/12/2011 tarihli yazı ile dava konusu taşınmazın 21/6/1987 tarihli ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun 22-A bendi uyarınca yapılan uygulama çalışmalarında 251 ada 4 parsel sayılı taşınmaz olarak uygulamaya tabi tutulduğu ve tespit tutanaklarının Kadastro Mahkemesine gönderildiği bildirilmiştir. Fethiye Kadastro Mahkemesinin bahsedilen yazısı üzerine Fethiye Asliye Hukuk Mahkemesi 2002/175 esas sayılı dosyasında görevsizlik kararı vermiştir. Görevsizlik kararı sonrası Fethiye Kadastro Mahkemesinin E.2014/13 sırasına kaydı yapılan dosyada 20/2/2014 tarihinde verilen karşı görevsizlik kararı üzerine, dosya olumsuz görev uyuşmazlığının karara bağlanması için Yargıtay Hukuk Dairesine gönderilmiştir.B. İlgili Hukuk 12/1/2011 tarih ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Usul ekonomisi ilkesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Hâkim, yargılamanın makul süre içinde ve düzenli bir biçimde yürütülmesini ve gereksiz gider yapılmamasını sağlamakla yükümlüdür.” 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “Genel olarak görev” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kadastro mahkemesi; taşınmaz mal mülkiyetine ve sınırlı ayni haklara, tapuya tescil veya şerh edilecek veyahut beyanlar hanesinde gösterilecek sair haklara, sınır ve ölçü uyuşmazlıklarına, kadastroya ve tapu sicilini ilgilendiren benzeri davalara ve özel kanunlarca kendisine verilen işlere bakar; Kadastroya veya kadastro ile ilgili verasete ait uyuşmazlıkları çözümleyebileceği gibi, istek üzerine veraset belgesi de verebilir.” 3402 sayılı Kanun’un “Kadastro davalarında usul” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kadastro hakimi, askı süresi içinde açılacak davalar ve kadastro müdürü tarafından mahkemeye tevdi olunacak taşınmaz mallara ait kadastro tutanakları ve mahalli hukuk mahkemelerinden devredilen işler hakkında dava dosyası açar. İlgililerin başvurusunu beklemeksizin kadastro tutanakları ile uyuşmazlığın çözümlenmesine etkili olabilecek kayıt ve diğer bilgileri ilgili dairelerden getirtir. Hakim, duruşma gününü taraflara Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen tebliğ eder.” 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama usulü” kenar başlıklı maddesinin birinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir: “Kadastro mahkemesinde gelmeyen tarafın yokluğunda duruşma yapılır. Taraflardan hiç biri gelmez ise dosya işlemden kaldırılmaz. Hakim, toplanması mümkün olan delilleri inceler ve 30 uncu madde hükmünce işi karara bağlar.…Bu Kanunun tatbikinde ayrıca açıklık bulunmıyan hallerde basit yargılama usulü uygulanır.Kadastro mahkemeleri adli tatile tabi değildir.” 3402 sayılı Kanun’un “Deliller ve hakimin takdiri” kenar başlıklı maddesinin birinci ve ikinci fıkraları şöyledir: “Kadastro tutanaklarında beyanlarına başvurulan kişiler, bu beyanlarına gerekçe gösterilerek itiraz edilmedikçe, yeniden dinlenmezler. Ancak hakim, kadastro tutanağındaki beyanla, duruşma sırasında topladığı deliller arasında çelişki görürse, bunu gidermek için tutanakta beyanlarına başvurulan kimseleri tanık sıfatıyla yeniden dinleyebilir. Kadastro komisyonlarından gönderilen tutanaklar ile mahalli mahkemelerden devredilen dosyaların muhtevasından malik tespiti yapılamadığı veya dava açan mirasçının dışında başka mirasçıların da bulunduğu anlaşıldığı takdirde, hakim resen lüzum gördüğü diğer delilleri toplayarak taşınmaz malın kimin adına tescil edileceğine karar vermekle yükümlüdür. Taşınmaz malın ölü bir şahsa ait olduğu anlaşılır ve mirasçıları da tespit edilemezse, ölü olduğu yazılmak suretiyle o şahsın adına tescil kararı verilir.” 3402 sayılı Kanun’un “Kararların tebliği, kanun yollarına başvurma ve ilamların infazı” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kadastro mahkemesi kararları Tebligat Kanunu hükümlerine göre resen taraflara tebliğ olunur.” 3402 sayılı Kanun’un “Yargılama giderleri, kadastro harcı ve tahakkuku” kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının son cümlesi şöyledir: “Bu Kanun gereğince resen yapılması gereken soruşturma ve tebligat işlemleri için zaruri giderler, ileride haksız çıkacak taraftan alınmak üzere bütçeye konulan ödenekten karşılanır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/888
Başvurucu 2002 yılında açılan hukuk davasının henüz ilk derece mahkemesinde karara bağlanmamış olması nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürerek, ihlalin tespitiyle uğradığı maddi ve manevi zararın tazminine karar verilmesini talep etmiştir.
1
Başvuru, ceza davasında uzun süren yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 24/8/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1981 doğumlu olup bireysel başvuru konusu olayların geçtiği tarihte Adana'da ikamet etmektedir. Adana Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK mülga madde ile görevli) 28/10/2005 tarihli iddianamesi ile aralarında başvurucunun da yer aldığı bir kısım şüpheli hakkında PKK/KONGRA-GEL silahlı terör örgütünün üyesi olma, molotof kokteyli atma, memura görevini yaptırmamak için direnme, kamu malına zarar verme ve örgüt adına suç işleme suçlarından kamu davası açılmıştır. Adana (kapatılan) Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK madde ile görevli) 4/6/2008 tarihli kararı ile başvurucunun memura görevini yaptırmamak için direnme suçundan beraat etmesine, örgüt adına suç işleme suçundan ise mahkûmiyetine hükmedilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesinin 11/1/2013 tarihli kararı ile hüküm bozulmuştur. Başvurucu 24/8/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelerden bozma kararı sonrasında yargılamaya Adana Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/139 sıra sayılı dosyası üzerinden devam edilmekte olduğu anlaşılmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/15475
Başvuru, ceza davasında uzun süren yargılama nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
VE DİĞERLERİ BAŞVURUSU(Başvuru Numarası: 2017/5849) Karar Tarihi: 24/3/2021 İKİNCİ BÖLÜM KARAR    GİZLİLİK TALEBİ KABUL Başkan:Kadir ÖZKAYAÜyeler:Celal Mümtaz AKINCI   Emin KUZ  Yıldız SEFERİNOĞLU  Basri BAĞCIRaportör:Sinan ARMAĞANBaşvurucular:G.I ve Diğerleri (bkz. ekli liste)  Başvuru; öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi ve geri gönderme merkezindeki tutma koşulları nedenleriyle kötü muamele yasağının, sınır dışı etme kararına karşı başvurulabilecek etkili bir yargı yolu bulunmaması nedeniyle etkili başvuru hakkının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, idari gözetim kararına itiraz kabul edildiği hâlde lehe vekâlet ücretine hükmedilmemesi nedeniyle de adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Ekli listede yer verilen başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Başvurucular, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca sınır dışı işleminin yürütmesinin tedbiren durdurulmasına karar verilmesini talep etmiştir. Komisyonlarca tedbir talebinin Bölüm tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden İçtüzük'ün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm tarafından İçtüzük'ün maddesi uyarınca ekli tabloda belirtilen başvuruların tamamında sınır dışı işleminin tedbiren durdurulmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması nedeniyle ekli listede numaraları belirtilen başvuruların 2017/5849 numaralı bireysel başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Muhtelif ülkelerin vatandaşı olan başvurucular hakkında farklı tarihlerde 4/4/2013 tarihli ve 6458 sayılı Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b), (d) ve (k) bentleri kapsamında ilgili valilikler tarafından sınır dışı etme kararı tesis edilmiş; ayrıca başvurucuların bir kısmı idari gözetim altına alınarak geri gönderme merkezlerine konulmuştur. Başvurucular 3/10/2016 tarihli ve 676 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (676 sayılı KHK) ile 6458 sayılı Kanun'da yapılan değişiklik sonrasında sınır dışı etme işlemi yönünden etkili bir iç hukuk yolu bulunmadığını belirterek değişik tarihlerde doğrudan bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucuların bir kısmı bireysel başvuru yaptıktan sonra sınır dışı işleminin iptali amacıyla ilgili idare mahkemelerinde dava açmıştır. Mahkemeler, başvurucular hakkında alınan sınır dışı etme kararının mevzuata uygun olduğunu belirterek davaların reddine karar vermiştir. Bununla birlikte başvurucuların bireysel başvurularına konu ettiği husus idare mahkemelerindeki yargılama süreci değil sınır dışı etme işlemlerinin kendisidir. Karar tarihi itibarıyla tüm başvurucuların tutuldukları geri gönderme merkezinden salıverildikleri anlaşılmıştır. Tüm başvurular otuz günlük yasal başvuru süresi içinde yapılmıştır. İlgili hukuk için bkz. A.A. ve A.A. [GK], B. No: 2015/3941, 1/3/2017, §§ 28-38; T.T., B. No: 2013/8810, 18/2/2016, §§ 22-25; B.T. [GK], B. No: 2014/15769, 30/11/2017, §§ 19-38; Bılal Abdulsattar El Ravıye ve diğerleri, B. No: 2018/27603, 15/5/2020, §§ 12-
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/5849
Başvuru, öldürülme veya kötü muameleye maruz kalma riski bulunan ülkeye sınır dışı etme kararı verilmesi ve geri gönderme merkezindeki tutma koşulları nedenleriyle kötü muamele yasağının, sınır dışı etme kararına karşı başvurulabilecek etkili bir yargı yolu bulunmaması nedeniyle etkili başvuru hakkının, idari gözetim altında tutmanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, idari gözetim kararına itiraz kabul edildiği hâlde lehe vekâlet ücretine hükmedilmemesi nedeniyle de adil yargılanma ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurulara ait başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra başvurular Komisyonlara sunulmuştur. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2019/19598 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/19598 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/19598
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması, duruşma salonunda müdafiden "fiziken" ayrı bir yerde savunma yapılması, mahkûmiyetin yargılama aşamasında sorgulanamayan bir kimsenin soruşturma evresindeki ifadelerine dayandırılması ve delillerin hatalı değerlendirilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/4/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Ukrayna polis birimlerinden Emniyet Genel Müdürlüğüne gönderilen yazıda, S.nin 1993 ile 2007 tarihleri arasında Ukrayna vatandaşı kadınları fuhuş amacıyla Antalya'ya getirdiği ve bu kadınları yazıda numarası bildirilen telefon kullanıcısına gönderdiği bildirilmiştir. Bildirim üzerine yapılan araştırmada, anılan telefon numarasının başvurucuya ait olduğu tespit edilmiş ve başvurucu hakkında soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu, bu numaranın kendisine ait olduğunu soruşturma sırasında kabul etmiştir. Soruşturma kapsamında başvurucunun konutunda yapılan aramada Ukrayna pasaportlu 1982 doğumlu İ.ye rastlanmıştır. Mağdur İ.nin soruşturma evresinde alınan beyanında; Ukrayna'da eşinden boşandığını ve ekonomik zorluğa düştüğünden fuhuş amacıyla Türkiye'ye geldiğini, başvurucunun telefonla kendisine müşterileri ve adreslerini bildirdiğini, her müşteri karşılığında başvurucuya belli miktar bir para ödediğini beyan etmiştir. Başvurucu, insan ticareti yapma ve fuhuşa aracılık etme suçlarından 1/10/2007 tarihinde gözaltına alınmış; 2/10/2007 tarihinde de tutuklanmıştır. Soruşturma sonucunda Antalya Cumhuriyet Başsavcılığının 17/10/2007 tarihli iddianamesi ile kamu davası açılmıştır. Antalya Ağır Ceza Mahkemesince yürütülen yargılama sırasında mağdurenin beyanları uluslararası istinabe suretiyle alınmaya çalışılmıştır. İstinabe evrakına uzun süre cevap verilmemesi nedeniyle 22/10/2010 tarihli celsede buna ilişkin ara kararından vazgeçilmiştir. Ara karar aşağıdaki şekildedir:"[Y]abancı uyruklu mağdurenin şikayet ve delillerinin tespitine karar verilmiş ise de bu konuda yazılan yurt dışı talimatın uzun süredir dosyasına dönmemiş olması, mağdurenin soruşturma evresinde temin edilen ifadeleri ve diğer dosya kapsamı nazara alındığında kovuşturma evresinde beyanlarının saptanacak olması, kanıt durumuna ve sanığın hukuksal durumuna etki etmeyeceğinden şikayet ve delillerin tespiti yönünden alınan ara karardan vazgeçilmesine oy birliğiyle karar verildi" Kollukta mağdurenin beyanlarını tespit eden görevliler, yargılamada tanık sıfatıyla dinlenmiştir. Antalya Ağır Ceza Mahkemesi 25/3/2011 tarihli kararıyla insan ticareti yapma suçundan başvurucunun beraatine, diğer suç yönünden ise mahkûmiyetine hükmetmiştir. Anılan kararın temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi, 10/2/2014 tarihli kararıyla ile hükmü onamıştır. Başvurucu, nihai kararı 9/4/2014 tarihinde öğrendiğini belirtmiştir. Başvurucu 14/4/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/5142
Başvuru, yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması, duruşma salonunda müdafiden fiziken ayrı bir yerde savunma yapılması, mahkûmiyetin yargılama aşamasında sorgulanamayan bir kimsenin soruşturma evresindeki ifadelerine dayandırılması ve delillerin hatalı değerlendirilmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucular, yakınlarının 9/11/2011 tarihinde Van ilinde meydana gelen depremde otel enkazında kalarak vefat ettiğini ve hukuk yollarına başvurmalarına rağmen sonuç alamadıklarını belirterek, yaşam hakkının ve hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvuru, başvurucuların vekili tarafından 30/11/2012 tarihinde doğrudan yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca, kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 29/7/2013 tarihinde yapılan toplantıda Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 2/8/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 2/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 3/10/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, görüşünü 22/10/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru dilekçesinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 23/10/2011 tarihinde Van ilinde 7,2 şiddetinde bir deprem meydana gelmiş ve çok sayıda kişi hayatını kaybetmiştir. Depremden sonra artçı sarsıntılar devam etmiş ve 9/11/2011 tarihinde 5,6 şiddetinde ikinci bir deprem gerçekleşmiştir. İkinci depremde başvurucuların yakınları Cem EMİR, Sebahattin YILMAZ ve Önal EROL da dâhil olmak üzere Van il merkezinde bulunan Bayram Otel’de kalmakta olan 24 kişi otel binasının çökmesi sonucu hayatını kaybetmiştir. Olayın ardından Van Cumhuriyet Başsavcılığı resen soruşturma başlatmıştır. Başvurucuların tamamının da şikâyetçi olarak katıldığı soruşturma kapsamında hazırlanan bilirkişi raporunda birden fazla kişinin sorumluluğunun bulunduğu, binada hasar tespiti yapmayan ilgili birimlerin de kusurlu olduğu belirlenmiştir. Van Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturma kapsamında ayrıca keşif yapılmış, bina enkazından karot örneği, donatı örneği ve diğer numuneler bilirkişiler marifetiyle alınmış, soruşturma dosyası ve elde edilen numuneler rapor düzenlemeleri için bilirkişilere tevdi edilmiştir. Soruşturma sonucu 26/7/2012 tarihinde verilen kararda bilirkişilerce hazırlanan rapor ışığında, söz konusu binanın yapım yılında (1964) statik projesi ve hesap raporları yapılmadan gelişigüzel inşa edildiği, malzeme ve donatıların dönemin Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Yönetmeliği kriterlerini taşımadığı, inşaat ruhsatına göre fazladan bir kata sahip olmasının bina üzerinde fazladan yüke neden olduğu, ilk depremde ayakta kalmasına rağmen ikinci depremde iki deprem arasında artçı şoklardan etkilenerek yıkıldığının anlaşıldığı ifade edilmiştir. Soruşturma sonucunda, otel işletmecisi hakkında bilinçli taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olma suçundan Van Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmasına, vefat eden yapı sahibi ve diğer şüpheliler hakkında kamu adına kovuşturmaya yer olmadığına ve Van Valisi ile Afet ve Acil İşler Daire Başkanlığı (AFAD) görevlileri hakkında 2/12/1999 tarih ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un ve maddeleri gereği görevsizlik kararı verilerek soruşturma dosyasının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmiştir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, 9/10/2012 tarihinde Van Valisi ve AFAD görevlileri hakkında görevi kötüye kullanmaya ilişkin iddiaların somut bilgi ve belgelere dayanmadığı, ilgililer açısından suç oluşturan ön inceleme yapılmasını gerektirecek bir durumun bulunmadığı gerekçesiyle şikayetin işleme konulmamasına karar vermiş, bu karar başvurucuların vekiline 1/11/2012 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular, vekilleri aracılığıyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının işleme konulmama kararının kaldırılması ve 4483 sayılı Kanun gereği ön inceleme yaptırılması kararı verilmesi talebiyle 12/11/2012 tarihinde Danıştay’a itiraz dilekçesi sunmuştur. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının işleme koymama kararına karşı 4483 sayılı Kanun’da herhangi bir itiraz yolu öngörülmemiş olup başvuru dilekçesinde başvurucuların Danıştay’a yaptıkları itirazlarının sonucuna ilişkin bir bilgi bulunmamaktadır. Bakanlık, başvuru konusu olaylara ilişkin 2/10/2013 tarihli görüşünde (§ 5), başvurucuların Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarında teyit ettiği, ilave şu bilgilere yer vermiştir: Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 9/10/2012 tarih ve 2012/128 soruşturma, K.2012/55 sayılı işleme konulmama kararına karşı başvurucuların vekili tarafından yapılan itiraz neticesinde, Danıştay Dairesi, 4/12/2012 tarih ve E.2012/1699, K.2012/1856 sayılı kararında 4483 sayılı Kanun’da Cumhuriyet Başsavcılıklarının kararlarına karşı herhangi bir itiraz yolu öngörülmediğinden bahisle itirazı incelemeksizin reddetmiştir. Başvurucular, başvurunun kabul edilebilirliği hakkındaki Bakanlık görüşüne karşı beyanlarında, idari sorumluluğun tespiti ve sorumluluktan kaynaklanan giderimin belirlenmesi için idari yargı yoluna başvurulduğunu, ancak yaşam hakkının ihlali halinde sadece tazminat alınmasının yeterli olmayacağını, devletin etkili ve önleyici ceza sistemi kurma pozitif yükümlülüğünün bulunduğunu ileri sürmüştür. Söz konusu tam yargı davası henüz sonuçlanmamıştır. Başvurucular, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının şikayetin işleme konulmaması kararının kendilerine tebliğinden itibaren süresi içinde 30/11/2012 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır.B. İlgili Hukuk Başvuru konusu olayda şikayet konusu yapılan “taksirle öldürme” ve “görevi kötüye kullanma” suçlarına ilişkin 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun hükümleri şöyledir:“Taksirle öldürme MADDE – (1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.…Görevi kötüye kullanma MADDE - (1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (3) İrtikâp suçunu oluşturmadığı takdirde, görevinin gereklerine uygun davranması için veya bu nedenle kişilerden kendisine veya bir başkasına çıkar sağlayan kamu görevlisi, birinci fıkra hükmüne göre cezalandırılır.” 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) “Bir suçun işlendiğini öğrenen Cumhuriyet savcısının görevi” başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar.” Bununla birlikte, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı yargılanabilmeleri izne tabi olup izin vermeye yetkili merciler ve izlenecek usul 4483 sayılı Kanun’da düzenlenmiştir. 4483 sayılı Kanun’un “Hazırlık soruşturmasını yapacak merciler” başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Hazırlık soruşturması genel hükümlere göre yetkili ve görevli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılır. Ancak Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreteri, müsteşarlar ve valiler ile ilgili olarak yapılacak olan hazırlık soruşturması Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı veya Başsavcıvekili, kaymakamlar ile ilgili hazırlık soruşturması ise il Cumhuriyet Başsavcısı veya Başsavcıvekili tarafından yapılır.” 4483 sayılı Kanun’un maddesinin son cümlesine göre ast memur ile üst memurun aynı fiile iştiraki halinde izin, üst memurun bağlı olduğu merciden istenir. Bu durumda bir vali ve altında görev yapan memurlar için talep edilen yargılama iznini vermeye yetkili merci valiler için yargılamaya izin vermeye yetkili makam olan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı veya Başsavcıvekili’dir. 4483 sayılı Kanun’un “Olayın yetkili mercie iletilmesi, işleme konulmayacak ihbar ve şikayetler” başlıklı maddesinin üçüncü ve dördüncü fıkraları şöyledir: “Bu Kanuna göre memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında yapılacak ihbar ve şikâyetlerin soyut ve genel nitelikte olmaması, ihbar veya şikâyetlerde kişi veya olay belirtilmesi, iddiaların ciddî bulgu ve belgelere dayanması, ihbar veya şikâyet dilekçesinde dilekçe sahibinin doğru ad, soyad ve imzası ile iş veya ikametgâh adresinin bulunması zorunludur. Üçüncü fıkradaki şartları taşımayan ihbar ve şikâyetler Cumhuriyet başsavcıları ve izin vermeye yetkili merciler tarafından işleme konulmaz ve durum, ihbar veya şikâyette bulunana bildirilir. Ancak iddiaların, sıhhati şüpheye mahal vermeyecek belgelerle ortaya konulmuş olması halinde ad, soyad ve imza ile iş veya ikametgâh adresinin doğruluğu şartı aranmaz. Başsavcılar ve yetkili merciler ihbarcı veya şikâyetçinin kimlik bilgilerini gizli tutmak zorundadır.” 4483 sayılı Kanun’un “İtiraz” başlıklı maddesi şöyledir:“Yetkili merci, soruşturma izni verilmesine veya verilmemesine ilişkin kararını Cumhuriyet başsavcılığına, hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisine ve varsa şikayetçiye bildirir. Soruşturma izni verilmesine ilişkin karara karşı hakkında inceleme yapılan memur veya diğer kamu görevlisi; soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı ise Cumhuriyet başsavcılığı veya şikayetçi itiraz yoluna gidebilir. İtiraz süresi, yetkili merciin kararının tebliğinden itibaren on gündür. İtiraza, 3 üncü maddenin (e), (f), g (Cumhurbaşkanınca verilen izin hariç) ve (h) bentlerinde sayılanlar için Danıştay İkinci Dairesi, diğerleri için yetkili merciin yargı çevresinde bulunduğu bölge idare mahkemesi bakar. İtirazlar, öncelikle incelenir ve en geç üç ay içinde karara bağlanır. Verilen kararlar kesindir.” 4483 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrasında yer verilen nitelikleri taşımamaları nedeniyle ihbar ve şikâyetler hakkında verilen işleme konulmama kararına yönelik bir itiraz yolu öngörülmemiştir. 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.” Haksız fiillerden doğan borç ilişkilerini düzenleyen 11/1/2011 tarih ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun “Sorumluluk” başlıklı maddesi şöyledir:“Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” 6098 sayılı Kanun’un haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinin Ceza Hukuku ile ilişkisini düzenleyen maddesi ise şöyledir:“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.” 15/5/1959 tarih ve 7269 sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısıyla Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun’un ve “Afet bölgelerinde yapılacak teknik işler” başlıklı maddeleri şöyledir:“Madde 4 – İçişleri, İmar ve İskan, Bayındırlık, Sağlık ve Sosyal Yardım ve Tarım Bakanlıklarınca acil yardım teşkilatı ve programları hakkında genel esasları kapsayan bir yönetmelik yapılır.Bu yönetmelik esasları dairesinde afetin meydana gelmesinden sonra yapılacak kurtarma, yaralıları tedavi, barındırma, ölüleri gömme, yangınları söndürme, yıkıntıları temizleme ve felaketzedeleri iaşe gibi hususlarda uygulanmak üzere görev ve görevlileri tayin, toplanma yerlerini tespit eden bir program valiliklerce düzenlenir ve gereken vasıtalar hazırlanarak muhafaza olunur.Bu programların uygulanması, valiliklerce kurulacak kurtarma ve yardım komitelerince sağlanır.…”“Madde 13 – a) Yapılacak işlemlere esas olmak üzere İmar ve İskan Bakanlığınca kurulacak fen kurulları tarafından, afetin meydana geldiği arazinin durumu ile bütün yapılar ve kamu tesisleri incelenerek, hasar tespit raporu düzenlenir.(Değişik: 31/8/1999 - KHK - 574/1 md.) Gereken hallerde, yapılarda meydana gelen hasarı tespit etmek üzere Bayındırlık ve İskan Bakanlığının isteği üzerine diğer bakanlık, kurum ve kuruluşlar, mahalli idareler, üniversiteler ve meslek odaları, konusunda deneyimli yeteri kadar inşaat mühendisi ve/veya mimarı hasar tespiti çalışmalarında derhal görevlendirmekle yükümlüdürler.(Değişik: 31/8/1999 - KHK - 574/1 md.) Arazinin tehlikeli durumu ve binaların gördüğü hasar bakımından yıktırılması ve boşaltılması gerekenler hakkında, o il ve ilçenin en büyük mülkiye amirine ayrı bir rapor verilir. Bu makamlarca böyle binalar derhal boşalttırılır. Yıkılması gerekenler için en çok 3 gün süre verilerek tehlikenin giderilmesi sahiplerine bildirilir. Mahallinde sahibi bulunmadığı takdirde durum, mahalli vasıtalarla ilan edilmek suretiyle, bildiri yapılmış sayılır.…b) …c) …ç) Yer kayması, kaya düşmesi gibi afetlerde, tehlikenin devamı veya tekrarı ihtimali üzerine boşaltılan binaların tehlikeye karşı kesin tedbir alınıncaya kadar işgaline veya hasara uğrayanların tamirine müsaade edilmez. Tedbir alınamayacağına karar verildiği takdirde tehlikeli mahal içindeki binalar, yukarıdaki esaslar dahilinde yıktırılır. İmar ve İskan Bakanlığınca afete karşı arazide gerekli tedbirlerin alınması, tehlikeye maruz yapıların yıkılması ve topluluğun başka yere taşınmasından daha ekonomik görülürse, bu tedbirlerin alınması için lüzumlu ödenek 33 üncü maddede yazılı fondan ödenir. Tehlikenin giderilmesiyle ilgili tedbirler için yapılan harcamalar borçlanmaya tabi tutulmaz.d) Afete uğrıyanların veya uğraması muhtemel olanların bulundukları yerlerde veya başka yerlerde geçici olarak barınmalarını sağlamak üzere, baraka ve konutlar inşa edilebilir, ettirilebilir, kiralanabilir veya satınalınabilir.Bu tedbirlerin, kısa zamanda yerine getirilmesinin mümkün olamıyacağı hallerde, geçici iskan tedbirlerini kendileri almak isteyenlere nakdi yardım da yapılabilir.…” 29/5/2009 tarih ve 5902 sayılı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun’un , , ve maddeleri şöyledir:“Amaç ve kapsamMADDE 1 – (1) Bu Kanunun amacı, afet ve acil durumlar ile sivil savunmaya ilişkin hizmetleri yürütmek üzere, Başbakanlığa bağlı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığının kurulması, teşkilatı ile görev ve yetkilerini düzenlemektir. Başbakan, Başkanlıkla ilgili yetkilerini bir bakan aracılığı ile kullanabilir. (2) Bu Kanun; afet ve acil durumlar ile sivil savunmaya ilişkin hizmetlerin ülke düzeyinde etkin bir şekilde gerçekleştirilmesi için gerekli önlemlerin alınması ve olayların meydana gelmesinden önce hazırlık ve zarar azaltma, olay sırasında yapılacak müdahale ve olay sonrasında gerçekleştirilecek iyileştirme çalışmalarını yürüten kurum ve kuruluşlar arasında koordinasyonun sağlanması ve bu konularda politikaların üretilmesi ve uygulanması hususlarını kapsar. TanımlarMADDE 2 – (1) Bu Kanunda yer alan;a) Acil durum: Toplumun tamamının veya belli kesimlerinin normal hayat ve faaliyetlerini durduran veya kesintiye uğratan ve acil müdahaleyi gerektiren olayları ve bu olayların oluşturduğu kriz halini,b) Afet: Toplumun tamamı veya belli kesimleri için fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplar doğuran, normal hayatı ve insan faaliyetlerini durduran veya kesintiye uğratan doğal, teknolojik veya insan kaynaklı olayları,c) …h) Risk: Belirli bir alandaki tehlike olasılığına göre kaybedilecek değerlerin ölçüsünü,ı) Risk azaltma: Belirli bir kesim veya alanda geliştirilen afet senaryolarına göre, olası risklerin önlenmesi, kabul edilebilir ölçülere indirilmesi ya da paylaşımı amacıyla alınacak her türlü planlı müdahaleyi, i) Risk yönetimi: Ülke, bölge, kent ölçeğinde ve yerel ölçekte risk türleri ve düzeylerini tespit etme, azaltma ve paylaşma çalışmaları ile bu alandaki planlama esaslarını, j) …k) Zarar azaltma: Afetlerde ve acil durumlarda meydana gelmesi muhtemel zararların yok edilmesi veya azaltılmasına yönelik risk yönetimi ve önleme tedbirlerini,ifade eder. …”“MADDE 4 – (1) Afet ve acil durum hallerinde bilgileri değerlendirmek, alınacak önlemleri belirlemek, uygulanmasını sağlamak ve denetlemek, kurum ve kuruluşlar ile sivil toplum kuruluşları arasındaki koordinasyonu sağlamak amacıyla, Başbakanlık Müsteşarının başkanlığında, Milli Savunma, İçişleri, Dışişleri, Maliye, Milli Eğitim, Bayındırlık ve İskân, Sağlık, Ulaştırma, Enerji ve Tabii Kaynaklar, Çevre ve Orman bakanlıkları ve Devlet Planlama Teşkilatı müsteşarları, Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanı, Türkiye Kızılay Derneği Genel Başkanı ile afet veya acil durumun türüne göre Kurul Başkanınca görevlendirilecek diğer bakanlık ve kuruluşların üst yöneticilerinden oluşan Afet ve Acil Durum Koordinasyon Kurulu kurulmuştur. (2) Kurul, yılda en az dört kez toplanır. Ayrıca, ihtiyaç halinde Kurul Başkanının çağrısı üzerine olağanüstü toplanabilir. Kurulun sekretaryasını Başkanlık yürütür.”“İl afet ve acil durum müdürlükleri MADDE 18 – (1) İllerde, il özel idaresi bünyesinde, valiye bağlı il afet ve acil durum müdürlükleri kurulur. Müdürlüğün sevk ve idaresinden vali sorumludur. (2) İl afet ve acil durum müdürlüklerinin görevleri şunlardır:a) İlin afet ve acil durum tehlike ve risklerini belirlemek.b) Afet ve acil durum önleme ve müdahale il planlarını, mahalli idareler ile kamu kurum ve kuruşlarıyla işbirliği ve koordinasyon içinde yapmak ve uygulamak.c) İl afet ve acil durum yönetimi merkezini yönetmek.ç) Afet ve acil durumlarda meydana gelen kayıp ve hasarı tespit etmek.d) ……g) Afet ve acil durumlarda, gerekli arama ve kurtarma malzemeleri ile halkın barınma, beslenme, sağlık ihtiyaçlarının karşılanmasında kullanılacak gıda, araç, gereç ve malzemeler için depolar kurmak ve yönetmek.ğ) …… (3) ……  (5) Afet ve acil durum il müdürü ile diğer personelin ataması vali tarafından yapılır. …” 19/5/1988 tarih ve 19808 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan Afetlere İlişkin Acil Yardım Teşkilatı ve Planlama Esaslarına Dair Yönetmelik’in , ve maddeleri şöyledir:“SorumlulukMadde 4 – Vali ve kaymakamlar, görevli bakanlık, kurum ve kuruluşlar ile askeri birlikler, ilgili mevzuat ve bu Yönetmelik gereğince düzenlenecek acil yardım planları ve acil yardımla ilgili yönergelerle kendilerine verilen görevleri yerine getirmekten ayrı ayrı sorumludurlar.Afetin meydana gelmesinden itibaren, alınması gereken her türlü acil tedbirlerin alınmasından ve acil yardımların bir emir beklemeden yapılmasından afetin meydana geldiği yerin mülki amiri sorumludur.”“Madde 6 – Bu Yönetmeliğin ilke ve esasları dahilinde:a) Acil yardım hizmetlerini yürütmek üzere, illerde valinin başkanlığında il kurtarma ve yardım komitesi, ilçelerde kaymakamın başkanlığında ilçe kurtarma ve yardım komitesi kurulur,b) İl ve ilçe acil yardım planlarının yapılmasından, icrasından ve güncelliğinin korunmasından birinci derecede vali ve kaymakamlar sorumludur. Bakanlıklar ve merkezi kurum ve kuruluşlar ile askeri birlikler bu planların yapılmasına ve icrasına yardımcı olur,c) Bakanlık, kurum ve kuruluşların taşra teşkilatları il ve ilçe planları içinde yer alır,d) Bakanlık, kurum ve kuruluşların merkez teşkilatları ile bölgedeki askeri garnizon komutanlıkları, il ve ilçelere yardımcı olmak üzere kendi görevleri ile ilgili takviye ve destek planları yaparlar,e) Acil yardım hizmetlerinin planlanmasında, öncelikle ilçe ve/veya il hudutları içindeki kamu kurum ve kuruluşlarının güç ve kaynaklarının kullanılması esas alınır.İhtiyaçların bu kaynaklardan zamanında ve yeterince karşılanamaması halinde sırasıyla: Bölgedeki askeri birliklerden, komşu vali ve kaymakamlardan yardım istenir, Bölgedeki özel kuruluşlardan ve gerçek kişilerden yükümlülükler yolu ile karşılanır.…Ön Hasar Tespit ve Geçici İskan Hizmetleri GrubuMadde 32 – Ön Hasar Tespit ve Geçici İskan Hizmetleri Grubunun teşkili, görevleri, planlaması ve servisleri:a) Teşkili:...b) Görevleri: Alınan haberlere göre nerelere, ne kadar ön hasar tespit ekibi göndereceğini tespit eder, Hasarın yoğun olduğu bölgeleri belirler, Kesin hasar tespitleri için gerekli bilgileri sağlar, Afetten sonra konut, resmi ve özel tüm yapılar ile hayvan barınaklarındaki hasarın en kısa zamanda tespitini sağlayıcı tedbirleri alır, Ön Hasar Tespit Formlarını örnek Ek: 16'ya göre düzenlettirir. İcmal formlarını da örnek Ek: 17 forma göre düzenleyip afet bürosuna verir, Can güvenliği bakımından oturulması sakıncalı olan ve yıktırılması gereken binaları belirler, Resmi kuruluşlar ihtiyacı ve afetzedelerin barındırılması için kullanılabilecek bina ve tesisleri tespit eder, Tespit edilen bu binaların kullanıma hazır hale getirilmesi için gerekli işlemleri yaptırır, Ön tespit çalışmaları tamamlandıktan sonra açıkta kalan ailelerin geçici iskanlarını sağlar, Afetzedelerin kısa süreli geçici iskanları için öncelikle çadır olmak üzere sağlam bulunan okul ve diğer resmi ve özel binaların kısa süre için bu işe tahsisini sağlar, ……c) Planlaması: Kuruluşlarca servislerde görevlendirilecek personel, araç, gereç kadrosunun 12 nci maddenin (l) ve (m) bendleri esaslarına göre tespitini, Ön hasar tespiti yapacak personelin yetmemesi halinde nerelerden takviye ekip temin edilebileceğini, Afetzedelerin geçici barındırılmaları ilk etapta resmi kuruluşlara ait binalarda, bu binaların yetmemesi halinde özel şahıslara ait bina ve tesislerde sağlanacağından bu gibi bina ve tesislerin önceden belirlenmesini, ……”
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/850
Başvurucular, yakınlarının 9/11/2011 tarihinde Van ilinde meydana gelen depremde otel enkazında kalarak vefat ettiğini ve hukuk yollarına başvurmalarına rağmen sonuç alamadıklarını belirterek, yaşam hakkının ve hak arama hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
1
Başvuru, izinsiz tanıtım masası açan ve sendika adına afiş dağıtanın yazılı olarak ikaz edilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 18/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: 1976 doğumlu olan başvurucu, Hacettepe Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümünde araştırma görevlisi olarak görev yapmaktadır. Başvurucu, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (EĞİTİM-SEN/Sendika) üyesidir. Başvurucu, anılan Üniversitenin Beytepe Kampüsünde 2/11/2010 tarihinde bir grup akademik ve idari personelle birlikte kütüphane önünde önceden izin almaksızın EĞİTİM-SEN adına tanıtım masası açmış ve "Öğrencime Dokunma ve Asistan Kıyımına Hayır" başlıklı el ilanları dağıtmıştır. Belirtilen eylem nedeniyle başvurucu hakkında idare tarafından disiplin soruşturması açılmıştır. 9/3/2011 tarihli işlem ile başvurucunun 21/8/1982 tarihli ve 17789 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren mülga Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) maddesinin (a) bendine göre kurumlarca belirtilen usul ve esasların yerine getirilmesinde kayıtsızlık göstermek veya düzensiz davranmak disiplin suçunu işlediği sabit görülmüştür. Başvurucunun uyarma cezası ile cezalandırılması gerektiği hâlde olumlu sicili dikkate alınmak suretiyle anılan Yönetmelik'in maddesi uygulanarak cezai nitelikte olmamak üzere bu defaya mahsus uyarılmasına karar verilmiştir. Disiplin dışı davranışların devamı hâlinde başvurucu hakkında gerekli cezai işlemin yapılacağı kendisine bildirilmiştir. Başvurucu, söz konusu işleme karşı Ankara İdare Mahkemesinde iptal davası açmıştır. İlk derece mahkemesi 14/3/2013 tarihinde davayı reddetmiştir. Ret kararında, başvurucunun da aralarında olduğu on beş kişilik bir grubun Sendika adına açılan tanıtım masası ve el ilanları ile ilgili olarak idareden izin almadığı ifade edilmiştir. Kararda, Sendika üyelerinin 25/6/2001 tarihli ve 4688 sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları ve Toplu Sözleşme Kanunu'nun maddesine göre iş saatleri içinde sendika veya konfederasyonların anılan Kanun'da belirtilen faaliyetlerine işverenin izni ile katılabilecekleri, somut olayda izin alınmamış olması nedeniyle işlemin hukuka uygun olduğu belirtilmiştir. Başvurucunun itirazı üzerine Ankara Bölge İdare Mahkemesi ( Kurul) 21/5/2014 tarihinde ilk derece mahkemesi kararını onamıştır. Karar düzeltme talebini ise Bölge İdare Mahkemesi 17/12/2014 tarihinde reddetmiştir.Bu karar başvurucuya 19/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir.Başvurucu 18/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Yönetmelik'in "Uyarma cezası" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir: " Uyarma cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır:a - Verilen emir ve görevlerin tam ve zamanında yapılmasında, görev mahallinde kurumlarca belirlenen usul ve esasların yerine getirilmesinde, göreve ilgili resmi belge, araç ve gereçlerin korunması, kullanılması ve bakımında kayıtsızlık göstermek veya düzensiz davranmak,..." Yönetmelik'in "İyi halin değerlendirilmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Geçmiş hizmetleri sırasında çalışmaları olumlu olan ve iyi veya çok iyi derecede sicil alan yönetici ve öğretim elemanları ile memurlar ve diğer personel için verilecek cezalarda bir derece hafif olanı uygulanabilir." Danıştay Onikinci Dairesinin 23/3/2016 tarihli ve E.2012/9161, K.2016/1578 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"Dava; davalı idare bünyesinde hukuk müşaviri olarak görev yapan davacı tarafından disiplin cezası olmaksızın uyarılması yolundaki ... işlemlerile ... uyarma cezasının ve ... inceleme raporunun iptali istemiyle açılmıştır.İdare Mahkemesince, [davacının]… disiplin cezası olmaksızın yazılı olarak uyarılması ise idarelerin iç işleyişine yönelik ceza niteliği olmayan yazışma niteliğinde olduğundan, tek başına hukuki sebepler doğuran, davacının durumunda değişiklik yapacak kesin ve yürütülebilir işlemler olmadığından esasının incelenme olanağıbulunmadığı[ndan]… davanın reddine karar verilmiştir. (…)Davacının tutum ve davranışlarında gerekli dikkat ve özeni göstermesi gerektiği hususunun bildirilmesine ilişkin işlemler; her ne kadar kamu görevlilerinin disiplin cezaları dışında ve disiplin cezası niteliği taşımayan bir biçimde yazılı olarak ikaz edilmelerine imkân tanıyan bir düzenleme bulunmaması nedeniyle disiplin cezası niteliği taşımasa da, davacının özlük dosyasında bulunan bu işlemin davalı idarenin davacı hakkında takdir yetkisini kullanacağı çeşitli işlemlerde dikkate alınabilecek olması karşısında, davacının hukuki durumunu etkileyebileceği ve bu nedenle de idari davaya konu olacak kesin ve yürütülmesi zorunluişlemler niteliğinde olduğu açıktır.Bu durumda uyuşmazlığın esasının incelenerek bir karar verilmesi gerekirken, davacının tutum ve davranışlarında gerekli dikkat ve özeni göstermesi gerektiği şeklinde yazılı olarak ikaz edilmesi işlemlerinden kaynaklanan uyuşmazlıklarda, idari davaya konu olabilecek kesin ve yürütülmesi zorunlu bir idari işlem bulunmadığı gerekçesiyle davanın … incelenmeksizin reddinde hukuka uyarlık bulunmamaktadır."B. Uluslararası Hukuk 1/6/2010 tarihinde yürürlüğe giren 14 No.lu Protokol'ün maddesiyle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) maddesine "önemli bir zarar görmemiş olma" kabul edilemezlik kriteri olarak eklenmiştir. Bu ilkeye göre Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), önüne gelen başvuruda başvurucunun önemli bir zarara uğramadığını tespit ederse bu başvuruyu kabul edilemez bulabilecektir. Fakat bu kriterin uygulanmasının hakkaniyete aykırı sonuçlar doğurmasını önleme amacına dönük iki koruyucu unsur kabul edilmiştir. Bu unsurlar, insan haklarına saygı ilkesinin başvurunun esastan incelenmesini gerektirmesi ile davanın ulusal bir mahkeme tarafından gereği gibi incelenmiş olmasıdır. AİHM, bu yeni kriterin Sözleşme ve protokolleri ile güvence altına alınan hakların Avrupa düzeyinde korunmasını sağlama yönündeki temel görevine yoğunlaşması için oluşturulduğunu belirtmiştir (Stefanescu/Romanya (k.k.), B. No: 11774/04, 12/4/2011, § 35). De minimis non curatpraetor (Hâkim önemsiz ve küçük işlerle uğraşmaz.) ilkesinden doğan bu yeni kabul edilebilirlik şartı, bir hak ihlalinin ne denli gerçek olursa olsun uluslararası bir mahkeme tarafından incelenmeyi gerektirecek asgari bir ağırlık düzeyine ulaşması gerektiği görüşüne dayanır (Korolev/Rusya (k.k.), B. No: 25551/05, 1/7/2010). Bu seviyenin değerlendirilmesinde ise ihlal edildiği iddia edilen hakkın doğası, ihlal iddiasının ciddiyeti ve ihlalin başvurucunun kişisel durumu üzerinde oluşturacağı olası sonuçlar gözönünde bulundurulur (Giusti/İtalya, B. No: 13175/03, 18/10/2011, § 34). AİHM, bu kriteri uygularken başvurucunun önemli bir zarar görüp görmediğini, Sözleşme ve eki protokollerinde tanımlandığı şekliyle insan haklarına saygı hususunun şikâyetin esası bakımından bir inceleme gerektirip gerektirmediğini, davanın ulusal mahkeme tarafından gereği gibi incelenip incelenmediğini ele almaktadır (Tayfun Görgün/Türkiye (k.k.), B. No: 42978/06, 16/9/2014). Başvurucunun önemli bir zarar görüp görmediğinin tespitinde kendi özel şartları içinde başvurucunun yaşadığı dezavantajın gözönünde bulundurulması gerekir. Bu noktada parasal tutar önemli olmakla birlikte her zaman tek ölçüt değildir. Ayrıca olayda başvurucu için önemli bir prensip meselesi söz konusu olabilir ancak bu durum AİHM açısından başvurucunun önemli bir zarar gördüğü sonucuna varmak için yeterli olmayıp başvurucunun subjektif düşüncesinin objektif unsurlarla da haklılaştırılması gerekir (Korolev/Rusya). Sözleşme ve protokollerinin güvence altına aldığı insan haklarına saygının başvurunun esastan incelenmesini gerektirip gerektirmediği hususuyla ilgili olarak AİHM,başvurunun davalı devletin Sözleşme kapsamındaki yükümlülüğünün netleştirilmesi veya davalı devletin yapısal bir eksikliği gidermeye teşvik edilmesi ihtiyacının olduğu durumlar gibi Sözleşme gerekliliklerinin yerine getirilmesini etkileyen genel nitelikte bir konuyu gündeme getirdiği durumlarda başvurunun esastan incelenmesi gerekeceğini belirtmiştir (Zwinkels/Hollanda (k.k.), B. No: 16593/10, 9/10/2012, § 28). Bu kapsamda AİHM, söz konusu kriter getirilmeden önce de önüne gelmiş olan Sözleşme’yle ilgili hususlarda açık ve çokça uygulanmış olan bir içtihadın bulunması durumunda bu incelemenin yapılmasının gerekli olmadığına hükmettiğini (Van Houten/Hollanda (kayıttan düşürme), B. No: 25149/03; CEDH 2005-IX ve Kavak/Türkiye (k.k.), B. No: 34719/04, 37472/05, 19/5/2009) hatırlatarak AİHM içtihatlarını genişletebilecek veya bunlara katkı sağlayabilecek nitelikte olmayan başvuruları incelemediğini belirtmektedir (Tayfun Görgün/Türkiye). Ayrıca AİHM'e göre önemli bir zarar görmemiş olma kabul edilebilirlik kriterinin Sözleşme kapsamında güvenceye alınan herhangi bir hakka uygulanması kısıtlanmamıştır (Sylka/Polonya (k.k.), B. No: 19219/07, 3/6/2014).
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/2947
Başvuru, izinsiz tanıtım masası açan ve sendika adına afiş dağıtanın yazılı olarak ikaz edilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, havaalanı transit bölgede tutulan başvurucunun avukat yardımından faydalandırılmaması nedeniyle kötü muamele yasağıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 6/11/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra başvuru Komisyona sunulmuştur. Başvurucu, Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün (İçtüzük) maddesi uyarınca avukatıyla görüşebilmesi ve vekalet ilişkisi kurabilmesi yönünde tedbir karar verilmesini talep etmiştir. Komisyonca tedbir talebinin ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Birinci Bölüm tarafından 6/11/2018 tarihinde başvurucunun avukatıyla görüşebilmesi ve vekâlet ilişkisi kurabilmesi yönünde tedbir kararı verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Suriye Arap Cumhuriyeti vatandaşı olup Rusya Federasyonu (Rusya) üzerinden Hollanda'ya gitmekte iken İstanbul Sabiha Gökçen Havaalanı görevlileri tarafından durdurulmuş, pasaportunda yer alan vizenin sahte olduğu gerekçesiyle başvurucunun ülkeye girişine izin verilmemiştir. Başvurucu; Türkiye tarafından Rusya'ya geri gönderildiğini ve Rusya tarafından da kabul edilmediğini, iki ülke arasında dört kez gidip geldiğini beyan etmektedir. Başvurucunun vekili, başvurucu transit bölgede tutulduğu sırada 6/11/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu vekili; başvurucunun ülkeye girişine izin verilmediğini, ülkesinde can güvenliğinin olmadığını, pasaportuna el konulması sebebiyle herhangi bir güvenli üçüncü ülke tarafından kabul edilemeyeceğini, buna karşın hukuki yardım sağlamak amacıyla müvekkili ile görüştürülmediğini belirterek müvekkili ile görüştürülmesine izin verilmesi yönünde tedbir kararı verilmesini talep etmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından 6/11/2018 tarihinde başvurucunun avukatıyla görüşebilmesi ve vekâlet ilişkisi kurabilmesi yönünde tedbir kararı verilmiştir. Başvurucunun vekili 18/2/2020 tarihinde sunduğu dilekçede özetle Anayasa Mahkemesinin tedbir kararını tebellüğ ettikleri 26/11/2018 tarihinin ertesi günü başvurucunun özel bir izinle ülkeye girişine izin verildiğini, başvurucu ülkeye girdikten sonra verilen hukuki danışmanlığın ardından iletişimlerinin veya ilişkilerinin kalmadığını belirtmiştir.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/32122
Başvuru, havaalanı transit bölgede tutulan başvurucunun avukat yardımından faydalandırılmaması nedeniyle kötü muamele yasağıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 27/2/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün (İçtüzük) maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların maliki olduğu başvuruya konu taşınmaz 1/1000 ölçekli revizyon uygulama imar planında kamu hizmeti alanına ayrılmıştır. Başvurucular, bu taşınmazın kamulaştırılması istemiyle Belediyeye başvurmuş fakat bu yoldan bir sonuç elde edememişlerdir. Başvurucular, bunun üzerine imar planında kamu hizmeti alanına ayrılan taşınmazın rayiç bedelinin ödenmesi istemiyle Belediye aleyhine tam yargı davası açmışlardır. Derece mahkemelerince, uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesine yer olmadığına hükmedilmiştir. Kararda, 20/8/2016 tarihli ve 6745 sayılı Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 4/11/1983 tarihli ve 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu'na birtakım hükümler eklendiği vurgulanmıştır. Bu bağlamda uygulama imar planlarında umumi hizmetlere ve resmî kurumlara ayrılan taşınmazların kamulaştırılması için öngörülen beş yıllık sürenin 2942 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde gereğince bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren başlayacağı ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten önce açılan ancak henüz karara bağlanmayan veya kararı kesinleşmeyen davalara da bu madde hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir. Başvurucular, nihai kararın tebliği üzerine bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Konu ile ilgili hukuk için bkz. Hüseyin Ünal, B. No: 2017/24715, 20/9/2018, §§ 17-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/6333
Başvuru, taşınmazın imar planında kamu hizmeti alanına ayrılması nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza infaz kurumunda avukata gönderilmek istenen mektubun alıcısına gönderilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkı, din ve vicdan özgürlüğü ile haberleşme ve ifade hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 22/2/2013 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 16/6/2015 tarihinde, başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 16/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 3/7/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 29/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 10/8/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını 13/8/2015 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun , ve maddeleri gereğince İzmir 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucu, 6/12/2012 tarihinde Başsavcılığın kararı doğrultusunda İzmir 2 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna sevk edilmiştir. Başvurucu ile başvurucunun avukatı arasındaki vekâlet akdi 24/11/2006 tarihinde kurulmuş olup başvurucunun, avukatına göndermek istediği APS mektubu, İzmir 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulunca sakıncalı olarak değerlendirilmiş ve Disiplin Kurulunun 12/11/2012 tarihli ve 2012/986 sayılı kararıyla mektubun gönderilmemesine karar verilmiştir. İlgili mektup toplam 53 sayfa olup Türkçe dışında bir dille yazılmıştır. 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrası kapsamında anılan mektubu inceleyen İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu 6/4/2006 tarihli ve 26131 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan, 20/3/2006 tarihli ve 2006/10218 sayılı Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün (İnfaz Tüzüğü) maddesinin (3) numaralı fıkrasına ve Mektup Okuma Komisyonunca belirtilen nedenlere gönderme yaparak mektubun gönderilmemesine karar vermiştir. Başvurucunun avukatına göndermek istediği belgenin Mektup Okuma Komisyonunca sakıncalı olarak görülme sebebi Disiplin Kurulu kararında şöyle belirtilmiştir:“Türkçe dışında bir dil ile Kürtçe olduğu tahmin edilen dil ile yazıldığı, hükümlü Kemal Yiğit’in ceza infaz kurumumuzda kaldığı dönem içerisinde resmi makamlara ve diğer mercilere Türkçe olarak yazışmalarını yapabildiği, hükümlünün ceza infaz kurumumuzda yazılan metinleri tercüme edebilecek nitelikli personel olmadığını bildiği ve bu sebeple böyle bir yöntem seçtiği, söz konusu mektubun şahsın savunmasına yönelik olmadığı, içeriğinde savunmasına ilişkin herhangi bir resmi belgenin bulunmadığı, söz konusu mektubun Kürtçe bilen ancak herhangi bir sertifika ya da belgeye sahip olmayan personel tarafından tercüme edilebilen kısmında dışarıda bulunan sivil halkı eylemlere özendirmek istediği, silahlı terör örgütünün savaş stratejisi hakkında bilgiler içerdiği, örgüt propagandası içerdiği, örgütsel mücadeleye destek istediği tespit edilmiştir.” Başvurucu İnfaz Kurumu Disiplin Kurulunun bu kararına karşı İzmir İnfaz Hâkimliği nezdinde şikâyet başvurusunda bulunmuştur. İnfaz Hâkimliği 21/12/2012 tarihli ve E.2012/2434, K.2012/2516 sayılı kararla başvurucunun şikâyetini reddetmiştir. Şikâyetin reddedilme gerekçesi özetle şöyledir: “İzmir 2 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu'nda tutuklu bulunan KEMAL YİĞİT'in Disiplin Kurulu Başkanlığı'nın 12/11/2012 tarih ve 986 sayılı kararına itirazına ilişkin 30/11/2012 tarihli dilekçesi hâkimliğimize gelmekle evrak incelendi. GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ: Tutuklu tarafından İzmir 2 Nolu F Tipi Yüksek güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı'nın 12/11/2012 tarih ve 986 sayılı "mektubun verilmemesi" kararına itiraz edilmiştir. Dosya içerisinde mevcut, itiraz eden tutuklu Kemal Yiğit tarafından Av. Esin Aslan’a gönderilen mektubun içeriği incelendiğinde ve içeriği dikkate alındığında, ‘Pkk terör örgütünü bir kahraman gibi gösteren, öven, yücelten, çeşitli ceza infaz kurumlarında kalmakta olan hükümlü/tutuklulardan şiir, makale gibi yazılar toplayarak ölen terör örgütü üyelerini ölümsüzleştirmeye çalışan, kişileri örgütsel mücadeleye teşvik eden, terör örgütü propagandası içeren cümlelerin bulunması’ gerekçesiyle, Kurum Disiplin Kurulu Başkanlığının 12/11/2012 tarih ve 2012/986 sayılı kararının Kanun, Tüzük ve Yönetmeliklere uygun olduğu, itirazın reddine karar vermek gerektiği…” Başvurucu, İnfaz Hâkimliğinin kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen İzmir Ağır Ceza Mahkemesi 16/1/2013 tarihli ve 2013/68 Değişik İş sayılı kararıyla İnfaz Hâkimliğinin kararındaki gerekçeye atıf yaparak kararın usul ve yasaya uygun olduğundan bahisle başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Anılan karar başvurucuya 5/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 22/2/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 5275 sayılı Kanun’un maddesinin (4) numaralı fıkrası şöyledir:“(4) Avukatların savunmaya ilişkin belgeleri, dosyaları ve müvekkilleri ile yaptıkları konuşmaların kayıtları incelemeye tâbi tutulamaz. Ancak, 5237 sayılı Kanunun 220 nci, İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü ve Beşinci Bölümlerinde yer alan suçlardan mahkûm olan hükümlülerin avukatları ile ilişkisi; konusu suç teşkil eden fiilleri işlediğine, infaz kurumunun güvenliğini tehlikeye düşürdüğüne, terör örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı haberleşmelerine aracılık ettiğine ilişkin bulgu veya belge elde edilmesi halinde, Cumhuriyet Başsavcılığının istemi ve infaz hâkiminin kararıyla, bir görevli görüşmede hazır bulundurulabileceği gibi bu kişilerin avukatlarına verdiği veya avukatlarınca bu kişilere verilen belgeler infaz hâkimince incelenebilir. İnfaz hâkimi belgenin kısmen veya tamamen verilmesine veya verilmemesine karar verir. Bu karara karşı ilgililer, 4675 sayılı Kanuna göre itiraz edebilirler.” 5275 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir:“(1)Hükümlü, bu maddede belirlenen kısıtlamalar dışında, kendisine gönderilen mektup, faks ve telgrafları alma ve ücretleri kendisince karşılanmak koşuluyla, gönderme hakkına sahiptir. (2) Hükümlü tarafından gönderilen ve kendisine gelen mektup, faks ve telgraflar; mektup okuma komisyonu bulunan kurumlarda bu komisyon, olmayanlarda kurumun en üst amirince denetlenir.(3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez.(4) Hükümlü tarafından resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi değildir.” İnfaz Tüzüğü’nün maddesi şöyledir:“(1) 91 inci maddeye göre mektup alma ve gönderme hakkı kapsamında hükümlüler tarafından yazılan mektup, faks ve telgraflar, zarfı kapatılmaksızın bu işle görevlendirilen ikinci müdür başkanlığında, idare memuru ve yüksek okul mezunu iki infaz ve koruma memuru tarafından oluşturulan mektup okuma komisyonuna iletilmek üzere güvenlik ve gözetim servisi personeline verilir. Yapılan incelemeden sonra gönderilmesinde sakınca görülmeyen mektuplar üzerine "görüldü" kaşesi vurulur, zarf içerisine konularak kapatılır ve postaneye teslim edilir.(2) Resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilenler hakkında 91 inci maddenin dördüncü fıkrası hükmü uygulanır.(3) Hükümlülere gönderilen ve açılıp incelendikten sonra verilmesinde sakınca olmadığı anlaşılan mektup, faks ve telgraflar zarfları ile birlikte verilir.” İnfaz Tüzüğü’nün maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkrası şöyledir:“(3) Kurumun asayiş ve güvenliğini tehlikeye düşüren, görevlileri hedef gösteren, terör ve çıkar amaçlı suç örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı olarak haberleşmelerine neden olan, kişi veya kuruluşları paniğe yöneltecek yalan ve yanlış bilgileri, tehdit ve hakareti içeren mektup, faks ve telgraflar hükümlüye verilmez. Hükümlü tarafından yazılmış ise gönderilmez.(4) Hükümlü tarafından resmî makamlara veya savunması için avukatına gönderilen mektup, faks ve telgraflar denetime tâbi değildir. Ancak, hükümlünün savunması için avukatına gönderilen mektup, faks veya telgraflar 84 üncü maddenin ikinci fıkrasının (c) bendinin (2) numaralı alt bendinde belirtilen hâllerin gerçekleşmesi hâlinde, bu gönderiler hakkında da 84 üncü maddenin ikinci fıkrasının (c) bendinin (2) numaralı alt bendinde belirtilen esas ve usuller uygulanır.” İnfaz Tüzüğü’nün maddesinin ikinci fıkrasının (c) bendinin (2) numaralı alt bendi şöyledir:“ 5237 sayılı Kanunun 220 nci maddesinde, İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü ve Beşinci Bölümlerinde yer alan suçlardan mahkûm olan hükümlülerin avukatları ile ilişkisinde avukatın savunmaya ilişkin olduğunu beyan ettiği belge ve dosyalar fiziki olarak aranabilir. Konusu suç teşkil eden fiilleri işlediğine, infaz kurumunun güvenliğini tehlikeye düşürdüğüne, terör örgütü veya diğer suç örgütleri mensuplarının örgütsel amaçlı haberleşmelerine aracılık ettiğine ilişkin bulgu veya belge elde edilmesi halinde, Cumhuriyet başsavcılığının istemi ve infaz hâkiminin kararıyla, bir görevli görüşmede hazır bulundurulabileceği gibi bu kişilerin avukatlarına verdiği veya avukatlarınca bu kişilere verilen belgeler infaz hâkimince incelenebilir. İnfaz hâkimi belgenin kısmen veya tamamen verilmesine veya verilmemesine karar verir. Bu karara karşı ilgililer, 4675 sayılı Kanuna göre itiraz edebilirler.” 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu’nun maddesinin altıncı fıkrası şöyledir:  “İtiraz, infaz hakimliğinin kurulduğu yer ağır ceza mahkemesine, ağır ceza mahkemesinin birden fazla dairesinin bulunması halinde (2) numaralı daireye yapılır. İnfaz hâkimi aynı zamanda bu mahkemenin üyesi olduğu takdirde itirazla ilgili karara katılamaz.” 5237 sayılı Kanun’un ikinci kitap dördüncü kısım dördüncü bölümde yer alan maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“Devlet topraklarının tamamını veya bir kısmını yabancı bir devletin egemenliği altına koymaya veya Devletin bağımsızlığını zayıflatmaya veya birliğini bozmaya veya Devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını Devlet idaresinden ayırmaya yönelik bir fiil işleyen kimse, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.”
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1700
Başvuru, ceza infaz kurumunda avukata gönderilmek istenen mektubun alıcısına gönderilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkı, din ve vicdan özgürlüğü ile haberleşme ve ifade hürriyetinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Komisyonca, mülkiyet hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın konu bakımından yetkisizlik nedeniyle kabul edilemez olduğuna, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/61995
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza davasında mağdurun duruşmada dinlenmemesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 5/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ve diğer şüpheliler ile uzaktan akraba olan mağdurlar arasında 21/1/2006 tarihinde vuku bulan kavgaya ilişkin soruşturmada mağdur R.T. 31/3/2006 tarihli beyanında, başvurucunun kendisini karnından, sırtından ve kolundan bıçakladığını ifade etmiştir. Diğer mağdurlar da beyanlarında R.T.yi başvurucunun bıçakladığını belirtmiştir. Gebze Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucunun üç ayrı mağdura karşı kasten yaralama suçunu işlediği ve 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet ettiği iddiasıyla aynı yer Asliye Ceza Mahkemesine hitaben 24/5/2006 tarihinde iddianame düzenlemiştir. Gebze Asliye Ceza Mahkemesi 10/10/2007 tarihinde görevsizlik kararı vererek başvurucunun bir yaralama eyleminin adam öldürmeye teşebbüs suçunun yasal unsurlarını taşıyıp taşımadığı hususunu değerlendirmek üzere dosyayı Gebze Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Gebze Ağır Ceza Mahkemesince yürütülen yargılamanın ilk celsesinde, mağdur R.T.nin adresinin araştırılması hususunda emniyet müdürlüğüne yazı yazılmasına ve müzekkere cevabı geldiğinde gereğinin ifasına karar verilmiştir. 12 Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulunun 16/3/2011 ve 19/11/2012 tarihli raporlarında, mağdur R.T.nin vücudunda dört adet bıçak darbesi olduğu, bunlardan üçününhayati tehlike doğurduğu ve koldaki yaralanmanın organın işlevinin sürekli zayıflamasına neden olduğuyönünde mütalaada bulunulmuştur. Başvurucu, Gebze Ağır Ceza Mahkemesinin 7/3/2013 tarihli ve E.2007/346, K.2013/73 sayılı kararı ile 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan beraat etmiş; mağdur R.T.yi öldürmeye teşebbüs suçundan 8 yıl 1 ay 10 gün hapis, diğer mağdurları yaralama suçlarından ise ayrı ayrı 240 TL adli para cezalarına mahkûm edilmiştir. Başvurucunun temyizi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 18/6/2014 tarihli kararıyla hapis cezasına ilişkin mahkûmiyet hükmünü onamıştır. Adli para cezaları miktar itibarıyla kesin nitelikte olduğundan temyiz talebi reddedilmiştir. Başvurucu, Yargıtay kararından 18/7/2014 tarihinde haberdar olduğunu beyan etmiş ve 5/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12631
Başvuru, ceza davasında mağdurun duruşmada dinlenmemesi ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza davasında esaslı talep ve görüşlerin değerlendirilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/8/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca gerekçeli karar hakkı ile silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan hak ve ilkelere ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Hindistan vatandaşı olan başvurucu, Hong Kong bandıralı M/T LR2 POSEİDON adlı geminin kaptanıdır. Tamir, tadilat, bakım işleri için Tuzla Gemi Tersanesi'ne demirleyen geminin pompa dairesinde 28/1/2019 tarihinde çıkan yangın neticesinde iki kişi hayatını kaybetmiş ve birden fazla kişi yaralanmıştır. Başvurucu ve diğer şüpheliler hakkında İstanbul Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından birden fazla kişinin taksirle ölümüne ve yaralanmasına sebep olma suçundan soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma kapsamında, hakkında adli kontrol hükümleri uygulanarak 1/2/2019 tarihinde serbest bırakılan başvurucu, bilirkişi raporunun temin edilmesi üzerine 7/3/2019 tarihinde tutuklanmıştır. Başsavcılığın 10/4/2019 tarihli iddianamesi ile başvurucunun ve diğer şüphelilerin çıkan yangında kusuru olduğu ve bu sebeple iki kişinin ölümü ile birden fazla kişinin yaralanmasına sebep olduğu iddialarına yer verilmiştir. Başsavcılığın iddianamesinin İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) kabulü ile başvurucu hakkında açılan davada 17/4/2019 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda duruşmanın 17/5/2019 tarihinde yapılmasına ve başvurucunun duruşmada hazır bulundurulması için tutuklu bulunduğu infaz kurumuna müzekkere yazılmasına karar verilmiştir. Başvurucu 17/5/2019 tarihinde yapılan birinci celseye müdafii ve tercüman eşliğinde katılmıştır. Savunma öncesinde başvurucuya iddianame okunmuş, yüklenen suçlar anlatılmış ve kanundan kaynaklı hakları hatırlatılmıştır. Başvurucu savunmasında yüklenen suçları kabul etmemiştir. Celse sonunda Mahkeme dava konusu olayda kusur durumunun belirlenmesi için dosyanın bilirkişiye tevdi edilmesine ve başvurucunun adli kontrol tedbiri uygulanarak tahliyesine karar vermiştir. 18/10/2019 tarihinde yapılan üçüncü celsenin Duruşma Tutanağı'na göre celse öncesinde bilirkişi raporu Mahkemeye sunulmuş, rapora karşı başvurucu müdafii savunmalarını içerir dilekçesini ve uzman mütalaasını ibraz etmiştir. Başvurucu müdafii, üçüncü celsede yeni bir bilirkişi raporu alınmasını ve başvurucu hakkında adli kontrol hükümlerinin kaldırılmasını talep etmiştir. Mahkeme, raporların ve dosya kapsamının karar vermeye yeterli olduğu gerekçesiyle yeni bilirkişi raporu alınması talebini reddetmiştir. Yine bu celsede iddia makamı tarafından esas hakkında mütalaa sunulmuştur. Başvurucu müdafii esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmada bulunmak için süre istemiştir. 14/10/2019 tarihli bilirkişi raporunda;i. Olayın geminin pompa dairesinde alt işveren konumunda bulunan A. Boru Gemi çalışanlarının borunun kesimi veya sökümü ve boru boyasının yakılması işlemini yaptıkları sırada parlama biçiminde meydana gelip yayıldığının anlaşıldığı, borunun sökümü veya kesimi sırasında borudan veya diğer kısımlardan ortama benzinin ya da yakıtın yayıldığı, benzindeki buharlaşmanın da etkisiyle burada boyanın yakılması sonrası parlamanın ve yangının meydana gelip geliştiği kanaatine varıldığı,ii. Dosya kapsamındaki tüm verilerden ve olayın meydana geliş biçiminden olayın nedeninin daha önce yakıt taşınmış olan geminin borularında yakıt atıklarının kalmış olması veya boruların tam temizlenmemesi, yapılan sıcak işlemler öncesi pompa dairesindeki boru kısımlarıyla ilgili gasfree işlemlerinin yapılmamış veya yaptırılmamış olması, gözetim ve denetim eksikliği ile iş sağlığı ve güvenliği kurallarına uyularak çalışmanın sürdürülmemiş olması hususları olduğu,iii. Olay tarihi olan 28/1/2019'da sıcak çalışma belgesi ya da gazdan arındırma uzmanı tarafından tanzim edilmiş belge olmadığı hâlde sıcak çalışma işlemleri yapıldığı, başvurucunun gemide bakım onarım çalışmaları yapılırken 21/12/2004 tarİhli ve 2677 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan mülga Gemi ve Deniz Araçlarının İnşa Tadilat Bakım Onarım ve Söküm İşlerinde Gazdan Arındırma Yönetmeliği'nin maddesine ve 6/8/2004 tarihli ve 25545 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan (mülga) Tuzla Liman Yönetmeliği'nin maddesine riayet etmediği, hem güvenli giriş için hem sıcak veya soğuk işlem için gazdan arındırma belgesinin tanzim edilmediği, 28/1/2019 tarihinde yapılan işin sıcak çalışma olduğu, bu işlemler öncesinde gazdan arındırma belgesinin gazdan arındırma uzmanından alınmadığı, şayet böyle bir belge alınsaydı ortamda benzin atığı olup olmadığının veya benzin buharı bulunup bulunmadığının, borulardan böyle bir akışın olup olmadığının saptanılacağı, bunlar temizlenerek (boru devreleri dâhil) böyle bir olaya meydan verilmeyeceği,iv. Yapılacak işlemler öncesi gazdan arındırma belgesi alma sorumluluğunun kaptana ait olup bundan sonra tüm yükümlülüğün bakım onarımcı firmaya ait olduğu, açıklanan sebeplerle geminin kaptanı olan başvurucunun olayın meydana gelmesinde asli kusurlu olduğu tespitlerine yer verilmiştir. 31/10/2019 tarihli karar duruşmasında başvurucu ve müdafii esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmalarını yapmıştır. Mahkeme, başvurucunun taksirle ölüme ve yaralanmaya neden olma suçundan 4 yıl 2 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Mahkemenin gerekçeli kararının ilgili kısmı şöyledir:"Bilirkişi raporu, İBB İtfaiye Müdürlüğü'nün düzenlediği yangın raporu, sanık ve müştekilerin beyanları doğrultusunda gemide sıcak çalışma yapılırken ortama sızan yanıcı gazların parlaması sonucunda yangın çıkmıştır.Yangın esnasında sanık [İ.nin] yetkilisi olduğu [A.] Gemi Boru Donatım şirketi elemanlarınca boru kesimi için sıcak çalışma, [G.] Müh. İnş. Dış. Tic. Denizcilik Tur. şirketinin çalışanlarınca soğuk çalışma yapıldığı anlaşılmıştır.Sanıklardan [başvurucunun] gemi kaptanı, sanık [F.T.nin] [G.] Gemi İnşaat firmasının yetkilisi olduğu, sanık [Y.nin] aynı firmada iş güvenliği müdürü olarak görev yaptığı, sanık [İ.E. ve T.nin] taşeron firma yetkilileri olduğu anlaşılmıştır. [Başvurucunun] kaptanlığını yaptığı geminin bakım ve onarım çalışmaları için [G.] firması ile anlaştığı ve bu anlaşma doğrultusunda Tuzla Tersanesine girmeden önce gazdan ve taşıdığı yükten arındırma işleminin yapıldığı bu konuda Tuzla Tersanesinin belirlediği uzman tarafından rapor verilerek limanın onayıyla Tersane'ye çekildiği anlaşılmıştır.Olay günü [G.] firması çalışanlarının soğuk çalışma yaptığı, [A.] firması çalışanlarının sıcak çalışma yapacakları bu nedenle [G.] firmasının iş sağlığı ve güvenliği elemanlarının gaz ölçümü yaptığı çıkan sonuca göre sabah çalışma izni verilmediği daha sonra yapılan ölçümler ve havalandırma işlemleri sonucunda çalışma izni verildiği, boyanın yakılması işlemi yapılmaya başlandığı bu sırada yere düşen bir damla nedeniyle parlama meydana geldiği anlaşılmıştır.Daha önceden yakıt taşımış olan geminin borularında yakıt artığı kalmış olması veya boruların tam temizlenmemesi nedeniyle yapılan sıcak çalışma öncesi gasfree işleminin yapılmamış olmasından yangın çıktığı anlaşılmıştır.Gemi, deniz araçları inşaat, tadilat, bakım, onarım ve söküm işlemlerinden gazdan arındırma yönetmeliğinin maddesinde "Gemi veya deniz araçlarında tehlikeli mahallerde mutlaka gazdan arındırma uzmanı tarafından gaz ölçümleri yapıldıktan ve gazdan arınma belgesi düzenlendikten sonra güvenli giriş, sıcak veya soğuk çalışma işlemlerine başlanır.Yapılacak ara ölçümlere ek olarak sıcak veya soğuk çalışmaya ara verildikten sonra tekrar bu çalışmaya başlamadan önce tekrar gaz ölçümleri yapılır" denilmiştir.Tuzla Liman Yönetmeliği'nin maddesinde "Tankerlerin tanklarında veya her türlü geminin yakıt ve servis tanklarında ateşli işler yapıldığı sürece çıkması muhtemel yangına karşı söndürme teçhizatı ile donatılmış görevli bulundurulur ve gemilerde yapılacak işin mahiyeti göz önünde bulundurulmak suretiyle saatlik, yarım günlük, günlük veya günaşırı göz ölçümleri gemi ve tersane yetkililerince yaptırılır. Liman Başkanlığı tarafından yapılacak denetimlerde bu belgeler gösterilmek üzere hazır bulundurulur" denilmiştir. [Başvurucunun] kaptanlığını yaptığı geminin limana girmeden önce yönetmelikte belirtildiği üzere gazdan arındırma belgesi düzenlendiği ve bu belgeye dayanılarak tersaneye çekildiği, tersane ile yapılan anlaşmada tersanenin ve geminin görev ve yetkilerinin belirlendiği, gemi kaptanının tersaneden izin alınmaksızın sıcak ya da soğuk çalışma yapamayacağı anlaşılmıştır.Tersane yönetmeliği, taraflar arasında yapılan anlaşma ve tüm dosya kapsamından gemide yapılacak her türlü çalışmaya tersane yönetiminin izin vermesi gerektiği kanaatine varılmıştır.Tuzla Liman Yönetmeliğinin maddesinden anlaşılacağı üzere gazdan arındırma işlemlerinden gemi ve tersane yetkililerinin sorumlu olduğu açıktır.Dosya arasındaki belgeler ve sanık beyanlarından anlaşılacağı üzere gemi üzerinde yapılacak işlemlere ilişkin periyodik olarak toplantı yapıldığı bu toplantıya gemi adına kaptan, çarkçıbaşı ve enspektörün katıldığı, olay günü öncesi yapılan toplantıda bu kişilerin gemi adına toplantıda bulunduğu anlaşılmıştır.Söz konusu ölçümlerden tersane ve geminin sorumlu olduğu, gemi adına kaptanın gazdan arındırma işlemlerinden sorumlu bulunduğu açıktır.Gemide söz konusu gazdan arındırma işlemlerinin yapılmadığı, gaz ya da yere sızan yakıt üzerine sıcak çalışma yapılırken ateş damlası düşmesi nedeniyle ani parlama meydana geldiği, maktullerin bu şekilde yaralandıkları ve öldükleri bu nedenle gemi adına [başvurucunun], tersane adına sanık [F.nin], gazdan arındırma işlemlerinin yapılması eylemini takip ve kontrol etmeleri gerektiği anlaşılmakla sorumlu oldukları açıktır ve bilirkişi raporu da bu yöndedir." Başvurucu istinaf dilekçesinde -diğerlerinin yanında- istinafa konu hükme esas alınan Gemi ve Deniz Araçlarının İnşa, Tadilat, Bakım, Onarım ve Söküm İşlemlerinde Gazdan Arındırma Yönetmeliği'nin 17/1/2020 tarihli ve 31011 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Gemi ve Su Araçlarında Gazdan Arındırma Yönetmeliği ile ilga edildiğini, sonradan yürürlüğe giren yönetmelik hükümlerinin daha lehe olduğunu, yerel mahkemenin kararının bu yönüyle de bozulması gerektiğini ileri sürmüştür. Başvurucunun istinaf talebi, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin (Ceza Dairesi) 16/7/2020 tarihli kararı ile esastan reddedilmiş ve başvurucu hakkında verilen karar kesinleşmiştir. Başvurucu 14/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir: “Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 6/8/2004 tarihli ve 25545 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan (mülga) Tuzla Liman Yönetmeliği'nin maddesinin (3) numaralı fıkrası şöyledir:"Tankerlerin tanklarında veya her türlü geminin yakıt ve servis tanklarında ateşli işler yapıldığı sürece çıkması muhtemel yangına karşı söndürme teçhizatı ile donatılmış görevli bulundurulur ve gemilerde yapılacak işin mahiyeti göz önünde bulundurulmak suretiyle saatlik, yarım günlük, günlük veya günaşırı gaz ölçümleri gemi ve tersane yetkililerince yaptırılır. Liman Başkanlığı tarafından yapılacak denetimlerde bu belgeler gösterilmek üzere hazır olarak bulundurulur." 22/3/2011 tarihli ve 27882 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Tuzla Liman Yönetmeliği'nin maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Gazdan arındırma işlemi, Gemi ve Deniz Araçlarının İnşa, Tadilat, Bakım, Onarım ve Söküm İşlemlerinde Gazdan Arındırma Yönetmeliği hükümleri kapsamında yapılır." Mülga Gemi ve Deniz Araçlarının İnşa, Tadilat, Bakım, Onarım ve Söküm İşlemlerinde Gazdan Arındırma Yönetmeliği'nin ve maddeleri şöyledir:"Madde 9- Gemi veya deniz araçlarında tehlikeli mahallerde mutlaka Gazdan Arındırma Uzmanı tarafından gaz ölçümleri yapıldıktan ve Gazdan Arındırma Belgesi düzenlendikten sonra güvenli giriş, sıcak veya soğuk çalışma işlemlerine başlanır.Yapılacak ara ölçümlere ek olarak, sıcak veya soğuk çalışmaya ara verildikten sonra tekrar bu çalışmalara başlanması durumunda, çalışmaya başlamadan önce tekrar gaz ölçümleri yapılır.Madde 11- Gemi veya deniz araçlarında gazdan arındırma işlemlerinde belge düzenleme aşamasına kadar yetkili ve sorumlu kişi gemi kaptanıdır. Sökümü yapılacak gemilerde ise gemi söküm firmasının yetkilisi sorumludur.Ölçüm ve diğer aşamalardaki sorumlular; Gazdan Arındırma Uzmanı, gemi kaptanı, DPA (Designated Person Ashore) ve tamir veya bakımdan sorumlu enskpektördür. Gemi söküm işlemlerinde ise gemi söküm firmasının yetkilisi sorumludur.Sorumlu kişiler gazdan arındırma işlemlerinin her aşamasında, Gazdan Arındırma Uzmanıyla koordineli olarak çalışarak, can, mal ve çevre güvenliği için gerekli önlemleri almakla yükümlüdürler." Gemi ve Su Araçlarında Gazdan Arındırma Yönetmeliği'nin maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Tesiste inşa, tadilat, bakım, onarım veya söküm işlemi maksadıyla bulunan gemi ve su araçlarının kapalı veya tehlikeli mahallerindeki gazdan arındırma işlemlerinde belge düzenleme aşamasına kadar yetkili ve sorumlu kişi tesis yetkilisidir. Demir sahasındaki gemiler için söz konusu durumda yetkili ve sorumlu kişi gemi kaptanıdır. (2) Diğer aşamalardaki sorumlular yapılacak olan işin veya işlemin durumuna göre; gemi kaptanı, tesis yetkilisi, tamir veya bakımdan sorumlu enspektördür. Ancak bu durum; tesisteki gemiler için tesis yetkilisinin, demir sahasındaki gemiler için ise gemi kaptanının asli sorumluluğunu ortadan kaldırmaz."
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/23153
Başvuru, ceza davasında esaslı talep ve görüşlerin değerlendirilmemesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkı, gerekçeli karar hakkı ve çalışma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Ekli tablonun (A) sütununda numaraları belirtilen başvuruların konu yönünden irtibatları nedeniyle 2019/12078 numaralı başvuru ile birleştirilmesine ve incelemenin 2019/12078 numaralı başvuru üzerinden sürdürülmesine karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, Batman Belediyesine (Belediye) hizmet veren özel şirketlerde (Şirket) işçi olarak çalışmakta iken başvurucuların terör örgütü ile iltisaklı olduklarının bildirilmesi üzerine Şirket, başvurucuların iş akdini feshetmiştir. Başvurucular, iş akdinin usulüne uygun olarak feshedilmediğini ve fesih için somut bir olguya dayanılmadığını belirterek işe iade istemiyle Şirket ve Belediye aleyhine dava açmıştır. Batman İş Mahkemelerinde açılan davaların muhtelif tarihlerde reddine karar verilmiştir. Başvurucular, karara karşı istinaf yoluna başvurmuştur. Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Daireleri (Bölge Adliye Mahkemesi) başvurucuların istinaf istemlerini reddetmiştir. Temyiz yolu açık kararlara karşı yapılan temyiz başvuruları da Yargıtay ilgili Hukuk Dairesince reddedilmiş ve Bölge Adliye Mahkemesinin kararları kesin olmak üzere onanmıştır. Nihai kararların tebliğinin ardından başvurucular bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/12078
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasının esası incelenmeden reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkı, gerekçeli karar hakkı ve çalışma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonlarca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2020/12799 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2020/12799 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/12799
Başvuru, medeni hak ve yükümlülüklerle ilgili uyuşmazlıklara ilişkin yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, sulh ceza hâkimliklerinin yapısı nedeniyle adil yargılanma hakkının; ceza soruşturması kapsamında mal varlığı hakkında verilen elkoyma tedbiri nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 1/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. Müteaddit defalar uzatılan OHAL 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır. Zonguldak Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) 30/9/2016 tarihinde anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs ve Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçlarından haklarında soruşturma yürütülen başvurucu dâhil bazı şüphelilerin mal varlığı hakkında elkoyma tedbiri uygulanmasını talep etmiştir. Zonguldak Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) 3/10/2016 tarihinde talebi kabul etmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucu ile diğer şüphelilerin soruşturma konusu suçu işlediklerine dair kuvvetli şüphenin mevcut olduğu belirtilmiştir. Kararda 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun maddesi, 27/7/2016 tarihli ve 29783 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan 668 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınması Gereken Tedbirler ile Bazı Kurum ve Kuruluşlara Dair Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (KHK) maddesinin (1) numaralı fıkrasının (ı) bendi ile 15/8/2016 tarihli ve 671 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Kurum ve Kuruluşlara İlişkin Düzenleme Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin maddesi ile değişik 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 20/A maddesi dayanak olarak gösterilmiştir. Başvurucu 17/10/2016 tarihinde elkoyma kararına itiraz etmiştir. Bartın Sulh Ceza Hâkimliği 26/10/2016 tarihinde elkoyma tedbirinde usul ve yasaya aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle itirazı kesin olarak reddetmiştir. Bu karar başvurucuya 5/1/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 1/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başsavcılık 14/11/2016 tarihinde başvurucu ile birlikte diğer şüphelilerin anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme, FETÖ/PDY üyesi olma, Türkiye Cumhuriyeti hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarından cezalandırılmasını talep etmiştir. Zonguldak Ağır Ceza Mahkemesi 2/2/2017 tarihinde başvurucu hakkında aynı suçtan Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde (Ağır Ceza Mahkemesi) kamu davası açıldığı gerekçesiyle birleştirme kararı vermiştir. Ağır Ceza Mahkemesi 15/03/2017 tarihli duruşmadaki ara kararı ile başvurucunun mal varlığı hakkında Hâkimlik tarafından 3/10/2016 tarihinde verilmiş olan elkoyma tedbirinin kaldırılmasına karar vermiştir. Ağır Ceza Mahkemesi ayrıca Hâkimlik kararına dayalı olarak elkoyma işlemi yapan kurumlara kararın kaldırıldığını bildiren müzekkereler yazılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/5511
Başvuru, sulh ceza hâkimliklerinin yapısı nedeniyle adil yargılanma hakkının; ceza soruşturması kapsamında mal varlığı hakkında verilen elkoyma tedbiri nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, ülke genelinde yayımlanan Takvim gazetesinde yer alan habere karşı cevap ve düzeltme (tekzip) talebinin reddedilmesi ve Cumhuriyet savcılığına yapılan şikâyet neticesinde ilgililer hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 20/10/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca 30/3/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) eski başkan vekili olan başvurucu hakkında ülke genelinde yayımlanan Takvim gazetesinin 4/4/2014 tarihli nüshasının birinci sayfasında fotoğrafıyla birlikte manşetten verilen "TİB' siz Osman" ve gazetenin iç sayfasında da "Osman Abi terTİB'i" başlıklarıyla bir haber yayımlanmıştır. Başvurucu, anılan haberde gerçeği yansıtmayan iddia ve yorumlara yer verilmek suretiyle kamuoyuna tamamen yanlış ve asılsız bilgiler aktarıldığı iddiasıyla 2/6/2014 tarihinde noter vasıtasıyla Takvim gazetesine tekzip metni göndermiştir. Başvurucu, anılan tekzip metninin süresi içinde yayımlanmaması üzerine 10/6/2014 tarihinde Sulh Ceza Mahkemesine başvurarak cevap ve düzeltme yazısının yayımlanmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur. Ankara Sulh Ceza Mahkemesi 11/6/2014 tarihli ve 2014/325 Değişik İş sayılı kararı ile talebin reddine karar vermiştir. Kararın gerekçe kısmı şöyledir: “5187 sayılı Basın Yasası'nın 14/4 madde hükmü dikkate alındığında düzeltme ve cevabın belirtilen sürüler içerisinde yayımlanmaması halinde mahkemeye başvuru usulü düzenlenmiş olup, burada tanımlanan norm dikkate alındığında Sulh Ceza Mahkemesinin istemi 3 gün içerisinde duruşma yapmaksızın karara bağlar şeklinde düzenlemenin söz konusu olduğu, bu kapsamda ilgili norm dikkate alındığında mahkemelere her hangi bir delil toplama yükümlülüğünün yüklenmediği, bu itibarla belirtilen süre içerisinde mahkemelerin kendilerine tevdi edilen bilgi ve belgelere göre mevcut talebi değerlendirme zorunluluğu dikkate alındığında, Yine Basan Yasası'nın 14/1 maddesinde belirtildiği üzere "...suç unsuru içermeyen, kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını sorumlu müdür hiç bir düzeltme ve ekleme yapmaksızın ...yayınlamak zorundadır." şeklindeki düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde; Talep edenin dilekçesine ekli cevap ve düzeltme metni dikkate alındığında metin içeriğinde yer alan '...şahsıma yönelik tamamen asılsız, ağır iddia ve iftiralarda bulunulmuştur....' şeklindeki beyanların 5187 sayılı yasanın 14/1 maddesinde belirtilen suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısına ilişkin aykırılık oluşturduğu anlaşılmakla yukarıda belirtilen hukuki olgular karşısında talebin REDDİ...” Başvurucunun anılan karara itirazı üzerine Ankara Asliye Ceza Mahkemesi 2/7/2014 tarihli ve 2014/337 Değişik İş sayılı kararı ile itirazın reddine karar vermiştir. Bu karar başvurucuya 12/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu, ayrıca 7/4/2014 tarihli dilekçesi ile "TİB' siz Osman" ve "Osman Abi terTİB'i" başlıklı haberlerde kasıtlı olarak gerçeğe aykırı beyanlara yer verilerek kendisine hakaret edildiği iddiasıyla suç duyurusunda bulunmuştur. Başvurucunun şikâyeti üzerine başlatılan soruşturma sonucu İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 9/6/2014 tarihli ve 2014/61708 Soruşturma sayılı kararla şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Anılan kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir; "...Tüm soruşturma evrakı kapsamına göre şikayete konu haber bir bütün olarak okunup incelendiğinde; TİB' de meydana geldiği iddia edilen yasadışı dinlemeler ve kayıtların silinmesi iddiası ile ilgili müfettişlerin personeli sorguladığından, dinlenen personelin sil emrini dönemin başkanvekili Osman Nihat ŞEN' den aldığını söylediklerinden, dosyanın Savcılığa verildiğinden, müfettişlerin düzenlediği rapora göre şikayetçinin bir numaralı şüpheli olduğundan, emniyette dinleme yapan personeli keyfi olarak istediği numaraları dinleyebildiğinden bahsedildiği, müştekiye yönelik hakaret kastıyla yani açıkça aşağılama ve küçültme amacıyla yazıya dökülmediği, bu içerikte sözlerin kullanılmadığı, kullanılan sözlerde küçültücü ve hakaret içeren bir sözün bulunmadığı,...Basının, olayları ve bu olaylar ile ilgili edinilen bilgileri sade ve yalın bir şekilde aktarmanın dışında, olaylara dahil olan şahısların kişilikleri ve olayın niteliği hakkında bilgi aktarması ve olaylar ile ilgili yorum ve eleştirilerin de belirtilmesi suretiyle haber konusu yapmasının basın özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, bu tür durumlarda hukuka aykırılıktan söz edilmesinin mümkün olmadığı,İfade özgürlüğünün sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenilmeye değmez görülen haber ve düşünceler için değil devletin veya toplumun bir bölümünün aleyhinde olan, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanması gerektiği, bunun demokratik toplum düzeninin ve çoğulculuğun gereği olduğu, eleştirinin kaynağını bu özgürlükten aldığı, eleştirinin doğasından kaynaklanan sertliğin suç oluşturmayacağı, eleştirinin övgü olmadığına göre, sert, kırıcı ve incitici olmasının da doğal olduğu,Müşteki tarafından gerçek dışı olduğu iddia edilen ve gazetede yayınlanan yazı ile ilgili olarak 5187 Sayılı Basın Kanununun maddesinde belirtilen şekilde cevap ve düzeltme hakkının kullanılması yönünde talepte bulunulmasının mümkün olduğu,Yine internette yayınlanan aynı içerikteki haber açısından 5651 Sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi Ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunun, 06/02/2014 tarih ve 6518 sayılı Kanun ile değişik, maddesinde belirtilen şekilde işlem ve talepte bulunulmasının mümkün olduğu,Yukarıda belirtilen kararlar ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin birçok kararında değinilen ve belirlenen ilkeler ile TC. Anayasasının maddesinde düzenlenen düşünce ve kanaat özgürlüğü, maddesinde düzenlenen düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğü ile maddesinde ve 5187 Sayılı Basın Kanununun maddesinde düzenlenen basın özgürlüğü de dikkate alınarak, demokratik toplumlarda çok önemli bir göreve sahip olan basının toplumu ilgilendiren konularda bilgi vermekle yükümlü olduğu, halkın ise bilgi alma hakkının bulunduğu, Basın Özgürlüğünün belirli bir ölçüde abartmayı hatta tahriki de içerdiği, kamu çıkarını ilgilendiren konularda bu özgürlüğün sınırlandırılmasının ancak çok istisnai olarak kabul edilebilir olduğu, toplumun gözü önünde olan tanınmış kişilerin eleştirilmesinin sınırlarının normal bir bireye kıyasla daha geniş olduğu, söz konusu yazının düşünce açıklama, bilgi verme ve eleştiri sınırları içerisinde kaldığı, açıklanış şekliyle konusu arasında düşünsel bir bağ bulunduğu ve nesnel bir açıklama ile desteklendiği, açıklanmasında kamunun ilgisi ve yararı olduğu, bu hali ile atılı suçların unsurları açısından oluşmadığı anlaşıldığından..." Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz, İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğinin 2/9/2014 tarihli ve 2014/887 Değişik İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Karar 22/9/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 20/10/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. İlgili Hukuk 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanunu’nun “Düzeltme ve cevap” kenar başlıklı maddesinin birinci, dördüncü ve beşinci fıkraları ile “Düzeltme ve cevabın yayımlanmaması” kenar başlıklı maddesi, 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun maddesi, 4/12/2014 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” başlıklı maddesi.
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/16517
Başvuru, ülke genelinde yayımlanan Takvim gazetesinde yer alan habere karşı cevap ve düzeltme tekzip) talebinin reddedilmesi ve Cumhuriyet savcılığına yapılan şikâyet neticesinde ilgililer hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi nedeniyle şeref ve itibarın korunması hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, başvurucunun bir siyasetçiye yönelik olarak kullandığı ifadeler nedeniyle cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 19/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, 1964 yılında Samsun’da doğmuştur. Çeşitli gazetelerde ve televizyon kuruluşlarında gazetecilik, yayıncılık ve yöneticilik faaliyeti yürüttüğünü belirten başvurucu, 1 Kasım 2015 tarihinde yapılan Genel Seçim’de Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) tarafından Samsun’dan milletvekili adayı gösterilmiştir. Başvurucu, seçim çalışmaları sırasında Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) Samsun milletvekili ve aynı zamanda gençlik ve spor bakanı olan A.Ç.K.yı (müşteki) büyükbabasının CHP milletvekili olduğunu kendisine hatırlatarak AK Partide siyasal faaliyette bulunması sebebi ile eleştirdiğini belirtmiştir. Müştekinin anılan eleştiriye karşılık olarak kendisi hakkında “Dedemin adını ağzına almasın, dedemin adını ağzına almadan önce kirli ağzını çalkalasın.” Şeklinde ifadede bulunduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu hem kendisi tarafından müştekiye yönelik yapılan eleştirilerin hem de müşteki tarafından kendisine yöneltilen ifadelerin yerel basında yer aldığını belirtmiştir. Başvurucuya seçim çalışması kapsamında Samsun’da 22/10/2015 tarihinde katıldığı bir organizasyon sırasında basın mensupları tarafından müştekinin kendisine yönelik olarak sarf ettiği ifadeler hatırlatılmış, anılan ifadelere ilişkin yorumu sorulmuştur. Başvurucu, müşteki hakkında “Bakan [K.nın] muhterem dedesi rahmetli [İ.K.] çok sevdiğimiz bir büyüğümüzdür. Keşke Sayın Bakan biraz dedesini örnek alsa da saraya soytarılık yapmak yerine, Samsun’a hizmet etse. En basit örneği; kendisi Spor Bakanı ama Samsunspor’un halini görüyorsunuz, bir türlü mağduriyetten kurtulamıyor. Türkiye geneli sporun durumu ortada. Samsun’ a hizmet deseniz o da yok.” Şeklindeki ifadelerde bulunmuştur. Müşteki, başvurucu hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına yazmış olduğu şikâyet dilekçesinde özetle başvurucunun kendisi hakkında kullanmış olduğu “saraya soytarılık yapmak” şeklindeki ifadenin ağır hakaret teşkil ettiğini, yine başvurucu tarafından ifade edilen, kendisinin görevini yapmadığına ilişkin açıklamaların asılsız olduğunu belirterek hakaret suçundan soruşturma başlatılması talebi ile şikâyette bulunmuştur. Başvurucu savunmasında; başvuruya konu ifadeleri müşteki tarafından kendisine karşı kullanılan ifadelere tepki olarak sarf ettiğini, dedesinin CHP milletvekili olduğunu hatırlatarak AK Partide siyaset yapması sebebi ile müştekiyi eleştirdiğini ve hakaret kastının olmadığını belirtmiştir. Şikâyet sonucunda düzenlenen iddianameyle başvurucunun hakaret suçundan cezalandırılması istenmiştir. 19/12/2015 tarihli iddianame ile başvurucu hakkında hakaret suçundan kamu davası açılmıştır. Yargılamayı yapan Ankara Asliye Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 2/11/2015 tarihli kararında; başvurucunun müştekiye karşı kullanmış olduğu “saray soytarısı” şeklindeki ifadenin hakaret teşkil ettiğini kabul ederek başvurucunun kamu görevlisine görevi nedeni ile alenen hakaret suçundan mahkûmiyetine karar vermiştir. Bununla birlikte Mahkeme, başvurucunun suça konu ifadeleri müşteki tarafından kendisi hakkında sarf edilen ifadelerden sonra kullandığını belirterek başvurucu hakkında verilen cezada 1/3 oranında indirim yapmıştır. Mahkeme, başvurucunun 700 TL para cezası ile cezalandırılmasına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar vermiştir. Nihai karar 28/11/2016 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 19/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Hakaret” kenar başlıklı Maddesinin (1) ve (3) numaralı fıkraların ilgili kısımları şöyledir:  “(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden (...) (1) veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır...... (3) Hakaret suçunun;a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,...İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz.” 5237 sayılı Kanun’un “Haksız fiil nedeniyle veya karşılıklı hakaret” kenar başlıklı Maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “(1) Hakaret suçunun haksız bir fiile tepki olarak işlenmesi halinde, verilecek ceza üçte birine kadar indirilebileceği gibi, ceza vermekten de vazgeçilebilir.B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk kaynaklarının derli toplu verildiği bir karar için Koray Çalışkan (B. No: 2014/4548, 5/12/2017, §§ 17-23) kararına bakılabilir.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/36782
Başvuru, başvurucunun bir siyasetçiye yönelik olarak kullandığı ifadeler nedeniyle cezalandırılmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; tutuklu olarak bulunulan ceza infaz kurumunda yapılan operasyonda güvenlik güçlerince yaralanma sonucu yaşam hakkının, bu olayla ilgili tam yargı davasının reddedilmesi sonucu yaşam hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/5/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve ekleri ile Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen belgelere göre ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) Akçayöz ve diğerleri/Türkiye (B. No: 76035/11, 15/10/2019) kararındaki tespitlere göre ilgili olaylar özetle şöyledir: 1981 doğumlu olan başvurucu, başvuru konusu olayın meydana geldiği tarihte Ümraniye E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak bulunmaktadır. 2000 yılında F tipi ceza infaz kurumlarının hizmete açılması üzerine ülkemizde, Ümraniye E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu da dâhil olmak üzere birçok ceza infaz kurumunda ölüm orucu olarak adlandırılan açlık grevi ve isyanlar başlamıştır. Güvenlik güçlerince 19/12/2000 tarihinde, yirmi ceza infaz kurumuna eş zamanlı olarak hayata dönüş olarak adlandırılan operasyonlar gerçekleştirilmiştir. Ümraniye Ceza İnfaz Kurumundaki operasyonlar sırasında başvurucunun da aralarında olduğu birçok tutuklu/hükümlü yaralanmış, beş tutuklu/hükümlü, bir kolluk görevlisi ve bir infaz koruma memuru hayatını kaybetmiştir. Operasyon sırasında sol gözünden yaralanan başvurucu 22/12/2000 tarihinde Haydarpaşa Numune Hastanesine götürülmüştür. Gözündeki yaralanma nedeniyle aynı hastanede 23/12/2000 tarihinde ameliyat edilen başvurucu 2/1/2001 tarihinde hastaneden ayrılmıştır. Başvurucunun Edirne F Tipi Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmesinden sonra 25/1/2001 tarihinde Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesinde yapılan muayenesi sonucunda sol gözünde kalıcı görme kaybı oluştuğu tespit edilmiş ve yeniden ameliyat olması gerektiği belirtilmiştir. Başvurucu hakkında Trabzon Numune Eğitim ve Araştırma Hastanesince düzenlenen 23/6/2010 tarihli sağlık kurulu raporunda; başvurucunun sol göz operasyonundan fayda görmeyeceği, görme şansının bulunmadığı, istediği protezin estetik amaçlı olduğu belirtilmiştir. 9/2/2012 tarihinde Kocaeli Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinde gerçekleştirilen ameliyatla başvurucunun sol gözüne enukleasyon yapılmıştır.A. Kolluk Görevlileri Hakkındaki Ceza Soruşturması Süreci Üsküdar Cumhuriyet Başsavcılığınca başlatılan soruşturma kapsamında Ceza İnfaz Kurumunda gerçekleşen olaylar nedeniyle jandarma görevlileri hakkında 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümleri uyarınca soruşturma izni istenmiştir. İstanbul Valiliğinin soruşturma izni verilmemesine ilişkin 26/11/2002 tarihli kararı, yapılan itirazlar üzerine İstanbul Bölge İdare Mahkemesinin 10/7/2003 tarihli kararıyla kaldırılmış; genel hükümlere göre soruşturma yapılmak üzere dosyanın Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmiştir. Üsküdar Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan soruşturma sonucunda 29/3/2004 tarihinde, Ceza İnfaz Kurumunda 19/12/2000 ve 22/12/2000 tarihleri arasında gerçekleşen olaylar nedeniyle 267 jandarma görevlisi hakkında, ölen altı tutuklu/hükümlü ile yaralanan 408 tutuklu/hükümlüye yönelik olarak yetkili merciden verilip ifası vazifeten zorunlu olan emrin icrası sırasında zaruretin tayin ettiği hudutu aşmak suretiyle asli müstakil faili belli olmayacak biçimde birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma suçlarından iddianame düzenlenmiştir. İddianamede başvurucunun iş ve güçten kalmayacak şekilde yaralandığı belirtilmiştir. İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda 3/12/2019 tarihinde, altı sanık hakkında açılan davaların sanıkların ölmesi nedeniyle düşürülmesine, diğer sanıklar hakkında kasten yaralama ve başvurucunun da aralarında bulunduğu mağdurlara yönelik efrada suimuamele suçlarından açılan davaların zamanaşımı nedeniyle ayrı ayrı düşürülmesine, faili belli olmayacak şekilde kasten öldürme suçlarından ise mahkûmiyetlerine yeterli delil olmadığından ayrı ayrı beraatlerine karar verilmiştir. Bir kısım katılan ve sanık tarafından istinaf yoluna başvurulması üzerine İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 11/3/2021 tarihli kararıyla dosyanın bazı eksikliklerinin tamamlanması için mahkemesine tevdiine karar verilmiş olup davanın inceleme tarihi itibarıyla derdest olduğu anlaşılmıştır.B. Başvurucu Aleyhindeki Ceza Soruşturması ve Kovuşturması Süreci Başvurucu 25/12/2000 tarihinde Cumhuriyet savcısına verdiği ifadede DHKP-C silahlı terör örgütüne üye olma ve örgüt adına eylemlerde bulunma suçlarından tutuklu olduğunu, F tipi ceza infaz kurumlarını protesto etmek için bir süre açlık grevi yaptığını ancak olaydan yirmi gün önce buna son verdiğini, 19/12/2000 tarihinde saat 00-00 sıralarında koğuş nöbetçileri tarafından uyandırıldığını, içeriye yoğun şekilde gaz bombası atıldığını, zaman zaman silah seslerinin geldiğini, arkadaşlarıyla birlikte maltaya çıktıklarını, ellerine geçirdikleri eşyaları koridordaki askerlere attıklarını, kendilerinde silah olmadığını, ertesi gün mutfağa geçerken sol gözüne isabet eden bir şarapnel parçası yüzünden yaralandığını, operasyonun dört gün sürdüğünü, ölüm orucundaki arkadaşlarından olan A.İ.nin kendisini maltada yaktığını, Ceza İnfaz Kurumu idaresine karşı ayaklanmadığını, silah kullanmadığını, gözündeki yaralanma nedeniyle ameliyat olduğunu, sorumlulardan şikâyetçi olduğunu beyan etmiştir. Üsküdar Cumhuriyet Başsavcılığınca başvurucunun da aralarında olduğu 399 sanık hakkında 23/3/2001 tarihli iddianameyle Ceza İnfaz Kurumu idaresine karşı silahlı ayaklanma, faili gayrimuayyen şekilde kasten öldürme ve yaralama, 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'a muhalefet ve patlayıcı madde bulundurma suçlarından dava açılmıştır. İstanbul Anadolu Ağır Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda 22/1/2016 tarihinde, bazı sanıkların ölmesi nedeniyle haklarındaki davaların düşürülmesine, başvurucunun da aralarında bulunduğu sanıkların Ceza İnfaz Kurumu idaresine karşı silahlı ayaklanma, kasten yaralama, 6136 sayılı Kanun'a aykırılık ve yasak patlayıcı madde bulundurma suçlarından açılan davaların zamanaşımı nedeniyle ayrı ayrı düşürülmesine, yine başvurucunun da aralarında olduğu sanıklar hakkında faili gayrimuayyen şekilde kasten öldürme suçlarından mahkûmiyetlerine yeterli delil olmadığından ayrı ayrı beraatlerine karar verilmiştir. Bazı katılanlarca temyiz edilen dosyanın inceleme tarihi itibarıyla Yargıtayda temyiz aşamasında olduğu anlaşılmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Süreci Başvurucu 2/11/2011 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) ve maddeleriyle güvence altına alınan yaşam hakkının, işkence ve kötü muamele yasağının, madde ve madde ile korunan adil yargılanma ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiğini ileri sürerek AİHM'e başvuruda bulunmuştur (Akçayöz ve diğerleri/Türkiye). Başvurucu, somut olayda yürütülen operasyonun ölümcül niteliğinden ve ceza yargılamasının etkili olmadığından şikâyet etmiştir. AİHM somut olayda Sözleşme'nin ve maddelerine ilişkin şikâyetlerin duruma göre Sözleşme'nin veya maddelerinin usul yönleri açısından incelenmesi gerektiğini belirterek başvurucunun ateşli silah kullanılması neticesinde baş hizasından yaralanması nedeniyle şikâyetin Sözleşme'nin maddesi kapsamında incelenmesi gerektiğine karar vermiştir (Akçayöz ve diğerleri/Türkiye, §§ 42-47). AİHM, kabul edilebilir bulduğu başvuruyu inceleyerek 19-23/12/2000 tarihleri arasında ceza infaz kurumunda yürütülen isyan karşıtı operasyon sırasında güvenlik güçleriyle tutuklu/hükümlüler arasında şiddetli bir çatışma meydana geldiği, başvurucunun devletin yetkisi ve sorumluluğu altında gerçekleştirilen bu operasyon sırasında yaralandığı konusunda herhangi bir itirazının bulunmadığını belirttikten sonra başvurucu hakkında isyan suçundan açılan davanın zamanaşımı nedeniyle düşmesi gözönüne alındığında başvurucunun güvenlik güçlerine aktif olarak direndiğini veya saldırdığını gösteren doğrulanabilir bir delilin olmadığını kabul etmiştir. Başvurucunun güvenlik güçlerine direndiğini ve koğuşta bulunan bazı eşyaları onlara attığını kabul etmesi nedeniyle idare mahkemesince illiyet bağının kesildiği ve idarenin tazmin yükümlülüğünün bulunmadığı sonucuna varılmış olsa bile başvurucunun güvenlik güçlerinin silahlarını meşru olarak kullanmalarını gerektirecek ölçüde bir saldırıda bulunduğuna dair herhangi bir adli tespitin olmadığı durumda böyle bir sonuca varmanın mümkün olmadığını belirtmiştir. Ayrıca başvurucunun yaralanmasını meşru göstermek ve şikâyetlerini reddetmek için uygun delilleri sunmanın sadece hükûmete düştüğünü ifade etmiştir (Akçayöz ve diğerleri/Türkiye, §§ 80, 81, 82). AİHM sonuç olarak ceza infaz kurumunda ateşli silah kullanılmasının tek başına potansiyel olarak ölümcül olduğunu belirterek başvurucuya yönelik ölümcül gücün Sözleşme'nin maddesinin ikinci fıkrası açısından mutlaka gerekli olduğu şeklinde değerlendirilemeyeceğine ve Sözleşme'nin maddesinin esas yönünden ihlal edildiğine, başvurucuya 000 avro manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir (Akçayöz ve diğerleri/Türkiye, §§ 86, 87). AİHM Sözleşme'nin maddesinin usul yönünden ileri sürülen şikâyetlerin ise Hükûmetin Anayasa Mahkemesi önündeki (4/5/2016 tarihinde yapılan 2016/9076 No.lu) bireysel başvuru yolunun tüketilmediği yönündeki itirazını kabul ederek reddine karar vermiştir (Akçayöz ve diğerleri/Türkiye, § 99). Tam Yargı Davası Süreci Başvurucu; idare mahkemesine başvurarak sol gözünün görme yeteneğini tamamen kaybetmesi nedeniyle idarenin hizmet kusuru bulunduğundan bahisle 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat talepli dava açmıştır. İstanbul İdare Mahkemesi (İdare Mahkemesi) 30/4/2007 tarihinde, başvurucunun Ceza İnfaz Kurumunda çıkan olaylar nedeniyle yaralandığı ve %32,3 oranında malul kaldığının anlaşıldığı gerekçesiyle 000 TL maddi, 500 TL manevi tazminat ödenmesine karar vermiştir. Anılan kararı başvurucunun ve idarenin temyizi üzerine inceleyen Danıştay Onuncu Dairesi 16/3/2012 tarihinde, başvurucunun davaya konu olayları çıkaranlardan ve olaylara aktif olarak katılıp silah kullananlardan olduğunun, dolayısıyla zararın kendi eyleminden kaynaklandığının saptanması hâlinde idarenin tazmin yükümlülüğünün ortadan kalkacağı belirtilerek başvurucunun da aralarında bulunduğu sanıklar hakkında Ceza İnfaz Kurumu idaresine karşı silahlı isyan çıkarma, kasten öldürme ve yaralama suçlarından açılan davanın akıbeti araştırılmadan eksik incelemeyle karar verildiği gerekçesiyle kararı bozmuştur. Bozma kararı üzerine yapılan yargılama sonucunda İdare Mahkemesi 28/11/2014 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Karar gerekçesinde; başvurucu hakkında Ceza İnfaz Kurumu idaresine karşı ayaklanma ve Ceza İnfaz Kurumu binasına zarar verme suçlarından açılmış bir kamu davasının bulunduğu, 25/12/2000 tarihli ifadesinde olaylara katıldığını, eline geçirdiği eşyaları askerlere attığını, güvenlik ve asayişin sağlanması için yapılan müdahaleye direndiğini ve daha önce açlık grevi yaptığını beyan ettiğini, dolayısıyla müdahaleye sebep olanlardan olduğu, zararın davacının kendi eyleminden kaynaklandığı belirtilerek idarenin tazmin yükümlülüğünün bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu, davanın reddi kararına karşı temyiz başvurusunda bulunmuştur. Temyiz dilekçesinde 16/3/2012 tarihli bozma kararının gereğinin yerine getirilmediğini, kararda söz konusu olaylara aktif olarak katılıp katılmadığının saptanmasından sonra karar verilmesi gerektiği belirtildiği hâlde meydana gelen olaylarda kusurlu olduğu tespit edilmeden karar verildiğini, Cumhuriyet savcısına verdiği ifadeden olaylara sebebiyet verenlerden olduğu sonucunun çıkarılamayacağını, olayların meydana gelmesine neden olduğuna, silah kullandığına dair hiçbir delil bulunmadığını, ceza infaz kurumlarında bulunanların can güvenliğinden devletin sorumlu olduğunu, onların hayatlarına ve vücut bütünlüklerine yönelik eylemlerde gerekli tedbirlerin alındığını idarenin kanıtlaması gerektiğini, güvenlik güçlerince açılan ateş sırasında fırlayan bir şarapnel parçasının gözüne isabet etmesiyle yaralandığını, zamanında hastaneye götürülmemesi ve gereği gibi tedavi edilmemesi nedeniyle gözünü kaybettiğini ileri sürmüştür. Danıştay Onuncu Dairesi 22/1/2016 tarihli kararıyla mahkeme kararının usul ve hukuka uygun olduğu gerekçesiyle onanmasına karar vermiştir. Başvurucu anılan kararın 4/4/2016 tarihinde tebliğ edilmesinin ardından 4/5/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun "İdari dava türleri ve idari yargı yetkisinin sınırı" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" İdari dava türleri şunlardır:a) İdarî işlemler hakkında yetki, şekil, sebep, konu ve maksat yönlerinden biri ile hukuka aykırı olduklarından dolayı iptalleri için menfaatleri ihlâl edilenler tarafından açılan iptal davaları,b) İdari eylem ve işlemlerden dolayı kişisel hakları doğrudan muhtel olanlar tarafından açılan tam yargı davaları,..." 2577 sayılı Kanun'un "Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:" İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka süretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir."B. Uluslararası Hukuk Sözleşme'nin maddesinin ilgili kısmı şöyledir:“Herkesin yaşam hakkı yasayla korunur...” Bir olayda yaşam hakkına ilişkin ilkelerin uygulanabilmesi için gerekli şartlardan biri, doğal olmayan bir ölümün gerçekleşmesi olmakla birlikte bazı durumlarda ölüm gerçekleşmese dahi olayın yaşam hakkı çerçevesinde incelenebilmesi mümkündür. AİHM de ölümle sonuçlanmayan yaralanma olaylarını kişiye karşı kullanılan gücün derecesi, türü ve güç kullanımının ardında yatan niyet ve amacı diğer faktörlerle birlikte gözönünde tutarak yaşam hakkı kapsamında inceleyebilmektedir (İlhan/Türkiye [BD], B. No: 22277/93, 27/6/2000, § 76; Paşa ve Erkan Erol/Türkiye, B. No: 51358/99, 12/12/2006, § 27; Makaratzis/Yunanistan [BD], B. No: 50385/99, 20/12/2004, §52). AİHM, Şat/Türkiye (B. No: 14547/04, 10/7/2012, §§ 58-64) kararında Bayrampaşa Ceza İnfaz Kurumunda gerçekleştirilen hayata dönüş operasyonu sırasında güvenlik güçlerince açılan ateş sonucu hayati tehlike geçirmeden sol dirseği kırılan, cerrahi müdahale geçirdikten sonra kalıcı olarak sakatlanan başvurucu hakkında bir inceleme yapmıştır. AİHM kişilerin güvenlik güçleri tarafından yaralandığı durumlarda hayati tehlike geçirme unsurunun kişiye karşı kullanılan gücün potansiyel olarak ölüme yol açacak nitelikte olup olmadığının değerlendirilmesi yönünden önemi bulunsa da olmazsa olmaz bir koşul olmadığını belirtmiştir. Başvurucuya karşı kullanılan gücün potansiyel olarak ölümcül nitelikte olduğunun belirlenebilmesi için yaralanmanın tüm koşullarının gözetilmesi gerektiğini ifade eden AİHM; Bayrampaşa Ceza İnfaz Kurumunda tüm gün süren operasyonda yoğun yaylım ateşi olduğunu, bu koşullarda başvurucunun ölümüne neden olacak biçimde yaralanabileceğinde kuşku bulunmadığını ve burada öldürme kastı olmamasının Sözleşme'nin maddesinin uygulanabilirliği üzerinde bir etkisi olmadığını değerlendirerek uygulanan gücün potansiyel olarak ölümcül olduğu kanaatiyle başvuruyu yaşam hakkı kapsamında değerlendirmiştir. Sözleşme'nin maddesi şöyledir: "Bu Sözleşme’de tanınmış olan hak ve özgürlükleri ihlal edilen herkes, söz konusu ihlal resmi bir hizmetin ifası için davranan kişiler tarafından gerçekleştirilmiş olsa dahi, ulusal bir merci önünde etkili bir yola başvurma hakkına sahiptir." AİHM'in Sözleşme'nin maddesi ile korunan etkili başvuru hakkı ile ilgili benimsediği ilkeler, somut başvuru ile ilgili görüldüğü ölçüde şu şekilde özetlenebilir:- maddede yer alan düzenlemenin amacı, Sözleşme'de korunan hakları ihlal edilen kişilerin AİHM önünde başvuruda bulunmadan önce ulusal düzeyde bir çözüme ulaşmalarını sağlamaktır (Kudla/Polonya [BD], B. No: 30210/96, 26/11/2000, § 152). Etkili başvuru hakkı, Sözleşme kapsamındaki haklarının ihlal edildiğine dair savunulabilir bir iddiası bulunan kişilerin bu iddialarını, esasını inceleme ve uygun bir giderim sağlama kapasitesine sahip ulusal bir otorite önünde öne sürme imkânına sahip olmalarını gerektirir (S.S./Belçika ve Yunanistan [BD], B. No: 30696/09, 21/1/2011, § 288).- maddede düzenlenen etkili başvuru hakkının bağımsız bir varlığı yoktur ve bu hak yalnızca Sözleşme ve ek protokollerde düzenlenen esasa dair hakların tamamlayıcısı durumundadır. Bir başvurucunun maddeyi ileri sürebilmesi için diğer Sözleşme hükümleriyle korunan haklarının ihlal edildiğine dair savunulabilir bir iddiasının olması zorunludur (Zavoloka/Litvanya, B. No: 58447/00, 7/7/2009, § 35). AİHM, maddenin bağlantılı olarak veya birlikte ileri sürüldüğü hak bakımından bir ihlal bulduğunda etkili başvuru hakkına dair iddianın da savunulabilir olduğu sonucuna varmaktadır (Batı ve diğerleri/Türkiye, B. No: 33097/96, 57834/00, 3/6/2004, § 138). Buna karşılık maddenin uygulanması için mutlaka başka bir Sözleşme hükmünün ihlal edildiğine karar verilmiş olması gerekmez (Nuri Kurt/Türkiye, B. No: 37038/97, 29/11/2005, § 117). - İhlalin giderilmesi için kabul edilecek başvuru yolunun ne tür bir çözüm sağlaması gerektiği konusunda ihlal edilen hakkın doğası belirli bir etkiye sahiptir (Budayeva ve diğerleri/Rusya, B. No: 15339/02, 2166/02, 20058/02, 11673/02, 15343/02, 20/3/2008, § 191). Devletler, hakları ihlal edilen kişilere hangi başvuru yolunu sağlayarak madde ile düzenlenen yükümlülüklerini yerine getireceklerine dair belirli bir takdir hakkına sahiptir ancak iç hukukta kabul edilecek başvuru yolu yalnızca hukuki zeminde değil pratikte de etkili olmalıdır. İhlal edildiği ileri sürülen hak yaşam hakkı ya da işkence ve kötü muamele yasağı gibi temel bir hak olduğunda Sözleşme'nin maddesi, hakları ihlal edilen kişilere tazminat ödenmesine ek olarak sorumluların tespiti ve cezalandırılmasına imkân tanıyacak şekilde kapsamlı ve etkili bir ceza soruşturması yapılmasını gerektirir (Kaya/Türkiye, B. No: 22729/93, 19/2/1998, §§ 106, 107).
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/9076
Başvuru, tutuklu olarak bulunulan ceza infaz kurumunda yapılan operasyonda güvenlik güçlerince yaralanma sonucu yaşam hakkının, bu olayla ilgili tam yargı davasının reddedilmesi sonucu yaşam hakkıyla bağlantılı olarak etkili başvuru hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, hükümlü olarak bulunduğu cezaevinde yapılan açlık grevi nedeniyle disiplin cezası verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 23/7/2014 tarihinde Bolu Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Başvurucu, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 14/5/2015 tarihinde, adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya çalışmak suçundan hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu ile aynı yerdeki 111 hükümlü Adalet Bakanlığına (Bakanlık) hitaben yazılan 21/4/2014 tarihli dilekçe ile iki günlük açlık grevi eylemine başladıklarını bildirmişlerdir.21/4/2014 ile 22/4/2014 tarihlerinde iki gün süreli açlık grevinde kalan başvurucu "Rojova devrimine yönelik AKP hükümeti ile KDP (Kürdistan Demokrat Partisi) yönetiminin ittifakı ve bu ittifak sonucu sınırlara duvar çekilip hendek kazılmasını, halkın üzerine ateş açılarak bir Kürt bir de Arap gencininkatledilmesi eylemlerini ve insanlık dışı uygulamaları kınama ve uyarı amaçlı olarak demokratik bir hak niteliğindeki açlık grevi eylemini gerçekleştirdiğini" belirtmiştir. Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı başvurucu hakkında açlık grevi yapması nedeniyle disiplin soruşturması başlatmıştır. Disiplin Kurulu Başkanlığı 29/4/2014 tarihli kararı ile 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (g) bendi gereğince başvurucunun "1 ay bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma cezası" ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Söz konusu karara başvurucunun yaptığı itiraz Bolu İnfaz Hâkimliğinin 10/6/2014 tarihli ve E.2014/1049, K.2014/1157 sayılı kararı ile reddedilmiştir. İnfaz Hâkimliği kararının gerekçe kısmı şöyledir:"dosya kapsamı bir bütün olarak değerlendirildiğinde; açık ikrarı, tutanaklar, disiplin kurulu kararı, karardaki gerekçe ve dosya kapsamı hep birlikte değerlendirildiğinde usul ve yasaya uygun olduğu değerlendirilen Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü Disiplin Kurulu Başkanlığının 29/4/2014 tarih ve 2014/305-115 karar sayılı kararına karşı yapılan hükümlünün itirazının 5275 sayılı Yasanın 40/2-g bendi gereğince reddine karar vermek gerekmiştir." İnfaz Hâkimliği kararına karşı yapılan itiraz, Bolu Ağır Ceza Mahkemesinin 1/7/2014 tarihli ve 2014/967 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiş; karar başvurucuya 8/7/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 23/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 16/5/2001 tarihli ve 4675 sayılı İnfaz Hâkimliği Kanunu'nun "İnfaz hâkimliğince şikâyet üzerine verilen kararlar" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Şikâyet başvurusu üzerine infaz hâkimi, duruşma yapmaksızın dosya üzerinden bir hafta içinde karar verir; ancak, gerek gördüğünde karar vermeden önce şikâyet konusu işlem veya faaliyet hakkında resen araştırma yapabilir ve ilgililerden bilgi ve belge isteyebilir; ayrıca ceza infaz kurumu ve tutukevi ile ilgili Cumhuriyet savcısının da yazılı görüşünü alır. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./md.) Disiplin cezasına karşı yapılan şikâyet üzerine infaz hâkimi, hükümlü veya tutuklunun savunmasını aldıktan ve talep edilen diğer delilleri toplayıp değerlendirdikten sonra kararını verir. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./md.) Hükümlü veya tutuklu, savunmasını, hazır bulunmak ve vekaletnamesini ibraz etmek koşuluyla avukatıyla birlikte veya avukatı aracılığıyla yapabilir. (Ek cümle: 22/7/2010-6008 S.K./md.) İnfaz hâkimi gerekli görmesi durumunda hükümlü veya tutuklunun savunmasını ceza infaz kurumunda da alabilir." 5275 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"(1) Hükümlü hakkında kurumda, düzenli bir yaşamın sürdürülmesi, güvenliğin ve disiplinin sağlanması bakımından kanun, tüzük, yönetmelikler ile idarenin uyulmasını emrettiği veya gerekli kıldığı davranış ve tutumları, kusurlu olarak ihlâl ettiğinde, eyleminin niteliği ile ağırlık derecesine göre Kanunda belirtilen disiplin cezaları uygulanır.(2) Suç oluşturan eylemlerden dolayı açılan kamu davası, disiplin soruşturması yapılmasını ve cezanın uygulanmasını engellemez." 5275 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrasının (g) bendi şöyledir:"(1) Bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma cezası, hükümlünün bir aydan üç aya kadar süreyle kurumun kültürel ve spor etkinliklerine katılmaktan yoksun bırakılmasıdır.  (2) Bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma cezasını gerektiren eylemler şunlardır: ... g) Açlık grevi yapmak."
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12574
Başvuru, hükümlü olarak bulunduğu cezaevinde yapılan açlık grevi nedeniyle disiplin cezası verilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; ceza infaz kurumunda kalabalık odada tutulma nedeniyle kötü muamele yasağının, kalabalık odada tutulmaya ilişkin olarak yapılan şikâyetin infaz hâkimliğince incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 25/10/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden tespit edilen şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, kasten öldürme suçunu işlediği iddiasıyla 21/3/2018 tarihinde tutuklanmış ve Bakırköy/Metris 1 No.lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna yerleştirilmiştir. Başvurucu, 22/3/2018 tarihinde Silivri 3 No.lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) nakledilmiştir. Başvurucu İnfaz Kurumunda A-7 ve A-9 No.lu odalarda (koğuş) tutulmuştur. Başvurucunun tutulduğu odanın fiziki koşullarıyla ile ilgili olarak Bakanlığın verdiği bilgiler şöyledir:"...Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsünde bulunan L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumlarında birden fazla kişinin barındırıldığı 61 koğuşun bulunduğu, bu koğuşların her birinin içinde 7 ayrı odanın bulunduğu ve bireysel odaların 12,45 m², ortak yaşam ünitelerinin 56,59 m² olduğu, bir ünitenin toplam 208,93 m², açık havalandırma bölümünün 65,19 m²olduğu,Başvurucunun, Kurumda bulunduğu 2018 - 2019 tarihleri arasında toplamda 2 farklı koğuşta barındırıldığı, ilk verildiği A-7 koğuşunda 35 kişi ile birlikte, idari nedenlerle verildiği A-9 koğuşunda 49 kişi ile birlikte barındırıldığı,...Bu kapsamda, adı geçenin de bahse konu Kurumda barındırıldığı süre zarfında farklı tarihlerde çeşitli rahatsızlıkları nedeniyle kurum revirine çıkarılarak kurum aile hekimince 4 defa muayenesinin yapıldığı, ayrıca ileri derece tetkik ve tedavi gerektiren rahatsızlığı nedeniyle Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsü içerisinde bulunan Kampüs Devlet Hastanesinde 1 defa gerekli tetkik, tedavi ve muayenesinin yapıldığı, Bunun yanı sıra, Silivri Ceza İnfaz Kurumları Kampüsünde 8 adet l tipi kapalı, 2 adet kapalı ve 1 adet açık ceza infaz kurumunun bulunduğu, bütün ceza infaz kurumlarına hizmet veren ısı merkezi, genel mutfak, ekmek fırını, Kampüs Devlet Hastanesi, 112 acil servisi, su arıtma tesisi (24 saat kesintisiz sıcak / soğuk su), ziyarete gelen tutuklu/hükümlü yakınlarının yararlanabileceği açık ceza infaz kurumu kantin ve kafeteryası, PTT şubesi, banka şubesi ve açık otoparkının da bulunduğu, ceza infaz kurumu kampüsünün fiziki alt yapısı ile son derece modern olduğu ve Türkiye şartlarında kapasite bakımından en büyük ceza infaz kurumu olmakla birlikte bu yoğunluğa rağmen sıkıntısız ve sorunsuz şekilde infaz rejimine uygun şekilde faaliyetlerin sürdürülmekte olduğu ..." Başvurucu 25/6/2018 tarihinde Silivri İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) başvurarak tutulduğu odanın mevcudunun fazla olduğundan şikâyet etmiş, odadaki şartların düzeltilmesini talep etmiştir. Bu bağlamda başvurucu; kalabalıklık nedeniyle odanın sağlık koşullarına uygun olmadığını, tuvalet ve banyonun yetersiz kaldığını, havalandırmadan ve aydınlatmadan yeteri kadar yararlanamadığını dile getirmiştir. İnfaz Hâkimliğince 27/7/2018 tarihinde başvurucunun dilekçesinin esasına girilmeksizin reddedilmesine karar verilmiştir. Kararın gerekçesi şöyledir:"...Tüm dosya kapsamı ve talep içeriği incelendiğinde, Tutuklu/Hükümlü Eren ŞENŞAKRAK vekili AV. İbrahim AFACAN'ın cezaevi şartlarının uygunsuzluğunun tespiti ile cezaevi şartlarının Anayasaya ve kanunlara uygun hale getirilmesi hakkında şikayet başvurusunda bulunmuş ise de cezaevi şartlarının uygunsuzluğunun tespiti ile cezaevi şartlarının Anayasaya ve kanunlara uygun hale getirilmesinin sağlanması Ceza İnfaz Kurumunun yetki ve sorumluluğunda olup bahsedilen fiziki yetersizliğin Hakimliğimizin görev ve yetki alanı dışında kaldığı anlaşılmakla Tutuklu/Hükümlü Eren ŞENŞAKRAK vekili AV. İbrahim AFACAN'ın başvuru dilekçesinin esasa girilmeden reddine dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir..." Başvurucunun anılan karara itirazı Silivri Ağır Ceza Mahkemesinin 4/9/2018 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Silivri Ağır Ceza Mahkemesinin nihai karar olan 4/9/2018 tarihli kararına ilişkin olarak UYAP evrak işlem kütüğü üzerinde yapılan inceleme neticesinde şikâyet sürecinde vekil olarak görev yapan ve bireysel başvuruda da vekil olarak başvurucuyu temsil eden başvurucunun avukatı İbrahim Afacan'ın ilgili kararı 20/9/2018 tarihinde saat 38'de açarak okuduğu tespit edilmiştir. Bununla birlikte başvurucunun vekili, nihai kararın en erken 25/9/2018 tarihinde öğrenildiğini belirtmektedir. 25/10/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Anayasa Mahkemesince yapılan araştırma neticesinde başvurucunun 13/2/2019 tarihinde İnfaz Kurumundan tahliye edildiği UYAP'taki kayıtlardan anlaşılmıştır.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/32361
Başvuru, ceza infaz kurumunda kalabalık odada tutulma nedeniyle kötü muamele yasağının, kalabalık odada tutulmaya ilişkin olarak yapılan şikâyetin infaz hâkimliğince incelenmeksizin reddedilmesi nedeniyle de mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, bir kısım mahpusun açık görüş (ziyaret) hakkının sınırlandırılması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 10/2/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) ile erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 gecesi silahlı bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve Bakanlar Kurulu tarafından ülke genelinde 21/7/2016 tarihinden itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl (OHAL) ilan edilmesine karar verilmiştir. OHAL süreci üçer aylık sürelerle uzatılarak 18/7/2018 tarihine kadar devam etmiştir. Darbe teşebbüsüne ilişkin süreç, OHAL ilanı, OHAL döneminin gerektirdiği tedbirlere ilişkin detaylı açıklamalar Anayasa Mahkemesinin Aydın Yavuz ve diğerleri ([GK], B. No: 2016/22169, 20/06/2017, §§ 12-20, 47-66) kararında yer almaktadır. Eski bir Cumhuriyet savcısı olan başvurucu 15 Temmuz 2016 tarihli darbe teşebbüsü sonrasında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu iddiasıyla Konya Sulh Ceza Hâkimliğinin 18/7/2016 tarihli kararı ile tutuklanmıştır. Başvurucu, Konya E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna konulmuş; daha sonra 19/8/2016 tarihinde Akşehir T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna (İnfaz Kurumu) nakledilmiştir. Başvurucunun tutuklu bulunduğu İnfaz Kurumu İdare ve Gözlem Kurulu (İdare ve Gözlem Kurulu) 30/9/2016 tarihli kararı ile aylık açık görüşlerin asayiş ile güvenliğin sağlanması ve kurumun yoğunluğu bakımından (her koğuş kendi gün ve saatinde görüşmek kaydıyla) iki ayda bir yapılmasına karar vermiştir. Kararda, bu uygulamanın 17/6/2005 tarihli ve 25848 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Hükümlü ve Tutukluların Ziyaret Edilmeleri Hakkında Yönetmelik'in (Ziyaret Yönetmeliği) maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi gereğince devletin güvenliğine karşı, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı, millî savunmaya karşı, devlet sırlarına karşı suçlardan ve casusluk ile 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamında olan suçlardan hükümlü ve tutuklu olanlara yönelik olduğu belirtilmiştir. İdare ve Gözlem Kurulu bu defa 13/10/2016 tarihli kararıyla, silahlı terör örgütüne üye olmaktan (FETÖ/PDY) tutuklu ve hükümlüler için iki ayda bir yaptırılması kararlaştırılan açık görüşün -İnfaz Kurumu, kapasitesine göre yoğun olduğu için- asayiş ve güvenliğin sağlanması amacıyla 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı münasebetiyle 24-25-26/10/2016 tarihlerinde verilen açık görüşle birlikte karara ekli Görüş Günü Cetveli'nde belirtilen gün ve saatlerde yaptırılmasına karar vermiştir. İdare ve Gözlem Kurulu 7/12/2016 tarihli kararında ise silahlı terör örgütüne üye olmaktan (FETÖ/PDY) tutuklu ve hükümlüler için iki ayda bir yaptırılması kararlaştırılan açık görüşün -İnfaz Kurumu, kapasitesine göre yoğun olduğu için- asayiş ve güvenliğin sağlanması amacıyla yılbaşı münasebetiyle 26-27-28/12/2016 tarihlerinde verilen açık görüşle birlikte belirtilen gün ve saatlerde yaptırılmasına karar vermiştir. Başvurucu 15/12/2016 tarihinde İdare ve Gözlem Kurulunun 7/12/2016 tarihli kararına itiraz konulu şikâyet dilekçesini İnfaz Hâkimliğine gönderilmek üzere İnfaz Kurumuna sunmuştur. Başvurucu, dilekçesinde; olağan (rutin) açık görüş hakkı ile dinî, millî bayramlarda ve özel günlerde (yılbaşı) tanınan görüş hakkının niteliği itibarıyla birbirinden farklı olmasına rağmen -aynı haftaya rastlamadığı sürece- birleştirilerek kullandırılmasının hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu, rutin açık görüş hakkı ile yılbaşından kaynaklanan açık görüş hakkının -27 Aralık 2016 tarihinde kullandırılacak olması yerine- ayrı ayrı kullandırılması için İdare ve Gözlem Kurulu kararının düzeltilmesi talebinde bulunmuştur. Akşehir İnfaz Hâkimliğinin (İnfaz Hâkimliği) 20/12/2016 tarihli kararıyla şikâyetin reddine karar verilmiştir. Kararda; İnfaz Kurumu, kapasitesine göre yoğun olduğu için ve asayiş ile güvenliğin sağlanması amacıyla İdare ve Gözlem Kurulunun almış olduğu kararda bir isabetsizlik bulunmadığı belirtilmiştir. Başvurucu tarafından İnfaz Hâkimliği kararına itiraz edilmiştir. Akşehir Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 10/1/2017 tarihli kararıyla başvurucunun itirazı reddedilmiştir. Karar gerekçesinde; 15 Temmuz darbe teşebbüsü nedeniyle yapılan soruşturmalar, gözaltı ve tutuklama işlemleri nedeniyle İnfaz Kurumunun kapasitenin üzerinde tutuklu ve hükümlü barındırmakta olduğu, tutuklulara atılı suçlamanın niteliği ile kurumun asayişi ve tutukluyla hükümlülerin güvenliklerinin temini bakımından mezkûr Ziyaret Yönetmeliği'ndeki hüküm nedeniyle, alınan kararda bir usulsüzlük bulunmadığı açıklanmıştır. Diğer yandan belli suçlardan tutuklu bulunanlar hakkında bu şekilde işlem tesisinin masumiyet karinesinin veya ayrımcılık yasağının ihlali olarak değerlendirilemeyeceği belirtilmiştir. Ayrıca İnfaz Kurumunca tutuklu ve hükümlülere atfedilen suçlamalar nazara alınarak usulüne uygun tutuklama kararıyla hürriyetleri tahdit edilmiş olan kişiler hakkında mevzuata göre tesis edilen tedbirler nedeniyle aile hayatı ve haberleşme hakkının ihlalinden bahsedilemeyeceği ifade edilmiştir. Nihai karar 12/1/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 10/2/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Ayrıca başvurucu, tedbir talebinde bulunmuştur. Anayasa Mahkemesinin 19/6/2017 tarihli kararıyla başvurucunun yaşamına ve maddi veya manevi bütünlüğüne yönelik ciddi bir tehlike bulunmadığı değerlendirilerek tedbir talebinin karara bağlanmak üzere Bölüme gönderilmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Bu karar 22/6/2017 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Anayasa Mahkemesinin 5/12/2018 tarihli yazısı ile İnfaz Kurumundan başvurucunun yaptığı tüm görüşlerin sıklığına ilişkin bilgi ve belgeler talep edilmiştir. 11/12/2018 tarihli cevap yazısından, başvurucunun İnfaz Kurumunda kaldığı süre zarfında7/9/2016, 15/9/2016, 26/10/2016, 27/12/2016, 5/4/2017, 3/5/2017, 17/5/2017, 7/6/2017, 29/6/2017, 5/7/2017, 7/8/2017, 4/9/2017, 5/10/2017, 26/10/2017, 9/11/2017, 7/12/2017, 28/12/2017, 4/1/2018, 8/2/2018, 7/3/2018, 4/4/2018, 9/5/2018, 16/5/2018, 6/6/2018,20/6/2018, 4/7/2018, 8/8/2018, 25/8/2018, 5/9/2018, 3/10/2018, 24/10/2018, 7/11/2018, 5/12/2018 tarihlerinde aile fertleriyle (eşi, çocukları, annesi, babası, kardeşi, kayınbabası ve kayınvalidesi) otuz üç kez açık görüş yaptığı anlaşılmaktadır. UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgelerden, İdare ve Gözlem Kurulunun 8/3/2017 tarihinde aldığı karar ile mevcut durum, kurum güvenliği ve asayiş gözönünde bulundurularak açık görüşlerin 1/4/2017 tarihinden itibaren (her koğuş kendi gün ve saatinde görüşmek kaydıyla) tekrar ayda bir yapılmasına karar verildiği anlaşılmaktadır. Açık görüşlerin iki ayda bir yapılması kararının verildiği 30/9/2016 tarihi ile bu geçici uygulamanın sona erdirildiği 1/4/2017 tarihi arasında başvurucunun 26/10/2016 ve 27/12/2016 tarihlerinde iki kez açık görüş; 12/10/2016, 9/11/2016, 23/11/2016, 7/12/2016, 21/12/2016, 4/1/2017, 18/1/2017, 1/2/2017, 15/2/2017, 22/2/2017, 1/3/2017 15/3/2017, 22/3/2017 ve 29/3/2017 tarihlerinde on dört kez kapalı görüş; yine bu zaman zarfında iki haftada bir telefonla haberleşme hakkını kullandığı anlaşılmaktadır. Öte yandan Ankara Ağır Ceza Mahkemesinin 26/4/2018 tarihli kararıyla başvurucunun FETÖ/PDY üyesi olduğu gerekçesiyle mahkûmiyetine ve hükmen tutukluluk hâlinin devamına karar verildiği, davanın derdest olup istinaf aşamasında bulunduğu anlaşılmıştır. A. Ulusal Hukuk 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un "Hükümlüyü ziyaret" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Hükümlü, belgelendirilmesi koşuluyla eşi, üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımları ile vasisi veya kayyımı tarafından haftada bir kez ve ayrıca kuruma kabullerinde, zorunlu hâller dışında bir daha değiştirilmemek üzere, ad ve adreslerini bildirdiği en fazla üç kişi tarafından, yarım saatten az ve bir saatten fazla olmamak üzere çalışma saatleri içinde ziyaret edilebilir...... (3) Görüşler, koşul ve süreleri Adalet Bakanlığınca hazırlanan yönetmelikle kapalı ve açık olmak üzere iki biçimde yaptırılır." 5275 sayılı Kanun'un "Tutukluların hakları" kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"(2) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinde tutuklular, kurumun bu husustaki genel düzenine uymak suretiyle ziyaretçi kabul edebilirler. Ancak soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde hâkim veya mahkeme, soruşturmanın veya davanın selameti bakımından tutuklunun ziyaretçi kabulünü yasaklayabilir veya bu hususta kısıtlamalar koyabilir." 5275 sayılı Kanun’un "Tutukluların yükümlülükleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Bu Kanunun; yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumları,...ziyaret, yabancı hükümlüleri ziyaret, ziyaret ve görüşlerde uygulanacak esaslar, beden eğitimi, kütüphane ve kurslardan yararlanma konularında 9, 16, 21, 22, 26 ilâ 28, 34 ilâ 53, 55 ilâ 62, 66 ilâ 76 ve 78 ila 88 inci maddelerinde düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir." 23/7/2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'nin (667 sayılı KHK) "Soruşturma ve kovuşturma işlemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:"(1) 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar,12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar ve toplu işlenen suçlar bakımından, olağanüstü halin devamı süresince;...e) Tutuklu olanlar, belgelendirilmesi koşuluyla sadece eşi, ikinci dereceye kadar kan ve birinci derece kayın hısımları ile vasisi veya kayyımı tarafından ziyaret edilebilir. Adalet Bakanlığı ile Cumhuriyet başsavcılığının yetkileri saklıdır. Tutuklular telefonla haberleşme hakkından ancak onbeş günde bir ve bu bentte sayılan kişilerle sınırlı olarak on dakikayı geçmemek üzere faydalanabilirler." 667 sayılı KHK, 29/10/2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 6749 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun ile onaylanmıştır. 667 sayılı KHK'nın maddesinin (1) numaralı fıkrası 6749 sayılı Kanun'un maddesinde aynen kabul edilmiştir. Ziyaret Yönetmeliği'nin "Temel ilkeler" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının olay tarihinde yürürlükte olan (d) bendi şöyledir:"(d) Hükümlü ve tutuklular, bu Yönetmelikte belirtilen yakınları ile haftada bir kez olacak şekilde, üçü kapalı biri açık görüş olmak üzere görüşme yapabilir." Ziyaret Yönetmeliği'nin "Temel ilkeler" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasına eklenen 18/8/2016 tarihli ve 29805 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren (e) bendi şöyledir:"(e) Kurum mevcudu, güvenliği ve düzeni dikkate alınmak suretiyle 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar, 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlardan, hükümlü ve tutuklular için ceza infaz kurumlarındaki açık görüşler idare ve gözlem kurulu kararıyla iki ayda bir yaptırılabilir." Ziyaret Yönetmeliği'nin 13/9/2017 tarihli ve 30179 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak değiştirilen "Temel ilkeler" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (d) bendi şöyledir:"(d) Kurum idaresinin uygun göreceği bir hafta açık görüş, ayın diğer haftaları kapalı görüş olmak üzere, hükümlü ve tutuklular bu Yönetmelikte belirtilen yakınları ile haftada bir kez olacak şekilde görüşme yapabilir." Ziyaret Yönetmeliği'nin "Ziyaret gün ve saatleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Ziyaret günleri ve saatleri ile bir hükümlü ve tutuklunun görüşebileceği ziyaretçi sayısı, kurumun fiziki yapısı ve kapasitesi dikkate alınarak, kurumca belirlenir..." Ziyaret Yönetmeliği'nin "Açık görüş" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Açık görüş, hükümlü ve tutuklular ile ziyaretçilerinin maddi temasına imkan verecek şekilde, konuşulanların hazır bulunan görevli tarafından işitilebildiği ve izlenebildiği, ceza infaz kurumunun bu iş için tahsis edilmiş özel bölümünde yapılan ziyaret ve görüşmelerdir." Ziyaret Yönetmeliği'nin "Bayramlarda ve özel günlerde açık görüş" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Hükümlü ve tutuklular, Bakanlıkça uygun görülen, dinî ve milli bayramlar ile özel günlere mahsus olmak üzere, belirlenen tarihlerde, anne, baba, eş, çocuk, torun, büyükanne, büyükbaba ve kardeşleriyle açık görüş yapabilir.Bakanlıkça belirlenen yakınları olmayan hükümlü ve tutuklular, üçüncü dereceye kadar olan akrabalarından en çok üç kişiyle görüşebilirler. ..Bu ziyaretin, aynı haftada yapılacak kapalı görüş ile çakışması halinde açık görüş yaptırılır..." Ziyaret Yönetmeliği'nin "Açık görüş yapılacak yer" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Açık görüşler, ceza infaz kurumunun oda ve eklentileri dışında, bu iş için ayrılmış özel bölümünde, bulunmadığı takdirde, ceza infaz kurumu müdürünün uygun göreceği yerde yaptırılır." Ziyaret Yönetmeliği'nin "Görüş süresi ve saatleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Açık ziyaretler, bir saatten fazla olmamak kaydıyla 00 - 00 saatleri arasında yaptırılır. Ziyaret süresi, görüşmenin fiilen başladığı andan itibaren işler." Ziyaret Yönetmeliği'nin "Açık görüşe ilişkin diğer konular" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Hükümlü ve tutuklu sayısının, verilen açık görüş günü sayısına bölünmesi suretiyle, görüş gününe kadar gruplar oluşturulur, her grubun görüş günü ve saatleri, ailelerine bildirilmek üzere, hükümlü ve tutuklulara tebliğ edilir ve hazırlanan program ayrıca koğuşlara ve ziyaretçilerin görebileceği uygun yerlere asılır.Belirtilen gün ve saatler dışında görüş yaptırılmaz, ...Her grubun açık görüşü bittikten sonra, görüş yerinde bulunan hükümlü ve tutuklular, görevliler nezaretinde dikkatli bir şekilde arandıktan sonra koğuş veya odalarına götürülerek burada sayılır. Kimlikleri, fotoğraflı belgelerle kontrol edilir, grup mevcudunun tam olduğunun anlaşılması üzerine, ziyaretçilerin kurum dışına çıkmasına izin verilir.Açık görüşlerde, görüş mahallinde yeteri kadar dış güvenlik görevlisi gözlemci olarak bulundurulur...."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. (2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre özel hayata saygı hakkı, özel bir sosyal hayat sürdürmeyi yani kişinin sosyal kimliğini geliştirme hakkı anlamında bir özel hayatı güvence altına almaktadır. Bu yönü ile birlikte değerlendirildiğinde bahsi geçen hak, ilişki kurmak ve geliştirmek üzere çevresinde bulunanlarla temas kurma hakkını da içermektedir (Özpınar/Türkiye, B. No: 20999/04, 19/10/2010, § 45; Oleksandr Volkov/Ukrayna, B. No: 21722/11, 9/1/2013, §§ 165-167; Niemietz/Almanya, B. No: 13710/88, 16/12/1992, § 29). AİHM'e göre hükümlü ve tutuklular Sözleşme kapsamında kalan temel hak ve hürriyetlerin tamamına kural olarak sahiptirler (Hirst/Birleşik Krallık (No. 2) BD], B. No: 74025/01, 6/10/2005, § 69). AİHM'e göre suçun mahiyeti haklı gösteriyorsa bir tutuklunun özel bir ceza infaz kurumu rejimine veya sınırlayıcı ziyaret düzenlemelerine tabi tutulması onun Sözleşme'nin maddesi kapsamındaki hakkına müdahale teşkil eder ancak kendiliğinden bu hakkın ihlali anlamına gelmez (Vlasov/Rusya, B. No: 78146/01, 12/6/2008, § 123). AİHM, ceza infaz kurumunda tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suçun önlenmesi, disiplinin sağlanması gibi güvenliğin ve düzenin korunmasına yönelik kabul edilebilir gerekliliklerin olması durumunda mahkûmların sahip olduğu haklara sınırlama getirilebileceğini kabul etmiştir. Ancak bu durumda dahi hükümlü ve tutukluların haklarına yönelik herhangi bir sınırlama makul ve ölçülü olmalıdır (Silver ve diğerleri/Birleşik Krallık, B. No: 5947/72 ..., 25/3/1983, §§ 99-105). AİHM'e göre hükümlü ve tutukluların özel ve aile hayatına saygı gösterilmesi hakkı, ceza infaz kurumu idaresinin hükümlü ve tutukluların ailesi ve yakınlarıyla temasını devam ettirecek önlemleri almasını zorunlu kılmaktadır (Messina/İtalya (No. 2), B. No: 25498/94, 28/9/2000, § 61; Ouinas/Fransa (k.k.), B. No: 13756/88, 12/3/1990; Kučera/Slovakya, B. No: 48666/99, 17/7/2007, § 127). Bu hakka getirilen sınırlamalar, suç ve düzensizliğin önlenmesi için güvenlik nedeniyle uygulamaya konulmuş olsa da haklı bir gerekçeye dayanmalıdır (Gülmez/Türkiye, B. No: 16330/02, 20/5/2008, § 46). Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Üye Devletlere Avrupa Cezaevleri Kuralları Hakkında REC (2006) 2 sayılı Tavsiye Kararı'nın hükümlü ve tutukluların dış dünya ile ilişkilerine dair kısmı şöyledir:"Dış Dünya ile İlişki Mahpusların mümkün olabilen sıklıkta mektup, telefon veya diğer iletişim vasıtalarıyla aileleriyle, başka kişilerle ve dışarıdaki kuruluşların temsilcileriyle haberleşmelerine ve bu kişilerin mahpusları ziyaret etmelerine izin verilmelidir.2 2 Devam etmekte olan bir ceza soruşturması, emniyet, güvenlik ve düzeninin muhafaza edilmesi, suç işlenmesinin önlenmesi ve suç mağdurunun korunması için gerekli görülmesi halinde, haberleşme ve ziyaretlere kısıtlamalar konabilir ve izlenebilir. Ancak adli bir merci tarafından konulan özel kısıtlamalar da dahil olmak üzere, bu tür kısıtlamalar yine de kabul edilebilir asgari bir iletişime izin vermelidir.Ulusal hukuk, mahpuslarla iletişim kurması kısıtlanamayacak olan ulusal ve uluslararası kuruluşları belirlemelidir.2 Ziyaretler için yapılan düzenlemeler, mahpuslara aile ilişkilerini mümkün olduğunca normal bir düzeyde sürdürmelerine ve geliştirmelerine izin verecek bir tarzda olmalıdır. Cezaevi yetkilileri, dış dünyayla yeterli bir iletişim sürdürmelerinde mahpuslara yardım etmelidirler ve bunun için onlara uygun destek ve yardım sağlamalıdırlar. ..." AİHM, tutukluların ziyaretçi alma haklarına getirilen kısıtlamalar güvenlikle ilgili nedenlerle veya bir soruşturmanın meşru yararlarını koruma gerekliliğiyle haklılaştırılsa da bu amaçlara bütün tutukluların haklarını kısıtlamayan başka yollarla da ulaşılabileceğini belirtmiş; oluşturulacak farklı tutukluluk kategorilerine özel kısıtlamalar getirilebileceğini kabul etmiştir (Laduna/Slovakya, B. No: 318327/02, 13/12/2011, § 66; Varnas/Litvanya, B. No: 42615/06, 9/7/2013, § 119 ).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/6432
Başvuru, bir kısım mahpusun açık görüş ziyaret) hakkının sınırlandırılması nedeniyle aile hayatına saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; tıbbi ihmal sebebiyle meydana gelen ölüm ve açılan tazminat davasının reddedilmesi dolayısıyla yaşam hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/1/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2018/3629 numaralı bireysel başvuru dosyası, aralarında konu yönünden hukuki irtibat bulunması nedeniyle 2018/3285 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmiş olup inceleme 2018/3285 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmüştür. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların annesi H.Ş., idrar yollarındaki şikâyet nedeniyle farklı doktorlar tarafından muayene edilmiş ve rahim sarkması (evre 4 Pop Q + vault) teşhisi konularak H.Ş.nin tedavi için ameliyat edilmesine karar verilmiştir. H.Ş. 19/2/2009 tarihinde Bakırköy Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Araştırma ve Eğitim Hastanesinde (Bakırköy Hastanesi) ameliyat edilmiştir. H.Ş. ameliyatın ardından kusma ve mide bulantısından yakınmaya başlamıştır. Söz konusu şikâyetlerin varlığına karşın H.Ş. 23/2/2009 tarihinde Bakırköy Hastanesinden taburcu edilmiştir. H.Ş., kusma ve mide bulantısı şikâyetlerinin devam etmesi üzerine 28/2/2009 tarihinde yeniden Bakırköy Hastanesine götürülmüş ve yapılan tetkik sonucu ileus (bağırsak tıkanıklığı) ön tanısı ile yatış işlemi yapılmıştır. Başvurucuların iddiasına göre Bakırköy Hastanesine gidilmeden önce H.Ş. özel bir hastaneye götürülmüş, söz konusu hastanede bağırsak düğümlenmesi teşhisi ile derhâl ameliyat edilmesi gerektiği ifade edilmiş ancak durumun telefonla bildirildiği ilk ameliyatı yapan doktor A.nın hastanın Bakırköy Hastanesinde tedavisinin yapılmasının daha uygun olacağı yönündeki beyanı üzerine H.Ş. Bakırköy Hastanesine götürülmüştür. H.Ş. Bakırköy Hastanesinde takip edilmiş ve genel cerrahi kliniğinin bulunmaması nedeniyle 3/3/2009 tarihinde Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilmiştir. Bakırköy Dr. Sadi Konuk Eğitim ve Araştırma Hastanesinin koşullarının başvurucular tarafından beğenilmemesi/uygun bulunmaması nedeniyle talep üzerine H.Ş.nin Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine (Fakülte Hastanesi) sevki yapılmıştır. 3/3/2009 tarihinde Fakülte Hastanesine yatışı yapılan H.Ş. ince bağırsak tıkanması teşhisi ile 4/3/2009 tarihinde ameliyata alınmıştır.Ameliyat sonrası 5/3/2009 tarihinde yoğun bakım servisine alınan H.Ş. solunum ve dolaşım sisteminin durması üzerine entübe (solunum/dolaşım desteği) edilmiş ise de tedaviye cevap veremeyerek 6/3/2009 tarihinde vefat etmiştir. Başvurucuların annelerinin ölümünden kaynaklı olarak tıbbi ihmal saikiyle 3/2/2010 tarihinde açtığı tazminat davasında İstanbul İdare Mahkemesince verilen merciine tevdi kararı sonrası Sağlık Bakanlığı tarafından taleple ilgili bir cevap verilmemesi üzerine 15/6/2010 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde manevi tazminat istemli dava açılmıştır. Dava dilekçesince özetle "H.Ş.nin ameliyat sonrası şikayetlerine ve tıkanmanın tespit edilmiş olmasına karşın bekletildiği, ameliyat edilmediği, hastanın koşulları uygun olmayan bir hastaneye sevk edildiği, bu sevk yapılırken bilgi verilmediği, doktorların özensizliği ve ihmali nedeniyle ameliyatın çok geç yapıldığı, ölüm riski oldukça az olan rahim sarkması ameliyatının ihmal silsilesi nedeniyle ölümle sonuçlandığı" ifade edilerek idarenin ölüm olayında hizmet kusurunun bulunduğu ileri sürülmüştür. Mahkeme, uyuşmazlığın sonuca bağlanabilmesi adına hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının tespiti amacıyla Adli Tıp Kurumu nezdinde bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Bilirkişi Heyeti adli tıp, tıbbi patoloji, iç hastalıkları, çocuk sağlığı ve hastalıkları, kadın hastalıkları ve doğum ile genel cerrahi alanında uzman olan doktorlardan teşekkül etmiştir. 14/3/2012 tarihli bilirkişi raporunun ilgili kısmı şöyledir;"2-Dr.A.nın 2010 tarihli ifadesinde.Bana sormuş olduğunuz 63 yaşındaki hasta H.Ş. Vajenkafı sarkması,evre 4 POPQ nedeniyle (daha önceden geçirilmiş histeroktomi sonrası) sacrocolpopeksi+ Burch +Halban operasyonları 2009 tarihinde olup, 2009 tarihinde saat 00 gibi taburcu şifa ile edilmiştir. Bilahare 2009 Cumartesi günü akşam saatlerinde evime gelen telefonda bu hastanın öğürme, bulantı ve kusma şikayetleri ile yatırıldığı üzere Doç. Dr. H.A. dan (Nöbetçi şef) bilgi verilmesi üzerine nazogastrik sonda yutturulup hastanın bağırsak sesleri dört kadranda pozitif ve akut batın bulgularının olmayışı nedeniyle intravenöz sıvı beslenmesi ile takibine karar verildi. 2009 Pazar günü genel durumunun iyi oluşu, ateşinin 36,2 oluşu, bağırsak seslerinin pozitif oluşu, elektrolitlerinin normal oluşu sebebiyle pazartesiye kadar takibine genel durumunun da iyi olmuş olması, distansiyonunun olmayışı, bağırsak seslerinin dört kadranda da pozitif oluşu sebebiyle karar verildi. 2009 tarihinde Pazartesi günü hastanın genel durum değerlendirilmesinde sabah vizitinde genel durum iyi, tansiyon normal, bağırsak sesleri gaz (+), gaita(-) olarak görülmesi üzerine ayaktan direkt batın çekildi. Cüzi hava sıvı seviyeleri gözlenmesi üzerine elektrolid takiplerinde de bir bozukluk olmamasına rağmen genel cerrah olmaması sebebiyle Dr. Sadi Konuk Devlet Hastanesi Genel Cerrahi servisine nakline karar verildi. Yapılan istişarelerle sabah saat 00'da alabileceklerini söylemeleri üzerine her dört kadranda da bağırsak sesleri hala pozitif iken, 2009 tarihinde saat 00'da hasta bu hastaneye nakledildi. Orada 12-24 saat arası acil serviste müşahade de kaldıktan sonra hastaneyi beğenmeyip, Marmara Tıp Fakültesine gittiğini ve ameliyat olduğunu. 2009 tarihinde de emboli nedeniyle ex olduğunu şifaen öğrendik. Hastanın gerek ameliyatında gerekse ameliyat sonrası ikinci kere yatışında hafta sonu olmasına rağmen hiçbir ihmal söz konusu olmayıp, yakinen tetkik, takip ve tedavi görmüş ve gereği yapılmıştır. Konu ile ilgili söyleyeceklerinin bundan ibaret olduğunu” söylediği,3-Dr.İ.Ç.nin2010 tarihli ifadesinde:“Hastanın 2009 tarihinde vault prolapsusu tanısı ile yapılan sacrocolpopeksi halban Burch operasyonuna ikinci operatör olarak katıldım. Birinci operatör Op.Dr.N.S. idi. Ameliyat tamamen normal şartlarda, normal sürede cereyan etti. Ameliyat ve ameliyat sonrası hiçbir komplikasyon gerçekleşmedi. Hasta post op günde taburcu edildi. Ancak aynı hasta 2009 Cumartesi günü karın ağrısı ve şişlik şikayeti ile tekrar hastanemiz acil polikliniğine başvurmuş. Yapılan muayene ve inceleme sonucunda bağırsak sesleri dört kadranda pozitif, gaz dejarjı (+), gaita (-), batın distandü, çekilen ayakta direkt batın grafısinde hava sıvı seviyeleri görülmesi üzerine ileus ön tanısıyla yatırılmış ve klinik şefi Op. Dr. bey durumdan haberdar edilmiş. Hastanın genel durumu iyi, laboratuvar parametreleri iyi olması üzerine sıvı tedavisi ve nazogastrik sonda ile Pazartesiye kadar takip edilmiş. Pazartesi günü sabah vizitinde hasta yatağında görüldü. Vizitte bende vardım. Hasta klinik şefimiz Op. Dr. A. önerisi ile hastanemizde Genel Cerrahi kliniği olmaması üzerine sabah saat 00'da Bakırköy Dr. Sadi Konuk Devlet Hastanesi Genel Cerrahi kliniği ile görüşülerek hastanın kabul edilmesi üzerine hasta aynı gün sevk edildi. Hastanın ileus tablosu olmasına rağmen genel durumu iyi, gaz deşarjı müspet, kan elektrolit seviyeleri normal idi. Daha sonra hastanın Bakırköy Dr. Sadi Konuk Devlet Hastanesi Genel Cerrahi Kliniğini beğenmemesi üzerine kendi isteği ile Marmara Tıp Fakültesine gittiğini, orada yapılan ileus operasyonunu takiben ex olduğunu şifaen öğrendik. Konu ile ilgili söyleyeceklerinin bundan ibaret olduğunu” söyledi,4-Dr.A.S.B.nin 2010 tarihli ifadesinde:Ben olayın olduğu tarihte Bakırköy Kadın Hastalıkları ve Doğum Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum asistanı olarak görev yapmakta idim. Hastanın 2009 tarihinde yapılan ameliyatında herhangi bir görevim yoktur. 2009 tarihinde klinik şefi Op. Dr. A. nın talimatıyla septik servisinden ürojinekoloji servisine alındı. Hastayı servis kıdemli doktorum Dr.E. hanımla beraber değerlendirdik. Hastanın distansiyonu mevcuttu. Gaz deşarjı vardı. Dört kadranda bağırsak sesleri alınmakta idi. Gaita deşarjı yoktu. Hastanın hafta sonu çekilen ayakta direkt batın grafisinde hava sıvı seviyeleri mevcuttu. Hastanın nazogastrik sondası haftasonu koşullarında takılmıştı. Hasta tetkikleri ile beraber vizitte bölüm şefi ile beraber değerlendirildi. Hastanın aldığı çıkardığı takibi ve nazogastrikten gelen miktarının takibi önerildi. Vizitten sonra poliklinikte görevli olmam dolayısıyla o gün için hastayı görmedim. 2009 tarihinde sabah vizitinde bölüm şefi ile beraber hasta tekrar değerlendirildi. Hastanın genel cerrahi konsültasyonu yapılması uygun görüldü. Hasta servis kıdemli doktoru Dr. E. hanım ve ambulans eşliğinde Dr. Sadi Konuk E.A.Hastanesine Genel Cerrahi bölümüne konsülte edildi. Genel cerrahi hastayı kendilerinin takibinde ve kendilerinde yatışını uygun gördü. Hastanın sevk ve evraklarım öğlen arası poliklinikten geldiğim sırada Dr. E. hanımdan aldığım bilgiler doğrultusunda imzaladım. Hastanın bundan sonraki durumunu E. hanımın hastanın oğlu ile telefonda haberleşmeleri dolayısıyla öğrendim. Konu ile ilgili söyleyeceklerinin bundan ibaret olduğunu söyledi.” dediği,5-Dr.N.S.nin 2010 tarihli ifadesinde:2009 tarihinde hastamıza vajinal kaf prolafsus nedeniyle sacrocolpopeksi halban Burch operasyonu olmak üzere hastanemize yatırıldı. 2009 tarihinde ameliyata alındı. Ameliyat sorasmda eski ameliyata bağlı çok yapışıklık olması nedeniyle arkadaşımız Op. Dr. İ.Ç. de ameliyat ekibine dahil oldu. Ameliyat alanını açmak için yapışık olan yerler açıldı. Ameliyat sahası ortaya çıkarıldı. Kapalı sacrocolpopeksi ameliyatı gerçekleştirildi. Halban operasyonu yapıldı. Periton kapatıldı. (Hemşire gazın kompresin ve aletlerin tam olduğunu ifade etti) Bundan sonra Burch operasyonu uygulandı. Batın katları uygun olarak kapatıldı. Post op dönemi sorunsuz geçen hasta dört gün sonra taburcu edildi. Hastanın 2009 tarihinde tekrardan hastanemize yattığını bu soruşturma sırasında öğrendim. Olan olaylarda ihmal kusur olmadığını beyan ederim. Konu ile ilgili söyleyeceklerinin bundan ibaret olduğunu”söylediği,7-Bakırköy Kadın Doğum ve çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 2009girişve 2009 çıkış tarihli epikriz raporunda:Son birkaç aydır ele gelen kitle şikayeti olan hastanın yapılan muayenesinde evre 4 pop Q+vault prolapsusu saptanması üzerine operasyon amacı ile servise yatırıldı.GAA’da hasta litotomi pozisyonunda hazırlandı. Pfannenstiel insizyonla batına girildi. Gözlem deomentumun barsak anslarınave batın ön duvarına yapışık olduğu izlendi. Yapışıklıklar disseke edildi Vajen kafı ile sakrumpromontoriumu arasındaki periton açıldı. Prolen meshanterior longitudinal ligaman ile posterior vajen kafı arasına fiske edildi. Periton açıldı. Prolen meshanterior longitudinal ligaman ile posterior vajen kafı arasına fikse edildi. Periton kontinue kapatıldı. Halbansütürü kondu. Batın temizliği kanama kontrolünü takiben anterior periton kapatıldı. Retzius aralığınagirilerekbilateral2’şer adet burch sütürü kondu.240 cc metilen mavisi ile mesane şişirildi. Kaçak izlenmedi. Retzius aralığına 1 adet hemovak dren kondu. Batın katları anatomik kapatıldı. Cilde rapid vicrille iç sütür atıldı.8-Bakırköy Kadın Doğum ve çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesinin 2009girişve 2009 çıkış tarihli epikriz raporunda: 2009tarihide halban burch sakrokolpopeksi ameliyatı geçiren hasta 2009 tarihinde bulantı kusma ishal şikayeti ile tarafımıza başvurduğu, hastanın ayakta direk batın grafisinde hava sıvı seviyesi izlenmesi ve TVUSG’de dilate barsak ansı izlenmesi üzerine servise internne edildi.Hastaya 2009tarihideyatışında nazogastriksonda takıldığı, oral alımı kesildiği, 3000 cc 24 saatte mayi order edildi. Dinlemekle barsak peristaltizimi mevcuttu. Vital bulgularının stabil olduğu izlendi. Üre:111 Crea:01, Na:132, K:4, CPR:207, olarak sonuçlandı. Hastanın ilk 36 saatte NGS’dan 2000 cc geleni oldu, diürez 110 cc/sa olarak izlendi. Hastanın 2009tarihinde biyokimya tekrarı üre:51, Na:142, K.3,5 CPR:88 olarak sonuçlandı. Gaz gaita deşarjı olmadı. 2009 hastanın hemogram biyokimya değerleri normal sınırlarda izlendi. Gaz deşarjı mevcuttu. NGS:1600 cc diürez 45 cc/sa, olarak sonuçlandığı, ayakta direkt batın grafisi tekrarlandığı, hava sıvı seviyesi izlendi. Hastanın ateşi bir kez 2’ye yükseldi. 2009tarihinde hastanın tüm rutinleri tekrarlandığı, ve Sadi Konuk Devlet Hastanesi acil Cerrahi Biriminekonsültasyona yollandı yapılan değerlendirme sonrası hasta ileus düşünülerek hasta Sadi Konuk Devlet Hastanesi Cerrahi birimine yatırıldığı, bunun üzerine hastanın taburculuk işlemi yapıldı.9-Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı2009 tarihli ameliyat notunda:GAA uygun sterilizasyon ve operasyon koşulları hazırlandıktan sonra usulüne uygun biçimde midline insizyon ile batına girilen olguda Karın içi yapışıklıklar tesbit edildi, mets ve bistürü yardımı ile yapışıklıklar açıldı. Milking ile barsak ansları dekomprese edildi. Batın içinde bridlerden birinin etrafına sarılmış olan ileum segmentinin strangüle olduğu görülerek detorsiyone edildi. Sonrasında uygulanan sıcak ile vitalitesinin geri gelmemesi üzerine rezeksiyon kararı alındı. Uslüne uygun olarak mezosu hazırlanıp yer yer 2-0 ipekler ile bağlanan ve yer yerde ligasure ile rezeke edilip hazırlanan segment demarkasyon hatlarından rezeke edildi. Uçuca kalan uçlar 2-0 ipeklerle ve 3-0 vikrille içte Lambert ve dışarıda connel sütürlerle anastomoz yapıldı. Geçişin yeterli olduğu görüldü. Batın içi yıkama ve hemostazı takiben fasya no 1 loop PDS ile kontinü ; cilt stapler ile kapatıldı.” Dediği,10-2009 yatış ve 2009 çıkış tarihli eksitus epikriz raporunda;Hastanın sabah saatlerinde mobilizasyonu sonrasında solunum sıkıntısı başlaması üzerine hastaya maskeile oksijen başlandığı, takiplerinde taşikardik seyretmesi üzerine EKG’si çekildi. Kan gazlarıve rutinkan tetkikleri istendi. Hastanın solunum sıkıntısı ilerlemesi üzerine Cerrahi Yoğun Bakım Ünitesinden konsültasyon istendi. Hastanın saat 50 saatlerinde kardiopulmoner arresti geliştiği, kardiopulmoner resüsitasyona başlandığı, hasta entübeedildiği, Atropin veAdrenalin IV infüzyonları yapıldığı, 45 dakika sonrasında kardiopulmoner resüsitasyonacevap vermeyen hasta eksitus kabul edildi.11-Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı imzalı 2010 tarihli yazısında:H.Ş. isimli hasta 2009 tarihinde geçirmiş olduğu jinekolojik operasyonu takiben gelişen İnterstinal Obstrüksiyon şikayetiyle 2009 tarihinde acil olarak operasyona alınmış ve strangulasyonlu ince barsak obstruksiyonu tespit edilerek rezeksiyon yapılmıştır.Yoğun bakımdan servise alındığı 2009 tarihinde bir sorunu olmamasına rağmen sabah yataktan kalktığında gelişen kardio pulmoner arrest ile hasta kaybedilmişitir. Hastanın pulmoner emboli nedeni ile exitus olduğu kararı verilmiş, ancak tam ölüm nedenini gösterecek bir kanıtımız olmamaktadır.” şeklinde yazılı olduğu,12-2009tarihli mernisölüm belgesinde: kişinin ölümünün kardiopulmonerarrest olduğu, ölüm tarihinin 2009olduğukayıtlıdır.SONUÇ:2009 tarihinde ele gelen kitle şikayeti olan hastanın yapılan muayenesinde evre 4 Pop Q+ vault prolapsusu saptanması üzerine operasyon amaçlı yatırıldığı, ameliyat edildiği, tedavisinin ardından şikayetleri nedeniyle aynı hastaneye 2009 tarihinde tekrar yatırıldığı ve daha sonra Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi bölümüne sevk edildiği, obstrüksiyon şikayeti nedeniyle 2009 tarihinde operasyona alındığı, ve strangulasyonlu ince barsak obsrüksiyonu tespit edilerek rezeksiyonyapıldığı,2009 tarihide yoğun bakım servisine yatırıldığı, 2009tarihindekariopulmoner arrest geliştiği resüsitasyona cevap vermediğive eks kabul edildiği bildirilen İ. kızı 1946 doğumlu H.Ş. hakkında düzenlenmiş adli ve tıbbi belgelerde bulunan veriler değerlendirildiğinde:1-Her ne kadar zamanında otopsi yapılarak iç organ değişimleri araştırılmamış olsa da; tıbbi belgelere göre kişinin ölümünün evre 4 pop Q + vault prolopsusu nedeniyle yapılan ameliyat sonrasında oluşan barsak strangulasyonu ameliyatı sonrasında gelişen komplikasyonlar (pulmoner emboli) sonucu meydana gelmiş olduğunun kabulü gerektiği,2-2009tarihide evre4 Pop Q+ vault prolopsusu nedeniyle konulan ameliyat endikasyonunu ve yapılan ameliyatın tıp kurallarına uygun olduğu, ameliyat sonrası barsak stragulasyonu gelişmesinin bir komplikasyon olduğu, 2009 -2009 tarihleri arasında kişinin Bakırköy Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesinde kitakiplerinin uygun olduğu, stragulasyonunun düzelmemesi üzerine ameliyat kararı verilmesinin ve yapılan ameliyatın uygun olduğu, tedavisini yapan hekimlere ve idareye kusur atfedilemeyeceği oy birliğiyle mütalaa olunur." Başvurucular bilirkişi raporuna itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde özetle "ilk ameliyat sonrası hasta taburcu edilirken şikayetlere karşın bağırsak tıkanmasının tespit edilememesinin açık bir ihmal olduğu, ameliyatın geç yapıldığı, hastanın şikayetlerine ve tıkanmanın tespitine karşın ameliyatın bekletildiği bu gecikmenin ölüm olayındaki etkisinin değerlendirilmediği" ileri sürülmüştür. Mahkeme 30/10/2012 tarihli kararı ile davayı reddetmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"Anayasa’ nın maddesinin son fıkrasında “idare kendi eylem ve işlemlerinden doğan zararı ödemekle yükümlüdür.” hükmüne yer verilmiştir. İdarenin hukuki sorumluluğu, kamu hizmetlerinden doğan zararların karşılanıp giderilmesini amaçlayan hukuki bir kurum olarak tanımlanmaktadır. Bu nedenle idarelerin kanunlarla kendilerine verilen görevleri yaptıkları sırada gerekli dikkat ve özenin gösterilmemesi veya tedbir alınmaması neticesinde kişilerin uğradığı zararların hizmet kusuru ilkesi uyarınca giderilmesi gerekmektedir. İdarenin hukuki sorumluluğundan söz edebilmek için ortada bir zararın bulunması ve bunun idareye yüklenebilen bir işlem veya eylemden doğması, başka bir deyişle zararla, idari faaliyet arasında illiyet bağı bulunması gerekir. Daha açık bir anlatımla idari faaliyet zararın gerçek nedenini oluşturması, zararın idari işlem veya eylemden kaynaklanması gerekmektedir. Dava dosyasının incelenmesinden; müteveffa H.Ş.nin İstanbul İli, Bakırköy Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Eğitimi ve Araştırma Hastanesi'nde 2009 tarihinde ele gelen kitle şikayetiyle yapılan muayenesinde evre 4 Pop Q+ vault prolapsusu saptanması üzerine operasyon amaçlı yatırıldığı, ameliyat edildiği, tedavisinin ardından şikayetleri nedeniyle aynı hastaneye 2009 tarihinde tekrar yatırıldığı ve daha sonra Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Genel Cerrahi bölümüne sevk edildiği, obstrüksiyon şikayeti nedeniyle2009 tarihinde operasyona alındığı, ve strangulasyonlu ince barsak obsrüksiyonu tespit edilerek rezeksiyonyapıldığı,2009 tarihide yoğun bakım servisine yatırıldığı, 2009 tarihinde kariopulmoner arrest geliştiği resüsitasyona cevap vermediğive eks duhul kabul edilmesi nedeniyle davacıların her biri için 000,00 TL olmak üzere toplam 000,00 TL manevi zararın tazmini istemiyle görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmıştır.Olayda; davalı idarenin hizmet kusurunun bulunup bulunmadığının tespitini teminen Mahkememizin 2011 tarihli ara kararıyla dosya üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verilmiş olup, karar uyarınca düzenlenen Adli Tıp İhtisas Kurulu'nun 2012 tarih ve 898 karar sayılı raporunun incelenmesi sonucunda; ameliyat sonrası bağırsak Strangulasyonu gelişmesinin bir komplikasyon olduğu, 2009 tarihinde yapılan ameliyatın tıp kurallarına uygun olduğu, 200-2009 tarihleri arasında Bakırköy Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi'ndeki takiplerinin uygun olduğu, tedavisini yapan hekimlere ve davalı idareye kusur atfedilemeyeceği anlaşılmakla, davacıların manevi tazminat isteminin reddi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır." Başvurucuların temyiz istemi Danıştay Onbeşinci Dairesi tarafından 12/12/2016 tarihli kararla reddedilerek ret hükmü oyçokluğu ile onanmıştır. Karşıoy gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; müteveffanın ilk ameliyatı sonrası kendisine gerekli özenin gösterilmediği, ikinci defa Bakırköy Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi'ne yatırıldığındaki şikayetleri ile dava dışı hastanede aldığı belirtilen tanısının ve ilk ameliyatın olası komplikasyonlarının yeterince gözönünde tutulmayarak genel cerrahi uzmanı olmayan Bakırköy Kadın Doğum ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi'nde bekletildiği ve nihayetinde genel cerrahi uzmanı eksikliği nedeniyle bir başka hastaneye sevk edildiği, böylelikle yitirilmiş zamana yol açıldığı ve müteveffanın daha riskli bir operasyona girmesine neden olunduğu anlaşıldığından, idare mahkemesi kararının temyizen bozularak davacıların manevi tazminat talepleri hakkında yeni bir karar verilmesi için dosyanın anılan mahkemeye gönderilmesi gerektiği düşüncesiyle çoğunluk kararına katılmıyoruz." Karar düzeltme istemi de aynı Daire tarafından yine oyçokluğu ile 22/11/2017 tarihinde reddedilmiştir. Karşıoy gerekçesi temyiz aşamasındaki ile aynı doğrultudadır. Başvurucular nihai hükmü 25/12/2017 tarihinde tebellüğ etmelerinin ardından 24/1/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Konu hakkında ilgili hukuk için bkz. Saadet Ergün ve diğerleri, B. No: 2013/4194, 14/10/2015, §§ 24-30; Ali Abidin Saruhanoğlu ve diğerleri, B. No: 2014/15478, 6/12/2017, §§ 39-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/3285
Başvuru, tıbbi ihmal sebebiyle meydana gelen ölüm ve açılan tazminat davasının reddedilmesi dolayısıyla yaşam hakkının, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurular, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının bulunmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/27538
Başvurular, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 31/12/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuşlardır.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/42848
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; haksız olarak yakalama ve gözaltı tedbirine başvurulmasına rağmen açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tazminat davasının uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Patnos Cumhuriyet Savcılığı tarafından başlatılan soruşturma kapsamında 5/1/2015 tarihinde başvurucuların ifadeleri, el ve yüz svapları alınarak aynı gün serbest bırakılmıştır. Bu soruşturma neticesinde kovuşturmaya yer olmadığı kararı (KYOK) verilmiş ve anılan karar 24/7/2015 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucular, 6/11/2015 tarihinde Patnos Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) tazminat davası açarak haksız şekilde yakalanıp beş saat süre ile gözaltına alındıklarını, soruşturma sonucunda KYOK verildiğini belirterek her bir başvurucu yönünden 000 TL manevi, 100 TL maddi tazminatın ödenmesini talep etmiştir. Mahkeme 18/3/2016 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Gerekçede; başvurucular hakkında yakalama veya gözaltına alma tutanağı düzenlenmediği, yalnızca ifadeleri alınarak serbest bırakıldıkları belirtilerek anılan işlem nedeniyle tazminata hükmedilemeyeceği vurgulanmıştır. Anılan karar 13/1/2020 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Nihai kararın başvuruculara tebliğ edildiğine ilişkin bir kayda rastlanmamıştır. Başvurucular 12/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/13030
Başvuru; haksız olarak yakalama ve gözaltı tedbirine başvurulmasına rağmen açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının, tazminat davasının uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, bir internet haber sitesine tamamıyla erişimin engellenmesi kararı verilmesinin basın özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 5/2/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bireysel başvuru formunda www.yuksekovaguncel.com isimli internet adresinin imtiyaz sahibi olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, anılan sitenin Hakkâri'nin Yüksekova ilçesi merkezli yerel bir haber sitesi olduğunu bildirmiştir. Başbakanlık Güvenlik İşleri Genel Müdürlüğünün talebi ve (kapatılan) Telekomünikasyon İletişim Başkanlığının (TİB) 20/8/2015 tarihli yazısı gereğince anılan internet sitesinin de içinde bulunduğu on üç internet adresine erişimin engellenmesine karar verilmiştir. TİB 4/5/2007 tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’un 8/A maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince erişimin engellenmesi kararını aynı gün Gölbaşı Sulh Ceza Hâkimliğinin onayına sunmuştur. TİB tarafından Hâkimliğe sunulan dilekçeye, erişimin engellenmesi kararı verilen internet adreslerinin ekran görüntüleri eklenerek "Bahse konu İnternet ortamında yayınlanan içeriklerin yaşam hakkı ile kişilerin can ve mal güvenliğinin ihlaline sebebiyet vermesi" nedeniyle erişimlerinin engellenmesine karar verildiği belirtilmiştir. Gölbaşı Sulh Ceza Hâkimliğince, TİB tarafından onaya sunulan erişimin engellenmesi kararı aynı gerekçeyle 20/8/2015 tarihinde onaylanmıştır. Başvurucunun onaylama kararına itirazı, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 15/12/2015 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 27/1/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 5/2/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İnternet üzerinden yapılan araştırmada, sahibi olduğu web sitesine erişimin engellenmesi üzerine başvurucunun internet yayınına www.yuksekovaguncel.org isimli internet adresi üzerinden devam ettiği; anılan adreste yerel haberlerin yanı sıra güncel, ekonomi, politika, spor, kültür-sanat, eğitim, yaşam gibi başlıklar altında oldukça geniş yelpazede haber yayımlandığı tespit edilmiştir. İlgili ulusal ve uluslararası hukuk kurallarının yer aldığı karar için Birgün İletişim ve Yayıncılık Ticaret A.Ş. ([GK], B. No: 2015/18936, 22/5/2019, §§ 23-34) kararına bakılabilir.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/2736
Başvuru, bir internet haber sitesine tamamıyla erişimin engellenmesi kararı verilmesinin basın özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; kolluk görevlilerinin darp ve hakaretine maruz kalınması, gözaltında kötü şartlar altında tutulma ve bu konuda yürütülen soruşturmanın etkili olmaması nedenleriyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 2/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 10/1/1976 doğumlu olup Cizre ilçesinde mukimdir. 2/1/2014 tarihinde ilçe merkezinde başvurucu ile polis memurları arasında birtakım olaylar yaşanmıştır. Başvurucu ve kolluk görevlilerinin olayın meydana gelişine dair farklı anlatımları mevcuttur.i. Başvurucunun iddiasına göre bisikleti ile yolda ilerlerken kendisine bir polis aracı yandan çarparak yere düşmesine neden olmuş, bu nedenle polis aracına doğru "Tü, Allah belanızı vermesin! Beni öldürecek misiniz?" şeklinde söylemde bulunmuştur. Bunun üzerine polis aracından inen Polis Memuru K.Y. başvurucuya sinkaflı sözlerle hakarette bulunmuştur. Daha sonra araçtan inen polis memurları Ü.Ç. ve A.K. da başvurucunun yanına gelmiş, kaba bir üslupla kendisinden kimliğini ibraz etmesini istemiştir. Bu nedenle kolluk görevlileri ile başvurucu arasında tartışma yaşanmıştır. Tartışma sırasında polis memurları sinkaflı sözlerle başvurucuya hakarette bulunmuşlar ve Polis Memuru K.Y. başvurucunun boğazını sıkmıştır. Oradan geçmekte olan ve başvurucuyu tanıyan N.A. araya girmeye çalışmış ancak olay yerine gelen ikinci polis aracından inen Polis Memuru Ö.Y. diğer Polis Memuru K.Y. ile konuştuktan sonra başvurucuya hakarette bulunarak polis aracına binmesini söylemiştir. Başvurucu yapması gereken bir işi olduğunu, bu işini hâllettikten sonra polis merkezine gideceğini söylemiş ancak kolluk görevlilerince yakın mesafeden yüzüne biber gazı sıkılarak polis aracına zorla bindirilmiştir. Araca bindirildikten sonra da dışarıda kalan ayağına polis memurlarınca tekme atılmıştır. Başvurucu araca bindirildikten sonra üzerindeki kıyafet kafasına geçirilerek boğulma hissi yaşamasına neden olunmuştur. Biber gazını sıkan ve ayağına tekme atan kişileri başvurucu görememiştir. Araç içinde Polis Memuru Ö.Y. başvurucuya hakaret etmiş ancak herhangi bir darp eylemi olmamıştır. Polis merkezine gidildiğinde başvurucu etkisinde kaldığı biber gazı nedeniyle su istemiş ancak su ihtiyacı kolluk personelince karşılanmamıştır. Adli rapor için hastaneye gidilirken Ö.Y. yine başvurucuya tehdit ve hakaret içerikli sözler sarf etmiştir. Adli raporun alınmasının ardından kolluk görevlilerince ifadesi alınmak istenen başvurucu, susma hakkını kullanarak Cumhuriyet savcısına ifade vereceğini söylemiş; bunun üzerine Cumhuriyet savcısının talimatı ile polis merkezinden serbest bırakılmıştır.ii. Kolluk görevlileri K.Y., Ü.Ç., A.K. ve Ö.Y. Cumhuriyet savcısı huzurundaşüpheli sıfatıyla alınan ifadelerinde; olay tarihinde polis aracıyla görevleri gereği yoldan geçtikleri esnada başvurucunun kendilerine doğru tükürerek ve "Şerefsizler!" şeklinde bağırarak hakarette bulunduğunu belirtmiştir. Başvurucunun bu hakareti üzerine kolluk görevlileri araçtan inerek başvurucuya polis kimliklerini gösterip kendisinden kimliğini ibraz etmesini istemişler ancak başvurucu sinkaflı sözlerle kolluk görevlilerine hakaret ederek kimliğini ibraz etmemiştir. Başvurucu, kolluk görevlilerince polis merkezine götürülmek istendiğinde ise fiziki olarak direnmiş ve "Köpekler, şerefsizler, burada sizden başka köpek mi var?" şeklindeki hakaretlerine devam etmiştir. Olayı gören ve çevrede toplanan insanların da başvurucunun götürülmesine mâni olmaya çalışması nedeniyle polis memurlarınca orantılı şekilde göz yaşartıcı gaz kullanılarak başvurucu, polis aracına bindirilip polis merkezine götürülmüştür. Daha sonra başvurucu hakkında adli rapor alınmış ve Cumhuriyet savcısının talimatı ile başvurucu serbest bırakılmıştır. Kolluk görevlileri başvurucuyakesinlikle tehdit ya da hakaret içeren söylemlerde bulunmadıklarını, başvurucunun kendilerinden su istemediğini, istese elbette vereceklerini, başvurucuya araçla çarpmadıklarını ya da ayağının üzerinden geçmediklerini aksi hâlde zırhlı ve ağır tonajlı bir araç olan polis aracının başvurucunun ağır şekilde yaralanmasına neden olacağını belirtmişlerdir. Cizre Cumhuriyet Başsavcılığınca (Cumhuriyet Başsavcılığı) 2/1/2014 tarihinde başvurucu hakkında kamu görevlisine karşı görevinden dolayı hakaret suçlamasıyla adli tahkikat başlatılmış, 20/1/2014 tarihinde ise aynı suç ithamı ile iddianame tanzim edilmiştir. Cizre Asliye Ceza Mahkemesince yapılan yargılama sonucunda başvurucuya 600 TL adli para cezası verilmiş, başvurucunun uygulanmasını kabul etmemesi nedeni ile hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmemiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 12/3/2018 tarihli kararı ile onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu, Cumhuriyet Başsavcılığına 27/2/2014 tarihinde şikâyet dilekçesi vererek kolluk görevlilerinin kötü muamelesine maruz kaldığı iddiası ile suç duyurusunda bulunmuştur. Aynı tarihte Cumhuriyet Başsavcılığı adli tahkikat başlatmış ve başvurucunun ifadesini almıştır. Başvurucu, ifadesinde yukarıda belirtilen (bkz. § 9) mahiyette kolluk görevlilerinin darp ve hakaretine maruz kaldığından yakınmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucunun şikâyeti üzerine başlattığı soruşturmada, polis memurları K.Y., Ö.Y., Ü.Ç ve A.K.nın şüpheli sıfatı ile, başvurucunun olaya tanık olarak gösterdiği N.A., A.S. ve Ş.Ö.nün ise tanık sıfatıyla ifadesini almıştır. Polis memurları verdikleri ifadelerde; başvurucunun kendilerine hakarette bulunduğunu, ikaz etmelerine rağmen kimliğini ibraz etmediğini, fiziki olarak direndiğini, bu nedenle orantılı güç kullanarak başvurucuyu polis merkezine götürdüklerini belirtmişlerdir. Tanık olarak ifadesine başvurulan N.A. verdiği ifadede; başvurucuyu tanıdığını, olay tarihine denk gelebilecek bir tarihte başvurucu ile polis memurlarının sokakta tartıştıklarını uzaktan gördüğünü ancak yanlarına gitmediği için ne konuştuklarını duymadığını, polis memurlarının darp veya hakaret eylemlerine şahit olmadığını, başvurucuyu kurtarmak için yanına gittiği iddiasını kesinlikle kabul etmediğini belirtmiştir. Diğer tanıklar A.K. ve Ş.Ö. ise verdikleri ifadelerde, aynı yerde bir süre birlikte çalıştıkları için başvurucuyu tanıdıklarını ancak başvurucunun iddiasına konu olay ile ilgili bir bilgi ya da görgülerinin bulunmadığını belirtmişlerdir. Olay tarihinde başvurucu hakkında düzenlenen kesin adli rapor Cumhuriyet Başsavcılığınca temin edilmiştir. Darp ve cebir şikâyeti ile tedavi yapıldığı belirtilen bu raporda, başvurucunun yüzünde kızarıklık ve konjuktivalarında (göz kapaklarının iç kısmı ile gözlerin beyaz kısmını kaplayan ince ve şeffaf zar) hiperemi (kanlanma) saptanmış; mevcut yaralanmanın basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek nitelikte olduğu belirtilmiştir. Yürütülen soruşturma sonucunda Cumhuriyet Başsavcılığınca 5/1/2015 tarihinde başvurucunun şikâyetçi olduğu polis memurları hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:"...Aynı konuya ilişkin olarak Cizre İlçe Emniyet Müdürlüğü tarafından ismi geçen şüpheli polis memurları hakkında disiplin soruşturması yapıldığı ve yapılan disiplin soruşturması sonucunda, şüpheli Polis memurları hakkında herhangi bir disiplin cezasına hükmedilmediği, Müştekinin iddiasına konu olay ile ilgili olarak, Cumhuriyet Başsavcılığımız kayıtlarında yapılan araştırmada, müşteki Mehmet Ali BAKIR [Başvurucu] hakkında polis memurları K.Y., A.K. ve Ü.Ç.ye hakaret ettiği iddiasıyla ilgili olarak 20/04/2014 [Tarihin sehven yazıldığı değerlendirilmiştir.] tarihinde kamu davası açıldığı, Müştekinin şikayet dilekçesinde tanık olarak gösterdiği, N.A., Ş.Ö. ve A.S.nin alınan beyanlarında, müştekinin iddiasına konu olay ile ilgili olarak herhangi bir bilgi ve görgülerinin bulunmadığını belirttikleri, Şüphelilerin alınan beyanlarında, üzerilerine atılı suçlamayı kabul etmediklerini, olay günü müştekinin kendilerine hakaret ettiğini ve direndiğini belirttikleri, İncelenen tüm dosya kapsamından da şüphelilerin üzerilerine atılı bulunan müsnet suçları işlediklerine dair müştekinin soyut iddiası dışında delil elde edilemediği anlaşılmakla,Şüphelinin üzerine atılı bulunan müsnet suçlardan KAMU ADINA KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA,..." Başvurucu, söz konusu kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz etmiş; itirazı değerlendiren Cizre Sulh Ceza Hâkimliği 20/2/2015 tarihli kararında kovuşturmaya yer olmadığı kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle itirazı reddetmiştir. Ret kararı başvurucuya 5/10/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 2/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Öte yandan başvurucunun İçişleri Bakanlığı İller İdaresine 3/1/2014 tarihinde e-posta yoluyla şikâyette bulunması üzerine kolluk görevlileri hakkında iş sahiplerine veya halka karşı onur kırıcı söz söylemek veya davranışta bulunmak ithamıyla idare tarafından 10/1/2014 tarihinde disiplin soruşturması başlatılmıştır. Söz konusu soruşturma kapsamında başvurucunun müşteki sıfatıyla fotoğraf üzerinden başvurucu tarafından teşhis edilen kolluk görevlileri K.Y., Ü.Ç., A.K. ve Ö.Y.nin hakkında disiplin soruşturması yapılan sıfatıyla Cizre Emniyet Müdürlüğünde görevli ve olay yerine gitmeleri nedeniyle görgüleri bulunan polis memurları B.E., E.Y., R.K ve E.K.nın ise tanık sıfatıyla ifadeleri alınmıştır. Başvurucu ve hakkında şikâyetçi olduğu kolluk görevlileri yukarıda belirtilen mahiyette ifade vermişlerdir. Tanık polis memurları ise ifadelerinde; başvurucunun "Şerefsizler T.nin köpekleri, beni hiçbir güç buradan götüremez, ben sizin müdürünüzü tanıyorum, siz kimsiniz ki lan, siz şerefsizlik yapıyorsunuz, sinkaf olun gidin buradan." şeklinde hakarette bulunduğunu, başvurucunun götürülmesine etrafta toplanan kalabalığın mâni olmaya çalıştığını, başvurucunun beden gücü ile direnmesi üzerine direnme gücünü kıracak şekilde, yakın olmayan mesafeden başvurucuya göz yaşartıcı gaz sıkıldığını, bunun dışında şiddet kullanılmadığını, herhangi bir kolluk görevlisinin başvurucuya hakarette bulunmadığını belirtmişlerdir. Soruşturma kapsamında ayrıca olay yerini kaydeden bir kamera olup olmadığı, olaya tanıklık eden başkaca kimsenin bulunup bulunmadığı araştırılmış ve bulunmadığı tutanağa bağlanmıştır. Polis merkezinin yeni inşa edilmiş olması nedeniyle olay tarihinde bina içinde kamera kaydının tutulmadığına, 8/1/2014 tarihinden itibaren kameraların kayda girdiğine dair tutanak yine dosya arasına alınmıştır. Yapılan disiplin soruşturması sonucunda kolluk görevlileri hakkında ceza tayinine yer olmadığına karar verilmiştir. 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Kasten yaralama" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması halinde, mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur. (3) Kasten yaralama suçunun;…d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,…işlenmesi halinde şikayet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır." 5237 sayılı Kanun'un "Hakaret" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır. ...... (3) Hakaret suçunun;a) Kamu görevlisine karşı görevinden dolayı,...İşlenmesi halinde, cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz. (4) Hakaretin alenen işlenmesi halinde ceza altıda biri oranında artırılır...." 5237 sayılı Kanun'un "Zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Zor kullanma yetkisine sahip kamu görevlisinin, görevini yaptığı sırada, kişilere karşı görevinin gerektirdiği ölçünün dışında kuvvet kullanması halinde, kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır." 4/7/1934 tarihli ve 2559 sayılı Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu'nun maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “Polis,A) Suçüstü halinde veya gecikmesinde sakınca bulunan diğer hallerde suç işlendiğine veya suça teşebbüs edildiğine dair haklarında kuvvetli iz, eser, emare veya delil bulunan şüphelileri,...E) Polisin kanunlara uygun olarak aldığı tedbirlere karşı gelenleri, direnenleri ve görev yapmasını engelleyenleri, ...eylemin veya durumun niteliğine göre; koruma altına alır, uzaklaştırır ya da yakalar ve gerekli kanuni işlemleri yapar....Yakalanan kişilerin kaçması veya saldırıda bulunmasının önlenmesi bakımından kişinin sağlığına zarar vermeyecek şekilde her türlü tedbir alınabilir...." 2559 sayılı Kanun'un "Zor ve silah kullanma" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Polis, görevini yaparken direnişle karşılaşması halinde, bu direnişi kırmak amacıyla ve kıracak ölçüde zor kullanmaya yetkilidir.Zor kullanma yetkisi kapsamında, direnmenin mahiyetine ve derecesine göre ve direnenleri etkisiz hale getirecek şekilde kademeli olarak artan nispette bedenî kuvvet, maddî güç ve kanunî şartları gerçekleştiğinde silah kullanılabilir. İkinci fıkrada yer alan;a) Bedenî kuvvet; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde doğrudan doğruya kullandığı bedenî gücü,b) Maddî güç; polisin direnen kişilere karşı veya eşya üzerinde bedenî kuvvetin dışında kullandığı kelepçe, cop, basınçlı ve/veya boyalı su, göz yaşartıcı gazlar veya tozlar, fizikî engeller, polis köpekleri ve atları ile sair hizmet araçlarını,ifade eder.Zor kullanmadan önce, ilgililere direnmeye devam etmeleri halinde doğrudan doğruya zor kullanılacağı ihtarı yapılır. Ancak, direnmenin mahiyeti ve derecesi göz önünde bulundurularak, ihtar yapılmadan da zor kullanılabilir.Polis, zor kullanma yetkisi kapsamında direnmeyi etkisiz kılmak amacıyla kullanacağı araç ve gereç ile kullanacağı zorun derecesini kendisi takdir ve tayin eder. Ancak, toplu kuvvet olarak müdahale edilen durumlarda, zor kullanmanın derecesi ile kullanılacak araç ve gereçler müdahale eden kuvvetin amiri tarafından tayin ve tespit edilir.Polis, kendisine veya başkasına yönelik bir saldırı karşısında, zor kullanmaya ilişkin koşullara bağlı kalmaksızın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun meşru savunmaya ilişkin hükümleri çerçevesinde savunmada bulunur...."
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/17072
Başvuru, kolluk görevlilerinin darp ve hakaretine maruz kalınması, gözaltında kötü şartlar altında tutulma ve bu konuda yürütülen soruşturmanın etkili olmaması nedenleriyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kişisel verilerin hukuka aykırı şekilde ele geçirildiğine yönelik şikâyet hakkında etkili bir ceza soruşturması yapılmaması nedeniyle kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, iş sözleşmesini fesheden işvereninin (S.Y.) işçilik alacaklarını ödememek için kendisinin bilgisi ve rızası dışında hesap hareketlerini incelediği iddiasıyla 9/10/2020 tarihinde Samsun Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) suç duyurusunda bulunmuştur. Başvurucu; dilekçesinde S.Y.nin kendisini, şirket yetkisini kullanarak haksız kazanç elde etmekle itham ettiğini, bu nedenle banka ve kredi kartı hesap hareketlerini incelediğini ileri sürmüştür. Başvurucu; iddiasına dayanak olarak para alışverişinde bulunduğu kişileri S.Y.nin hesap hareketlerinden tespit edip aradığını, ne amaçla para transferi yaptıklarını bu kişilere sorduğunu belirtmiştir. Başvurucu bu kapsamda tanık olarak dinlenmesini istediği kişinin isim ve adres bilgilerini sunmuştur. Başvurucu ayrıca kendisi hakkında da S.Y.nin yaptığı bir suç duyurusu bulunduğunu, S.Y.nin şikâyet dilekçesinde kendisine ait bir hesap hareketinin incelenmesini banka adı, miktar ve tarih belirterek talep ettiğini, S.Y.nin kendisi hakkındaki bilgilere erişmeden anılan detayları bilmesinin mümkün olmadığını ileri sürmüş; ilgili soruşturma dosyasının incelenmesini talep etmiştir. Başsavcılık 14/10/2020 tarihinde kovuşturma yapılmasına yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; kişisel verilerin salt duyu organları vasıtasıyla öğrenilip başkalarına açıklanmasının kişisel verilerin hukuka aykırı olarak ele geçirilmesi suçunu oluşturmayacağı ancak şartları varsa özel hayatın gizliliğini ihlal suçunun değerlendirilebileceği belirtilmiştir. Bununla birlikte başvurucunun atılı suçun işlendiğine ilişkin soyut beyanından başka delil bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu; somut deliller ortaya koyduğunu, buna rağmen deliller toplanmadan takipsizlik kararı verildiğini ileri sürmek suretiyle anılan karara 21/10/2020 tarihli dilekçesiyle Samsun Sulh Ceza Hâkimliğine (Sulh Ceza Hâkimliği) itiraz etmiştir. Sulh Ceza Hâkimliği anılan kararda isabetsizlik bulunmadığı gerekçesiyle 23/10/2020 tarihinde itirazın reddine kesin olarak karar vermiştir. Başvurucu, nihai kararı 31/10/2020 tarihinde tebellüğ ettikten sonra 24/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/36976
Başvuru, kişisel verilerin hukuka aykırı şekilde ele geçirildiğine yönelik şikâyet hakkında etkili bir ceza soruşturması yapılmaması nedeniyle kişisel verilerin korunmasını isteme hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, iş kazası sonucu meydana gelen ölüm olayı üzerine işyeri yetkilileri hakkında başlatılan ceza soruşturmasının ve işverenler aleyhine açılan tazminat davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. 2015/1782 numaralı bireysel başvuru 23/1/2015 tarihinde, 2015/3227 numaralı bireysel başvuru ise 18/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. 2015/3227 numaralı başvuru dosyasının konu ve kişi yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2015/1782 numaralı başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2015/1782 numaralı başvuru dosyası üzerinden yapılmasına ve 2015/3227 numaralı başvuru dosyasının kapatılmasına karar verilmiştir. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: İlk başvurucunun eşi ve diğer başvurucuların babası A.K., Y. Teknik İnşaat Cephe Sistemleri San. ve Tic. Ltd. Şti. isimli bir şirkette işçi olarak çalışmakta iken 4/6/2008 tarihinde geçirdiği bir iş kazası sonucu ağır şekilde yaralanmış ve gördüğü tüm tedavilere rağmen kurtarılamayarak 19/6/2008 tarihinde yaşamını yitirmiştir. A.K.nın yaşamını yitirmesine neden olan iş kazası, Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) tarafından K. İnş. San. Tarım ve Hayvancılık Tic. A.Ş. ile A. G. Yapı İnş. Mad. San. ve Tic. Ltd. Şti. adlı şirketlere inşa ettirilen konutların yapımı sırasında B. İnş. Müh. Mak. ve Müş. Ltd. Şti.ne ait makaralı gırgır vincin Y. Teknik İnşaat Cephe Sistemleri San. ve Tic. Ltd. Şti. işçisi olan A.K.nın üzerine düşmesi sonucu gerçekleşmiştir.A. Olay Hakkında Yürütülen Ceza Soruşturması Süreci Olay hakkında resen başlatılan ceza soruşturması kapsamında Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından çeşitli araştırmalar yapılmış ve bilirkişi raporu alınmıştır. Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı, yaptığı araştırmalar neticesinde yukarıda adı geçen şirketlerin bazı yetkilileri hakkında taksirle ölüme neden olma suçundan 30/7/2008 tarihinde iddianame düzenlemiştir. İddianamenin kabul edilmesiyle Küçükçekmece Asliye Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Başvurucular, katılan taraf olarak davayı takip etmişlerdir. Küçükçekmece Asliye Ceza Mahkemesi, kovuşturma aşamasında çeşitli araştırmalar yapmış ve İstanbul Teknik Üniversitesinden bir bilirkişi raporu almıştır. Küçükçekmece Asliye Ceza Mahkemesi 13/11/2012 tarihinde, dava dosyasındaki bilgi ve belgeleri dikkate alarak olayda asli kusurlu olduğunu değerlendirdiği K. İnş. San. Tarım ve Hayvancılık Tic. A.Ş.nin şantiyeden sorumlu mühendisi olan Ö.T.nin 2 yıl 1 ay hapis cezası ile tecziye edilmesine ve bu hapis cezanınbir gün karşılığının 30 TL'den paraya çevrilerek 800 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Küçükçekmece Asliye Ceza Mahkemesi ayrıca olayda tali kusurlu olduğunu değerlendirdiği B. İnş. Müh. Mak. ve Müş. Ltd. Şti. yetkilisi A.B. ve bu Şirketin işçisi K.İ. ile Y. Teknik İnşaat Cephe Sistemleri San. ve Tic. Ltd. Şti. yetkilisi E.Ö.nün 1 yıl 8 ay hapis cezası ile tecziye edilmesine ve bu cezalarınbir gün karşılığının 25 TL'den paraya çevrilerek 125 TL adli para cezası ile cezalandırılmalarınakarar vermiştir. Bu kararı, E.Ö. ve A.B. temyiz etmiştir. Başvurucular ile E.Ö. ve A.B.dışındaki sanıklar ise temyiz yoluna başvurmamışlardır. Yargıtay Ceza Dairesi 24/10/2014 tarihinde E.Ö. ve A.B.nin temyiz itirazlarının reddine karar vermiştir. Başvurucular, olay hakkındaki tazminat davasının 24/12/2014 tarihli duruşmasında Yargıtay Ceza Dairesinin kararından haberdar olduklarını belirterek 23/1/2015 tarihinde 2015/1782 numaralı bireysel başvuruyu yapmışlardır.B. Olay Hakkında Açılan Tazminat Davası Süreci Başvurucular, yakınlarının ölümünde kusurlarının bulunduğu iddiasıyla TOKİ, K. İnş. San. Tarım ve Hayvancılık Tic. A.Ş., A. G. Yapı İnş. Mad. San. ve Tic. Ltd. Şti., B. İnş. Müh. Mak. ve Müş. Ltd. Şti. ve Y. Teknik İnşaat Cephe Sistemleri San. ve Tic. Ltd. Şti. aleyhine 16/12/2008 tarihinde Bakırköy İş Mahkemesinde tazminat davası açmışlardır. Bu davada başvurucuların yanı sıra ölen kişinin anne ve babası da davacı taraf sıfatıyla yer almıştır. Bakırköy İş Mahkemesi, olay hakkında çeşitli araştırmalar yapmış ve bilirkişi raporları almıştır. Mahkeme, belli bazı araştırmaları yaptıktan sonra olay hakkındaki ceza davasını bekletici mesele yapmıştır. Bakırköy İş Mahkemesi, ceza davasının kesinleşmesi üzerine 24/12/2014 tarihinde dava dosyasında bulunan bilgi ve belgeleri dikkate alarak K. İnş. San. Tarım ve Hayvancılık Tic. A.Ş., A. G. Yapı İnş. Mad. San. ve Tic. Ltd. Şti. ile B. İnş. Müh. Mak. ve Müş. Ltd. Şti. aleyhine açılan maddi tazminat davasının kabulüne karar vermiş ve başvurucular lehine toplam 681,23 TL maddi tazminata hükmetmiştir. Mahkeme, anılan davalılar hakkında açılan manevi tazminat davasının ise kısmen kabulüne karar vererek başvurucular lehine 000 TL manevi tazminata hükmetmiştir. Mahkeme TOKİ aleyhine açılan davanın reddine, Y. Teknik İnşaat Cephe Sistemleri San. ve Tic. Ltd. Şti. aleyhine açılan davanın ise açılmamış sayılmasına karar vermiştir. Başvurucular ile K. İnş. San. Tarım ve Hayvancılık Tic. A.Ş. anılan kararı temyiz etmişlerdir. Başvurucular 18/2/2015 tarihinde 2015/3227 numaralı bireysel başvuruyu yapmışlardır. Bireysel başvuru incelemesi devam ederken Yargıtay Hukuk Dairesi 18/1/2016 tarihinde anılan kararın düzeltilerek (vekâlet ücretine ilişkin) onanmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/1782
Başvuru, iş kazası sonucu meydana gelen ölüm olayı üzerine işyeri yetkilileri hakkında başlatılan ceza soruşturmasının ve işverenler aleyhine açılan tazminat davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, uyuşmazlığın bedeli temyiz sınırının üzerinde olmasına karşın kesin nitelikte karar verilerek temyiz hakkının elinden alınması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; davacı ile benzer durumda iş akdi feshedilen kişilerin yargılamada tanık olarak dinlenmesi suretiyle hukuka aykırı karar verilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/4/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, inşaat işleriyle iştigal eden bir limited şirkettir. Başvurucunun yüklenicisi olduğu bir konut projesinde O. isimli şahıs 4/5/2011 ile 2015 yılı Ekim ayı arasında inşaat ustası olarak çalışmıştır. Bu kişi, başvurucuya karşı İstanbul Anadolu İş Mahkemesinde (Mahkeme) işçilik alacağından kaynaklanan alacak davası açmıştır. Dava ile 183,90 TL kıdem tazminatı, 678,40 TL ihbar tazminatı, 133,71 TL fazla çalışma ücreti, 092,20 TL ulusal bayram ve genel tatil ücreti, 787,66 TL hafta tatili ücreti, 250 TL ücret alacağı talep edilmiştir. Bölge Adliye Mahkemesince dava değeri toplam 325,87 TL olarak belirtilmiştir. Mahkeme 17/7/2017 tarihli kararıyla davanın kısmen kabulüne karar vermiştir. Mahkeme 183,90 TL kıdem tazminatı, 678,40 TL ihbar tazminatı, 158,96 TL ücret alacağı, 133,71 TL fazla çalışma ücreti, 092,20 TL ulusal bayram ve genel tatil ücreti, 787,66 TL hafta tatili ücreti alacağının başvurucudan alınarak davacıya ödenmesine karar vermiştir. Buna göre ilk olarak davacı işçinin iş akdine davalı işverence haklı sebep olmaksızın son verildiği, davacının ihbar tazminatına hak kazandığı tespit edilmiştir. Mahkeme ayrıca fazla çalışmalarını, ulusal bayram ve genel tatiller ile hafta tatillerinde çalışmalarını ispatladığını ve hesaplanan miktardan %30 oranında hakkaniyet indirimi yapılması gerektiğini kabul etmiştir. Bunun yanında işverence davacıya ücretlerinin tam ve eksiksiz olarak ödendiği belgelenmediği ve ispatlanmadığından davalı tarafça ödendiği ispat edilemeyen ücret alacaklarının hüküm altına alınması gerektiği vurgulanmıştır. Mahkeme son olarak davalı işverenin davacı işçiye yıllık ücretli izinlerini tam ve eksiksiz kullandırdığını ispatlayamadığı gibi kullandırmadığı yıllık izinlerin ücretlerini tam ve eksiksiz olarak ödediğini ispatlayamadığını belirtmiştir. Taraflarca karara karşı istinaf talebinde bulunulmuş, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 8/3/2018 tarihinde ilk derece mahkemesinin kararının bozularak ortadan kaldırılmasına karar vermiştir. Daire 183,90 TL kıdem tazminatı, 678,40 TL ihbar tazminatı, 158,96 TL ücret, 133,71 TL fazla çalışma ücreti, 797,05 TL genel tatil ücreti, 787,66 TL hafta tatili ücreti alacağına hükmetmiştir. Buna göre başvurucu aleyhine hükmedilen alacak miktarı toplam 739,68 TL'dir. Daire; tanıkların yılbaşı tatili ve dinî bayram günlerinde çalışılmadığını, bu günler dışındaki genel tatil günlerinde mesai yapıldığını beyan ettiklerine işaret etmiştir. Ayrıca hükme esas alınan bilirkişi raporunda yılbaşı tatili dikkate alınmadan hesaplama yapılmakla birlikte dava dilekçesinde ücret kesintisi iddiası bulunmadığı gibi maktu ücret karşılığı çalışıldığının iddia edildiği gözetilerek hesaplamada 1 Ocak tarihi ile birlikte dinî bayram ve arife günleri de dışlanmak suretiyle davanın kısmen kabulüne kesin olarak karar verilmiştir. Nihai karar 22/3/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu 2/4/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Kanun Hükümleri 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun ''Temyiz edilebilen kararlar'' kenar başlıklı maddesi olay tarihindeki şekliyle şöyledir: ''(1) Bölge adliye mahkemesi hukuk dairelerinden verilen temyizi kabil nihai kararlar ile hakem kararlarının iptali talebi üzerine verilen kararlara karşı tebliğ tarihinden itibaren bir ay içinde temyiz yoluna başvurulabilir.(2) Davada haklı çıkmış olan taraf da hukuki yararı bulunmak şartıyla temyiz yoluna başvurabilir." 20/7/2017 tarihli ve 7035 sayılı Kanun'un maddesiyle, anılan maddenin birinci fıkrasında yer alan “bir ay” ibaresi “iki hafta” şeklinde değiştirilmiştir. 6100 sayılı Kanun’un ''Temyiz edilemeyen kararlar'' kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: ''(1) Bölge adliye mahkemelerinin aşağıdaki kararları hakkında temyiz yoluna başvurulamaz:a) Miktar veya değeri yirmi beş bin Türk Lirasını (bu tutar dâhil) geçmeyen davalara ilişkin kararlar....(2) Birinci fıkranın (a) bendindeki kararlarda alacağın bir kısmının dava edilmiş olması durumunda, yirmi beş bin Türk Liralık kesinlik sınırı alacağın tamamına göre belirlenir. Alacağın tamamının dava edilmiş olması hâlinde, kararda asıl talebinin kabul edilmeyen bölümü yirmibeşbin Türk Lirasını geçmeyen tarafın temyiz hakkı yoktur. Ancak, karşı taraf temyiz yoluna başvurduğu takdirde, diğer taraf da düzenleyeceği cevap dilekçesiyle kararı temyiz edebilir.'' 24/11/2016 tarihli ve 6763 sayılı Kanun'un maddesi ile bu maddenin birinci fıkrasının (a) bendi ile ikinci fıkrasında yer alan “yirmibeşbin” ibareleri “kırk bin” şeklinde değiştirilmiştir. 18/6/2009 tarihli ve 5910 sayılı Türkiye İhracatçılar Meclisi ile İhracatçı Birliklerinin Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’un maddesinin ''İstinaf dilekçesinin reddi'' kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:''(1) İstinaf dilekçesi, kanuni süre geçtikten sonra verilir veya kesin olan bir karara ilişkin olursa, kararı veren mahkeme istinaf dilekçesinin reddine karar verir ve 344 üncü maddeye göre yatırılan giderden karşılanmak suretiyle ret kararını kendiliğinden ilgiliye tebliğ eder.  (2) Bu ret kararına karşı tebliği tarihinden itibaren bir hafta içinde istinaf yoluna başvurulabilir. İstinaf yoluna başvurulduğu ve gerekli giderler de yatırıldığı takdirde dosya, kararı veren mahkemece yetkili bölge adliye mahkemesine gönderilir. Bölge adliye mahkemesi ilgili dairesi istinaf dilekçesinin reddine ilişkin kararı yerinde görmezse, ilk istinaf dilekçesine göre gerekli incelemeyi yapar.'' 6100 sayılı Kanun’un maddesinin ''Kıyas yoluyla uygulanacak hükümler '' kenar başlıklı maddesi şöyledir: ''(1) Bu Kanunun istinaf yolu ile ilgili 343 ilâ 349 ve 352 nci maddeleri hükümleri, temyizde de kıyas yoluyla uygulanır.'' 11/11/2017 tarihli ve 30237 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Vergi Usul Kanunu Genel Tebliği'nin (Sıra No: 484) ilgili kısımları şöyledir: "Bilindiği üzere, 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesinin (B) fıkrasında “Yeniden değerleme oranı, yeniden değerleme yapılacak yılın Ekim ayında (Ekim ayı dâhil) bir önceki yılın aynı dönemine göre Türkiye İstatistik Kurumunun Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksinde meydana gelen ortalama fiyat artış oranıdır. Bu oran Maliye Bakanlığınca Resmî Gazete ile ilan edilir.” hükmü yer almaktadır. Bu hüküm uyarınca yeniden değerleme oranı 2017 yılı için % 14,47 (ondört virgül kırkyedi) olarak tespit edilmiştir. ... Tebliğ olunur."B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 19/1/2017 tarihli ve E.2016/32610, K.2017/557 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"DAVA : Davacı, kıdem, ihbar tazminatı, ücret alacağı, fazla mesai ile ulusal bayram ve genel tatil ücreti alacaklarının ödetilmesine karar verilmesini istemiştir.Mahkeme, isteği kısmen hüküm altına almıştır.Mahkemece, davalının temyiz istemi hakkında, 2016 tarihli ek karar ile temyiz isteminin kesinlik sınırının altında kaldığından temyizin reddi kararı verilmiş, davalı bu kararı süresinde temyiz etmiştir. Dosya içeriğinden, mahkemenin bozma aşamasından sonra yaptığı yargılama ile davacı tarafın menfi tespit davasının kabulüne karar verdiği, iptal konusu olan senet miktarının 775,04 TL olmakla davalının temyiz konusu yaptığı alacak miktarının kesinlik sınırının üzerinde olduğu anlaşıldığından davalının temyizinin reddi doğru değildir. Mahkemenin 2016 tarihli temyiz isteğinin reddine ilişkin kararının bozularak ortadan kaldırılmasına karar verildi....'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/11/2018 tarihli ve E.2016/6245, K.2018/8364 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:'' Mahkemece, davanın davalı Hazine ve davalı Fazlıca Köyü Tüzel Kişiliği yönünden husumet yokluğu nedeniyle reddine, davalı Balıkesir Valiliği İl Mera Komisyonu yönünden dava şartı oluşmadığından reddine karar verilmiştir. Mahkeme kararı, 2014 tarihinde davacı asile tebliğ edilmiş, davacı vekili hükmü 2014 tarihinde temyiz edilmiştir. Mahkemece, 2015 tarihinde temyizin süresinden sonra yapıldığı gerekçesi ile "temyiz talebinin süre yönünden reddine" karar verilmiş, bu ek kararın 2015 tarihinde davacı vekiline tebliği üzerine, davacı vekili tarafından 2015 tarihinde temyiz edilmiştir. Dava, mera komisyonu kararının iptali isteğine ilişkindir. 1- Hukuki nitelikleri itibariyle Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan yerlerden olan meralar özel mülkiyete konu olamazlar. Bu nedenle de mülkiyeti devlete ait olan yerlere ilişkin davayı Hazine açabileceği gibi meraların sınırları içinde bulunduğu ve yararlanma hakkı olan köy tüzel kişilikleri ve belediyelerin de dava açma hakları vardır. Somut olayda, gerçek kişi davacının bu davayı açma ehliyeti bulunmadığından sonucu itibariyle doğru olan mahkeme kararının gerekçesinin bu şekilde düzeltilerek onanması gerekmiştir. ...''
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/10330
Başvuru, uyuşmazlığın bedeli temyiz sınırının üzerinde olmasına karşın kesin nitelikte karar verilerek temyiz hakkının elinden alınması nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; davacı ile benzer durumda iş akdi feshedilen kişilerin yargılamada tanık olarak dinlenmesi suretiyle hukuka aykırı karar verilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ve yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucu, terör olayları nedeniyle 1992 yılında köyünü terk etmek zorunda kaldığını, uğradığı zararların karşılanması amacıyla tazminat komisyonuna yaptığı başvurudan ve akabinde açtığı davadan bir sonuç alamadığını ve başvurusunun karara bağlanmasının yaklaşık 7 yıl 4 ay sürdüğünü belirterek Anayasa’da düzenlenen yaşam, özgürlük ve güvenlik, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir. Başvuru, başvurucunun vekili tarafından 2/5/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine Adana İdare Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 27/6/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 17/9/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 26/9/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 25/11/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya 26/11/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, karşı cevap olarak Anayasa Mahkemesine herhangi bir görüş sunmamıştır. OLAYLAR VE OLGULARA. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Siirt ili, Pervari ilçesi, Okçular köyünde ikamet etmekte iken 1992 yılında meydana gelen terör olayları nedeniyle köyünden göç etmiştir. Başvurucu, 20/5/2005 tarihinde, göç etmesi nedeniyle uğramış olduğu zararların karşılanması talebiyle, 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkındaki Kanun kapsamında kurulan Siirt Valiliği Zarar Tespit Komisyonu Başkanlığına başvuruda bulunmuştur. (Komisyon kayıtlarında başvuru tarihi 31/8/2005 olarak yer almaktadır.) Komisyon, 18/5/2010 tarih ve 2010/1-4588 sayılı kararıyla söz konusu yerleşim yerinin boşaltılmadığını, köydeki seçimlerin düzenli yapıldığını ve nüfus sayımlarında önemli miktarda nüfus tespit edildiğini belirterek talebi reddetmiştir. Komisyonun verdiği ret kararı üzerine başvurucu, Diyarbakır İdare Mahkemesine 17/8/2010 tarihinde dava açmıştır. Dosyanın ilk incelemesinin ve taraflara tebligat işleminin yapılmasının ardından Diyarbakır İdare Mahkemesinin 27/12/2011 tarihli ara kararı ile dava dosyasının yetki yönünden reddedilerek 25/7/2011 tarihinde faaliyete geçen Batman İdare Mahkemesine (Mahkeme) gönderilmesine karar verilmiştir. Mahkeme, 23/3/2012 tarih, E.2012/1175 ve K.2012/2049 sayılı kararıyla söz konusu yerleşim yerinin tamamen boşaltılan yerlerden olmadığı, köydeki seçimlerin düzenli yapıldığı, nüfus sayımlarında önemli miktarda nüfus tespit edildiği ve başvurucunun sübjektif güvenlik algısı nedeniyle göç etmesinden dolayı uğradığı zararların idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar vermiştir. Başvurucu tarafından temyiz edilen karar, Danıştay Dairesinin 6/12/2012 tarih, E.2012/7130 ve K.2012/13161 sayılı kararıyla onanmıştır. Onama kararı üzerine başvurucu, zorunlu bir iç hukuk yolu olmadığı ve sonuç alamayacağı düşüncesiyle, karar düzeltme yoluna başvurmamıştır. Başvurucu Danıştay Dairesinin temyiz talebinin reddine ilişkin kararının 11/4/2013 tarihinde kendisine tebliğinden sonra 2/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un “Amaç” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.” Aynı Kanun’un “Kapsam” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Aşağıda belirtilen zararlar bu Kanunun kapsamı dışındadır:…d) Terör dışındaki ekonomik ve sosyal sebeplerle uğranılan zararlar ile güvenlik kaygıları dışında kendi istekleriyle bulundukları yerleri terk edenlerin bu sebeple uğradıkları zararlar.” Aynı Kanun’un “Zarar tespit komisyonları” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Zarar tespit komisyonları illerde; bu Kanun kapsamında yapılacak başvurular üzerine on gün içinde kurulur. Komisyon, bir başkan ve altı üyeden oluşur. Valinin görevlendireceği vali yardımcısı komisyonun başkanı; maliye, bayındırlık ve iskân, tarım ve köyişleri, sağlık, sanayi ve ticaret konularında uzman ve o ilde görev yapan kamu görevlilerinden vali tarafından belirlenecek birer kişi ile baro yönetim kurulunca baroya kayıtlı olanlar arasından görevlendirilecek bir avukat komisyonun üyesidir. Komisyonun başkan ve üyeleri her yıl ocak ayının ilk haftasında yeniden belirlenir. Eski üyeler yeniden görevlendirilebilirler. İş yoğunluğuna göre aynı ilde birden fazla komisyon kurulabilir.” Aynı Kanun’un “Başvurunun süresi, şekli, incelenmesi ve sonuçlandırılması” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(Değişik: 28/12/2005 - 5442/3 md.) Zarar gören veya mirasçılarının veya yetkili temsilcilerinin zarar konusu olayın öğrenilmesinden itibaren altmış gün içinde, her hâlde olayın meydana gelmesinden itibaren bir yıl içinde zararın gerçekleştiği veya zarar konusu olayın meydana geldiği il valiliğine başvurmaları hâlinde gerekli işlemlere başlanır. Bu sürelerden sonra yapılacak başvurular kabul edilmez.…” Aynı Kanun’un “Karşılanacak Zararlar” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek zararlar şunlardır:a) Hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar.b) Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri.c) Terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarındankaynaklanan maddî zararlar.” Aynı Kanun’un “Zararın Tespiti” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“7 nci maddede belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz önünde bulundurulması suretiyle, hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile belirlenir.” Aynı Kanun’un geçici maddesi şöyledir:“Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara başvurmaları hâlinde, 1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih arasında işlenen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararları hakkında da bu Kanun hükümleri uygulanır.Bu maddeye göre yapılan başvurular, başvuru tarihinden itibaren iki yıl içinde sonuçlandırılır.” Aynı Kanun’un geçici maddesi şöyledir: “Bu Kanunun geçici 1 inci maddesi ve bu Kanuna 28/12/2005 tarihli ve 5442 sayılı Kanunla eklenen geçici 1 inci madde gereğince yapılan başvuruların sonuçlandırılma süresi, maddelerde öngörülen sonuçlandırılma süresinin bitiminden itibaren bir yıl uzatılmıştır. Bu sürenin de bitmesi ve başvuruların sonuçlandırılamamış olması halinde, Bakanlar Kurulu bu süreyi her defasında bir yılı aşmamak üzere uzatabilir.” Aynı Kanun’un geçici maddesi şöyledir: “(Ek: 24/5/2007-5666/1 md.) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara başvurmaları halinde, 19/7/1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih arasında işlenen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararları hakkında da bu Kanun hükümleri uygulanır.Bu maddeye göre yapılan başvurular, başvuru tarihinden itibaren iki yıl içinde sonuçlandırılır. Bu sürenin de bitmesi ve başvuruların sonuçlandırılamamış olması halinde, Bakanlar Kurulu bu süreyi her defasında bir yılı aşmamak üzere uzatabilir.” 5233 sayılı Kanun’un geçici maddesi gereğince yapılan başvuruların sonuçlandırılma süresi, son olarak 20/7/2013 tarih ve 28713 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 24/6/2013 tarih ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Kararın maddesiyle, 2/4/2012 tarih ve 2012/2996 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile uzatılan sürenin bitiminden itibaren bir yıl uzatılmıştır. Danıştay Dairesinin 2008 tarih ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı şöyledir:“…Öte yandan; kişilerin malvarlıklarına ulaşamamaları nedeniyle uğradıkları zararların 5233 sayılı Yasa uyarınca tazmini; köyün, idarece veya köy halkı tarafından tamamen boşaltılması halinde mümkün olabileceğinden; Mahkemece bozma kararı üzerine davacının ikamet ettiği köyün boşaltılıp boşaltılmadığının araştırılmasından sonra bir karar verilmesi gerektiği tabiidir.…” Danıştay Dairesinin 31/12/2008 tarih ve E.2008/5548, K.2008/9733sayılı kararı şöyledir: “…5233 sayılı Yasanın yukarıda aktarılan maddelerinin değerlendirilmesinden; kişilerin malvarlıklarına ulaşamaması nedeniyle uğradıkları zararın 5233 sayılı Yasa uyarınca tazmininin, terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler sonucu meydana gelmesi şartına bağlı bulunduğu; başka bir ifadeyle, köyün, idarece veya köy halkı tarafından tamamen boşaltılması halinde söz konusu zararların tazmini yoluna gidilebileceği; güvenlik kaygısına dayansa dahi, terör olayları sonucu köyü terk edenlerin malvarlıklarına ulaşamaması nedeniyle uğradıkları zararın, sadece köyün idarece veya köy halkı tarafından tamamen boşaltılması halinde ve köyün boşaltılmasından köye dönüşün başladığı tarihe kadar geçen süreçle sınırlı olarak tazmininin mümkün olduğu sonucuna ulaşılmaktadır. Zira, boşaltılan bir köye dönüşün başlaması, o köyde güvenli bir şekilde yaşayabilme olanaklarına kavuşulduğu anlamına gelmektedir. Köye dönüş için sağlanması zorunlu olan asgari güvenlik düzeyi ölçütünün ise objektif olması gerektiği; başka bir anlatımla, köye geri dönen ve dönmeyen kişilere göre değişmemesi gerektiği de tabiidir. Bu kabule göre, uyuşmazlığa konu olayda, davacının terör olayları sonucu terk ettiği Yoncalıbayır Köyü'nde bulunan malvarlığına ulaşamamasından kaynaklanan zararının; sadece köyün boşaltılmasından, köye dönüşün başladığı tarihe kadar geçen süreçle sınırlı kalmak kaydıyla tazmini olanaklı bulunduğundan, davalı idarece yaptırılan bilirkişi incelemesi sonucu 1 yıllık süre üzerinden hesaplanan miktarın ödenmesi yolundaki dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.…” Danıştay Dairesinin 2009 tarih ve E.2008/6679, K. 2009/1227 sayılı kararı şöyledir:“…Dava konusu olayda; komisyonca düzenlenen tutanaklarda da belirtildiği üzere, Alluç Köyü'nde herhangi bir terör olayının meydana gelmediği; bununla birlikte, 1993 yılında bölgede yaşanan terör olayları nedeniyle köye geçici köy koruculuğu sisteminin getirildiği, koruculuğu kabul edenlerin köyde ikamet etmeye devam ettiği, diğerlerinin ise koruculuğu kabul etmedikleri için ve yaşanan terör olayları sonucu duydukları güvenlik kaygısı nedeniyle köyden göç ettikleri hususlarında çekişme bulunmamaktadır. Buna göre, sadece geçici köy korucularının yaşadığı köyün, güvenli bir yerleşim yeri olduğundan bahsedilemeyeceği açık olup; güvenlik kaygısı nedeniyle köyü terk eden davacının 5233 sayılı Yasa kapsamında uğradığı bir zararı olup olmadığının tespiti ve saptanan zararının tazmini gerekirken, başvurusunun reddedilmesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka uyarlık bulunmamakta ise de; bu husus, temyize konu kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemektedir. …”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/3054
Başvurucu, terör olayları nedeniyle 1992 yılında köyünü terk etmek zorunda kaldığını, uğradığı zararların karşılanması amacıyla tazminat komisyonuna yaptığı başvurudan ve akabinde açtığı davadan bir sonuç alamadığını ve başvurusunun karara bağlanmasının yaklaşık 7 yıl 4 ay sürdüğünü belirterek Anayasa’da düzenlenen yaşam, özgürlük ve güvenlik, mülkiyet ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüş, tazminat talep etmiştir.
0
Başvuru, yargılandığı davadaki belgelerin verilmesine yönelik bilgi edinme talebinin zımnen reddedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. 1975 doğumlu başvurucu, (kapatılan) Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinin (Ağır Ceza Mahkemesi) E.2000/48 sayılı dosyası üzerinden yargılanmış ve müebbet hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Söz konusu karar 29/11/2001 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, olayların meydana geldiği tarihte Rize L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunmaktadır. Başvurucu, bahsi geçen mahkûmiyete ilişkin olarak Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi 2019/40394 bireysel başvuru numaralı dosyasında başvurunun kabul edilemez nitelikte olduğuna karar vermiştir. Başvurucu; Anayasa Mahkemesinin kararı üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) başvurmak üzere 23/10/2020 tarihli dilekçesi ile Ağır Ceza Mahkemesinden yargılandığı davaya ait bir kısım bilgi ve belgenin kendisine gönderilmesini talep etmiştir. Ağır Ceza Mahkemesi 27/10/2020 tarihli müzekkere ile ve "Cemal Vatandaş'ın talep ettiği evrakların bulunduğu yukarıda esas numarası yazılı dosya çok eski bir dosya olduğundan ve çok fazla klasörü bulunduğundan temin edilebilen evraklar yazımız ekinde gönderilmiş olup, sanığa tebliğ edilerek" cevabi yazısıyla bir kısım evrakı başvurucuya göndermiştir. Başvurucu 10/11/2020 tarihinde Ağır Ceza Mahkemesine yeniden bir dilekçe yazmış, talep ettiği belgelerin eksik gönderildiğini, ayrıca gönderilen bir kısım evrak fotokopisinin de okunamaz durumda olduğunu belirtmiş ve dilekçede bahsettiği belgelerin gönderilmesini talep etmiştir. Başvurucu söz konusu dilekçesine herhangi bir cevap verilmediğini ileri sürmüştür. Anayasa Mahkemesince de Ağır Ceza Mahkemesinin söz konusu dilekçeye cevap verdiğine dair bir bilgiye ulaşılamamıştır. Başvurucu, bilgi edinme talebinin zımmen reddedilmesi üzerine 9/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/39163
Başvuru, yargılandığı davadaki belgelerin verilmesine yönelik bilgi edinme talebinin zımnen reddedilmesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/13538
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, mahkeme kararının icra edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/4/2020 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Uyuşmazlığın Arka Planı Başvurucu, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesinde Topçu Tugay Komutanlığında astsubay olarak görev yapmakta iken İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca 2010 yılında başlatılan ve kamuda kumpas soruşturması adıyla bilinen soruşturma üzerine açılan kamu davasında zincirleme olarak kişisel verileri kaydetme ve suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte üye olma suçu isnadıyla sanık olarak yargılanmıştır. Bu davada aralarında başvurucunun da olduğu tüm sanıklar, İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin 26/2/2016 tarihli kararıyla isnat edilen suçları işlemedikleri sabit görüldüğü gerekçesiyle beraat etmiştir. Anılan karar Yargıtay Ceza Dairesinin 21/10/2016 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucu hakkında idari tahkikat süreci başlatılmıştır. Yukarıda belirtilen kamu davası kapsamında düzenlenen iddianame, iddianameye ekli dijital materyaller ve başvurucunun kişisel bilgisayarlarından elde edilen cinsel hayatına dair bazı fotoğraf ve videolar esas alınarak başvurucunun fotoğraf ve videolardaki davranışlarının TSK'nın ahlak anlayışıyla uyuşmadığı belirtilmek suretiyle başvurucu hakkında ahlaki durum gerekçe gösterilerek 27/1/2014 tarihli üçlü kararname ile TSK'dan ayırma işlemi tesis edilmiştir. Başvurucu, söz konusu işleme karşı Askerî Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) Millî Savunma Bakanlığı (İdare) aleyhine dava açmıştır. Yapılan yargılamalar sonunda dava reddedilerek kesinleşmiştir. Bunun üzerine başvurucu, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi H.K. ve diğerleri (B. No: 2015/2738, 21/3/2018) kararında başvurucunun özel hayatın gizliliği hakkının ihlal edildiği sonucuna varmış ve ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için yeniden yargılama yapılmasına hükmetmiştir.B. Yeniden Yargılama Süreci Anayasa Mahkemesinin kararı üzerine İzmir İdare Mahkemesince (İdare Mahkemesi) AYİM'in davanın reddine dair 4/2/2015 tarihli kararı kaldırılarak yeniden yargılamaya başlanmıştır. İdare Mahkemesi 29/6/2018 tarihinde başvurucunun TSK'dan ayrılmasına ilişkin işlemin iptali ile işlem sebebiyle ödenmeyen aylıklarının hak ediş tarihinden ödenme tarihine kadar işletilecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, Anayasa Mahkemesinin kararı uyarınca başvurucuya isnat edilen eylemlerin TSK'nın işleyişi üzerindeki etkisi ve risklerinin açıklanmasının istendiği ancak davalı İdarece birtakım belgeler gönderilmiş ise de herhangi bir açıklama yapılmadığı izah edilmiştir. Böylece başvurucunun özel hayatına ilişkin tutum ve eylemlerinin mesleki hayatı üzerindeki etkileri ile TSK'nın işleyişi üzerindeki etkisi ve riskleri açıklanmadan tesis edilen ayırma işleminde özel hayatın gizliliği hakkına müdahaleyi haklı kılacak şekilde konuyla ilgili ve yeterli gerekçe içermediği, müdahalenin demokratik toplumda gerekli ve ölçülü olmadığı kabul edilmiştir. Taraflarca İdare Mahkemesinin 29/6/2018 tarihli kararına karşı istinaf talebinde bulunulmaması nedeniyle 14/10/2019 tarihinde kesinleştirme şerhi düzenlenmiştir. İşlemin İptali Davası Süreci İdare Mahkemesinin 29/6/2018 tarihli kararına istinaden İdarece başvurucunun 2/2/2014-15/10/2018 tarihleri arasındaki tüm maaşı işlemiş faiziyle birlikte hesaplanmıştır. Ardından devlet memurluğundan uzaklaştırıldıktan sonra özel sektörde sigortalı olarak çalışmaya başlayan başvurucunun 2014-2018 yılları arasında elde ettiği 110,48 TL gelir ödenecek tutardan mahsup edilerek ödeme yapılmıştır. Başvurucu, bunun üzerine ödemenin eksik olduğunu ileri sürerek ödenmeyen 110,48 TL'nin hak ediş tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte ödenmesi talebiyle 24/12/2018 tarihinde İdare aleyhine İzmir İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 24/10/2019 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; maddi tazminat hesaplanırken hukuka aykırı işlem nedeniyle uğranılan kayıpların tam olarak belirlenmesi, elde edilen fayda ve gelirlerin de bu miktardan mahsup edilmesi gerektiği belirtilmiştir. Somut olayda uğranılan zararın İdarece tazmini, Anayasa'nın maddesinden kaynaklanan bir zorunluluk olmakla birlikte başvurucunun yoksun kaldığı parasal hakları hesaplanırken memuriyetten ayrı kaldığı tarih aralığında sigortalı olarak çalışıp elde ettiği gelirin anılan ödemeden mahsup edilmesi gerektiği açıklanmıştır. Buna göre de İdarenin başvurucunun memuriyetten ayrı kaldığı sürelere ilişkin olarak sigortalı çalışmalarından elde ettiği 110,48 TL gelirin geçmişe dönük maaş ve parasal hak ödemesinden mahsup edilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı ifade edilmiştir. Başvurucu bu karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Daire 5/3/2020 tarihlinde istinaf başvurusunun reddine kesin olarak karar vermiştir. Nihai karar, başvurucu vekiline 18/3/2020 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/4/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk için bkz. Nebi Seyhan [GK], B. No: 2018/27882, 27/10/2021, §§ 28-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/12623
Başvuru, mahkeme kararının icra edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, mesleki sicil notlarının "gizli" ve "kişiye özel" bir yazıyla başvurucuya bildirilmesine karar verilmesine karşın bu belgelerin kurumdaki diğer çalışanlarca görülmesine imkân verecek şekilde işleme alınması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/8/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş sunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Millî Savunma Bakanlığı (MSB) Sağlık Dairesi Başkanlığında sivil memur olarak görev yapmaktadır. Başvurucu 1/8/2012 tarihinde MSB'ye başvurarak 2003 yılından 2010 yılına kadar olan döneme ait hakkında düzenlenmiş bulunan sicil raporlarının tarafına bildirilmesini talep etmiştir. MSB, hâlen görevde olan personelin sicil bilgilerinin açıklanamayacağı gerekçesiyle 8/8/2012 tarihinde başvurucunun talebini reddetmiştir. Başvurucu, bu işleme karşı 23/8/2012 tarihinde Bilgi Edinme Değerlendirme Kuruluna (Kurul) itirazda bulunmuştur. Kurul 1/11/2012 tarihinde itirazı kabul ederek başvurucunun sicil raporlarının "gizli" ve "kişiye özel" yazı ile başvurucunun erişimine sunulmasına karar vermiştir. Kurul, çağdaş kamu yönetiminin yerleşik ülke uygulamalarında kamu görevlileri için düzenlenen sicil raporu benzeri dosyaların üçüncü kişilere karşı gizli tutulduğunu ancak dosyanın ilgilisine karşı ise açık olduğunun görüldüğünü belirtmiştir. Kurul 9/10/2003 tarihli ve 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu'nun maddesine atıfta bulunmuş ve bu Kanun hükümlerine göre kurum ve kuruluşların kendi personeli hakkındaki bilgi ve belgeleri üçüncü kişilere karşı gizli tutması gerektiğini ancak bu bilgi ve belgelerin başvurucunun çalışma hayatını ve meslek onurunu etkileyecek nitelikte olmaları durumunda kişiye açık olması gerektiğini vurgulamıştır. Kurula göre, talebe konu sicil notlarının başvurucunun çalışma hayatını ve meslek onurunu etkileyecek bir nitelik taşıdığı kuşkusuzdur. MSB Personel Dairesi Başkanlığının 21/11/2012 tarihli yazısı ile Kurul kararının gereği doğrultusunda başvurucuya yazı yoluyla cevap verilmesi hususu Sağlık İşleri Dairesi Başkanlığına bildirilmiştir. Bu yazıya sadece "gizli" kaşesi vurulmuş ve gizlilik derecesi numarası verilmiştir. Bu belge, MSB Sağlık İşleri Dairesi Başkanlığında görevli İdari Şube Müdürü tarafından 23/11/2012 tarihinde açılarak havalesi yapılmak üzere daire başkanına sunulmuştur. Evrak başvurucuya teslim edilmek üzere Plan ve Yönetim Şube Müdürüne teslim edilmiştir. Başvurucunun da amiri olan bu kişi tarafından başvurucuya ait sicil raporlarının bulunduğu söz konusu yazı kapalı zarf içinde olmadan başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, gizli kalması gereken bilgilerinin yetkisiz kişilerce görülmek suretiyle kişilik haklarının saldırıya uğradığını belirterek 18/1/2013 tarihinde Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde (AYİM) manevi tazminat davası açmıştır. Başvurucu, bu davada MSB aleyhine 000 TL manevi tazminata hükmedilmesi talebinde bulunmuştur. AYİM Başsavcılığının 21/5/2013 tarihli görüş yazısında, başvurucunun talebine konu sicil notlarının "gizli" gizlilik derecesiyle ancak "kişiye özel" tasnifi yapılmaksızın postaya verildiği belirtilmiştir. Görüş yazısında, bu yüzden evrakın ulaştığı her aşamada evrak memurlarınca açılarak kaydının yapılıp numara verilmesi suretiyle ilgili birime ulaştırıldığı tespitine yer verilmiştir. Başsavcılık, başvurucunun "kişiye özel" sicil bilgilerinin içinde yer aldığı zarfın sadece başvurucu tarafından açılacak şekilde tebligata çıkarılması gerektiği hâlde bunun yapılmayarak evrakın başkalarınca öğrenilmesine yol açıldığını vurgulamıştır. Başsavcılığa göre bu işlem nedeniyle kişisel hakları ihlal edildiğinden başvurucunun manevi tazminat talebi kabul edilmelidir. AYİM İkinci Dairesi (Daire) 15/1/2014 tarihinde oyçokluğuyla davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucunun bilgi edinme talebi üzerine sicil notlarının Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Karargâh Hizmetleri Yönergesi'nin üçüncü bölümündeki düzenlemelere uygun olarak verildiği belirtilmiştir. Daireye göre başvurucunun sicil notlarına ilişkin evrakın İdari Şube Müdürü tarafından açılarak Daire Başkanı'na arz edilerek başvurucuya teslim edilmek üzere Plan ve Yönetim Şube Müdürü'ne teslim edilmesi yönergeye uygundur. Daire, gizli ibareli evrakın Yönerge gereği görmesi gereken kişiler dışında başka bir kimse tarafından görülmediğini vurgulamıştır. Daire bu gerekçeyle başvurucunun manevi olarak bir zarara uğramadığını kabul etmiştir. Kararda yer alan karşıoy yazısında ise davalı idarece bu sicillerin gizli ve kişiye özel tasnifi yapılmaksızın postaya verildiği ve evrakın ulaştığı her aşamada evrak memurlarınca açılıp kaydının yapılarak ilgili birime ulaştırıldığı belirtilmiştir. Bu yazıda, başvurucunun kişiye özel sicil bilgilerinin içinde yer aldığı zarfın sadece başvurucu tarafından açılacak şekilde tebligata çıkarılması gerektiği hâlde iletilen makamlarca açılarak kaydının yapıldığı vurgulanmıştır. Karşıoy yazısına göre sadece davacı tarafından görülmesi gereken evraka başvurucu dışındaki kişilerce vâkıf olunduğundan başvurucunun kişilik hakları ihlal edilmiştir. Başvurucu, karar düzeltme talebinde bulunmuştur. Karar düzeltme talebi üzerine AYİM Başsavcılığının 8/5/2014 tarihli görüş yazısında, Kurul kararı uyarınca gizli ve kişiye özel bir yazı ile başvurucuya tebliğ edilmesi gereken evraka başvurucu dışındaki kişilerin de vâkıf olduğu belirtilmiştir. Görüş yazısında, bu durumun evraka "kişiye özel" kaşesi vurulmamasından kaynaklandığı ifade edilmiştir. AYİM Başsavcılığı, karar düzeltme isteminin kabulü gerektiği yönünde görüş bildirmiştir. Başvurucunun karar düzeltme istemi Dairenin 18/6/2014 tarihli kararı ile oyçokluğuyla kabul edilmiştir. Bununla birlikte Daire; başvurucunun açtığı davayı yine reddetmiş, başvuru ile ilam harçları yönünden itirazı kabul ederek bu hususlarda yeniden karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, talep edilen sicil notlarının başvurucuya verilmesi işleminin Yönerge'ye uygun olarak yapıldığı belirtilmiştir. Daireye göre; başvurucunun evrakı, Yönerge gereği görmesi gerekenler dışında hiç kimse tarafından görülmemiştir. Daire, bu gerekçeyle başvurucunun herhangi bir zarara uğramadığını belirterek manevi tazminat koşullarının oluşmadığı sonucuna varmıştır. Nihai karar, başvurucuya 1/8/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 29/8/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 4982 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kurum ve kuruluşlar, bu Kanunda yer alan istisnalar dışındaki her türlü bilgi veya belgeyi başvuranların yararlanmasına sunmak ve bilgi edinme başvurularını etkin, süratli ve doğru sonuçlandırmak üzere, gerekli idarî ve teknik tedbirleri almakla yükümlüdürler.” 4982 sayılı Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir: “Kurum ve kuruluşlar, başvuru sahibine istenen belgenin onaylı bir kopyasını verirler.” 24/3/2016 tarihli ve 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir: "d) Kişisel veri: Kimliği belirli veya belirlenebilir gerçek kişiye ilişkin her türlü bilgiyi, ... ifade eder. " 6698 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"(1) Kişisel veriler, ilgili kişinin açık rızası olmaksızın aktarılamaz.(2) Kişisel veriler;a) 5 inci maddenin ikinci fıkrasında,b) Yeterli önlemler alınmak kaydıyla, 6 ncı maddenin üçüncü fıkrasında,belirtilen şartlardan birinin bulunması hâlinde, ilgili kişinin açık rızası aranmaksızın aktarılabilir..." 27/7/1967 tarihli ve 926 sayılı Türk Silâhlı Kuvvetleri Personel Kanunu’nun maddesinin ikinci fıkrası şöyledir: “Türk Silâhlı Kuvvetlerinde görevli diğer asker ve sivil kişiler kendi özel kanunlarına tabidirler. ” 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 13/2/2011 tarihli ve 6111 sayılı Kanun'un maddesi ile kaldırılan , ve maddeleri şöyledir: “Sicil dosyasıMadde 110 – Her Devlet memurunun bir sicil dosyası bulunur, Sicil amirleri tarafından düzenlenecek sicil raporları ile varsa müfettişler tarafından verilen denetleme raporları ve memurların mal beyannameleri sicil dosyalarına konulur.Özlük ve sicil dosyasının önemiMadde 111 – Devlet memurlarının ehliyetlerinin tespitinde, kademe ilerlemelerinde, derece yükselmelerinde, emekliye çıkarma veya hizmetle ilişkilerinin kesilmesinde özlük ve sicil dosyaları başlıca dayanaktır.Sicil raporlarında belirtilecek hususlarMadde 113 – Sicil amirleri, belli zamanlarda düzenleyecekleri sicil raporlarında, memurların liyakat derecesini not esasına göre kıymetlendirerek tespit ederler.” 4/1/1980 tarihli ve 16859 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Türk Silahlı Kuvvetlerinde Görevli Sivil Memurlara Sicil Raporu Vermeye Yetkili Amirler Yönetmeliği'nin maddesi şöyledir: “Silahlı Kuvvetlerde görevli memurların sicil dosyaları, bağlı oldukları kuruluşun Personel Daire Başkanlığı Sivil Memurlar Şube Müdürlüklerinde (Jandarma Genel Komutanlığı Personel Başkanlığında) muhafaza edilir. Sicil Dosyalarını saklamakla görevli memurlara ait sicil dosyaları bunların amirleri tarafından korunur.” Bu Yönetmelik'in maddesi şöyledir: “Sivil Memurların ehliyetlerinin tesbitinde, kademe ilerlemelerinde, derece yükselmelerinde, emekli edilme veya hizmetle ilişkilerinin kesilmesinde özlük ve sicil dosyaları başlıca dayanaktır.” Anılan Yönetmelik 15/7/2011 tarihli ve 27995 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Türk Silahlı Kuvvetlerinde Görevli Sivil Memurlara Sicil Raporu Vermeye Yetkili Amirler Yönetmeliğinin Yürürlükten Kaldırılmasına Dair Yönetmelik ile yürürlükten kaldırılmıştır. 15/4/2011 tarihli ve 27906 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 2 Seri No.lu Kamu Personeli Genel Tebliği'nin (B) bendinin (1) numaralı alt bendi şöyledir: "6111 sayılı Kanunla 657 sayılı Devlet Memurları Kanunundaki sicile ilişkin düzenlemeler yürürlükten kaldırıldığından 2011 yılından başlamak üzere Devlet memurları için sicil raporu doldurulmayacaktır. Geçmiş yıllara ait sicil raporlarının, 1/1/2011 tarihinden başlamak üzere beşinci yılın sonuna kadar muhafaza edilmesi gerekmektedir. 657 sayılı Kanun dışındaki kanunlarda yer alan sicil ve değerlendirmeye ilişkin hükümlerde bir değişiklik yapılmadığından bu hükümlerin uygulanmasına devam edilecektir. Diğer kanunların sicil konusunda 657 sayılı Kanuna atıf yapan hükümlerinin uygulama imkanı kalmadığından bu hükümler uyarınca işlem yapılmaması gerekmektedir...." Bu Tebliğ'in (D) bendinin (9) numaralı alt bendi şöyledir:"Özlük dosyalarının tutulması ve muhafazasında özel hayatın gizliliği ilkesine riayet edilir. Özlük dosyası içeriği hakkında soruşturma ve kovuşturmaya yetkili merciler dışındakilere açıklama yapılamaz, bilgi verilemez. Ayrıca kişinin rızası olmaksızın özlük dosyasındaki bilgiler ve kayıtlar esas alınarak kişi hakkında yayında bulunulamaz." 2/2/2015 tarihli ve 29255 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Resmî Yazışmalarda Uygulanacak Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik'in maddesinin (6) numaralı fıkrası şöyledir:"'KİŞİYE ÖZEL' ibaresi taşıyan zarf veya belgeler açılmadan ilgiliye teslim edilmek üzere alınır. 'KİŞİYE ÖZEL' ibaresi taşıyan belge üzerinde yalnızca ilgili kişi tasarruf hakkına sahiptir ve ilgilinin talebi olmadan kayda alınamaz." Danıştay İkinci Dairesinin 15/2/2013 tarihli ve E.2008/3328, K.2013/791 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "... 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun uyuşmazlık tarihi itibariyle yürürlükte olan hükümleri uyarınca her yıl düzenlenen sicil raporları; Devlet memurlarının o yıl içerisinde genel durum ve davranışları bakımından olumlu ve olumsuz niteliklerini, kusur ve eksikliklerini, liyakat durumunu gösteren ve sicil amirlerince not esasına göre düzenlenen belgeler olup, sicil raporlarında bulunan sorular gözönüne alındığında, Devlet memurunun o yıl içerisinde disipline riayeti, sorumluluk duygusu, verimlilik ve çalışkanlığı, görevine bağlılığı, iş heyecanı, mesleki bilgisi, tarafsızlığı, iş arkadaşlarına, amirlerine ve iş sahiplerine karşı tutumu gibi konulara ilişkin olduğu görülmektedir. Buna göre, sicil raporlarının düzenlenmesi ve olumsuz sicil alanlara getirilen müeyyidelerle sağlanmak istenen amacın, üretimi teşvik priminde güdülen amaç gibi, kamu personelinin daha etkin ve verimli çalışmasını sağlayarak kamu hizmetinin en verimli şekilde yerine getirilmesi olduğu anlaşıl[maktadır]..."B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmasına saygı gösterilmesi hakkına sahiptir.(2) Bu hakkın kullanılmasına bir kamu makamının müdahalesi, ancak müdahalenin yasayla öngörülmüş ve demokratik bir toplumda ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli bir tedbir olması durumunda söz konusu olabilir.” Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), kişisel verilerin korunmasının Sözleşme’nin maddesi kapsamında güvence altına alınan özel hayat ve aile hayatına saygı hakkını bir kişinin kullanması konusunda büyük öneme sahip olduğunu belirtmektedir (S ve Marper/Birleşik Krallık [BD], B. No: 30562/04-30566/04, 4/12/2008, § 103). Leander/İsveç (B. No: 9248/81, 26/3/1987) kararında, başvurucunun bazı mesleki ve sendikal faaliyetlerinin gizli kayıtlarının tutulmasının özel hayatına ilişkin olduğu, bunun yanında söz konusu bilgilerin saklanması ve ifşa edilmesinin özel hayata saygı hakkına bir müdahale teşkil ettiği kabul edilmiştir (Leander/İsveç, § 48). Sõro/Estonya (B. No: 22588/08, 3/9/2015) kararında gizli serviste şoför olarak çalışmış olan başvurucunun mesleki bilgilerinin gazetede yayımlanmasının özel hayata müdahale teşkil ettiği kabul edilmiştir (Sõro/Estonya, § 56). Bu başvuruda AİHM, müdahalenin gözetilen amaçla orantısız olduğu gerekçesiyle Sözleşme’nin maddesinin ihlal edildiğine karar vermiştir (Sõro/Estonya, §§ 56-64).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/14187
Başvuru, mesleki sicil notlarının gizli ve kişiye özel bir yazıyla başvurucuya bildirilmesine karar verilmesine karşın bu belgelerin kurumdaki diğer çalışanlarca görülmesine imkân verecek şekilde işleme alınması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, boşanma davası sonrasında çocukların soyadını değiştirme talebiyle velayet hakkı sahibi anne tarafından açılan davanın reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Bakanlık görüşü başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Birinci başvurucu, 10/6/2005 tarihinde doğan ve ikiz kardeş olan diğer başvurucuların annesidir.Birinci başvurucu, Ankara Aile Mahkemesinin 23/6/2006 tarihli ilamı ile boşanmış ve müşterek çocukların velayeti kendisine verilmiştir. Birinci başvurucu, Ankara Aile Mahkemesine verdiği 11/10/2012 tarihli dilekçe ile 21/6/1934 tarihli ve 2525 sayılı Soyadı Kanunu’nun maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği adı alır.” şeklindeki düzenlemenin Anayasa Mahkemesinin 8/12/2011 tarihli kararı ile iptal edildiğini ve bahsedilen iptal hükmü sonrasında velayeti annesine verilen çocuğun soyadının anne tarafından değiştirilmesinin önünde bir engel kalmadığını belirterek çocuklarının soyadının, boşandığı eşinin soyadı olan “Akgül” yerine “Altınbaş” olarak değiştirilmesine karar verilmesini talep etmiştir. Ankara Aile Mahkemesinin 13/2/2013 tarihli kararı ile söz konusu dava reddedilmiştir. Karar gerekçesinde, 2525 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasının Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmesine rağmen yerine yeni bir düzenlemenin yapılmadığı, meri mevzuat hükümleri gereğince boşanan eşlerin çocuklarının babanın soyadını taşıyacağı belirtilmiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 17/12/2013 tarihli ilamı ile onanmıştır. Nihai karar 27/1/2014 tarihinde başvurucular vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucular 17/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Soyadı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Çocuk, ana ve baba evli ise ailenin; (…) soyadını taşır. Ancak, ana önceki evliliğinden dolayı çifte soyadı taşıyorsa çocuk onun bekârlık soyadını taşır.” 4721 sayılı Kanun’un “Adın değiştirilmesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “Adın değiştirilmesi, ancak haklı sebeplere dayanılarak hâkimden istenebilir. Adın değiştirildiği nüfus siciline kayıt ve ilân olunur. Ad değişmekle kişisel durum değişmez. Adın değiştirilmesinden zarar gören kimse, bunu öğrendiği günden başlayarak bir yıl içinde değiştirme kararının kaldırılmasını dava edebilir.” 2525 sayılı Kanun’un Anayasa Mahkemesinin 8/12/2011 tarihli ve E.2010/119, K.2011/165 sayılı kararı ile iptal edilen maddesinin ikinci fıkrasının birinci cümlesi şöyledir:“Evliliğin feshi veya boşanma hallerinde çocuk anasına tevdi edilmiş olsa bile babasının seçtiği veya seçeceği adı alır.”B. Uluslararası Hukuk 18/6/2003 tarihli ve 25142 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 16/12/1966 tarihli Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin maddesi şöyledir:" Aile, toplumun doğal ve temel birimidir ve toplum ve devlet tarafından korunma hakkına sahiptir. Evlenebilecek yaşta bulunan erkeklerle kadınlara, evlenme ve bir aile kurma hakkı tanınacaktır. Evlenmek niyetinde olan eşlerin tam ve özgür rızası olmaksızın hiçbir evlilik bağı kurulamaz. Bu Sözleşme'ye Taraf Devletler, eşlerin evlenirken, evlilik süresince ve evliliğin sona ermesinde eşit hak ve sorumluluklara sahip olmalarını sağlamak için gerekli tedbirleri alacaklardır. Evlilik sona erdiğinde, çocuklar için gerekli olan koruyucu hükümler öngörülmesi sağlanacaktır." 25/6/1985 tarihli ve 18792 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 18/12/1979tarihli Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’nin “Aile içi eşitlik” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:" Taraf Devletler kadınlara karşı evlilik ve aile ilişkileri konusunda ayrımı önlemek için gerekli bütün önlemleri alacaklar ve özellikle kadın-erkek eşitliği ilkesine dayanarak kadınlara aşağıdaki hakları sağlayacaklardır: …g) Soyadı, meslek ve iş seçme hakları da dahil, karı ve koca olarak aynı kişisel haklara sahip olma;" Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (Sözleşme) "Özel ve aile hayatına saygı hakkı" kenar başlıklı maddesi şöyledir:" Herkes özel ve aile hayatına, konutuna ve haberleşmesine saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Bu hakların kullanılmasına ulusal güvenlik, kamu güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, suçun veya düzensizliğin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması, başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla, hukuka uygun olarak yapılan ve demokratik bir toplumda gerekli bulunan müdahaleler dışında, kamu makamları tarafından hiçbir müdahale yapılamaz." Sözleşme’nin “Ayrımcılık yasağı” kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Sözleşme’de tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya toplumsal köken, ulusal bir azınlığa aidiyet, servet, doğum başta olmak üzere herhangi başka bir duruma dayalı hiçbir ayrımcılık gözetilmeksizin sağlanmalıdır." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Sözleşme'nin maddesinin ad ve soyadı konusunda açık bir hüküm içermediğini belirtmekle beraber, kişinin kimliğinin ve aile bağlarının belirlenmesinde kullanılan bir araç olması nedeniyle belirli bir dereceye kadar diğer kişilerle ilişki kurmayı da içeren özel hayata ve aile hayatına saygı hakkıyla ilgili olduğunu ve bir kamu hukuku konusu olarak toplumun ve devletin adların düzenlenmesi konusuyla ilgilenmesinin bu unsuru özel hayat ve aile hayatı kavramlarından uzaklaştırmayacağını kabul etmektedir. AİHM’e göre soyadı, mesleki bağlamın yanı sıra bireylerin özel ve aile hayatında diğer insanlarla sosyal, kültürel ya da diğer türden ilişkiler kurabilmesi için önemli olup, onları dış dünyaya tanıtma fonksiyonunu üstlenmektedir (Burghartz/İsviçre, B. No: 16213/90, 22/2/1994, § 24; Stjerna/Finlandiya, B. No: 18131/91, 25/11/1994, § 37; Niemietz/Almanya, B. No: 13710/88, 16/12/1992, § 29). AİHM içtihadına göre ayrımcılık yasağı, nesnel ve makul bir gerekçe olmaksızın, konuyla ilgili olarak benzer durumda olan kişilere farklı muamelede bulunulması şeklinde tanımlanmaktadır. AİHM, Sözleşme’nin maddesinin diğer bağımsız maddeler tarafından güvence altına alınan hak ve özgürlüklerin kullanılmasında ayrımcılığa karşı koruma sağladığını ancak her farklı muamelenin bu maddeye aykırı olmayacağını, eş değer ya da benzer bir konumdaki diğer bireylere imtiyazlı muamele yapıldığının ve bu farkın ayrımcılık teşkil ettiğinin kanıtlanmasının gerekli olduğunu, bu kapsamda farklı bir muamelenin maddeye aykırı olması için nesnel ve makul bir nedeninin olmaması gerektiğini, böyle bir nedenin varlığının demokratik toplumlarda geçerli olan ilkelere göre değerlendirileceğini, bu bağlamda Sözleşme’nin güvenceye aldığı bir hakkın kullanımındaki farklı bir muamelenin meşru bir amacı olmasının da yeterli olmadığını belirtmektedir. AİHM'e göre kullanılan yöntem ile gerçekleştirilmesi istenilen amaç arasında makul bir oransal bağ olması da zorunludur. Mahkeme, taraf devletlerin benzer durumlar arasındaki farklılıkların hangi hâllerde farklı bir muameleyi gerekli kıldığını belirlemede bir dereceye kadar takdir hakkına sahip olduğunu, bununla birlikte önemli bir ayrımcılık temeli olan cinsiyete dayalı farklı bir muamelenin Sözleşme’ye uygun olduğunun kabul edilebilmesi için çok geçerli nedenler sunulması gerektiğini vurgulamaktadır (Ünal Tekeli/Türkiye, B. No: 29865/96, 16/11/2004, §§ 49-53; Zarb Adami/Malta, B. No: 17209/02, 20/6/2006, §§ 71-74).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2033
Başvuru, boşanma davası sonrasında çocukların soyadını değiştirme talebiyle velayet hakkı sahibi anne tarafından açılan davanın reddedilmesi nedeniyle aile hayatına saygı hakkıyla bağlantılı olarak ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, Kürtçe savunma yapma hakkı tanınmadan ve hatalı delil değerlendirmesiyle yargılama yapılması, başvurucu hazır bulunmaksızın dinlenen gizli tanık beyanının hükme esas alınması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının; başvurucunun farklı tarihlerde belirli bir gruba cuma namazı kıldırmasının ve bu namaz esnasında hutbede söylediklerinin terör örgütü üyeliği suçu bakımından mahkûmiyet hükmüne esas alınması nedeniyle din ve vicdan özgürlüğünün; hukuka aykırı olarak tutuklanma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; iletişiminin uzun süre dinlenmesi nedeniyle ise haberleşme özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 4/3/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1952 doğumlu ve emekli olup olayların meydana geldiği tarihte Adana'da ikamet etmektedir. Başvurucu, PKK/KCK terör örgütüne üye olmak suçunu işlediği gerekçesiyle 8/9/2011 tarihinde gözaltına alınmış ve 11/9/2011 tarihinde tutuklanmıştır. Daha sonra başvurucu hakkında, Adana Cumhuriyet Başsavcılığının 21/12/2011 tarihli iddianamesiyle PKK/KCK terör örgütüne üye olma ve terör örgütü propagandası yapma suçundan Adana Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açılmıştır. Başvurucu 15/3/2012 tarihli celsede ana dilinde savunma yapmak istediğini beyan etmiştir. Başvurucunun bu talebi Mahkemece reddedilmiştir. Talep reddedildikten sonra başvurucu savunmasını Türkçe yapmıştır. Mahkemenin red gerekçesi ise şöyledir:"Sanıkların tüm soruşturma aşamasında Türkçe olarak ifade verdikleri, Türkçe bilmedikleri yönünde hiçbir aşamada beyanda bulunmadıkları, sanıklar müdafiilerince de sanıkların Türkçe bilmelerine karşın ulusal ve uluslararası hakların kullanılması anlamında Kürtçe ifade verilmesi isteminde bulunulduğunun açıklandığı, 5271 sayılı CMK'nın ve AİHS 6/e maddesi kapsamında tercüman bulundurulacak hallerin düzenlendiği, bu kapsamda sanıklarla müdafiilerinin Kürtçe savunma ve tercüman bulundurma istemlerinin yerinde olmadığı anlaşıldığından istemlerin reddine...". Mahkemece, başvurucu hakkında ifade veren gizli tanığın celse arasında belirlenecek bir günde dinlenmesine ve sanık müdafiilerinin gizli tanığa sorulmasını istedikleri hususları on gün içinde Mahkemeye bildirmelerine karar verilmiş; gizli tanığın duruşmada dinlenmesi talebi reddedilmiştir. Gizli tanık, celse arasında Cumhuriyet savcısı huzurunda sanıklar ve müdafiileri hazır bulunmaksızın Mahkeme tarafından dinlenmiş; Mahkemeye bildirilen sorular gizli tanığa sorulmuştur. İddia makamı tarafından esas hakkındaki mütalaada başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan mahkûmiyetine, terör örgütü propagandası yapma suçundan ise kovuşturmanın ertelenmesine karar verilmesi talep edilmiştir. Mahkeme 17/1/2013 tarihinde başvurucunun hazır bulunduğu, müdafiinin ise hazır bulunmadığı duruşmada başvurucunun PKK/KCK silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 10 yıl hapis cezasıyla mahkûmiyetine, terör örgütü propagandası yapma suçundan ise kovuşturmanın ertelenmesine hükmetmiştir. Mahkeme ayrıca başvurucunun hükümle birlikte tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Tutukluluk hâlinin devamı kararını da içerir gerekçeli karar başvurucunun müdafiine 17/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Mahkeme, gerekçeli kararına iddianame ve sanık savunmalarını özetleyerek başlamış; daha sonra PKK terör örgütünün alt yapılanması olan KCK'nın yapısını ve işleyişini kısaca açıklamıştır. Mahkeme tarafından, PKK terör örgütü amacı doğrultusunda yayın yapan bazı internet sitelerinde terör örgütü lideri Abdullah Öcalan'ın "demokratik çözüm çadırı" adı altında çadırlar kurulması talimatı verdiği ve bu doğrultuda 22/3/2011 tarihinde Adana'nın Şakirpaşa-Ova Mahallesi içinde çadır kurulduğu belirtilmiştir. Yine PKK terör örgütünün amacı doğrultusunda yayın yapan bazı internet sitelerinde 2011 yılının Mart ve Nisan aylarında yayımlanan iki haberde terör örgütü lideri Abdullah Öcalan tarafından verilen talimat üzerine sivil itaatsizlik eylemlerine başlandığı ve bu kapsamda cami, okul, hastane gibi kamu kurum ve kuruluşlarına alternatif olarak "sivil cuma namazı", "sivil 23 Nisan", "sivil sağlık taraması" vb. eylemler yapıldığı ifade edilmiştir. Mahkemenin gerekçeli kararında başvurucuya ilişkin yapılan değerlendirmeler ise özetle şöyledir: i. Başvurucu hakkında soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde ise Mahkeme tarafından gizli tanık dinlenmiştir. Dinlenen gizli tanığın Cumhuriyet savcısı huzurunda alınan ifadesinde özetle "KCK Kandil odaklı şehirlerdeki PKK yapılanmasının illegal sivil uzantısıdır... KCK bir devlet modeli gibi faaliyet göstermektedir, yani yasama, yürütme ve yargı güçleri bulunmaktadır. Yasama, Kandilde KONGRA-GEL denen Halk Kongresi eliyle yürütülür ve alınan kararlar yürütme organı eliyle gerçekleştirilir. Yürütmenin altında kent konseyi, kent konseyinin altında il ve ilçe konseyleri, il ve ilçe konseylerinin altında mahalle komiteleri, mahalle komitelerinin altında sokak komiteleri, sokak komitelerinin altında hane komiteleri vardır. Yargı, Halk Mahkemeleri adıyla yürütülmektedir. Halk arasında meydana gelen olaylara bu mahkeme bakar, bu mahkeme kişilere ceza verme yetkisine sahiptir. KCK, Türkiye yapılanmasında 5 ayrı bölgeye ayrılmıştır. Bu bölgelerden bir tanesi de Çukurova bölgesinde Adana, Mersin, Malatya, K.Maraş, Hatay, G.Antep illeri dahildir. Adana’da KCK faaliyetleri kapsamında Yürütmeye bağlı olarak... İnanç Komitesinde; 1-) Mehmet Bozhan, 2-) K., 3-) A.E., 4-) E.O., 5-) H.G., 6-) İ.T. bulunmaktadır... Bana burada (19) rakamı ile gösterilen şahıs Mehmet Bozhan'dır. Kendisi sivil itaatsizlik adı altında müzahir kitleye namaz kıldırır. 'Mele' olarak bilinir. İnanç komitesinin başında bulunmaktadır. İnanç komitesinin faaliyetlerini yürütmektedir. İnanç komitesinde yer alır, halkı devlete karşı kışkırtır." şeklinde ifade verdiği belirtilmiştir. Gizli tanık kovuşturma evresinde de Cumhuriyet savcılığında verdiği ifadeyi aynen tekrar ettiğini beyan etmiştir.ii. Başvurucu hakkında iletişimin dinlenmesi ve kayda alınması tedbiri uygulanmıştır. Mahkeme, başvurucu ile Z.K. arasında yapılan bir görüşme içeriğinden PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın talimatları doğrultusunda demokratik çözüm çadırları adı altında Adana'da kurulan çadırda başlatılan sivil itaatsizlik eylemleri kapsamında kılınan "sivil cuma namazlarında" başvurucunun KCK terör örgütünün Türkiye Cumhuriyeti cami ve imamlarına alternatif olarak atadığı "sivil imam" olarak görev yaptığını tespit etmiştir. Kararda başvurucunun bu kapsamda yaptığı telefon görüşmesi içeriklerine yer verilmiştir. iii. Bu kapsamda başvurucunun 15/4/2011 ve aynı şekilde 20/5/2011 tarihinde saat 30 sıralarında Adana Ova Mahallesi 44002 Sokak üzerinde kurulan ve daha sonra kaldırılan "demokrasi ve çözüm çadırı"nın kaldırıldığı noktada yaklaşık 400 kişilik bir gruba "sivil cuma namazı" kıldırdığı ifade edilmiştir.iv. İletişimin dinlenmesine dair tutanaklar uyarınca 3/6/2011 tarihinde kılınan "sivil cuma namazı"nı organize ederek kendisi gibi KCK yapılanması adına imamlık yapan şahıslara teknik ekipman sağladığı belirtilmiştir.v. 10/6/2011 tarihinde saat 30 sıralarında Adana Gülbahçesi Mahallesi Obalar Caddesi üzerinde bulunan futbol sahasında, sivil itaatsizlik eylemleri kapsamında 800 kişinin katılımı ile kılınan "sivil cuma namazı"nda imamlık yaptığı ifade edilmiştir.vi. İletişimin dinlenmesine dair tutanaklar uyarınca 17/6/2011 tarihinde sivil itaatsizlik eylemleri kapsamında "sivil cuma namazı"nı organize ettiği belirtilmiştir. Aynı gün PKK terör örgütünün amaçları doğrultusunda yayın yapan bir internet sitesinde, kılınan bu "sivil cuma namazı"nın haber yapıldığı tespit edilmiştir. vii. Başvurucunun 8/7/2011 tarihinde saat 45 sıralarında Adana Merkez Gülbahçesi Mahallesi Obalar Caddesi'nde bulunan futbol sahasında yaklaşık 500 kişinin katılımıyla sivil itaatsizlik eylemleri kapsamında A.E. tarafından kıldırılan "sivil cuma namazı"nda hutbe verdiği belirtilmiştir. viii. Yine başvurucunun iletişimin dinlenmesine dair tutanaklar uyarınca 15/7/2011 tarihinde saat 45 sıralarında Adana Merkez Gülbahçesi Mahallesi 13422 Sokak içinde inşaat hâlinde bulunan Hicret Camisi'nde yaklaşık 400 kişinin katılımıyla sanık K.nın kıldırdığı cuma namazını organize ettiği belirtilmiştir. Bu kapsamda Adana Ağır Ceza Mahkemesinin kararı ile başvurucu hakkında uygulanan teknik araçlarla izleme, ses ve görüntü kaydının alınması tedbirine istinaden 15/7/2011 tarihinde kılınan cuma namazının teknik cihazlarla ses kaydı alınmıştır. Bu ses kaydının yapılan çözümünde başvurucu, cemaate şu şekilde duyuru yapmıştır:"Hocam müsaade edersen bende bişey söylemek istiyorum; ben bu mahallede oturanlara bişey söylemek istiyorum. Bu günden sonra bu mahalleye bir imam tayin edeceğiz, biliyorsunuz Ramazan ayı geliyor, teravih namazları var. Ramazan geliyor hocamız yok demeyin bu günden sonra size bir imam tayin edeceğiz. Yarın başlamazsa önümüzdeki hafta bir imam gelip başlayacak. 5 vakit ezanınızı okuyacak, önünüzde vakit namazlarını kılacak, Ramazanda teravih namazınızı kıldıracak. Bu imamın maaşını biz karşılayacağız, biz bu imamın maaşını mahalleliye yüklemeyeceğiz, imamın maaşını mahalleli karşılasın demiyoruz, biz kendi aramızda imamın maaşını temin edeceğiz. İmamı temin edip sizin hizmetinize sunacağız. Siz de imamınıza sahip çıkacaksınız, cemaatinize sahip çıkacaksınız biz sizden bunu istiyoruz. Her Cuma günü her mahalleden her sokaktan seferberlik ruhuyla camiye gelip Cuma hutbenizi burda hep birlikte burda yapacağız ve Cuma namazını kılacağız. Devlet elinin Allahla aramıza girmediği, kendi dilimizde özgür bir Cuma namazını kılacağız, Allahımıza sesleneceğiz ve dua edeceğiz. Allah hepinizin cumasını kabul etsin.”ix. Başvurucunun 22/7/2011 tarihinde saat 45 sıralarında Adana Merkez Gülbahçesi Mahallesi 13422 Sokak içinde inşaat hâlinde bulunan Hicret Camisi'nde yaklaşık 500 kişinin katılımıyla sivil itaatsizlik eylemleri kapsamında "sivil cuma namazı" kıldırdığı, namaz öncesi vaazın ise K. tarafından verildiği belirtilmiştir. Aynı gün PKK terör örgütünün amacı doğrultusunda yayın yapan haber sitelerinden “Sivil Cuma'da Türk Irkçılığına Tepki” başlığıyla şu şekilde haber yapılmıştır:"Adana Merkez Seyhan İlçesi Gülbahçe Mahallesi'nde yurttaşlar tarafından yaptırılan Hicret Camisi'nde sivil Cuma namazı kılındı. Namaz öncesi Kürtçe hutbe okuyan Mele Muhammed Bozan, son operasyonlardaki ölümlere dikkat çekerek, 'Dilimize ve kültürümüze sahip çıktığımız için devlet bizi inkar ve imha politikalarıyla karşı karşıya bırakıyor. Bu mübarek günlerde gencecik insanlar operasyonlarda yaşamını yitiriyor. Yeter artık gençler ölmesin. AKP devleti Kürt gençlerinin cenazelerine bile tahammülleri yok. Siirt'e gerilla cenazesine katılan kişileri öldüresiye işkence ettiler. İmamı bile dini vecibeyi yerine getirmemesi için baskı kuruldu. Yeter artık yeter bu zülum. Müslüman müslümana bunu yapmaz. AKP Müslüman değil, ölen kişiye bile saygısı yok. Yeter artık günah işlemeyin' dedi. Daha sonra yüzlerce kişi Mele Bozan'ın arkasında saf tutarak, namaz kıldı".x. Başvurucunun 29/7/2011 tarihinde saat 30 sıralarında Adana Gülbahçesi Mahallesinde bulunan Hicret Camisi'nde sivil itaatsizlik eylemi kapsamında, yaklaşık 450-500 kişinin katılımıyla "sivil cuma namazı" kıldırdığı, namaz öncesi vaazın ise K. tarafından verildiği belirtilmiştir. Aynı tarihte, başvurucunun kılınan bu "sivil cuma namazı" ile ilgili camiye ses düzeneği temin edilmesi ve İran'ın PKK terör örgütünün İran kanadı olan PJAK’a yapmış olduğu operasyonlar hakkında vaaz verilmesi ile ilgili bazı telefon görüşmeleri yaptığı tespit edilmiştir. Ayrıca bu telefon görüşmelerinde, Müftülük tarafından Hicret Camisi'ne görevlendirilen imamın arkasında kimsenin namaz kılmaması gerektiği yönünde uyarı yapılmasına ilişkin de bazı konuşmalar geçtiği belirtilmiştir.xi. Ayrıca K.nın başvurucu ile yapmış olduğu başka bir görüşmede; Adana Gülbahçesi Mahallesi Hicret Camisi'ne devletin atamış olduğu imamın eşyalarını getirerek yerleştirip gittiğinin, bu camiye başka bir imam bulunması gerektiğinin konuşulduğu belirtilmiştir. Aynı görüşmede, İl Başkanı Z.K.nın Diyarbakır'a gittiğinin ve bu yüzden bu konuda talimat alınacak kimsenin de olmadığının, Z.K.nın kendisine bu konuların telefonda konuşulmaması yönünde talimat verdiğinin konuşulduğu tespit edilmiştir. Yine 29/7/2011 tarihinde K. ve başvurucu tarafından sivil itaatsizlik eylemleri kapsamında kıldırılan "sivil cuma namazı"nda para toplanıldığı ve bu paraların Z.K.ya teslim edildiği yönünde konuşmalar yapıldığı belirtilmiştir. xii. Başvurucu ile K. arasında 31/7/2011 tarihinde yapılan telefon görüşmesinde sivil itaatsizlik eylemleri kapsamında, mahkemece terör örgütü adına gasp edildiği kabul edilen Hicret Camisi'ne devlet tarafından atanan imamın göreve başladığı konuşulmuştur. Aynı telefon görüşmesinde, devlet tarafından resmî olarak atanan bu imam ile ilgili olarak mahalleli ile konuşulması ve bu imamın camiyi ele geçirerek vermediği yönünde mahallelinin kışkırtılması gerektiğinin konuşulduğu tespit edilmiştir. Yapılan diğer görüşmede ise devletin atamış olduğu imamın korkudan hiçbir şeye karışmayacağını söylediği ve başvurucunun K.ya “Bu akşam orda teravih namazını kıldır, sorumluluk bizden çıksın, rahatlayalım, onlara karşı söyleyecek bişeyimiz olsun.” diyerek KCK üst yönetimine hesap verebilmek için 31/7/2011 tarihinde teravih namazını kıldırması gerektiği yönünde talimatlar verdiği tespit edilmiştir. xiii. Başvurucunun 24/6/2011 tarihinde saat 45 sıralarında Adana Gülbahçesi Mahallesi Obalar Caddesi üzerinde bulunan futbol sahasında, sivil itaatsizlik eylemleri kapsamında yaklaşık 950-1000 kişinin katılımı ile "sivil cuma namazı" kıldırdığı belirtilmiştir. Aynı gün PKK terör örgütünün amaçları doğrultusunda yayın yapan internet sitesinde şu şekilde haber yapılmıştır:"Onbinler 'Sivil Cuma'da Saf Tuttu: ...2011 Adana merkez Seyhan İlçesi Gülbahçe Mahallesi Aziz Çayevi Parkı'nda sivil Cuma namazı kılındı. Namaz öncesi Kürtçe hutbe okuyan Mele Muhammed Bozan, İslam dininde adalete ve eşitliğe değinerek, 'İslam dininde önemli olan herkese adaletli ve eşit davranmaktır. Ama bu ülkenin Başbakanı Tayip Erdoğan halkına eşit davranmıyor. Halk arasında ayrımcılık yapıyor. Kürt halkına baskı, işkence ve katliamları reva görüyor. Bu Müslümanlık değildir. İslamda insanların diline, dinine ve kültürüne sahip çıkması, kuranı kerimde açıklanıyor. Ama bizimler dilimize ve kültürümüze sahip çıktığımız için devlet bizi inkar ve imha politikalarıyla karşı karşıya bırakıyor' dedi. Daha sonra yüzlerce kişi Mele Bozan'ın arkasında saf tutarak, namaz kıldı". xiv. Mahkeme; başvurucu ile Z.K. arasında 1/7/2011 tarihinde yapılan bir görüşme içeriği kapsamında 1/7/2011 tarihinde kılınacak "sivil cuma namazı"na A.E.nin atandığının, namazların dışarıda kılınmasının bir anlamı olduğunun ve bu namazların sonuç alınıncaya kadar devam ettirileceğinin konuşulduğunu tespit etmiştir. Kararda başvurucunun bu kapsamda yaptığı telefon görüşmesi içeriklerine yer verilmiştir. xv. Başvurucu ile K. arasında 8/7/2011 tarihinde yapılan bir görüşme içeriği kapsamında K.nın da KCK’nın atadığı "sivil imam" olarak görev yaptığı ve 8/7/2011 tarihinde kılınan "sivil cuma namazı"na katılımın az olması nedeniyle KCK içinde faaliyet gösteren şahıslarla irtibata geçilerek namazın kılındığı caminin civarında bulunan evlerin KCK mahalle komisyonunda bulunan şahıslarla birlikte tek tek gezilmesi, "sivil cuma namazları"na gelmeleri yönünde uyarılarda bulunulması, gelmemeleri durumunda ya evlerini terk ederek göç etmeleri ya da dövülerek veya öldürülerek cezalandırılacakları yönünde tehdit edilmesi gerektiğini başvurucuya söylediği tespit edilmiştir. Böylelikle PKK terör örgütünün oluşturduğu korkutucu güçten yararlanarak halkın terör örgütünün faaliyetlerinin içine çekilmeye çalışıldığı belirtilmiştir. Kararda başvurucunun bu kapsamda yaptığı telefon görüşmesi içeriklerine yer verilmiştir.xvi. Başvurucu Mehmet Bozhan'ın 5/8/2011 tarihinde Z.K. ile yaptığı telefon görüşmelerinde, 5/8/2011 tarihinde Adana Gülbahçesi Mahallesinde bulunan Hicret Camisi'nde kılınacak "sivil cuma namazı" ile ilgili olarak bir üst yönetici olarak gördüğü Z.K.yı arayarak neler yapılması gerektiği hususunda talimat aldığı, aldığı talimatlar doğrultusunda K’yı arayarak cuma namazlarının kılınması yönünde organizasyon yaptığı, aynı gün 30 sıralarında Adana Gülbahçesi Mahallesinde bulunan Hicret Camisi'nde sivil itaatsizlik eylemi kapsamında, yaklaşık 400 kişinin katılımı ile K. tarafından "sivil cuma namazı" kılındığı tespit edilmiştir.xvii. Başvurucunun 12/8/2011 tarihinde K. ile yaptığı telefon görüşmesinde, K.nın 12/8/2011 tarihinde kılınan "sivil cuma namazı"na katılmayan başvurucuya ve KCK Kent Meclisi Sorumlusu Z.K.ya sitem ettiği, İ.T.nin Hicret Camisi'ne "sivil imam" olarak görevlendirildiği ve maaşını ödeyebilmek için para topladıklarını ancak mahalle komisyonu tarafından bu paraya el konulduğu, imamın parasının ödenmesi için Z.K.yla görüşülmesi gerektiği yönünde konuşmalar yaptığı belirtilmiştir. Bahsi geçen telefon görüşmelerinde başvurucu ise imamlık görevinin kendisinden alındığını, KCK yönetimi tarafından Hicret Camisi'ne atanan İ.T.nin tek başına bu işi yürütebileceğini ifade ettiği belirtilmiştir. xviii. Aynı şekilde 29/8/2011 tarihinde K. ile başvurucu arasındaki görüşmenin içeriğinden 30/8/2011 tarihinde kutlanacak olan Ramazan Bayramı ile ilgili sivil itaatsizlik eylemleri kapsamında sivil bayram namazı eylemi ve faaliyeti organize ettiklerinin tespit edildiği belirtilmiştir. xix. PKK terör örgütünün 17 Mayıs ve 18 Mayıs günlerini sözde şehitler haftası ilan etmesi ve örgüt amaçları doğrultusunda yayın yapan internet sitelerinde yapılan haberler üzerine 18/5/2011 tarihinde saat 00 sıralarında Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) il binası önünde tahmini 250 kişilik bir grubun toplandığı tespit edilmiştir. Grubun Cemal Gürsel Caddesi'ni trafiğe kapatarak 14/5/2011 tarihinde Şırnak'ın Uludere ilçesinde güvenlik güçleri ile PKK terör örgütü mensupları arasında çıkan çatışma sonucu ölü ele geçirilen 12 terör örgütü üyesinin örgüt bayrağı altında çektirmiş oldukları fotoğrafları ve daha önceden ölen terör örgütü mensuplarına ait fotoğrafları taşıyarak PKK terör örgütü ve lideri Abdullah Öcalan lehine sloganlar attığı belirlenmiştir. Daha sonra basın açıklaması ve Cemal Gürsel Caddesi üzerinde 5 dakika oturma eylemi yapıldığı, basın açıklaması esnasında grup tarafından “Biji serok apo, PKK halktır halk burada, şehit namırın, öcalan öcalan, intikam intikam, gençler botana özgür vatana, gençlik aponun fedaisidir, katil erdoğan, T. şaşırma bizi dağa taşırma” şeklinde terör örgütü lehine sloganlar atıldığı, kayıt altına alınan görüntüler üzerinde yapılan incelemelerde sanık başvurucunun da KCK’nın eylem ve talimatlarına paralel olarak düzenlenen basın açıklamasına katıldığının tespit edildiği belirtilmiştir. xx. Ancak başvurucu 18/5/2011 tarihli bu olayda kendisinin bulunmadığını, fotoğraflardaki kişinin kendisi olmadığını beyan etmiştir. Bunun üzerine Mahkemece fotoğraflar üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmıştır. Alınan bilirkişi raporuna göre, mukayese için gönderilen fotoğrafların eşgal mukayesesi yapmaya elverişli özelliklere sahip olmaması nedeniyle "belirleyememe" şeklinde görüş bildirildiği anlaşılmıştır (Bilirkişi raporuna göre 7 kategori derecelendirme vardır. Bunlar sırasıyla şöyledir: kesin tanımlama, kuvvetle muhtemel tanımlama, muhtemel tanımlama, belirleyememe, muhtemel eleme, kuvvetle muhtemel eleme, eleme.). Mahkeme netice itibarıyla başvurucunun -gizli tanığın beyanı uyarınca- KCK yapılanmasının inanç komitesinin başında olduğunu, bu istikamette faaliyet yürüttüğünü, bu kapsamda Adana'da terör örgütünün talimatı doğrultusunda ve sivil itaatsızlık eylemleri kapsamında gerek dışarıda gerekse Hicret Camisi'nde kılınan cuma, teravih ve bayram namazlarının organizasyonunda yer aldığını, bu namazlarda görev yapacak olan "sivil imamları" atadığını, kılınan "sivil cuma namazları"ndan 20/5/2011, 10/6/2011, 17/6/2011, 24/6/2011, 8/7/2011, 22/07/2011, 29/7/2011, 12/8/2011 tarihlerindeki cuma namazlarında imamlık yaptığını belirterek süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk arz eden eylem ve faaliyetleri nedeni ile başvurucunun PKK/KCK terör örgütü üyesi olduğu sonucuna varmıştır. Mahkemece sanık hakkında verilen mahkûmiyet hükmü, Yargıtay Ceza Dairesi tarafından yapılan temyiz incelemesi sonucu 29/11/2013 tarihinde onanarak kesinleşmiştir. Başvurucu, Yargıtay ilamından 3/3/2014 tarihinde haberdar olduğunu belirtmiştir. Başvurucu 4/3/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Ulusal hukuk normları için bkz. Metin Birdal ([GK] B. No: 2014/15440, 22/5/2019, §§ 28-32) başvurusuna ilişkin karar.B. Uluslararası Hukuk Birleşmiş Milletler (BM) Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşmesi’nin maddesinin (1), (2)ve (3) numaralı fıkraları şöyledir:" Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahip olacaktır. Bu hak, herkesin istediği dine ya da inanca sahip olması ya da bunları benimsemesi özgürlüğünü ve herkesin aleni veya özel olarak bireysel ya da başkaları ile birlikte toplu olarak, kendi din ya da inancını ibadet, icra, bunun icaplarını yerine getirme ya da öğretme bakımından ortaya koyma özgürlüğünü de içerir. Hiç kimse, kendi seçtiği bir din ya da inanca sahip olma ya da bunu benimseme özgürlüğünü zedeleyecek bir baskıya maruz bırakılamaz. Bir kimsenin kendi dinini veya inançlarını ortaya koyma özgürlüğüne ancak yasalarla belirlenen ve kamu güvenliğini, düzenini, sağlığını, ahlakını ya da başkalarının temel hak ve özgürlüklerini korumak için gerekli kısıtlamalar getirilebilir." Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin (Sözleşme) “Düşünce, din ve vicdan özgürlüğü” başlıklı maddesi ise şöyledir:" Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir; bu hak, din veya inanç değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca, kamuya açık veya kapalı ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açıklama özgürlüğünü de içerir. Din veya inancını açıklama özgürlüğü, sadece yasayla öngörülen ve demokratik bir toplumda kamu güvenliğinin, kamu düzeninin, genel sağlık veya ahlakın ya da başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli sınırlamalara tabi tutulabilir." Diğer uluslararası hukuk normları için bkz. Metin Birdal (aynı kararda bkz. §§ 33-38) başvurusuna ilişkin karar.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2797
Başvuru, Kürtçe savunma yapma hakkı tanınmadan ve hatalı delil değerlendirmesiyle yargılama yapılması, başvurucu hazır bulunmaksızın dinlenen gizli tanık beyanının hükme esas alınması ve yargılamanın uzun sürmesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının; başvurucunun farklı tarihlerde belirli bir gruba cuma namazı kıldırmasının ve bu namaz esnasında hutbede söylediklerinin terör örgütü üyeliği suçu bakımından mahkûmiyet hükmüne esas alınması nedeniyle din ve vicdan özgürlüğünün; hukuka aykırı olarak tutuklanma nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; iletişiminin uzun süre dinlenmesi nedeniyle ise haberleşme özgürlüğünün ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, kamulaştırma bedeli ödenmeksizin idare adına tescil kararı verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuruculardan Ekrem Ülküner'in başvuru tarihinden sonra 16/11/2022 tarihinde vefat ettiği, başvurucunun mirasçılarının 2/5/2024 tarihli dilekçeyle başvurunun devamı talebinde bulundukları anlaşılmıştır.A. Kamulaştırma Süreci Arsa Ofisi Genel Müdürlüğü (Arsa Ofisi/İdare) tarafından 9/5/1979 tarihinde başvurucuların murisleri adına kayıtlı İzmir'in Gaziemir ilçesi Yeşil Mahallesi 233 ada 67 parsel sayılı 959 m² yüz ölçümüne sahip taşınmazın 326 m²lik bölümünün 29/4/1969 tarihli ve 1164 sayılı kamulaştırma işleminin gerçekleştiği tarihteki adıyla Arsa Ofisi Kanunu'nun maddesinde belirtilen amaçları gerçekleştirmek üzere kamulaştırılmasına karar verilmiştir. İdare 21/9/1979 tarihinde bankaya gönderdiği yazıda Gaziemir konut bölgesine giren taşınmazların kamulaştırma bedelleri ve İdare tarafından ödenmesi gereken vergiler dâhil olmak üzere toplam 000 TL'nin bankadaki hesaba bloke edildiğini ve harcama yetkilisi olarak İdarenin gösterildiğinin bildirildiğini açıklamış, kamulaştırma bedellerinin malik ve hissedarlar adına bloke edilmesini talep etmiştir.B. Kamulaştırmasız El Atma Davası Süreci 8/12/2004 tarihli ve 5273 sayılı Arsa Ofisi Kanunu ve Toplu Konut Kanununda Değişiklik Yapılması ile Arsa Ofisi Genel Müdürlüğünün Kaldırılması Hakkında Kanun'un maddesiyle Arsa Ofisi kaldırılmış, maddesiyle Arsa Ofisinin belirtilen istisnalar dışındaki diğer tüm hak ve yükümlülükleri Toplu Konut İdaresi Başkanlığına (TOKİ) devredilmiştir. Başvurucuların aralarında bulunduğu kişiler tarafından TOKİ'ye karşı İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) 2/6/2011 tarihinde kamulaştırmasız el atma nedeniyle tazminat davası açılmıştır. Dava dilekçesinde kamulaştırma işleminin tebliğ edilmemesi ve kamulaştırma bedeli ödenmemesine rağmen taşınmazın TOKİ tarafından kullanıldığı belirtilmiştir. Diğer yandan başvurucuların murislerinin mirasçıları olan üçüncü kişiler tarafından İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinde kamulaştırmasız el atma nedeniyle açılan tazminat davasının Mahkemede görülen davayla birleştirilmesine karar verilmiştir. Mahkeme 4/12/2012 tarihinde asıl davanın kısmen kabulüne, birleşen davanın ise kabulüne karar vermiştir. Kararda, kamulaştırma kararının 1930 ve 1932 yıllarında vefat eden malikler hakkında alındığı ve kamulaştırma işleminin ilanen tebliğ edildiği açıklanmıştır. TOKİ'nin bloke edildiği belirtilen kamulaştırma bedelini davacı mirasçılara ödediğini gösterir ödeme belgesi sunmadığına işaret edilmiştir. Banka kayıtlarının 10 yıl süreyle saklanması sebebiyle dava tarihi itibarıyla bloke edilen kamulaştırma bedelinin mirasçılara ödenip ödenmediğinin belirsiz olduğu açıklanmıştır. Kararda son olarak kamulaştırma kararının davacılara tebliğ edilmemesi nedeniyle kamulaştırmasız el atma olgusunun gerçekleştiği vurgulanmıştır. TOKİ'nin temyiz talebinde bulunması üzerine Mahkeme kararı, Yargıtay Hukuk Dairesinin ( Hukuk Dairesi) 30/4/2013 tarihli kararıyla bozulmuştur. Bozma kararında Mahkemede görülen tapu iptal ve tescil davasına ilişkin Mahkeme kararında kamulaştırma işlemi ilgililere tebliğ edilmemiş ise de taşınmaz maliklerinin mirasçılarının davaya dâhil edildiği ve vekilleri aracılığıyla davayı kabul etmeleri üzerine tescil kararı verildiğinin açıklandığı belirtilmiştir. Kamulaştırmadan haberdar olan ve tescil davasında kabul beyanında bulunan taşınmaz maliki mirasçıların yasal süre içerisinde bedel artırım davası açma haklarını kullanmadıkları anlaşıldığından kamulaştırmasız el atma davası açma haklarının da bulunmadığı ifade edilmiştir. Bozma kararında açıklanan nedenlerle davanın reddi yerine kısmen kabulüne karar verilmesinin doğru olmadığı açıklanmıştır. Başvurucuların da aralarında bulunduğu davacıların karar düzeltme talebi Hukuk Dairesinin 12/12/2014 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Mahkeme, bozma kararına uyarak asıl ve birleşen davanın reddine karar vermiştir. Kararda bozma kararında yer alan gerekçelere işaret edilmiştir. Davacılar tarafından temyiz edilen Mahkeme kararı, Hukuk Dairesinin 3/11/2015 tarihli kararıyla onanmıştır. Başvurucuların karar düzeltme talebi aynı Dairenin 30/10/2017 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvuru Konusu Dava Süreci İdare 1983 yılında başvurucuların murislerine karşı Mahkemede 31/8/1956 tarihli ve 6830 sayılı İstimlak Kanunu'nun maddesine dayalı olarak tapu iptal ve tescil davası açmıştır. Dava dilekçesinde taşınmazın kamulaştırma bedeli olan 103,34 TL'nin davalılar adına bloke edildiği belirtilmiştir. İdare davalı olarak gösterilen taşınmaz maliklerinin vefat ettiğinin anlaşılması üzerine Mahkemeden bir kısım başvurucuların murisi olan Ayşe Ergen ve diğer başvurucuların dâhil olduğu mirasçıların davaya dâhil edilmesini talep etmiştir. Mahkeme 17/10/1984 tarihinde davanın kabulüne ve dava konusu taşınmazın 326 m²lik kısmının 103 TL karşılığında kamulaştırılmasına karar vermiştir. Kararda 1930 ve 1932 yıllarında vefat ettikleri anlaşılan taşınmaz maliklerine kamulaştırma işleminin tebliğ edilmediği ve maliklerin mirasçılarının dava dâhil edilerek yargılamaya devam edildiği açıklanmıştır. Duruşmaya katılan davalı vekillerinin davayı kabul ettiklerine dair beyanda bulunduğu vurgulanmıştır. Başvurucular 22/12/2015 tarihinde Mahkeme kararını temyiz etmiştir. Temyiz dilekçesinde tapu iptal ve tescil davasında taşınmaz maliklerinin tamamının davaya dâhil edilmeden karar verildiği, davayı kabule yönelik beyanda imza bulunmadığı kaldı ki davanın açıkça kabul edilmediği ve kamulaştırma bedelinin ödenmediği ifade edilmiştir. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 25/9/2019 tarihinde Mahkeme kararının onanmasına karar vermiştir. Daire kararında, dosyada bulunan kanıt ve belgelerle kararın dayandığı gerekçelere göre davanın kabulüne karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmediği açıklanmıştır. Başvurucuların aynı gerekçelere ilişkin karar düzeltme talebi, Dairenin 22/9/2020 tarihli kararıyla reddedilmiştir. Başvurucular, nihai hükmü 6/10/2020 tarihinde öğrendikten sonra 22/10/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/33629
Başvuru, kamulaştırma bedeli ödenmeksizin idare adına tescil kararı verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, bir gayrimüslim cemaat vakfına ait taşınmazların iade edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; açılan davada verilen yargı kararlarında yeterli gerekçe bulunmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının; ilgili kanun hükümlerinin hatalı uygulanması nedeniyle de mülkiyet hakkı bağlamında ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular 3/2/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. 2015/2520, 2015/2521, 2015/2522 ve 2015/2523 numaralı başvuru dosyalarının konu ve kişi yönünden irtibat nedeniyle 2015/2519 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin bu dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 20/2/2008 tarihli ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu'nun maddesinde tanımı yapılan gayrimüslim cemaat vakıflarındandır. Başvurucu 5737 sayılı Kanun'un geçici maddesi kapsamında dokuz adet taşınmazın iade edilmesi için Vakıflar İstanbul Bölge Müdürlüğünden talepte bulunmuştur. Vakıflar Meclisi 28/12/2009 tarihinde bu talebi kısmen kabul etmiştir. Bu kararla talebe konu bir taşınmazın başvurucu vakıf adına tescili uygun görülmüş, altı taşınmaz yönünden tescile dayanak teşkil edebilecek belgelerin iki ay içerisinde tamamlanması istenilmiş, iki taşınmaz yönünden ise anılan Kanun maddesinin kapsamında olmadığı gerekçesiyle talep reddedilmiştir. Karar başvurucuya tebliğ edilmiş, Vakıflar Meclisi 20/4/2010 tarihinde başvurucuya verilen iki aylık süreyi 16/7/2010 tarihine kadar uzatmıştır. Başvurucunun yeniden yaptığı başvuruyu da Vakıflar Meclisi bu defa 28/12/2010 tarihinde reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, Vakıf tarafından sunulan belgelerin 5737 sayılı Kanun'un geçici maddesi çerçevesinde taşınmazların Vakıf adına tesciline dayanak teşkil edecek nitelikte olmadığı belirtilmiştir. Söz konusu taşınmazlardan İstanbul'un Kadıköy İlçesine bağlı Osmaniye Mahallesi'nde bulunan 985 ada 74 parsel sayılı taşınmazın 1/14 payının bir şirket adına tescilli olduğu, Fatih İlçesine bağlı Mahmutpaşa Mahallesi ile Kumkapı ilçesine bağlı Çadırcı Ahmet Çelebi ve Kürkçübaşı Bayram mahallelerinde bulunan dört taşınmazın ise tapusunun veya tapu bilgilerinin bulunmadığı açıklanmıştır. Başvurucu, İstanbul'un Fatih İlçesine bağlı Kumkapı Kürkçübaşı Bayram, Kumkapı Çadırcı Ahmet Çelebi ve Mahmutpaşa mahalleleri ile Kadıköy İlçesine bağlı Osmaniye Mahallesi'nde bulunan beş adet taşınmaz yönünden ayrı ayrı Vakıflar Meclisinin 28/12/2009 tarihli kararının iptali istemiyle İstanbul İdare Mahkemesinde (Mahkeme) 2/8/2010 tarihinde davalar açmıştır. Mahkeme 31/10/2011 tarihinde davaları reddetmiştir. Kararların gerekçelerinde özetle;i. Cemaat vakıflarının dinî, hayrî, sosyal, kültürel, eğitim ve sıhhî amaçları gerçekleştirebilmeleri amacıyla taşınmaz edinmelerine izin verildiği belirtilmiştir. Ancak bir taşınmazın cemaat vakfı adına tescil edilebilmesi için 1936 beyannamelerinde kayıtlı olup kendi hak ve tasarruflarında bulunması veya daha sonradan satın alma veya bağışla iktisap edilip mal edinememe gerekçesiyle adına tescilli olmamasının gerektiği açıklanmıştır. Başka bir tüzel veya gerçek kişi adına kayıtlı olup vakfın hak ve tasarrufunda olmayan taşınmazların ise vakıf adına tescil edilemeyeceği ifade edilmiştir.ii. Olayda ise Vakıf adına tescili talep edilen taşınmazların 1936 beyannamelerinde kayıtlı olup vakfın hak ve tasarrufunda bulunduğu ya da 1936 yılından sonra iktisap edilip Maliye Hazinesi veya Genel Müdürlük adlarına tapuda kayıtlı olduğu yolunda bir bilginin ve belgenin olmadığı vurgulanmıştır. Buna göre uyuşmazlığa konu taşınmazların tescili için 5737 sayılı Kanun'un geçici maddesinde öngörülen koşulların gerçekleşmediği ifade edilmiştir. iii. Tapuda diğer kamu veya özel hukuk tüzel kişileri ile gerçek kişiler adına kayıtlı taşınmazların davacı vakıf adına tescil edilmesi talebinin ise ancak adli yargıda açılacak tapu iptali ve tescil davasında irdelenebileceği belirtilmiştir. Bu gibi taşınmazların davalı idarece, başvurucu vakıf adına idari yoldan tescil edilmesi yönünde karar verilmesine ise olanak bulunmadığı açıklanmıştır. iv. Sonuç olarak dava konusu taşınmazların 5737 sayılı Kanun'un geçici maddesinde öngörülen koşulları taşımadığı gerekçesiyle tescil talebinin reddine yönelik işlemlerin hukuka uygun olduğu kanaatine varılmıştır. Başvurucu tarafından temyiz edilen kararlar Danıştay Onuncu Dairesince 27/10/2015 tarihinde onanmıştır. Onama kararları 5/1/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. 3/2/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Başvurucunun karar düzeltme talepleri ise daha sonra 28/4/2016 tarihinde reddedilmiştir. İlgili hukuk için bkz. Boyacıköy Panayia Evangelistra Kilisesi ve Mektebi Vakfı, B. No: 2015/17576, 1/2/2017, §§ 12-24, 47-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/2519
Başvuru, bir gayrimüslim cemaat vakfına ait taşınmazların iade edilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının; açılan davada verilen yargı kararlarında yeterli gerekçe bulunmaması nedeniyle gerekçeli karar hakkının; ilgili kanun hükümlerinin hatalı uygulanması nedeniyle de mülkiyet hakkı bağlamında ayrımcılık yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, iş mahkemesinde açılan alacak davasında Mahkeme kararlarının gerekçesiz olduğu, çelişmeli yargılama yapılmadığı, hatalı karar verildiği ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığı nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlali iddialarına ilişkindir. Başvuru 2/7/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Manyas Belediye Başkanlığında işçi olarak çalışmakta iken 2004 yılı Aralık ayında işten çıkarılması üzerine 24/3/2008 tarihinde Manyas Asliye Hukuk Mahkemesinde (İş Mahkemesi Sıfatıyla) adı geçen belediye aleyhine alacak davası açarak davalı işverenin Toplu İş Sözleşmesinin (TİS) maddesinin (2) numaralı fıkrasında kararlaştırılan toplu işten çıkarma prosedürüne uymadan iş sözleşmesini feshettiğini iddia etmiş ve söz konusu toplu iş sözleşmesi hükmü gereğince kıdem ve ihbar tazminatının üç katı tutarında tazminat ile 2000 yılından itibaren eksik ödenen tüm işçilik alacaklarının tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Yargılama kapsamında tarafların tanıkları dinlenmiş, bilirkişi raporu ve ek rapor aldırılmış, tarafların itirazları üzerine dava dosyası üzerinde yeniden bilirkişi incelemesi yaptırılmış, yapılan değerlendirme sonucu 6/12/2012 tarihli karar ile davanın kısmen kabulüne hükmedilmiş, karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 14/5/2013 tarihli ilamı ile bozulmuştur. Bozma ilamının ilgili kısımları şöyledir: "... Mahkemece davalı belediye tarafından davalının toplu işten çıkarma uyguladığı halde TİS 20/ maddesinde öngörülen toplu işçi çıkarmadaki tenkisat kurallarına uyulmadan işçi çıkartıldığı gerekçesiyle TİS in anılanhükmünde öngörülenkıdem ve ihbar tazminatlarının üç katı tutarındatazminata hükmedilmiş ise de davalı işyerinde2011/ dönemdeiki işçinin;2005/ dönemde sekiz işçinin iş sözleşmesi feshedilmiştir. Davalı işyerinde SGK kayıtlarına, fesih bildirimi içeriğine ve işyeri kayıtlarına göre davalı tarafındanTİS 20/ maddesi kapsamındatopluişçiçıkartılması yapılmadığındantopluişsözleşmesindeöngörülentenkisat kurallarınınuygulanmaolanağı bulunmamaktadır. Bu durumdadavacının TİS 20/ maddesi gereğincetazminat isteğinin reddi yerinehatalı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmesidoğru olmamıştır. 3-Davacıvekilidavacının işyerindeayda40 saat fazla çalışma yaptığı, haftalık çalışma süresinihafta içinde beş günde tamamladığı, tüm cumartesi ve aydabir Pazar günü çalıştığı iddiasıylafazla çalışma ve hafta tatili ücret alacağı isteğinde bulunmuştur. Karara esas alınan hesap raporunda davacı tanıklarının beyanlarına göre hesaplama yapılmış olup davacının ücret bordrolarında hafta tatili ücreti tahakkuk ettirilen aylar dışlanarak haftatatili ücret alacağı hesaplanmıştır.Mahkemece hesaplanan fazla çalışma ücretinden% 30oranda hakkaniyet indirimi yapılarak, haftatatili ücretinden isehakkaniyet indirimi yapılmaksızınhüküm altına alınmıştır. Ancak davalı işyerinin resmi kurum olan belediye işyeri olmasına rağmen dosyada tanık beyanlarından başkacadavacının fazla çalışma ve hafta tatillerinde ücret bordrosunda tahakkuk bulunmayanaylarda çalışma iddiasını doğrulayan delil bulunmamaktadır. Mahkemece beyanına başvurulan tanıklarise davacının fazla çalışma yaptığını ve hafta tatillerinde çalıştığını ispatlayacak şekilde ayrıntılı ve somutve tutarlı beyanda bulunmamışlardır.Bu durumda sadece tanık beyanlarına dayanılarak fazla mesai yapıldığının ve hafta tatillerinde çalışmanın sabit kabul edilmesi, başka anlatımla söz konusu talebin ispatlanmış sayılması kabul edilemez. Buna göre davacının fazla çalışma ve hafta tatili çalışma iddiası ispatlanamadığındanfazla çalışma ve haftatatili ücret alacağı isteklerinin reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi hatalıdır. ..." Bozma ilamı doğrultusunda yeniden yapılan yargılama kapsamında Manyas Asliye Hukuk Mahkemesinin (İş Mahkemesi Sıfatıyla) 23/1/2014 tarihli kararı ile bozma ilamına uyularak davanın kısmen kabulüne hükmedilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir: "...Dosya kapsamı ile yargıtay bozma ilamının incelenmesi sonucunda usul ve yasaya uygun bulunan yargıtaybozmal ilamına uyulmasına karar verilerek davacının davasının kısmen kabulüve kısmen reddi ile;davacının TİS nin 20/2 maddesine göre tazminat alacağı talebinin reddine,davacının TİS nin 29 maddesine görefazla mesai alacağıtalebininreddine,davacının TİS nin 40 maddesine göre yakaçak yardımı alaçağı talebinin kabulü ile 1,718,00 TL nin dava tarihinden itibaren işleyeçek işletme kredilerine uygulanan en yüksek faiz ile birliktedavalıdan alınarak davacıya ödenmesine,davacının TİS nin 41 maddesine göre giyim yardımıalaçağı talebinin kabulü ile 1,030,00 TL nin dava tarihinden itibaren işleyeçek işletme kredilerine uygulanan en yüksek faiz ile birliktedavalıdan alınarak davacıya ödenmesine,davacının TİS nin 47 maddesine göre hafta tatili alaçağı talebinin reddine,davacının TİS nin 49 maddesine göre yıllık üçretlı izin alaçağıtalebinin kabulü ile 1,058,53 TL nin dava tarihinden itibaren işleyeçek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine,davacının TİS nin 35 maddesine göresendikal ikramiye alaçağıtalebinin reddine,davacının TİS nin 48 maddesine göre genel tatil çalışma üçreti alaçağı talebinin reddine, fazlaya ilişkin kısım red edilmiş, açıklanan gerekçe ile aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur...."   İlk Derece Mahkemesinin kararı Yargıtay Hukuk Dairesinin 30/4/2014 tarihli ilamı ile onanmış ve yargılama süreci sona ermiştir. Onama ilamı başvurucuya 4/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 2/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/11481
Başvuru, iş mahkemesinde açılan alacak davasında Mahkeme kararlarının gerekçesiz olduğu, çelişmeli yargılama yapılmadığı, hatalı karar verildiği ve yargılamanın makul sürede sonuçlanmadığı nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlali iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) duruşmada hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanmaya çalışılması nedeniyle duruşmada hazır bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 15/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Birinci Bölüm Birinci Komisyon tarafından incelenen başvurunun eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiası yönünden kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. Komisyonca adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Geyiksuyu Jandarma Komando Tabur Komutanlığı personeli ile DHKP/C silahlı terör örgütü üyesi olduğu değerlendirilen kişiler arasında 6/4/2016 günü Tunceli ili Hozat ilçesi Taşıtlı Köyü kırsal alanında meydana gelen çatışma neticesinde yaralı olarak ele geçirilmiştir. Başvurucunun üzerinden -diğer suç delilleri ile birlikte- S.U. adına düzenlenmiş bir adet sürücü belgesi temin edilmiştir. Başvurucu silahlı terör örgütüne üye olma ve terör örgütü kurma ve yönetme suçlarından 13/4/2016 tarihinde tutuklanmış ve Elazığ E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna teslim edilmiştir. Diyarbakır Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğünün 31/5/2016 tarihli uzmanlık raporunda, başvurucunun üzerinden ele geçirilen ve S.U. adına düzenlenmiş olan sürücü belgesinin tamamen sahte olduğu ve iğfal kabiliyetinin bulunduğu tespitlerine yer verilmiştir. Başvurucu hakkında Tunceli Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) tarafından DHKP/C silahlı terör örgütünün faaliyetleri kapsamında anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs, kişinin yerine getirmekte olduğu kamu görevi nedeniyle kasten öldürmeye teşebbüs, resmi belgede sahtecilik, sayı ve nitelik bakımından vahim olan silah veya mermileri satın alınması taşınması bulundurulması, tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirmesi suçlarından 16/3/2017 tarihinde iddianame düzenlenmiştir. İddianamenin kabulü ile açılan dava Tunceli Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 2017/82 Esas sırasına kaydedilerek görülmeye başlanmıştır. Başvurucu Mahkemeye hitaben yazdığı 10/4/2017 tarihli dilekçe ile Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) uygulamasının yüz yüzelik ve doğrudan doğruyalık ilkelerini ihlal ederek etkili savunma yapma imkanını ortadan kaldırdığını ve bu nedenle SEGBİS aracılığı ile sorgulanmak istemediğini beyan ederek savunmasını mahkeme salonunda ve avukatının hukuki desteği eşliğinde yapabilmek için duruşmada hazır edilmesini talep etmiştir. Başvurucu yargılamanın 7/6/2017 tarihli ilk celsesine ceza infaz kurumu ile gerçekleştirilen SEGBİS bağlantısına yanıt verilmemesi nedeniyle katılamamıştır. Mahkeme SEGBİS aracılığı ile savunma yapmak istemeyen başvurucunun duruşmada hazır bulundurulmasında sakınca bulunup bulunmadığının Tunceli Valiliği, Tunceli İl Emniyet Müdürlüğü ve Tunceli İl Jandarma Komutanlığından sorulmasına ve başvurucunun Mahkemeye getirilmesi için Adana F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna müzekkere yazılmasına karar vermiştir. Adana F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün 5/9/2017 tarihli yazısı ile Adana Cezaevi Jandarma Bölük Komutanlığının 5/9/2017 tarihli görüş yazısı Mahkemeye bildirilmiştir. Anılan görüş yazısı içeriğinde Doğu ve Güneydoğu illerinde yaşanan terör olayları nedeniyle karayolu ile tutuklu sevkinin personel ve tutuklunun can güvenliği açısından sakınca teşkil edeceği, Tunceli iline havayolu ile sevk imkânının da bulunmadığı ve duruşmanın SEGBİS aracılığı ile yapılmasının güvenlik zaafiyetini önleyeceği belirtilmiştir. Başvurucu müdafi 8/9/2017 tarihli dilekçe ile başvurucunun duruşmada hazır edilmesi için infaz kurumuna müzekkere yazılmasını talep etmiştir. Başvurucu 11/9/2017 tarihli ikinci celseye de katılmamıştır. Bu celsede Tunceli Valiliği, İl Emniyet Müdürlüğü ve İl Jandarma Komutanlığının başvurucunun Mahkemede hazır bulundurulmasının sakıncalı olup olmadığına ilişkin cevabi yazıları okunmuştur. Valilik ve Emniyet Müdürlüğünün aksine Jandarma Komutanlığı tarafından başvurucunun Mahkemede hazır edilmesi durumunda güvenlik önlemlerinin alınabileceği bildirilmiştir. Mahkeme, başvurucunun duruşmada bizzat hazır edilmesine yönelik talebin reddine karar vermiştir. Ara kararın ilgili kısmı şöyledir:"Sanık müdafinin sanığın bizzat mahkemede hazır edilmesi istemli talebinin Tunceli Valiliğinin 24/07/2017 tarihli yazı cevabında sanığın Adliyeye getirilip götürülme esnasında öldürülmesi, kaçırılması veya kargaşa çıkması gibi kamu güvenliğini bozacak durumunun bulunmasının bildirilmesi, yine İl Emniyet Müdürlüğünün 12/06/2017 tarihli cevabi yazısında sanığın getirilip götürülme sırasında öldürülmesi, kaçırılması veya kargaşa çıkması gibi kamu güvenliğini bozacak sansasyonel olaylarının çıkmasının ihtimaller dahilinde olduğunu belirtir yazıları ve 694 sayılı KHK nin 147 maddesi ile 5271 sayılı CMK 196/4 maddesinde yapılan değişiklikle hakim veya mahkemenin zorunlu gördüğü durumda aynı anda görüntülü vesesli iletişim tekniğinin kullanılması suretiyle yurtiçinde bulunan sanığın sorgusunun yapılabilir ve duruşmalara katılmasına karar verilebilir hükmü de gözönünde bulundurularak sanığın ve müdafinin bizzat duruşmada hazır edilmesi talebinin reddi ile bir sonraki celse sanığın SEGBİS ile savunmasının alınmasına, sanığın kimlik bilgisinin yapılmamış olması nedeni ile bizzat SEGBİS salonunda hazır edilmesinin sağlanması için kaldığı ceza infaz kurumuna müzekkere yazılmasına, [...] karar verildi." Başvurucu duruşmanın 1/12/2017 tarihli üçüncü celsesine de duruşmada bizzat hazır bulundurulmadığı gerekçesi ile SEGBİS aracılığıyla katılmamıştır. Başvurucu müdafinin hazır bulunduğu bu celsede kamu görevlisi olan bir kısım müştekiler dinlenilmiş ve başvurucunun bir sonraki celse kimlik tespitinin yapılabilmesi amacıyla SEGBİS aracılığı ile hazır edilmesine, SEGBİS odasına çıkmak istemediği takdirde zorla çıkartılmasına karar verilmiştir. Başvurucu 9/2/2018 tarihli dördüncü celsede duruşmaya Adana F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumundaki SEGBİS odasından katılmıştır. Kimlik tespiti yapılan başvurucu beyanında avukatının isteği üzerine SEGBİS aracılığı ile duruşmaya katıldığını, bu şekilde savunma yapmak istemediğini, sonraki celselere duruşmada bizzat hazır edilmesi halinde katılacağını ve SEGBİS ile katılmayacağını beyan etmiştir. Mahkeme, SEGBİS kullanımının yasal dayanağının bulunduğu, Tunceli ilinde terör faaliyetlerinin yoğun olarak yaşandığı ve başvurucunun bulunduğu infaz kurumu ile Tunceli ili arasında uzun bir yol mesafesi olduğu gerekçeleri ile başvurucunun duruşmada bizzat hazır bulunma talebinin reddine karar vererek yargılamaya devam etmiştir. Bu celsede tanıklar E.B., R.Ç., A., T.K., S.Ö., E.S., E.Ç., A.T., H.B. ve Ş.H. dinlenilmiştir. Mahkeme başvurucunun sonraki duruşma gün ve saatinde bizzat duruşma salonunda hazır edilmesi için infaz kurumuna müzekkere yazılmasına karar vermiştir. 8/3/2018 tarihinde Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilen başvurucu Mahkemeye hitaben yazdığı 13/4/2018, 24/4/2018, 23/5/2018, 28/5/2018 ve 8/6/2018 tarihli dilekçelerinde duruşmaya bizzat katılmak yönündeki talebini yinelemiştir. Başvurucu bu dilekçelerinde özetle savunmasını hiçbir etki ve baskı altında olmadan kendisini rahatlıkla ifade edebileceği bir ortamda yapmak istediğini, yüz yüzelik ve doğrudan doğruyalık ilkelerine aykırı olan ve savunma hakkını kısıtlayan SEGBİS'in bu koşulları karşılamadığını, çok sayıda müşteki ve tanık için alınan güvenlik tedbirlerinin kendisi için alınmadığını, ceza infaz kurumunda kendisine işkence ve kötü muamelede bulunan görevlilerin refakatinde özgür iradesi ile savunma yapmasının mümkün olmadığını, dayatılan SEGBİS uygulaması nedeni ile müşteki ve tanık beyanlarına karşı savunma yapamadığını ileri sürmüştür. Başvurucu 14/4/2018, 23/5/2018 ve 8/6/2018 tarihli -beşinci, altıncı ve yedinci- celselere katılmamıştır. 14/4/2018 tarihli beşinci celsede müştekiler A.S., A.K. ve E.A. ile tanık G.K. dinlenilmiştir. Başsavcılık 23/5/2018 tarihli altıncı celsede esas hakkında mütalaasını sunmuş, 8/6/2018 tarihli yedinci celsede de aynı mütalaayı yinelemiştir. Mahkeme, başvurucu müdafinin hazır bulunduğu bu celselerde başvurucunun bir sonraki duruşma gün ve saatinde duruşmada bizzat hazır edilmesi ve eğer bizzat hazır edilemeyecek ise SEGBİS aracılığı ile hazır edilmesi için infaz kurumuna müzekkere yazılmasına karar vermiştir. Bolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün 16/4/2018 ve 12/6/2018 tarihli cevabi yazılarında Bolu Cezaevi Jandarma Bölük Komutanlığı tarafından başvurucunun mahkemede hazır bulundurulmasının güvenlik açısından riskli olduğunun bildirildiği ve bu nedenle başvurucunun istenilen gün ve saatlerde SEGBİS odasında hazır bulundurulacağı bildirilmiştir. Anılan cevabi yazıların ekinde bulunan ve Bolu Cezaevi Jandarma Bölük Komutanlığı tarafından hazırlanan 21/7/2017 tarihli tutanağın ilgili kısmı şöyledir:"Suç vasıfları olarak 'Silahlı Terör Örgütüne Üye Olmak, Devletin Birliğini ve Ülke Bütünlüğünü Bozma', 'PKK, FETO/PDY ve diğer terör örgütleri' suçlarından hükümlü ve tutuklu olanlarının (BTÖ) PKK, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde adam kaçırma ve propaganda amaçlı yol kesme eylemleri ve yol güzergâhları üzerinde patlayıcı madde (EYP) düzeneği yerleştirmek sureti ile icra ettiği bombalı eylemlerini son zamanlarda arttırdığı, Hakkari, Şırnak, Van, Tunceli, Bingöl, Bitlis, Siirt, Batman, Ağrı ve Muş bölgesinin terör olayları yönünden hassasiyet arz etmesi sebebiyle bu illere yapılacak söz konusu sevklerin, yapılmasının güvenlik açısından riskli olduğu, duruşmaların SEGBİS sistemi ile yapılmasının daha uygun olacağı değerlendirilmiş[tir]" Mahkeme infaz kurumuna yazdığı 13/6/2018 tarihli müzekkere ile başvurucunun SEGBİS vasıtasıyla ifade vermek istemese bile 27/6/2018 tarihinde SEGBİS odasında hazır edilmesini istemiştir. Mahkeme 27/6/2018 tarihli hüküm celsesinde başvurucunun duruşmada bizzat hazır edilme talebinin reddine karar vermiştir. Ara kararın ilgili kısmı şöyledir:"...667 sayılı KHK'ya karşılık gelen Madde uyarınca sanığın savunma ve beyanının SEGBİS sistemi ile alınmasında herhangi bir sakınca bulunmadığından ayrıca Bolu F Tipi Kapalı Yüksek Güvenlikli ceza infaz kurumu müdürlüğü ve daha önce Tunceli İl Emniyet Müdürlüğü'nün ile yapılan yazışmalar da göz önüne alındığında, Tunceli ilinde terör faaliyetlerinin yoğunluğu da göz önünde bulundurularak ve sanığın kaldığı ceza evi ile Tunceli ili arasındaki uzun yol mesafesi de göz önünde bulundurularak bu talebin reddine karar verilerek tefhimle açık yargılamaya devam olundu." 27/6/2018 tarihli duruşma tutanağından, başvurucunun ceza infaz kurumundaki SEGBİS odasına zorla getirildiği, odaya girmemek için görevlilere zorluk çıkardığı, kapının girişine kendisini bıraktığı, kendisine sorulan sorulara cevap vermediği ve "savunma hakkımız engellenemez" şeklinde sloganlar attığı anlaşılmaktadır. Başsavcılık önceki celselerde sunduğu esas hakkındaki mütalaasını tekrarlamıştır. Başvurucu müdafi, başvurucunun SEGBİS odasına zorla getirilmesi, elleri ve kollarının görevlilerce tutulması ve bu şekilde beyanda bulunmak zorunda bırakılmasının suç teşkil ettiğini ifade ettikten sonra esas hakkında mütalaaya karşı beyanda bulunmuştur. Başvurucu esas hakkında mütalaaya karşı beyanı ve son sözlerinin neler olduğu yönündeki sorulara "savunma hakkımız engellenemez" şeklinde slogan atarak cevap vermiştir. Mahkeme, başvurucu hakkında DHKP-C silahlı terör örgütü adına anayasal düzeni cebir ve şiddet yoluyla değiştirmeye teşebbüs suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına, kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle kasten öldürmeye teşebbüs suçundan 18 yıl hapis cezasına, 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan 9 yıl hapis ve 000 TL adli para cezasına, suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde izinsiz olarak tehlikeli madde bulundurmak suçundan 8 yıl 4 ay hapis ve 000 TL adli para cezasına ve resmi belgede sahtecilik suçundan 3 yıl hapis cezasına hükmetmiştir. Başvurucu müdafi 29/6/2018 tarihli dilekçe ile -mahkûmiyet kararının usul ve yasaya aykırı olduğu iddiasının yanı sıra- başvurucunun zorla getirilmesine ilişkin kurulan ara karar ile zorla getirme işleminin hukuka aykırı olduğunu ileri sürerek istinaf talebinde bulunmuştur. Anılan istinaf başvurusu Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 22/2/2019 tarihli kararı ile esastan reddedilmiştir. Mahkûmiyet hükmü resmi belgede sahtecilik suçu açısından istinaf kararı ile 22/2/2019 tarihinde kesinleşmiştir. Öte yandan yargılama diğer suçlar açısından temyiz kanun yolu aşamasında devam etmektedir. Başvurucu, resmi belgede sahtecilik suçuna ilişkin nihai kararı 3/4/2019 tarihinde öğrendiğini beyan etmiştir. Başvurucu 15/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili hukuk kaynakları için bkz. Şehrivan Çoban [GK], B. No: 2017/22672, 6/2/2020, §§ 38-
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/15069
Başvuru, ceza davasında başvurucunun (sanığın) duruşmada hazır bulunma talebi reddedilerek ses ve görüntü aktarımı suretiyle duruşmaya uzaktan katılımının sağlanmaya çalışılması nedeniyle duruşmada hazır bulunma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, darbe teşebbüsü sonrasında yürütülen soruşturmalar kapsamında uygulanan tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluğa ilişkin kararların bağımsız ve tarafsız olmayan sulh ceza hâkimliklerince karara bağlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; usule aykırı şekilde yürütülen bir kısım soruşturma işlemi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 26/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15/7/2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları, soruşturma mercileri ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından, darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/01/2018, § 12). Başvurucu, olay tarihinde Ankara'nın Polatlı ilçesinde bulunan Topçu Tugayı Topçu Taburu Batarya Komutanlığında üsteğmen rütbesiyle görev yapmaktadır. Başvurucu, 15 Temmuz darbe teşebbüsü sırasında 16/7/2016 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmış ve hakkında soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu 17/7/2016 tarihinde Polatlı Cumhuriyet Başsavcılığında ifade vermiş; ifade alma işlemi sırasında başvurucunun müdafii de hazır bulunmuştur. Başvurucu, ifadesinde özetle FETÖ/PDY ve gerçekleşen darbe teşebbüsü ile bir ilgisinin bulunmadığını savunmuştur. Polatlı Cumhuriyet Başsavcılığı aynı tarihte tutuklanması istemiyle başvurucuyu Polatlı Sulh Ceza Hâkimliğine sevk etmiştir. Başvurucu hakkındaki talep yazısında, başvurucunun "Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine karşı silahlı isyana tahrik etme, Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, silahlı terör örgütü kurma veya yönetme, Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçlarından mevcutlu olarak gönderildiği" belirtilerek "şüphelilerin üzerine atılı suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu anlaşılmakla; şüphelilerin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi dikkate alınarak 5271 sayılı CMK’nın vd. maddeleri..." şeklindeki gerekçeyle tutuklanmasına karar verilmesi istenmiştir. Başvurucunun Hâkimlikteki savunmasının ilgili kısmı şöyledir:" ... üzerime atılı suçlamaları kabul etmiyorum. Ben 15/7/2016 tarihindeki ülke genelinde yaşanan darbeye teşebbüs olayından önce Türk Silahlı Kuvvetlerine ait Polatlı Topçu Tugayında Topçu Taburu Batarya Komutanlığında Üstteğmen olarak görev yapıyordum. Darbeye teşebbüs olayından sonra benim görevim değişmedi. Bana da böyle bir görevlendirilme bildirilmedi. Darbeye teşebbüs olayını saat 02:00'a doğru Ankara'ya 20-25 km kala Temelli'yi geçtikten sonra hem sosyal medyadan hem de Ankara'da polis memuru olan kardeşimden öğrendim. Bu sırada yaşanan olaylar ile ilgili ben her hangi bir whatsapp grubuna dahil değildim. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı ve diğer yetkili kişiler tarafından askerlerin kışlaya dönme çağrısını saat 02:00 civarında öğrendim ve çağrıya uymak için araçları dönderdik. Kışlaya patika yoldan Basri Köyü tarafından dönmeye çalıştık fakat dönemedik, polislere teslim olduk. Bu olayda silah kullanmadım, talimat almadım, kimseyede bu yönde talimat vermedim. Ben böyle bir olayın içerisine girdiğim için pişmanım. Olay nedeniyle kamunun ve vatandaşların herhangi bir maddi manevi zarara uğramasına sebebiyet vermedim, fakat vermiş isem de gidermek isterim dedi. Ben aynı zamanda bize emir veren Tugay Komutanı Tuğgeneral A.'dan şikayetçiyim." Başvurucu, Polatlı Sulh Ceza Hâkimliğinin 17/7/2016 tarihli kararıyla anılan suçlardan tutuklanmıştır. Bu kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:" ... suçlarının vasıf ve mahiyeti, dosya kapsamındaki mevcut delil durumu, şüphelilerin beyanı, somut delil mahiyetindeki tutanaklar, mesaj formları, tanık ifadeleri, sıkıyönetim mahkemeleri görevlendirilmesi listesi, sıkıyönetim bölge komutanları, kaçma şüphelerinin bulunması, suçlara dair yasada yazılı cezanın üst haddi, suçların CMK 100/ maddesinde katalog suçlar arasında yer alması dikkate alınarak CMK ve devamı maddeleri uyarınca tutuklanmasına, [karar verildi]." Polatlı Sulh Ceza Hâkimliğinin 3/11/2016 tarihli kararıyla başvurucunun tutukluluğunun devamına karar verilmiştir. Başvurucu müdafiinin bu karara 11/11/2016 tarihinde yaptığı itiraz, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğinin 22/11/2016 tarihli kararıyla "... Polatlı Sulh Ceza Hakimliğinin kararında herhangi bir isabetsizlik bulunmadığı, karar tarihinden bu yana delil durumunda bir değişiklik olmadığı, şüpheliye isnat olunan suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu" şeklindeki gerekçeyle reddedilmiştir. Anılan karar başvurucuya 29/11/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 26/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Polatlı Cumhuriyet Başsavcılığı yürüttüğü soruşturmada başvurucu ile birlikte toplam 330 şüpheli hakkında Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Türkiye Büyük Millet Meclisini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından hazırladığı 16/12/2018 tarihli fezleke ile dosyayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına göndermiştir. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 18/12/2016 tarihli iddianamesi ile başvurucunun fezlekede anılan suçları işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle aynı yer Ağır Ceza Mahkemesinde dava açılmıştır. FETÖ/PDY'ye ve bu örgütün yapılanmasına ilişkin genel bilgilerin yer aldığı iddianamede başvurucunun üzerine atılı suçu işlediğine dair temel olarak Polatlı Cumhuriyet Başsavcılığının fezlekesindeki olgulara dayanılmıştır. FETÖ/PDY'ye ilişkin genel açıklamaların da yer aldığı iddianamede ilk olarak FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün hangi amaç ve saikle kurulduğuna, hangi alanlarda faaliyet gösterdiğine, hiyerarşik yapısına, hangi tür hukuka aykırı eylemlerde bulunduğuna ve şüphelilerin eylemlerine değinilmiştir. Başvurucu hakkında yapılan değerlendirme şöyledir:"...Şüpheliler Personel Şube Müdürü olan yarbay [] ve Topçu taburu Batarya Komutanı üstteğmen [B.A.'nın], 15/7/2016 günü saat:21:33 sularında şüpheli A. tarafından Tugay Harekat Merkezinde yapılan toplantıya katılarak, şüpheli [A.]'nın 'TSK'nın yönetime el koyduğu, sıkıyönetim ilan edildiği, birliklere Ankara ilinde emniyet asayiş görevi verildiği' şeklinde açıklamaları ve devamında A4 kağıda önceden el yazılı olarak hazırladığı Tugay teşkilat yapısına uymayan yeni oluşturulmuş 'görev yeri, personel isimleri ve araç sayısı' gibi hususları içeren birlikleri gösteren kağıt parçasını vererek sözde sıkıyönetim direktiflerini uygulamaya yönelik olarak Ankara/TÜRKSAT uydu istasyonunu ele geçirmek ve kontrol altına alma görevini verdiği; bu görev kapsamında şüphelilerin kendi birlik oluşumunu sağlayarak ve diğer yeni oluşturulmuş birliklere gidecek personelleri de ilgili birliklere göndererek, birliğine silah, teçhizat ve mühimmat aldırtarak hazırlıklarını yapıp toplam 34 personel ve 4 araçla Kışlanın 2 nolu nizameyesinden saat 23:52 ila 23:53 arasında çıkarak Ankara'ya doğru yol aldıkları, Ankara/Temelli çıkışındaki engellemeyi aşarak, Ankara girişi Yapracık yokuşu mevkiinde yolun polis ve halk tarafından kapatılmış olması ve ülke genelinde darbeye teşebbüsün başarısız olması karşısında ilerlemenin imkansızlığı nedeniyle bir süre bekledikten sonra Polatlı'ya dönüşe geçtikleri ve Basri Köyü bölgesinde yakalandıkları; yüklenen suçları işlediği anlaşılmıştır. ..." İddianamede başvurucuya yöneltilen suçlamaların dayandığı olgular özetle şöyledir:i. Şüpheli A. tarafından Tugay Harekat Merkezinde yapılan toplantıya başvurucunun katıldığı ileri sürülmüştür.ii. Şüpheli A.nın el ürünü olan görev yeri ve personel isimlerini gösteren personel isim listesinde başvurucunun da isminin yer aldığı tespit edilmiştir.iii. Şüpheli A.nın "TSK'nın yönetime el koyduğu, sıkıyönetim ilan edildiği, birliklere Ankara ilinde emniyet asayiş görevi verildiği" şeklinde açıklamaları ve devamında A4 kâğıda önceden el yazılı olarak hazırladığı Tugay teşkilat yapısına uymayan, yeni oluşturulmuş görev yeri, personel isimleri ve araç sayısı gibi hususları içeren birlikleri gösteren kâğıt parçasını vererek sıkıyönetim direktiflerini uygulamaya yönelik olarak Ankara/TÜRKSAT uydu istasyonunu ele geçirme ve kontrol altına alma görevinin başvurucuya verildiği ileri sürülmüştür.iv. Başvurucunun anılan görev kapsamında kendi birlik oluşumunu sağlayarak ve diğer yeni oluşturulmuş birliklere gidecek personelleri de ilgili birliklere göndererek, birliğine silah, teçhizat ve mühimmat aldırtarak hazırlıklarını yapıp toplam otuz dört personel ve dört araçla kışlanın 2 No.lu nizamiyesinden saat 52 ile 53 arasında çıkarak Ankara'ya doğru yol aldıkları, Ankara/Temelli çıkışındaki engellemeyi aşarak Ankara girişi Yapracık yokuşu mevkiinde yolun polis ve halk tarafından kapatılmış olması ve ülke genelinde darbe teşebbüsünün başarısız olması karşısında ilerlemenin imkânsızlığı nedeniyle bir süre bekledikten sonra Polatlı'ya dönüşe geçtikleri ve Basri Köyü bölgesinde yakalandıkları belirtilmiştir.v. Ankara Kriminal Polis Labaratuvarının ANK-KİM- 16-06527 numaralı uzmanlık raporunda; başvurucunun el svaplarında atış artıklarının tespit edildiği belirtilmiştir. Ankara Ağır Ceza Mahkemesi (Mahkeme) 2/1/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve E.2017/1 sayılı dosya üzerinden kovuşturma başlamıştır. Mahkemece 9/1/2017 tarihinde yapılan tensiple birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar verilmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"... suçlarını işlediklerine dair, tüm sanıkların savunmaları, tanık beyanları, bilirkişi inceleme raporları, güvenlik kamera kayıtları, arama kararları ile tutanakları, uzmanlık raporları ve tüm dosya kapsamında göre kuvvetli suç şüphesinin varlığı, atılı suçların 5271 Sayılı CMK'nın 100/3 maddesinde tutuklama nedeni olarak öngörülen katalog suçlardan olması, tutuklulukta geçen süre ile kovuşturma konusu suçun yasada öngörülen cezasının alt ve üst sınırları arasında ölçülülük bulunması, adli kontrol hükümlerine uymanın sanıkların iradesine bırakılması ve bu aşamada yetersiz kalma ihtimali nedeniyle tutukluluğun devamı halinde mağduriyete neden olunmaması dikkate alınarak ... tutukluluk halinin devamına ... [karar verildi]." Mahkemece başvurucu ve bir kısım sanıklar yönünden tutuklu olmak kaydıyla toplam üç yüz otuz sanık hakkında devam eden yargılama sonucunda 19/4/2018 tarihli kararla başvurucunun anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve "... atılı suçları işlemesi nedeniyle verilen ceza miktarı, sanıkların işlediği suç türünün CMK'nun 100/ bendinde sayılı suçlardan olması nedeniyle tutuklama nedeninin devam etmesi, sanıkların kaçma şüphesi altında bulunması, tutuklama tedbirinin işlenen suça ve verilen ceza miktarına göre ölçülü olması ile tutuklulukta geçen süre ..." gerekçesiyle tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Mahkûmiyete ilişkin kararın ilgi kısmı şöyledir:" ... Subay rütbesindeki sanıkların; darbe girişimi kastıyla personeli tugaya çağırdıkları, mevzuata aykırı birlikler oluşturdukları, bu birliklerin suçta kullanacakları araç, teçhizat ve mühimmatın tahsis edilmesi için talimat verdikleri, aynı birlikleri sevk ve idare ederek tugay dışına intikal ettirdikleri görülmüştür. Anayasayı ihlal suçunun tek bir kişi tarafından işlenmesi mümkün olmayıp suçu gerçekleştirmeye elverişli nitelik ve nicelikte silahlı güce ihtiyaç bulunmaktadır. Somut olayda subay rütbesindeki sanıkların bu durumun bilinciyle emirleri altındaki birlikleri suçun işlenmesinde kullandıkları anlaşılmıştır. Bu sanıkların anayasayı ihlal suçunu işlemeye elverişli cebir ve şiddet eylemlerini -uçak ve helikopter gibi çok etkili ateş gücüne sahip silahları doğrudan kullanmak dışında- astları eliyle gerçekleştirecekleri hususu tartışmasız olup, subay rütbesindeki sanıkların emirleri altındaki birlikleri darbeye teşebbüs kastıyla sevk ve idare etmeleri ve bu amaçla verdikleri emir/emirler ile fikir ve eylem birliği içerisinde gerçekleştirdikleri her tür eylemleri suçun TCK'nun 37/1 maddesi uyarınca 'fiilin birlikte gerçekleştirilmesi' olarak nitelendirilmelidir.Zira subay rütbesindeki sanıkların atılı suçu işlemek için emir vermek dışında başkaca bir eylemde bulunmalarına, hatta kışla dışına çıkmalarına dahi gerek yoktur. Nitekim 15/7/2016 tarihinde, yargılama konusu dışındaki diğer askeri birliklerden dışarı çıkılmadan dahi verilen emir ve talimatlarla darbe girişiminin yürütüldüğü görülmüştür. Bu nitelikte olan sanıkların ister kışla dışında isterse kışla içinde olsun darbe girişimine yönelik sadece emir vermek suretiyle dahi bu suçu doğrudan işledikleri sonuç ve kanaatine varılmıştır."Başvurucu,mahkûmiyet hükmüne karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla Ankara Bölge Adliye (İstinaf) Mahkemesinde derdesttir ve başvurucunun tutukluluk durumu devam etmektedir. İlgili hukuk için bkz. Abdurrahim Özkan, B. No: 2017/25586, 18/4/2018, §§ 19-
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/40642
Başvuru, darbe teşebbüsü sonrasında yürütülen soruşturmalar kapsamında uygulanan tutuklama tedbirlerinin hukuki olmaması, tutukluluğun makul süreyi aşması, tutukluluğa ilişkin kararların bağımsız ve tarafsız olmayan sulh ceza hâkimliklerince karara bağlanması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; usule aykırı şekilde yürütülen bir kısım soruşturma işlemi nedeniyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, itiraz dilekçesinde kullanılan ifadeler nedeniyle cezalandırılmanın ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 9/2/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1960 doğumlu olan başvurucu 1988 ile 2014 yılları arasında bir kamu kurumunda avukat olarak çalışmıştır. Başvurucunun iddiasına göre 2002 ile 2014 arası dönemde O.P. isimli bir şahıs, başvurucu hakkında ilgili kamu kurumlarına 300 civarında şikâyet dilekçesi vermiştir. Başvurucu 2014 yılından itibaren serbest avukat olarak çalışmaya başlamıştır. Başvurucunun iddiasına göre O.P. isimli şahıs bu dönemde de Bakanlığa, Giresun Barosuna ve Giresun Cumhuriyet Başsavcılığına kendisi hakkında pek çok şikâyette bulunmuştur. Başvurucunun O.P. hakkında yaptığı bir şikâyet üzerine yapılan soruşturmada 22/11/2013 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Başvurucu bu karara karşı 26/12/2013 tarihli itiraz dilekçesi sunmuştur. Dilekçede "...[O.P.] tam anlamıyla sapkınlık derecesinde şikayet dilekçeleri vermeye başlamış,...sapkınlık derecesinde verdiği şikayet dilekçeleri ile taciz etmekten çekinmeyen sanık [O.P.]..." ibarelerine yer vermiştir. Anılan dilekçedeki ifadeler üzerine O.P. (müşteki) hakaret suçundan işlem yapılması talebiyle şikâyette bulunmuştur. Şikâyet üzerine yapılan soruşturma sonucunda başvurucunun hakaret suçundan cezalandırılması istemiyle iddianame düzenlenmiştir. Soruşturma esnasında başvurucu şu şekilde ifade vermiştir:"... [O.P.] devlet memuruyken ..., Ağır Ceza Mahkemesinde yargılandı ve kendisine ceza verildi, konusu sigorta yolsuzluğudur, bu dosyada kurumu ben savundum keza tahkikat dosyasının da tanığıydım, 2002 yıllarında başlayan bu olaylardan dolayı kendisi vatanını milletini seven biri rumuzu ile veya benzeri rumuzlar ile tarafımı 300'ü aşkın şikayet dilekçesi ile şikayet etti, 5 kez müfettiş geldi, müfettişlerden ... bu dilekçelerin [O.P.]'ın tarafımı yıldırmak ve sindirmek amaçlı verildiğini tespit etti ve suç duyurusunda bulunmamı önerdi, şikayet dilekçelerinin içeriğinde vücudumda bulunan dövmelere kadar konu vardı, koridorlarda küfür ederek gezmem bileğimin ve omzumun görünüyor olması şeklinde görevim ve mesleğim ile alakasız boyutlara ulaşmıştı, kurumca hakkımda çok tahkikat yapıldı, yeri geldi haftada iki kez savunma hazırlamak zorunda kaldım ancak hepsinden aklandım,...... benim görevimi yapmam [O.P.]'ın usulsüz olarak kazanç sağlamasını engellediği için tarafımı hedef aldı,taciz etmek, sindirmek ve yıldırmak amaçlı 300'e yakın şikayet dilekçesi verdi, hiçbir insanın psikolojisinin buna tahammül etmesi mümkün değildir, ... 10 yıllık süreç boyunca taciz edildiğime, kişilik haklarıma saldırıldığına dair suç duyurularında bulundum, delil yetersizliğinden takipsizlik kararı verildi yani adalet beni koruyamadı, emekli olduktan sonra bile halen [O.P.]'ın hakkımda verdiği şikayet dilekçeleri vardır, bu dilekçeler kurumda mevcuttur, altında isim ve imzaları vardır, bu dilekçelerin Giresun Sosyal Güvenlik İl Müdürlüğünden celbedilebilir, içeriği kimin kimi taciz ettiğini gösterecektir, ben devleti temsil ettim, kendisi benim temsil görevimi yerine getirmemi engellemek amaçlı olayı şahsi platforma çekti ve tarafımı ziyadesi ile taciz etti, suç duyurularımın da neticesiz kalması ve korumasız olmam nedeniyle sert ifadeler kullanmış olabilirim, bu da 10 yıl boyunca taciz olmamın neticesidir..." Giresun Asliye Ceza Mahkemesinde yapılan yargılama sonunda 30/10/2014 tarihli kararla başvurucu suçlu bulunarak hakaret suçundan 500 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmiştir. Kararın ilgili bölümleri şöyledir:"Sanık Meral ÖZATA alınan savunmasında özetle; 'Sanık beni 2002 yılından beri şikayet dilekçeleriyle sürekli olarak taciz etmektedir. Aynı zamanda sahte isimli ve sahte imzalı dilekçelerle beni şikayet etmektedir. Benim müsnet olayda herhangi bir şekilde hakaret kastım bulunmamaktadır. Sadece niteleme olarak böyle bir kelime kullandım. Müştekinin hakkımdaki şikayet dosyalarının Giresun Cumhuriyet Başsavcılığından, SGK'dan ve Hukuk Mahkemelerinden celplerini istiyorum...' Şeklinde beyanda bulunmuştur....Yapılan yargılama ve tüm dosya kapsamına göre; Sanık Meral ÖZATA'nın Giresun Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 2013/4464 soruşturma sayılı dosyasında müşteki olarak yer aldığı, aynı dosyada [O.P.]'ın ise şüpheliler arasında yer aldığı, söz konusu dosyada 22/11/2013 günlü 2013/4464 soruşturma sayılı 2013/3531 karar sayılı takipsizlik kararının verildiği, sanık Meral ÖZATA'nın söz konusu takipsizlik kararına karşı 26/12/2013 günlü (27/12/2013 havale tarihli) itiraz dilekçesini yazarak dosyaya ibraz ettiği, söz konusu itiraz dilekçesinde sanığın katılan [O.P.]'ı kast ederek '...[O.P.] tam anlamıyla Sapkınlık derecesinde şikayet dilekçeleri vermeye başlamış,...Sapkınlık Derecesinde Verdiği Şikayet Dilekçeleri ile Taciz Etmekten Çekinmeyen Sanık [O.P.] ile...' hususlarını yazarak katılan [O.P.]'a hakarete bulunduğu, sanığın dilekçede ki sözlerinin savunma sınırını aştığı, itirazlarında ve savunmasında yardımcı olmak için dahi bu kelimenin kullanılamayacağı, hiç kimseye sapkınlık yakıştırmasının yapılamayacağı, sanığın katılanın 'onur, şeref ve saygınlığını' kullandığı bu kelimelerle rencide ettiği, kullanılan kelimenin TCK'nun 125/1 ve 125/12 maddesinde yer alan hakaret suçuna vücut vereceği sabit olmakla, sanık üzerine atılı hakaret suçundan cezalandırılma yoluna gidilmişve aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur". Başvurucunun anılan karara itirazı Giresun Ağır Ceza Mahkemesince 17/12/2014 tarihinde reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 15/1/2015 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 9/2/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Kanun26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Hakaret" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil veya olgu isnat eden (...) veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır...(2) Fiilin, mağduru muhatap alan sesli, yazılı veya görüntülü bir iletiyle işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkrada belirtilen cezaya hükmolunur.” Yargıtay İçtihadı Yargıtayın kişinin maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkı ile hak arama hürriyeti ve şikâyet hakkı arasındaki dengenin nasıl kurulması gerektiğine ilişkin yerleşik içtihadı şöyledir (Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/12/2017 tarihli ve E.2016/938, K.2017/8564 sayılı; 18/12/2017 tarihli ve E.2016/2768, K.2017/8377 sayılı kararları):"...Şikayet hakkı, diğer bir deyimle hak arama özgürlüğü; Anayasa’nın maddesinde; 'Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir' şeklinde yer almıştır. Hak arama özgürlüğü bu şekilde güvence altına alınmış olup; kişiler, gerek yargı mercileri önünde gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara başvurmak suretiyle kendilerine zarar verenlere karşı haklarının korunmasını, yasal işlem yapılmasını ve cezalandırılmalarını isteme hak ve yetkilerine sahiptir. Anayasa’nın güvence altına aldığı hak arama özgürlüğünün yanında, yine Anayasanın 'Temel Haklar ve Hürriyetlerin Niteliği' başlığını taşıyan maddesinde herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu belirtildikten başka, maddesinde de, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu da düzenleme altına alınmış bulunmaktadır...Hak arama özgürlüğü ile kişilik haklarının karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin bu iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Daha az üstün olan yararın, daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Hak arama özgürlüğü, diğer özgürlüklerde olduğu gibi sınırsız olmayıp kişi salt başkasını zararlandırmak için bu hakkı kullanamaz. Bu hakkın hukuken korunabilmesi ve yerinde kullanıldığının kabul edilebilmesi için şikâyet edilenin cezalandırılmasını veya sorumlu tutulmasını gerektirecek yeterli kanıtların mevcut olması da zorunlu değildir. Şikâyeti haklı gösterecek bazı emare ve olguların zayıf ve dolaylı da olsa varlığı yeterlidir. Bunlara dayanarak başkalarının da aynı olay karşısında davalı gibi davranabileceği hallerde şikâyet hakkının kullanılmasının uygun olduğu kabul edilmelidir. Aksi halde şikâyetin hak arama özgürlüğü sınırları aşılarak kullanıldığı, kişilik değerlerine saldırı oluşturduğu sonucuna varılmalıdır..."B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Koray Çalışkan, B. No: 2014/4548, 5/12/2017, §§ 17- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre maddi olgular ile değer yargısı arasında dikkatli bir ayrıma gidilmelidir. Maddi olgular ispatlanabilirse de değer yargılarının doğruluğunu ispatlamanın mümkün olmadığı hatırda tutulmalıdır (Lingens/Avusturya, B. No: 9815/82, 8/7/1986, § 46). AİHM, değer yargılarının doğruluğunu ispat etmenin yerine getirilmesi imkânsız bir talep olduğunu ve böyle bir yükümlülüğün kendiliğinden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin maddesinde korunan hakkın temel bir bileşeni olan görüş sahibi olma özgürlüğünü ihlal edeceğini belirtmektedir. AİHM, bununla birlikte bir açıklamanın değer yargısı düzeyine ulaştığı durumlarda dahi -kendisini destekleyen bir olgusal temel olmayan değer yargıları aşırı görülebileceğinden- müdahalenin orantılılığının değer yargısı niteliğindeki sözlerin yeterli bir olgusal temele sahip olup olmadığına dayanabileceğini ifade etmiştir (Jerusalem/Avusturya, B. No: 26958/95, 27/2/2001, §§ 42, 43).
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/2326
Başvuru, itiraz dilekçesinde kullanılan ifadeler nedeniyle cezalandırılmanın ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tapu tahsis belgesi iptal edilen yapının yıkılması sonucunda uğranılan zararın giderilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/4/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1949 doğumlu olup Ankara'da ikamet etmektedir. A. Olayın Arka Planı Başvurucu Ankara'nın Mamak ilçesi Şirintepe Mahallesi'nde kâin 3320 ada 14 parsel numaralı taşınmaz üzerinde bir adet tek katlı gecekondu inşa etmiştir. Anılan taşınmaz özel mülkiyette bulunmaktadır. Başvurucu, taşınmazı harici satış senediyle 6/2/1980 tarihinde A.Z.den satın aldığını belirtmektedir. Başvurucu, arsaya ait yer ücretini 1980 yılında 12 taksit hâlinde Mamak Belediyesine ödemiştir. Başvurucu "Mamak Dutluk Şirintepe Sokak Devamı No: ..." adresinde bulunan gecekondu için tapu tahsis belgesi verilmesi istemiyle 3/1/1985 tarihinde Mamak Belediyesine müracaat etmiştir. Müracaat formunda taşınmazın kadastral ada ve parsel numaraları yer almamaktadır. Başvurucunun müracaatında "Yapının bulunduğu alanın mülkiyet durumu" hanesi "Şahsa ait" şeklinde işaretlenmiş, gecekondunun inşa tarihi ise 1977 yılı olarak gösterilmiştir. Mamak Belediyesi tarafından Ankara'nın Mamak ilçesi Şirintepe Mahallesi'nde kâin 3381 ada 14 parsel numaralı ve toplam 162 m² büyüklüğündeki taşınmazın 205 m²lik bölümü için 22/1/1985 tarihinde başvurucuya tapu tahsis belgesi verilmiştir. Tapu tahsis belgesinde taşınmazın maliki "Belediye" olarak gösterilmiştir. Anılan 3381 ada 14 parsel numaralı taşınmaz, tapu kütüğünde Ankara Belediyesi adına kayıtlı iken 17/7/1987 tarihinde Mamak Belediyesine devredilmiştir. Tapu kütüğünün beyanlar hanesinde 205 m²lik arsanın başvurucuya tahsis edildiği şerhi yer almaktadır. Başvurucu ile Ankara Büyükşehir Belediyesi (Belediye) arasında Yeni Mamak Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi kapsamında 11/9/2008 tarihli Tapu Tahsis Belgeli Tesis Karşılığı Konut Sözleşmesi akdedilmiştir. Sözleşmeye göre başvurucuya bir adet 100 m²lik daire teslim edilecek, bunun karşılığında başvurucu, sözleşmede belirlenen tahsis borcunu ödeme yükümlülüğü altına girecektir. Anılan sözleşmede tahsis borcu 497,50 TL, enkaz bedeli ise 598,11 TL olarak tespit edilmiştir. Başvurucu, enkaz bedelinin düşülmesinden sonra kalan 898,39 TL üzerinden borçlandırılmış; borcun 72 aylık taksitler hâlinde ödenmesi bağıtlanmıştır. Sözleşmenin maddesinin (d) bendine göre sözleşmenin imzalanması tarihinden sonra yapılan araştırma sonucunda hak sahibi olunmadığının belirlenmesi hâlinde sözleşme Belediye tarafından tek taraflı olarak iptal edilebilecektir. Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi Hak Sahipliği Değerlendirme formunda 298,07 TL muhdesat bedeli saptanmıştır. Başvurucu, ödeme planı doğrultusunda taksitlerini ödemeye başlamış ve bireysel başvuru konusu işlemin tesis edildiği 22/5/2013 tarihi itibarıyla toplam 000 TL ödeme yapmıştır. Gecekondu, dosyadan anlaşılamayan bir tarihte Belediye tarafından yıktırılmıştır. Belediyenin 22/5/2013 tarihli işlemiyle Tapu Tahsis Belgeli Tesis Karşılığı Konut Sözleşmesi iptal edilmiştir. Başvuru formundan anlaşıldığı kadarıyla tapu tahsis belgesi de iptal edilmiştir. Başvurucunun tapu tahsis belgesinin iptaline ilişkin işleme karşı dava açtığıyla ilgili olarak bir bilgi, bireysel başvuru formunda yer almamaktadır. Sözleşmenin iptaline ilişkin işlemin gerekçesinde sözleşme konusu taşınmazın Hazineye, belediyeye veya il özel idaresine ait ya da Vakıflar Genel Müdürlüğünce idare edilen taşınmazlardan olmayıp özel kişilerin mülkiyetinde bulunduğu ve sözleşmenin maddesinin (d) bendine dayanılarak sözleşmenin iptal edildiği belirtilmiştir. Belediye, başvurucunun ödediği 000 TL'yi faizsiz olarak başvurucuya iade etmiştir. B. Bireysel Başvuruya Konu Süreç Başvurucu 13/11/2013 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesinde (Mahkeme) Belediye aleyhine tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde 000 TL'nin yasal faiziyle birlikte iade edilmesi gerektiği belirtilerek faiz bedeli karşılığında 100 TL tazminata hükmedilmesi talep edilmiştir. Dilekçede ayrıca 598,11 TL enkaz bedeli ile 298,07 TL muhdesat bedelinin tazminat olarak ödenmesi isteminde bulunulmuştur. Başvurucu, sözleşmenin hak sahibi olmadığı gerekçesiyle feshinin hukuka aykırı olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu, sözleşme iptal edilse bile muhdesat ile enkaz bedelinin ödenmesi, ayrıca ödediği 000 TL'nin yasal faiziyle birlikte iade edilmesi gerektiğini savunmuştur. Başvurucu son olarak taşınmazı kullanamadığından dolayı da zarara uğradığını açıklamıştır. Mahkeme 24/11/2014 tarihinde taşınmaz mahallinde keşif yaptıktan sonra bilirkişi kurulu tarafından hazırlanan 3/2/2015 havale tarihli raporda, başvurucunun gecekondusunun tapu tahsis belgesinde gösterilen ve Belediyeye ait olan 3381 ada 14 parsel numaralı parselin üzerinde değil, mülkiyeti özel kişiye ait olan 3320 ada 14 parsel numaralı parselin üzerinde olduğu belirtilmiştir. Raporda ayrıca Belediyenin sözleşmeyi feshetmesinin 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun'un maddesine uygun olduğu, 000 TL için Belediyenin temerrüdünün söz konusu olmaması sebebiyle başvurucu lehine faize hükmedilmemesi gerektiği görüşü açıklanmıştır. Bu karşılık raporda, sözleşmede tespit edilen muhdesat bedeli ile enkaz bedelinin başvurucuya ödenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Aynı bilirkişi kurulunca hazırlanan 28/9/2015 havale tarihli ek raporda ise muhdesat bedelinin dava tarihindeki karşılığının 041,39 TL olduğu belirtilmiştir. Raporda ayrıca taraflar arasında akdedilen sözleşmede başvurucuya ait tesis için hak sahibine 2008 yılı için aylık 250 TL kira yardımı yapılacağı ve bu yardımın hak edilen konutun hak sahibine teslimine kadar devam edeceği hüküm altına alındığı ifade edilmiş, bunun uygulanmamış olması hâlinde başvurucunun gecekondusunu kullanamaması nedeniyle yoksun kaldığı zararın 481 TL olabileceği değerlendirilmiştir. Mahkeme 24/12/2015 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 10/6/2015 tarihli ve E.2014/13-2459, K.2015/1521 sayılı kararına atıfta bulunularak tapu tahsis belgeli taşınmaz üzerindeki bina ve eklentileri karşılığında ödenecek bedelin belirlenmesinde arsa üzerindeki yapılara ait enkaz bedelinin esas alınması gerektiği belirtilmiştir. Kararda, tarafların imzaladıkları sözleşmenin maddesinde hak sahibinin borcu belirlenirken arsa üzerindeki tesis ve müştemilata ait enkaz bedelinin düşüleceğinin kararlaştırıldığı ifade edilmiştir. Sözleşmenin taraflar yönünden bağlayıcı olduğunun vurgulandığı kararda, 2981 sayılı Kanun'un maddesinin (b) fıkrası, 14/4/2006 tarihli ve 26139 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Kuzey Ankara Girişi Kentsel Dönüşüm Projesi Yönetmeliği'nin (Yönetmelik) maddesi ve sözleşme hükümleri uyarınca tapu tahsis belgeli gecekonduların bulunduğu arsa üzerindeki yapı ve müştemilatlar ile ağaçlara ait bedelin belirlenmesinde sadece enkaz bedelinin esas alınması gerektiği kabul edilmiştir. Mahkeme bu gerekçelerle başvurucuya enkaz bedelinin değil de yapı bedelinin ödenmesinin hukuken mümkün olmadığını açıklamıştır. Mahkeme enkaz bedeline yönelik olarak ise bunun düşülmesinden sonra borçlandırma işlemi yapıldığına dikkat çekmiştir. Mahkeme son olarak başvurucunun hesap numarasını bildirmesi üzerine idarenin başvurucuya 000 TL ödeme yaptığı gözetildiğinde bunun faizsiz olarak ödenmiş olmasının hukuka uygun olduğunu belirtmiştir. Başvurucu, dava dilekçesindeki iddialarla karara karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Başvurucu ek olarak taşınmazın kullanamaması dolayısıyla yoksun kaldığını belirttiği 481 TL'nin de ödenmesi gerektiğini ifade etmiştir. Anayasa Mahkemesi kararlarına da atıfta bulunan başvurucu, taşınmazının bedelsiz olarak yıkılmasının mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür. Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 22/5/2017 tarihli kararıyla Mahkeme kararı, usul ve yasaya uygun olduğu belirtilerek onanmıştır. Karar düzeltme istemi de 11/3/2019 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar 7/4/2019 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/4/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 22/12/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun "Tescil" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Taşınmaz mülkiyetinin kazanılması, tescille olur.Miras, mahkeme kararı, cebrî icra, işgal, kamulaştırma hâlleri ile kanunda öngörülen diğer hâllerde, mülkiyet tescilden önce kazanılır. Ancak, bu hâllerde malikin tasarruf işlemleri yapabilmesi, mülkiyetin tapu kütüğüne tescil edilmiş olmasına bağlıdır." 2981 sayılı Kanun’un "Tapu verme" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"a) Bu Kanun hükümlerine göre hazine, belediye, il özel idaresine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idare ettiği arsa veya araziler üzerinde, gecekondu sahiplerince yapılmış yapılar, 12 nci madde hükümlerine göre tespit ettirildikten sonra, kayıt maliki kamu kuruluşunca bu yer hak sahibine tahsis edilir ve bu tahsisin yapıldığı tapu sicilinin beyanlar hanesinde gösterilerek ilgilisine 'Tapu Tahsis Belgesi' verilir.Tapu tahsis belgesi, ıslah imar planı veya kadastro planları yapıldıktan sonra hak sahiplerine verilecek tapuya esas teşkil eder....Hak sahibi olmadığı halde tapu verilen kişilerin tapuları resen iptal edilir." 2981 sayılı Kanun’un "Tapu tahsis belgesi verilen gecekondular" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Tapu tahsis belgesi verilen gecekondular hakkında aşağıdaki uygulamalar yapılır.a) (Değişik : 22/5/1986 - 3290/6 md.) Bu Kanun gereğince arsa tahsis edilecek kimselerin; kendisinin veya eşinin veya reşit olmayan çocuğunun oturduğu belediye ve mücavir alan sınırı içinde ev yapmaya müsait arsaya veya bir eve veya apartmanın bağımsız bir bölümüne veya bir bölümü iş yeri olarak kullanılan bir yapıya sahip bulunmaması gerekir.b) (Değişik : 22/5/1986 - 3290/6 md.) Hazine, belediye, il özel idarelerine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idaresinde olan veya bu Kanun uyarınca mülkiyetlerine geçen arsa veya araziler üzerinde, ıslah imar planları ile meydana getirilen imar parselleri içinde hak sahiplerine, yapılarının işgal ettiği arazi de dikkate alınarak ıslah imar planında getirilen ölçülere uygun şekilde arsa veya hisse tahsis edilir. Gecekondusu muhafaza edilemeyen hak sahiplerine aynı bölgede veya diğer gecekondu ıslah veya önleme bölgesinde başka bir arsa veya hisse verilir. Tahsis edilen arsa veya hissenin bedeli 4/11/1983 tarih ve 2942 sayılı Kanun veya 6/6/1984 tarih ve 3016 sayılı Kanuna göre tespit edilir.…" 13/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun "Ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak başlanan yapılar" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Bu Kanun hükümlerine göre ruhsat alınmadan yapılabilecek yapılar hariç; ruhsat alınmadan yapıya başlandığı veya ruhsat ve eklerine aykırı yapı yapıldığı ilgili idarece tespiti, fenni mesulce tespiti ve ihbarı veya herhangi bir şekilde bu duruma muttali olunması üzerine, belediye veya valiliklerce o andaki inşaat durumu tespit edilir. Yapı mühürlenerek inşaat derhal durdurulur.Durdurma, yapı tatil zaptının yapı yerine asılmasıyla yapı sahibine tebliğ edilmiş sayılır. Bu tebligatın bir nüshası da muhtara bırakılır.Bu tarihten itibaren en çok bir ay içinde yapı sahibi, yapısını ruhsata uygun hale getirerek veya ruhsat alarak, belediyeden veya valilikten mühürün kaldırılmasını ister.Ruhsata aykırılık olan yapıda, bu aykırılığın giderilmiş olduğu veya ruhsat alındığı ve yapının bu ruhsata uygunluğu, inceleme sonunda anlaşılırsa, mühür, belediye veya valilikçe kaldırılır ve inşaatın devamına izin verilir.Aksi takdirde, ruhsat iptal edilir, ruhsata aykırı veya ruhsatsız yapılan bina, belediye encümeni veya il idare kurulu kararını müteakip, belediye veya valilikçe yıktırılır ve masrafı yapı sahibinden tahsil edilir. (Ek fıkra:29/11/2018-7153/15 md.) İdare tarafından ruhsata bağlanamayacağı veya aykırılıkların giderilemeyeceği tespit edilen yapıların ruhsatı üçüncü fıkrada düzenlenen bir aylık süre beklenmeden iptal edilir ve mevzuata aykırı imalatlar hakkında beşinci fıkra hükümleri uygulanır." Yönetmelik'in maddesi şöyledir:"(1) Tapu tahsis belgesindeki tahsis miktarı 400 m2 olup arsa borcu bulunmayan hak sahiplerine Belediye Meclisince belirlenecek büyüklükte bir adet konut verilir. Tapu tahsis belgesindeki tahsis miktarı 400 m2’den az olan maliklerin eksik arsa oranları, konut sözleşmesi ile Belediye Meclisince tespit edilecek konut büyüklüğünün inşaat maliyet bedeli oranı üzerinden hesaplanacak bedele, gecekonduya ait varsa arsa borcu da ilave edilerek, toplamdan; tesis ve müştemilata ait enkaz bedeli düşülerek borçlandırma yapılır."B. Uluslararası Hukuk İlgili uluslararası hukuk için bkz. Feti Yılmaz ve diğerleri, B. No: 2017/37121, 11/12/2019, §§ 27-
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/14578
Başvuru, tapu tahsis belgesi iptal edilen yapının yıkılması sonucunda uğranılan zararın giderilmemesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ulusal bir gazetede yayımlanan bir köşe yazısı nedeniyle bir gün süreyle reklamlarının ve resmî ilanların kesilmesine karar verilmesinin başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 17/3/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, ulusal çapta yayın yapan Yeni Akit gazetesinin (gazete) yayımcısıdır. Davalı ise Basın İlan Kurumudur (BİK). BİK 9/1/1961 tarihli ve 195 sayılı Basın İlan Kurumu Teşkiline Dair Kanun ile kurulmuş, kamu tüzel kişiliğini haiz bir idaredir. Olayların geçtiği tarihte Başbakanlığa bağlı olan -daha sonra Cumhurbaşkanlığına bağlanacak olan- BİK'in internet sitesinde; Kurumun resmî ilanların dağıtımında adaletsiz davranıldığı gerekçesiyle Hükûmet ile gazeteleri karşı karşıya getiren uygulamalara son vermek amacıyla kurulan bir kurum olduğu belirtilmiştir. BİK'in görevlerinden birinin basın ahlak esasları kapsamında şikâyete bağlı ve/veya resen inceleme yaparak ihlalin sabit olduğu hâllerde resmî ilan ve reklamların kesilmesi yoluyla gazetelere yaptırım uygulaması olduğu ifade edilmiştir.A. Arka Plan Bilgisi Kamuoyunda 17-25 Aralık soruşturmaları olarak anılan süreçte 2013 yılının Aralık ayında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından iş adamı, bürokrat ve memurların da bulunduğu birçok kişiye yönelik olarak kara para aklama, altın kaçakçılığı ve kamu görevlilerine rüşvet iddialarıyla operasyonlar başlatılmış ve bu kapsamda çok sayıda kişi gözaltına alınarak tutuklanmıştır. Sonrasında kamuoyunda, bu operasyonu yürütenlerin devlet içinde örgütlenmiş paralel bir yapılanma olduğu ve devlete karşı darbe hazırlığında olduğu değerlendirilmiştir. Sözü edilen operasyonları yürüten savcılardan biri de Z.Ö.dür. Dolayısıyla yazılı ve görsel basında Z.Ö.nün paralel yapılanma ile ilişkili olduğu iddialarını içeren çok sayıda haber yapılmıştır.B. Somut Başvuruya İlişkin Olaylar Gazetenin 16/1/2014 tarihli nüshasında "İşin Öz’ü: Akşamdan Yenilen Hurmalar, Geceleyin Mideyi Tırmalar!" başlıklı bir yazı yayımlanmış ve Z.Ö hakkında çeşitli iddialara yer verilmiştir. Yayımlanan yazıdan sonra gazetenin 6/2/2014 tarihli nüshasında "Z.Ö.den Açıklama" başlıklı bir yazı yayımlanarak hakkında yazılanları Z.Ö.nün yalanladığı belirtilmiştir. Sulh Ceza Hâkimliği Süreci Anılan köşe yazısı hakkında Z.Ö., gerçeğe aykırı, suçlayıcı isnat ve yorumlara yer verilmek suretiyle kişilik haklarına saldırıda bulunulduğu iddiası ile cevap ve düzeltme metnine aynen yer verilmesine karar verilmesini talep etmiştir. (Kapatılan) Bakırköy Sulh Ceza Mahkemesi 13/2/2014 tarihli kararıyla gazete nüshası eklenmediğinden talebin reddine karar vermiştir. İtiraz üzerine karar, Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesinin 20/2/2014 tarihli kararıyla kaldırılarak talebin kabulüne, cevap ve düzeltme metninin kararın kesinleşmesinden sonra gazetenin aynı sayfasında, aynı sütun ve büyüklükte puntolarla yayımlanmasına karar verilmiştir. Z.Ö. 19/3/2014 tarihinde; gazetenin sorumlu müdürü olan A.İ.K. hakkında cevap ve düzeltme metnini yayımlamadığı, bu nedenle 9/6/2004 tarihli ve 5187 sayılı Basın Kanunu'nun maddesine aykırı davrandığı gerekçesiyle suç duyurusunda bulunmuştur. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı 28/4/2014 tarihli iddianamesiyle A.İ.K.nın 5187 sayılı Kanun gereğince cezalandırılmasını talep etmiştir. Yargılamayı yapan Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesi 21/4/2015 tarihli kararıyla cevap ve düzeltme metninin yayımlanmasına ilişkin karar tebliğini A.İ.K.nın aldığına dair somut delil bulunmadığından beraatine karar vermiştir. Basın İlan Kurumu Süreci BİK'in Basın Ahlak Esasları Hakkında 129 sayılı Genel Kurul kararının ilgili kısımları şöyledir:"Madde 1 – Bir kamu hizmeti olan gazetecilik, kişisel veya ahlâka aykırı amaç ve çıkarlara âlet edilemez ve kamu yararına aykırı bir şekilde kullanılamaz. Haberlerde ve olayların yorumunda gerçeklerden saptırma, çarpıtma veya kısaltma yoluyla amaçlı olarak ayrılınamaz. Doğruluğu kuşku uyandırabilen ve araştırılması gazetecilik imkânları içinde bulunan haberler, araştırılıp doğruluğuna emin olunmadan yayınlanamaz. Bu hizmetin görülmesinde aşağıdaki Basın Ahlâk Esasları’na uyulur:...g) Gazete ve dergiler, verdikleri gerçeğe aykırı bilgilerden dolayı, yollanacak, yayın organına ve üçüncü kişilere hakaret ve suç unsuru içermeyen cevap ve düzeltme metinlerini; bunların gönderilmesine sebep olan yazının etkisini bütünüyle giderecek şekilde, günlük süreli yayınlarda cevap ve düzeltme metinlerinin alındığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda ise cevap ve düzeltme metinlerinin alındığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlar....Madde 2 – Gazete ve dergilerin Basın Ahlâk Esasları’na aykırı davrandığına ilişkin ihbar ve şikâyetler, kendilerini ilgilendiren hallerde gerçek ve tüzel kişilerce, genel olarak da 195 sayılı Kanun’un 5’inci maddesinde temsili öngörülen kurum veya kuruluşlarca Basın İlân Kurumu Yönetim Kurulu’na yapılır....Aynı konuda yargı organlarına başvurulmuş olması, Yönetim Kurulu’nun incelemesini ve karar vermesini etkilemez.Madde 4 – Gazete ve dergilerin, Basın Ahlâk Esasları’na uymadıkları Yönetim Kurulu’nca, kendiliğinden veya başvuru üzerine tespit edildiğinde, 195 sayılı Kanun’un 49’uncu maddesinin (a) bendi uygulanır..." Z.Ö. 14/3/2014 tarihinde; cevap ve düzeltme metni yayımlanması yönündeki karara istinaden gazeteye ihtarname çekildiğini, ihtarname tebliğ edilmesine rağmen metnin yayımlanmadığını, bu nedenle gazetenin basın ahlak esaslarını ihlal ettiğini ileri sürerek BİK'e şikâyetçi olmuştur. BİK 7/7/2014 tarihli Yönetim Kurulu kararıyla başvurucu gazete hakkında reklam ve resmî ilanların bir gün süre ile kesilmesine karar vermiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:"...Gazetenin 6/2/2014 tarihli nüshasının sayfasında bir açıklamaya yer verildiği görülmüştür... Bu açıklama, ilgili gazetenin şikayet konusu haberinin yayımlandığı sayfada( Sayfa) ve sütunda yayımlanmadığından, daha da önemlisi şikayetçi tarafından gönderilen cevap ve düzeltme metnininkısaltılmış bir şekli niteliğinde olduğundan hukuken cevap ve düzeltme metnininyayımlanması niteliğinde olmadığı belirlenmiştir. Basın Ahlak Esasları Hakkında 129 sayılı Genel Kurul kararının maddesinin g bendini ihlal ettiği sonucuna varıldığından 195 sayılı kanun 49/a maddesi uyarınca resmi ilan ve reklamlarının 1 gün süre ile kesilmesine karar verilmiştir ..." Başvurucu, BİK kararına itiraz etmiştir. İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi (hakem sıfatıyla) 16/2/2016 tarihli kararıyla itirazın reddine kesin olarak karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"...şikayetçi olan Z.Ö. hakkında asılsız vegerçek dışı haberlere yer verildiği, ayrıca, söz konusu haberle ilgili cevap ve düzeltme metninin uygulanması yönünde kesinleşmiş karara ilişkin cevap ve düzeltme ihtarnamesinin 08/03/2014 tarihinde gazeteye tebliğine rağmen yayımlanmaması nedeniyle BİK tarafından verilenkarara itiraz edildiği ve dava konusu yayın incelendiğinde,BİK tarafından verilen kararın yerinde ve mevzuata uygun bulunduğu anlaşılmıştır..." Nihai karar başvurucuya 16/2/2016 tarihinde tefhim edilmiştir. Başvurucu 17/3/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Mevzuat 5187 sayılı Kanun’un “Düzeltme ve cevap” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir: “Süreli yayınlarda kişilerin şeref ve haysiyetini ihlâl edici veya kişilerle ilgili gerçeğe aykırı yayım yapılması halinde, bundan zarar gören kişinin yayım tarihinden itibaren iki ay içinde göndereceği suç unsuru içermeyen, üçüncü kişilerin hukuken korunan menfaatlerine aykırı olmayan düzeltme ve cevap yazısını; sorumlu müdür hiçbir düzeltme ve ekleme yapmaksızın, günlük süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren en geç üç gün içinde, diğer süreli yayınlarda yazıyı aldığı tarihten itibaren üç günden sonraki ilk nüshada, ilgili yayının yer aldığı sayfa ve sütunlarda, aynı puntolarla ve aynı şekilde yayımlamak zorundadır. …Düzeltme ve cevabın birinci fıkrada belirlenen süreler içinde yayımlanmaması halinde yayım için tanınan sürenin bitiminden itibaren, birinci fıkra hükümlerine aykırı şekilde yayımlanması halinde ise yayım tarihinden itibaren onbeş gün içinde cevap ve düzeltme talep eden kişi, bulunduğu yer sulh ceza hâkiminden yayımın yapılmasına veya bu Kanun hükümlerine uygun olarak yapılmasına karar verilmesini isteyebilir. Sulh ceza hâkimi bu istemi üç gün içerisinde, duruşma yapmaksızın, karara bağlar. Sulh ceza hâkiminin kararına karşı acele itiraz yoluna gidilebilir. Yetkili makam üç gün içinde itirazı inceleyerek karar verir. Yetkili makamın kararı kesindir. Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına hâkim tarafından karar verilmesi halinde, birinci fıkradaki süreler, sulh ceza hâkiminin kararına itiraz edilmemişse kararın kesinleştiği tarihten, itiraz edilmişse yetkili makamın kararının tebliği tarihinden itibaren başlar…” 5187 sayılı Kanun’un “Düzeltme ve cevabın yayımlanmaması” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Düzeltme ve cevabın yayımlanmasına ilişkin kesinleşmiş hâkim kararlarına uymayan sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili onmilyar liradan yüzellimilyar liraya kadar ağır para cezasıyla cezalandırılır. Ağır para cezası, bölgesel süreli yayınlarda yirmimilyar liradan, yaygın süreli yayınlarda ellimilyar liradan az olamaz.  Sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili hakkında verilen ağır para cezasının ödenmesinden yayın sahibi, sorumlu müdür ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili ile birlikte müteselsilen sorumludur. Düzeltme ve cevap yazısının yayımlanmaması veya 14 üncü maddenin birinci fıkrasında belirtilen şartlara uyulmaksızın yayımlanması hallerinde hâkim ayrıca, masraflar yayın sahibi tarafından karşılanmak üzere, bu yazının tirajı yüzbinin üzerinde olan iki gazetede ilân şeklinde yayımlanmasına da karar verir.” 195 sayılı Kanun’un “Müeyyide” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:  “Bu kanuna veya bu kanuna dayanılarak yapılacak yönetmeliğe veyahut Kurum Genel Kurulunun bu kanunda yazılı hususlarda ittihaz edeceği kararları ile yükletilen ödevlere yahut da basın ahlak esaslarına, riayet etmiyen gazete ve dergilerle prodüktörler ve kamu idare ve teşekkülleri ve 42 nci maddede anılan sair ortakların sorumluları hakkında, diğer mevzuat hükümlerine halel gelmemek üzere, aşağıda yazılı olduğu şekilde muamele yapılır:a) Kurum tarafından o gazete veya dergiye verilecek ilan ve reklamlar, kesinleşen Yönetim Kurulu Kararına dayanılarak, Kurum Genel Müdürlüğünce, iki ayı geçmiyecek bir süre ile kesilir. Ayrıca, bu kanunla temin edilen menfaatlerden de aynı şekilde faydalandırılmaz.b) Prodüktörlük müessesesinin iki ayı geçmemek üzere kapatılması için, Kurul Genel Müdürlüğünce iş, Yönetim Kuruluna intikal ettirilir. Kesinleşen Kurul Kararını, o yerdeki valilik infaz eder.(a) ve (b) bentlerinde yazılı hallerde, Yönetim Kurulu Kararına, tebliğinden itibaren on gün içinde o yerdeki en yüksek dereceli Asliye Hukuk Hakimliğine itiraz edilebilir. Hakim, en geç on beş gün içinde evrak üzerinden kararını verir, bu karar, kesindir.”B. Yargıtay İçtihadı Yargıtay Hukuk Dairesinin 3/7/2018 tarihli ve E.2018/3022, K.2018/5254 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir:"...Dava, davalı Basın İlan Kurumu tarafından verilen 5 gün süre ile resmi ilan ve reklamların kesilmesine ilişkin yönetim kurulu kararının iptali istemine ilişkindir ...Dava konusu haber bir bütün olarak değerlendirildiğinde; olay tarihinde Cumhurbaşkanı olan şikayetçinin düzenlemiş olduğu iftar yemeğine ilişkin sert eleştiriler getirilerek, kamuoyu ile paylaşıldığı anlaşılmaktadır. Şikayetçinin siyasi kişiliğinin olduğu, açıklamaların toplumu ilgilendiren konulara ilişkin bulunması nedeni ile kamusal ilginin de bulunduğu, 'ifade özgürlüğü' nün güvence altına alındığı Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin maddesi ve bunun uygulamasına yönelik Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları gözetilerek, şikayetçinin sert ve rahatsız edici eleştirilere hoşgörü göstermesi gerektiği, bu anlamda Basın İlan Kurumu tarafından davacıya verilen yaptırım kararının, hukuka uygun olmadığı anlaşılmaktadır..."
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/5653
Başvuru, ulusal bir gazetede yayımlanan bir köşe yazısı nedeniyle bir gün süreyle reklamlarının ve resmî ilanların kesilmesine karar verilmesinin başvurucunun ifade ve basın özgürlüklerini ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, şirketin ticaret sicilinden silinmesi işleminin kaldırılması istemiyle şirketçe açılan davanın dava şartı yokluğundan reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 27/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: A. Bireysel Başvuruya Konu Dava Süreci Başvurucu Gümüşdere İnş. Tic. ve San. A.Ş. nin (Şirket) sicil kaydı 13/1/2011 tarihli ve 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun geçici maddesi uyarınca Ankara Ticaret Sicil Müdürlüğünce resen ticaret silinden terkin edilmiştir. Şirket temsilcisi 15/4/2015 tarihli dilekçesinde 6102 sayılı Kanun'un geçici maddesinin (4) numaralı fıkrası gereğince Şirket ve Şirketin yetkili temsilcilerine herhangi bir ihtar yapılmadığını, aynı maddenin (2) numaralı fıkrasındaki davacı veya davalı sıfatı ile devam eden davası bulunan şirketlerin resen sicilden silinemeyeceği istisna kuralına uyulmadığını belirterek sicilden terkin kararının kaldırılması için talepte bulunmuştur. Başvurucunun beyanına göre Ankara Ticaret Sicil Müdürlüğünce talebe yönelik herhangi bir işlem yapılmaması üzerine28/1/2014 tarihli ve 8495 sayılı Türk Ticaret Sicili Gazetesi'nde yayımlanan resen silme kararının iptaline karar verilmesi talebiyle 20/8/2015 tarihinde dava açmıştır. Ankara Asliye Ticaret Mahkemesi ticaret sicilinden kaydı silinen başvurucu Şirketin davada taraf ehliyetinin olamayacağı ve aktif dava ehliyeti bulunmadığı gerekçesiyle 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun Maddesinin (1) numaralı fıkrasının (e) bendive maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince dava şartı yokluğundan davanın usulden reddine 26/10/2015 tarihinde karar vermiştir. Başvurucu kararı temyiz etmiştir. Temyiz dilekçesinde; davacı Şirketin tüzel kişiliğinin resen kayıttan silme kararından itibaren ve hâlen devam ettiği, 6102 sayılı Kanun'un maddesinin (2) numaralı fıkrası gereğince tasfiye hâlinde tüzel kişiliğin tasfiye sonuna kadar devam edeceğinin hüküm altına alındığı belirtilmiştir. Aynı dilekçede, Şirketin hukuki varlığını sona erdirmeye yönelik usule, yasaya ve hukuka aykırı bir kayıt silme kararına karşı hukuki varlığın devamını sağlamak üzere etkili bir yargı merciine başvuru hakkının kullanılabilmesi bakımından da aktif dava ehliyetinin bulunduğunun kabulü gerektiği ileri sürülmüştür. Başvurucunun temyiz talebi reddedilerek karar Yargıtay Hukuk Dairesince 11/4/2016 tarihinde onanmıştır. Karar düzeltme talebi aynı Daire tarafından 21/6/2018 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar başvurucuya 26/7/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 27/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Ankara Asliye Ticaret Mahkemesinin E.2019/180 Sayılı Dosyasındaki Dava Süreci Başvurucu Şirket ile Şirketin gerçek kişi ortağı ve yöneticisi (murahhas üyesi) (Me.Y. ve Mu.Y.) sicil kaydının Şirketin resen kayıt silinme tarihi itibarıyla derdest olan birçok davasının bulunduğunu ileri sürerek ticaret sicilinden resen silinmesi kararının kaldırılmasına veya iptaline karar verilmesi talebiyle 16/5/2016 tarihinde dava açmıştır. Ankara Asliye Ticaret Mahkemesi 25/1/2017 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Karar gerekçesinde davacı Şirketin 6102 sayılı Kanun'un geçici maddesi gereğince ticaret sicilinden silinmekle dava ehliyeti ile hukuki işlem ehliyetini yitirmesinden ötürü davacı sıfatı bulunmadığından Şirketi temsilen açılan davanın dava şartı yokluğundan reddi gerektiği, Şirketin sicilden silinmesine ilişkin ticaret sicil işleminin iptaline karar verilmesinin Şirketin sicile kendiliğinden kaydını sağlayamayacağını, sicile kayıt için ticaret sicil işleminin iptali yanında ihya kararı verilmesi gerektiği, davacı tarafça işlemin iptali talep edilip ihya talep edilmediğinden açılan davada hukuki yarar bulunmadığı ifade edilmiştir. Davacılar istinaf başvurusunda bulunmuş, başvuru esastan reddedilmiştir. Davacılar temyiz talebinde de bulunmuştur. Yargıtay Hukuk Dairesi 11/2/2019 tarihli kararıyla temyiz talebini başvurucu Şirket yönünden reddederken diğer davacılar yönünden kabul ederek temyize konu kararı bozmuştur. Yargıtay kararının ilgili kısmı şöyledir:''1-Yapılan yargılama ve saptanan somut uyuşmazlık bakımından uygulanması gereken hukuk kuralları gözetildiğinde İlk Derece Mahkemesince, davacı Şirketin kaydının silinmiş olması nedeniyle taraf ehliyeti yokluğundan davanın reddine ilişkin kararda usule aykırılık bulunmadığından davacı şirket vekilinin istinaf başvurusunun HMK'nın 353/b-1 maddesi uyarınca Bölge Adliye Mahkemesince esastan reddine ilişkin kararın usul ve yasaya uygun olduğu anlaşılmakla davacı şirket vekilinin temyiz isteminin reddine ve şirket yönünden kararın onanmasına karar verilmiştir.2-Diğer davacılar vekilinin temyizine gelince; dava, Ticaret Sicil Müdürlüğünce şirket kaydının ticaret sicilinden silinme işleminin iptali işlemine ilişkin olup davacı şirket hakkında devam eden davalar bulunması nedeniyle 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu Geçici maddesi gereğince şirketin sicilden kaydının silinemeyeceğini ve yapılan işlemin doğru olmadığını iddia etmişler ve bu işlemin iptalini talep etmişlerdir. Kaydı silinen şirket hakkında devam eden davalar bulunması nedeniyle şirketin, 6102 sayılı Yasa’nın Geçici 7/ maddesi uyarınca Geçici maddeye dayalı olarak bir şirketin kaydının silinmesi işlemi hukuka uygun olmadığından ve silinme işleminin iptali halinde şirketin varlığı devam edeceğinden davalı Sicil Müdürlüğünün hukuka aykırı işleminin iptalini istemekte davacının hukuki yararı bulunmakla yazılı gerekçeyle davanın reddi doğru olmamış bozmayı gerektirmiştir. '' Ankara Asliye Ticaret Mahkemesi 26/6/2019 tarihinde bozma kararına uymuştur. Mahkeme, davacı Şirketin açtığı davanın kesinleşmesi nedeniyle yeniden hüküm kurulmasına yer olmadığına, diğer davacıların davasının ise kabulüne, Şirketin ticaret sicilinden kaydının silinmesi işleminin iptali ile ihyasına karar vermiştir. Hüküm, tarafların kanun yoluna başvurmaması üzerine 10/9/2019 tarihinde kesinleşmiştir.21 Söz konusu karar üzerine terkin işlemi iptal edilmiş Şirketin kaydının yeniden tescil ve ilanını takiben Şirket organları oluşturulmuş, Şirketi temsile yetkili kişiler atanarak Ticaret Sicil Gazetesinde ilan edilmiştir. A. İlgili Mevzuat 6100 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:''(1) Medenî haklardan yararlanma ehliyetine sahip olan, davada taraf ehliyetine de sahiptir.'' 6100 sayılı Kanun'un maddesi şu şekildedir:''(1) Dava ehliyeti, medenî hakları kullanma ehliyetine göre belirlenir.'' 6100 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:'' (1) Medenî hakları kullanma ehliyetine sahip olmayanlar davada kanuni temsilcileri, tüzel kişiler ise yetkili organları tarafından temsil edilir.'' 6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir :''(1) Dava şartları şunlardır:...d) Tarafların, taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları; kanuni temsilin söz konusu olduğu hâllerde, temsilcinin gerekli niteliğe sahip bulunması....'' 6100 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:''(1) Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartı noksanlığını her zaman ileri sürebilirler. (2) Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir. Ancak, dava şartı noksanlığının giderilmesi mümkün ise bunun tamamlanması için kesin süre verir. Bu süre içinde dava şartı noksanlığı giderilmemişse davayı dava şartı yokluğu sebebiyle usulden reddeder. (3) Dava şartı noksanlığı, mahkemece, davanın esasına girilmesinden önce fark edilmemiş, taraflarca ileri sürülmemiş ve fakat hüküm anında bu noksanlık giderilmişse, başlangıçtaki dava şartı noksanlığından ötürü, dava usulden reddedilemez.'' 21/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun maddesi şöyledir: “Tüzel kişiler, cins, yaş, hısımlık gibi yaradılış gereği insana özgü niteliklere bağlı olanlar dışındaki bütün haklara ve borçlara ehildirler.” 6102 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: “(1) Ticaret şirketleri tüzel kişiliği haizdir. (2) Ticaret şirketleri, Türk Medenî Kanununun 48 inci maddesi çerçevesinde bütün haklardan yararlanabilir ve borçları üstlenebilirler. Bu husustaki kanuni istisnalar saklıdır.” 6102 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir: “Şirket, ticaret siciline tescil ile tüzel kişilik kazanır.” 6102 sayılı Kanun’un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:'' Sona eren şirket tasfiye hâline girer; Kanundaki istisnalar saklıdır." 6102 sayılı Kanun’un geçici maddesinin ilgili kısmı şöyledir: “(1) 1/7/2015 tarihine kadar aşağıdaki hâlleri tespit edilen ya da bildirilen anonim ve limited şirketler ile kooperatiflerin tasfiyeleri ve ticaret sicilinden kayıtlarının silinmesi, ilgili kanunlardaki tasfiye usulüne uyulmaksızın bu madde uyarınca yapılır.a) 24/6/1995 tarihli ve 559 sayılı Türk Ticaret Kanununun Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararname gereğince, sermayelerini anılan Kanun Hükmünde Kararname ile öngörülen tutarlara çıkarmamış anonim şirketler ile limited şirketler.b) Bu Kanunun yürürlük tarihinden önce veya 1/7/2015 tarihine kadar münfesih olan anonim ve limited şirketler.c) Kooperatifler Kanunu hükümlerine göre herhangi bir nedenle dağılmış olan kooperatifler.d) Sebebi ne olursa olsun aralıksız son beş yıla ait olağan genel kurul toplantıları yapılamayan anonim şirketler ile kooperatifler.e) Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce tasfiye işlemlerine başlanılmış ancak genel kurulun toplanamaması nedeniyle ara bilançoları veya son ve kati bilançosu genel kurula tevdi edilemediği için ticaret sicilinden terkin işlemi yapılamayan şirket ve kooperatifler. (2) Davacı veya davalı sıfatıyla devam eden davaları bulunan şirket veya kooperatiflere bu madde hükümleri uygulanmaz. (3) Bu madde kapsamındaki şirket ve kooperatifler; ilgili ticaret sicili müdürlüğünce resen veya herhangi bir kişi, kurum veya kuruluş tarafından kanıtlarıyla birlikte yapılacak bildirimleri de kapsayacak şekilde, ticaret sicili kayıtları üzerinden yapılacak incelemeyle tespit edilir. (4) Ticaret sicili müdürlüklerince;a) Kapsam dâhilindeki şirket ve kooperatiflerin ticaret sicilindeki kayıtlı son adreslerine ve sicil kayıtlarına göre şirket veya kooperatifi temsil ve ilzama yetkilendirilmiş kişilere bir ihtar yollanır. Yapılacak ihtar, ilan edilmek üzere Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi Müdürlüğüne aynı gün gönderilir. İlan, ihtarın ulaşmadığı durumlarda, ilan tarihinden itibaren otuzuncu günün akşamı itibarıyla, 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre yapılmış tebligat yerine geçer. Ayrıca anılan ilan, bildirici niteliği haiz olarak ilgili ticaret ve sanayi odası veya ticaret, sanayi ya da deniz ticaret odasının internet sitesinde aynen yayımlanır.b) 559 sayılı Kanun Hükmünde Kararname gereğince sermaye artırımında bulunmayarak münfesih olan şirketlere yapılacak ihtarda; ortaklarından, yönetici veya denetçilerden ya da müdürlerinden tebliğ tarihinden itibaren iki ay içinde tasfiye memurunun bildirilmesi, aksi takdirde, bu madde hükümlerine göre ticaret sicili kayıtlarından unvanın silineceği, şirkete ait malvarlığının unvana ilişkin kaydın silindiği tarihten itibaren on yıl sonra Hazineye intikal edeceği ve bunun kesin olduğu açıkça yazılır.c) Bu fıkranın (b) bendinde belirtilen şirketler dışında kalan kapsam dâhilindeki diğer münfesih şirketler ile kooperatiflerden ayrıca, faaliyetlerine devam etme isteğinde bulunmaları hâlinde münfesih olma nedenini ortadan kaldıran işlemlerin yapılarak ispat edici belgelerin bildirilmesi istenir.… (9) Tasfiye memurlarına beşinci fıkranın (c) bendinde belirtilen bilgi ve belgelerin verilmemesi veya tasfiye memurlarınca da bu bilgi ve belgelere erişilememesi hâlinde durum ticaret sicili müdürlüğüne bildirilerek, başka bir işleme gerek kalmaksızın unvan silinir ve Türkiye Ticaret Sicili Gazetesinde ilan edilir.… (11) Dördüncü fıkra uyarınca yapılan ihtar ve ilana rağmen, süresi içinde cevap vermeyen veya tasfiye memurunu bildirmeyen yahut durumunu kanuna uygun hâle getirmeyen veya faaliyette bulunduğunu adres ve kanıtlarıyla birlikte bildirmeyen şirket ve kooperatiflerin unvanı ticaret sicilinden resen silinir. Resen unvanı silinen şirket ve kooperatifler, Türkiye Ticaret Sicili Gazetesi ile ilgili odanın internet sitesinde ilan edilir.… (15) Bu maddede düzenlenmeyen hususlarda ilgili kanun ve esas sözleşmelerde öngörülen usullere göre hareket edilir. Bu madde gereğince tasfiye edilmeksizin unvanı silinen şirket veya kooperatiflerin ortaya çıkabilecek malvarlığı, unvana ilişkin kaydın silindiği tarihten itibaren on yıl sonra Hazineye intikal eder. Hazine bu şirket ve kooperatiflerin borçlarından sorumlu tutulmaz. Tasfiye memurlarının sorumlulukları konusunda, özel kanunlardaki sorumluluğa ilişkin hükümler saklı kalmak kaydıyla bu Kanun veya Kooperatifler Kanunu hükümleri uygulanır. Ticaret sicilinden kaydı silinen şirket veya kooperatifin alacaklıları ile hukuki menfaatleri bulunanlar haklı sebeplere dayanarak silinme tarihinden itibaren beş yıl içinde mahkemeye başvurarak şirket veya kooperatifin ihyasını isteyebilir.…”B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/10/2017 tarihli ve E.2017/2189, K.2017/13129 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:" ...Mahkemece 2016 tarihinde karar verildikten sonra temyiz aşamasında, İstanbul Ticaret Sicil Müdürlüğünün 2016 tarihli yazısı ile, şikayetçi şirketin, 6102 sayılı TTK'nun geçici maddesine göre, 2015 tarihinde re'sen terkin edildiğinin, şirket dosyasına intikal eden ihya kararı bulunmadığının bildirildiği anlaşılmıştır.6102 sayılı TTK'nun geçici maddesi uyarınca sicilden terkin edilen şirketin aynı maddenin bendine göre ihyası mümkündür; bu bentte, “... Ticaret sicilinden kaydı silinen şirket veya kooperatifin alacaklıları ile hukuki menfaatleri bulunanlar haklı sebeplere dayanarak silinme tarihinden itibaren beş yıl içinde mahkemeye başvurarak şirket veya kooperatifin ihyasını isteyebilir...” düzenlemesine,6102 sayılı TTK'nun maddesinde; “Tasfiyenin kapanmasından sonra ek tasfiye işlemlerinin yapılmasının zorunlu olduğu anlaşılırsa, son tasfiye memurları, yönetim kurulu üyeleri, pay sahipleri veya alacaklıların, şirket merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesinden, bu ek işlemler sonuçlandırılıncaya kadar, şirketin yeniden tescilini isteyebiler” düzenlemesine,6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun maddesinde de;” Sözleşmeden veya işin niteliğinden aksi anlaşılmadıkça sözleşme, vekilin veya vekâlet verenin ölümü, ehliyetini kaybetmesi ya da iflası ile kendiliğinden sona ermiş olur. Bu hüküm, taraflardan birinin tüzel kişi olması durumunda, bu tüzel kişiliğin sona ermesinde de uygulanır.Vekâletin sona ermesi vekâlet verenin menfaatlerini tehlikeye düşürüyorsa, vekâlet veren veya mirasçısı ya da temsilcisi, işleri kendi başına görebilecek duruma gelinceye kadar, vekil veya mirasçısı ya da temsilcisi, vekâleti ifaya devam etmekle yükümlüdür.” düzenlemesine yer verilmiştir.Bu durumda; ticaret sicilinden re'sen terkin edilen şirketin vekili TBK’nun 513/ maddesi gereğince dava açabilirse de; açılan davaya devam edilebilmesi işin şirketin ihyası gerekir. Mahkemece yapılması gereken, taraflara süre verilerek, şirketin ihyası için karar sunulmasından sonra, şikayetin esasını incelemekten ibarettir....'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 4/2/2019 tarihli ve E.2018/9275, K.2019/1210sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"... şirketin ticaret sicilinden terkini halinde, yukarıda da belirtildiği gibi tüzel kişiliği sona erer. Somut olayda ise, alacaklı şirketin tüzel kişiliği son bulduğu halde; mahkemece, bu husus gözetilmeden uyuşmazlık karara bağlanmıştır.Dava ve karar tarihinde 6100 Sayılı HMK yürürlüktedir. Anılan Yasa’nın 50 ve maddeleri gereğince, tüzel kişilerin de taraf ve dava ehliyetlerinin bulunması gerekir. Aynı Kanun’un maddesi hükmü gereğince de; tüzel kişiler davada yetkili organları tarafından temsil edilir. Diğer yandan TMK’nın maddesi hükmüne göre tüzel kişinin hak ehliyeti; maddesi hükmüne göre de fiil ehliyeti belirlenebilir. Az yukarıda açıklandığı üzere; alacaklı şirketin tüzel kişiliği ticaret sicilinden terkin sonucu son bulduğuna göre davada taraf ve dava ehliyeti de bulunmamaktadır. HMK’nın maddesi hükmü uyarınca, dava takip yetkisi, talep sonucu hakkında hüküm alabilme yetkisidir. Tarafların taraf ve dava ehliyetine sahip olmaları; kanuni temsilin söz konusu olduğu hallerde temsilcinin gerekli niteliğe sahip bulunması ve ayrıca dava yetkisine sahip olunması; ve bunun yanında vekil aracılığı ile takip edilen davalarda, vekilin davaya vekalet ehliyetine sahip olması ve usulüne uygun düzenlenmiş bir vekaletnamesinin bulunması HMK’nın maddesi hükmü gereğince “dava şartı” olup, yargılamanın her aşamasında mahkemece, re'sen gözetilmesi zorunludur...."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/24685
Başvuru, şirketin ticaret sicilinden silinmesi işleminin kaldırılması istemiyle şirketçe açılan davanın dava şartı yokluğundan reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru; nezarethanede tutulma koşulları, psikolojik baskı ve sağlık durumunun ceza infaz kurumunda tutulmaya uygun olmamasına rağmen tutukluluğun sürdürülmesi nedenleriyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 20/9/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvurucunun; tedavisinin ceza infaz kurumu koşullarında sağlanamayacağı ve ilerleyen kanser hastalığına rağmen tutuklu kalmasının yaşamı ile maddi ve manevi bütünlüğüne yönelik ciddi tehlike oluşturduğu iddiasıyla infazın durdurulması için tedbir kararı verilmesine ilişkin talebi, infaz kurumunda sağlık imkânlarına erişimin sağlanması, birçok kez farklı hastanelerde tedavi edilmesi, Silivri Ceza İnfaz Kurumu bünyesinde bir devlet hastanesinin bulunması da dikkate alınarak reddedilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1964 doğumlu olan başvurucu 2014 yılından beri kanser tedavisi gördüğünü ifade etmiştir. 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleşen darbe teşebbüsü üzerine, o sırada Cumhuriyet savcısı olarak görev yapan başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyeliğinden soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu 17/7/2016 tarihinde gözaltına alınmıştır. 18/7/2016 ve 19/7/2016 tarihlerinde başvurucunun müdafii ile görüştürüldüğünü gösteren tutanaklar tanzim edilmiştir. Başvurucu, İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliğince 21/7/2016 tarihinde FETÖ/PDY'ye üye olma ve anayasal düzeni cebren ilgaya teşebbüs suçlarından tutuklanmıştır. Başvurucunun bu karara yaptığı itiraz 9/8/2016 tarihinde İstanbul Anadolu Sulh Ceza Hâkimliğince reddedilmiştir (başvurucu bu kararın tebliğ edilmediğini ifade etmiştir). Başvurucu hakkında 27/4/2017 tarihinde İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açılmıştır. Mahkeme 28/4/2017 tarihinde tensiben başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Mahkemece 14/5/2019 tarihinde, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan on yıl hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. İstinaf sürecindeki karar henüz kesinleşmemiştir. Başvurucu, tutuklama tarihinden önce iki yıldır kanser tedavisi gördüğünü ifade etmektedir. Yeditepe Üniversitesi Hastanesinin 16/6/2014 tarihli biyopsi raporuna göre başvurucunun beyninde adenokarsinom metastazı saptanmıştır. Aynı Hastanenin 13/6/2014 tarihli epikriz raporuna göre başvurucu 10/6/2014 tarihinde operasyona alınmış; sağ anterior frontal kraniotomi ile tümör eksizyonu yapılmıştır. Aynı Hastanenin 22/5/2015 tarihli epikriz raporuna göre de 18/5/2015 tarihinde başvurucu tekrar operasyona alınmış, sağ frontal eski kratiotomi ile tümör eksizyonu yapılmıştır. Fatih Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinin 21/7/2016 tarihli, “İlgili Makama” başlıklı, tüm tedavi sürecinin özetlendiği raporun sonuç kısmındaki bilgiler şöyledir: “…TANI: Küçük hücreli olmayan akciğer kanseri, kemik ve beyin metastazı.KARAR: Hastanın 2-3 ayda bir kontrole gelmesi gereklidir. Hastalığının seyrinin rutin olarak kontrolü gerekmekte olup, ivedi olarak müdahaleyi gerektirebilecek ataklar veya nöbetler geçirebilir. Bu sebeple cezaevi şartlarında hastalığın seyri olumsuz etkilenebilir. Hasta yakınlarının isteği üzerine verilmiş durumunu bildirir sağlık raporudur.” Anayasa Mahkemesinin tedbir incelemesi sırasındaki yazısı üzerine başvurucunun tutuklandıktan sonra Silivri Ceza İnfaz Kurumu Devlet Hastanesi, Beyoğlu Göz Eğitim Araştırma Hastanesi, Silivri Devlet Hastanesi ile Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde tedavi gördüğünü ortaya koyan çok sayıda rapor gönderilmiştir. İlgili hukuk için bkz. Civan Boltan, B. No: 2014/5324, 30/10/2018, §§ 31,
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/16436
Başvuru, nezarethanede tutulma koşulları, psikolojik baskı ve sağlık durumunun ceza infaz kurumunda tutulmaya uygun olmamasına rağmen tutukluluğun sürdürülmesi nedenleriyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvurular, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemelerinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2021/19118 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2021/19118 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların bir kısmı, haklarında yürütülen yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının; bir diğer kısmı ise makul sürede yargılanma hakkının yanı sıra Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiği iddiasıyla Anayasa Mahkemesine çeşitli tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/19118
Başvuru, ceza davasının uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkı ile Anayasa'da güvence altına alınan diğer hak ve özgürlüklerin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; tutukluluğun uzun sürmesi ve bu hususta tazminat hakkının tanınmaması nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkının, telefon görüşmelerinin şartları oluşmaksızın ve farklı bir dosya üzerinden dinlenmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin, soruşturma evresinde görev yapan hâkimin yargılamaya da katılması, telefon görüşmelerinin (görüşme dökümleri) verilmemesi, kayıtların farklı anlama gelecek biçimde birleştirilmesi, dinleme kararlarının dosyaya konulmaması, hukuka aykırı nitelikteki görüşme dökümlerinin, babası ve kardeşiyle yaptığı konuşmaların hükme esas alınması, bu kayıtlara dayanılarak dinleme kararı verilemeyecek suçlardan da mahkûm edilmesi, kovuşturmaya ilişkin araştırma yapılması, bilirkişi incelemesi ve tanık dinlenmesi taleplerinin reddedilmesi, tanıkların büyük kısmının talimatla dinlenilmesi ve kararlarda yeterli gerekçe gösterilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 15/3/2013 tarihinde Küçükçekmece Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 31/1/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 25/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü 31/3/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 21/4/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 5/5/2014 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Projesi (UYAP) bilişim sistemi kanalıyla erişilen belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:a. Dinleme Kararları Kars Cumhuriyet Başsavcılığının 18/4/2006 tarihli ve 2006/2385 Muhabere sayılı yazısı ile ihaleye fesat karıştırmak suçuna ilişkin olarak başvurucuya ait cep telefonunun üç ay süreyle dinlenmesi talep edilmiştir. Aynı soruşturma kapsamında diğer şüpheliler İ., Y.A., A.B., A.Y. (başvurucunun babası), ve T.B. hakkında da iletişimin tespiti kararlarına istinaden dinlemeler yapıldığı anlaşılmaktadır. Kars Sulh Ceza Mahkemesinin 18/4/2006 tarihli ve 2006/378 Müteferrik sayılı kararı ile ihaleye fesat karıştırma suçuna ilişkin olarak suç işlendiğine dair kuvvetli şüphenin oluştuğu ve başka suretle delil elde etme imkânının bulunmadığı gerekçesiyle başvurucunun telefonunun üç ay süreyle dinlenmesine, tespitine, kayda alınmasına ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine karar verilmiştir. Kars Cumhuriyet Başsavcılığının 18/7/2006 tarihli ve 2006/2358 Muhabere sayılı, 18/10/2006 tarihli ve 2006/2561 sayılı, 17/11/2006 tarihli ve 2006/2561 Hazırlık sayılı yazıları ile iletişimin dinlenmesi tedbirinin uzatılması talep edilmiştir. Kars Sulh Ceza Mahkemesinin 18/7/2006 tarihli ve 2006/887 Müteferrik sayılı, 18/10/2006 tarihli ve 2006/1233 Müteferrik sayılı, 17/11/2006 tarihli ve 2006/1332 Müteferrik sayılı kararları ile tedbirin sırasıyla üç ve birer aylık sürelerle uzatılmasına karar verilmiştir. Mahkeme, her defasında önceki kararına/kararlarına atıf yapmış ve operasyonel faaliyet gerektirecek yeterli delillere ulaşılamamasına ve başka türlü delil elde etme imkânının bulunmamasına dayanarak iletişimin dinlenmesi süresinin uzatılmasına karar vermiştir. Başvurucu 10/11/2009 tarihinde Kars Cumhuriyet Başsavcılığının 2006/2561 Hazırlık sayılı dosyasının akıbetine ilişkin olarak dosyanın gönderildiği Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığından bilgi talep etmiştir. Başsavcılığın 11/11/2009 tarihli yazısında, soruşturmanın devam ettiği fakat soruşturmanın taraflarından olmaması nedeniyle başvurucuya bilgi verilemeyeceği bildirilmiştir. Başvurucunun, dinleme kararlarının alındığı dosyalara ilişkin Kars Cumhuriyet Başsavcılığından da bilgi talep ettiği anlaşılmaktadır. Başsavcılığın 11/12/2009 tarihli yazısı ile başvurucuya 2006/2561 Hazırlık sayılı dosyanın farklı kişiler hakkında yürütülen soruşturmalara ilişkin olduğu, 29/9/2006 tarihinde hazırlık numarası almasının ardından bu dosyada iletişimin tespiti çalışmalarına başlanıldığı bilgisi verilmiştir. 2006/3051 Hazırlık sayılı dosyayla ilgili olarak ise 24/11/2006 tarihinde soruşturma defterine kaydedildiği ve yetkili Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği ifade edilmiştir. Başvurucu 28/3/2012 tarihli dilekçesi ile Kars Cumhuriyet Başsavcılığından 2006/3051 Hazırlık sayılı dosyada kendisi hakkında dinleme kararı bulunup bulunmadığını sormuştur. Başsavcılığın 16/5/2012 sayılı yazısında, iletişimin tespiti talep edilirken sehven 2006/2561 Hazırlık numarasının kullanıldığı, belirtilen dosyada başka bir suç örgütüne ilişkin dinleme kararlarının bulunduğu, 2006/3051 Hazırlık sayılı soruşturma dosyasının ise fezleke ile Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği ve yargılamanın (kapatılan) Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinde (CMK maddesi ile görevli) yapılmakta olduğu belirtilmiştir.b. Başvurucu Hakkında Yürütülen Soruşturma ve Kovuşturma Kars Cumhuriyet Başsavcılığının E.2006/3051 sayılı soruşturma kapsamındaki yazılarına istinaden Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başvurucunun ve diğer bazı şüphelilerin ev, oto, ikamet ve iş yerlerinde aramaya izin verilmesi talep edilmiştir. Başsavcılık yazısında, ihaleye fesat karıştırma suçunu işledikleri ve bu suçu işlemek için örgüt kurdukları tespit edilen şüphelilerin yakalanabilmesi ve suç delillerinin ele geçirilmesi amacıyla arama talebinin yapıldığı belirtilmiştir. Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi üyesi olan hâkim K., 15/12/2006 tarihli ve 2006/2213 Değişik İş sayılı kararıyla istemin kabulüne, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ile maddesi uyarınca arama yapılmasına izin verilmesine hükmetmiştir. Başvurucu 19/12/2006 tarihinde gözaltına alınmış ve 21/12/2006 tarihinde ihaleye fesat karıştırma, bu suçu işlemek için örgüt kurma ve resmî evrakta sahtecilik suçlarından tutuklanmıştır. 22/12/2006 tarihinde, başvurucuya ve diğer bazı şüphelilere ait taşınmazlara, hak ve alacaklara 5271 sayılı Kanun’un maddesi gereğince el konulması talep edilmiştir. Hâkim K., 22/12/2006 tarihli ve 2006/2280 Değişik İş sayılı kararıyla şüphelilerin üzerlerine atılı ihaleye fesat karıştırma, bu suçu işlemek amacıyla örgüt kurma ve resmî evrakta sahtecilik suçlarına ilişkin soruşturmayla ilgili bir evrak bulunmadığı ve bu kişilerin üzerlerine atılı suçları işlediklerine dair herhangi bir delil gösterilmediği gerekçesiyle talebin reddine karar vermiştir. Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığının 25/9/2007 tarihli ve E.2007/129 sayılı iddianamesi ile başvurucunun da aralarında bulunduğu elli beş sanık hakkında örgüt yöneticiliği, örgüte üye olmak, ihaleye fesat karıştırmak, edimin ifasına fesat karıştırmak ve resmi belgede suçlarından dava açılmıştır. İddianamede Koç Köy Yol Yapım İhalesine ( ihale) ilişkin olarak telefon görüşmelerinden İ., Y.A. ve başvurucunun ihaleyi alan A.S.yi tehdit ettiklerinin ve bu kişiden 000 TL değerinde çek aldıklarının tespit edildiği de belirtilmiştir. (Kapatılan) Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinin E.2007/215 sayılı dosyasında görülen yargılamanın 7/12/2007 tarihli duruşmasında, başvurucuya telefon kayıtları ve dosyadaki diğer belgeler okunmuştur. Başvurucu, aleyhinde olan hususları kabul etmediğini belirtmiştir. Yargılama esnasında ihaleyle ilgili suçlamaların müştekisi A.S.nin ifadesi talimat yoluyla alınmıştır. Müşteki ifadesinde ihaleye katılıp katılmaması hususunda Y.A.nın kendisine bir şey söylemediğini ve bu kişi tarafından tehdit edilmediğini belirtmiştir. Müşteki, ayrıca araç alması dolayısıyla Y.A.ya toplamda 000 TL’lik iki çek verdiğini söylemiştir (Gerekçeli karar No: 1, s. 121). Bu ifade 5/2/2008 tarihli duruşmada okunmuştur. Başvurucu ve vekilleri, bu duruşmada okunan belgelerden aleyhlerinde olanlarını kabul etmemişlerdir. Müştekinin kolluk aşamasında da bu yönde ifade verdiği anlaşılmaktadır (Gerekçeli karar No: 1, s. 120, 121). Mahkeme 2/6/2008 tarihli duruşmada, Savcılığın ve bazı sanık vekillerinin ses CD’leri üzerinde incele yapılması taleplerini görüşmelerin tarafı olan başvurucunun tevil yoluyla görüşme içeriğini kabul etmiş olduğu ve yargılamaya yenilik katmayacağı gerekçesiyle reddetmiştir. Mahkeme, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olgular ile mevcut delil durumuna dayanarak ve 5271 sayılı Kanun’un ve devamı maddeleri gereğince yargılama süresince başvurucunun tutukluluğunun devamına karar vermiştir. Resen ya da başvurucunun talebi üzerine yapılan tutukluk incelemelerinde ise atılı suçun niteliği, kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösterir olgular ve atılı suçun 5271 sayılı Kanun’un maddesinin (3) numaralı fıkrasında sayılan suçlardan olması gerekçesiyle tutukluluk hâlinin devam etmesi yönünde hüküm kurulmuştur. Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi 12/5/2009 tarihli ve E.2007/215, K.2009/184 sayılı kararı ile başvurucunun örgüt yöneticiliği suçundan bir kez, ihaleye fesat karıştırmak ya da bu suça teşebbüsten yirmi iki kez (, , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ve ihaleler), edimin ifasına fesat karıştırmaktan bir kez ( ihale) ve nitelikli yağma suçundan bir kez ( ihaleyle bağlantılı) mahkûmiyetine hükmetmiştir. Mahkeme, başvurucunun örgüt yöneticiliği suçundan 3 yıl 4 ay ve yağma suçundan 8 yıl 4 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar vermiştir. Başvurucu, , , ve ihalelere ilişkin suçlamalardan ve ihaleye bağlantılı resmî evrakta sahtecilik suçundan beraat etmiştir. Haklarında dinleme kararı alınan kişilerden İ. ve Y.A. örgüt yöneticiliği suçundan; A.B., T.B. ile A.Y. (başvurucunun babası) ise örgüte üye olmak suçundan mahkûm edilmiştir. Örgüt üyeliği suçlamalarıyla ilgili olarak hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verilmiştir. Başvurucunun kardeşi G.Y., diğer bazı suçların yanı sıra örgüt üyeliği suçundan da mahkûm edilmiş ve hükmün açıklanması geri bırakılmıştır. G.Y.ninHAGB’ye karşı yaptığı itiraz, Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin 10/9/2009 tarihli ve 2009/989 sayılı kararı ile reddedilmiştir. Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinin, telefon görüşmelerinin delil olarak kabul edilmesine ilişkin değerlendirmesi şu şekildedir (Gerekçeli karar No: 1, s. 17): “Sanıklar ve vekilleri tarafından iletişimin dinlenmesinin hukuka aykırı olduğu CMK.nun maddesindeki katagorik suçlara girmediği, bu sebeple delil olamıyacağı iddia edilmiştir. CMK.nun 135/6-a-8 ve 10maddesi “suç işlemek için örgüt kurma ( 2, 7 ve fıkralar hariç)" ve “ihaleye fesat karıştırma" suçunu katagorik suçlardan saymıştır. Dolaylı dinlemenin delil olarak kabul edilip edilmeyeceği hususu Yargıtay içtihatları ile netlik kazanmıştır ve delil olarak değerlendirilmiştir. CMK.nun 135/2 maddesine göre“abi - kardeş" arasında geçen konuşmalarındelil olamayacağı ve dosyadan çıkarılarak imha edilmesi gerektiği iddia edilmiş ise de bu durumun suça karışmayan ve tanıklıktan çekilme hakkı bulunan kişilerle ilgili olduğu, suça karışan aile bireyleri hakkında uygulanamayacağı kanaatine varılmıştır. Nitekim bu hususta çıkartılan yönetmelikte bu doğrultudadır.Yine sanıklar ve vekilleri başka türlü delil elde edilememesi halinde iletişimin dinlenebileceğini, zabıtanın başka türlü delil elde etme yoluna gitmediğini, bu sebeple iletişim kayıtlarının delil olarak kullanılamayacağını savunmuş ise de olayın mahiyeti icabı başka türlü delilin elde edilme ihtimalinin çok zayıf olduğu, bir çok sanık ile telefonla görüşüldüğü, iletişimin dinlenmemesi halinde bu bilgilerin elde edilemeyeceği,en önemli delilin iletişimin dinlenmesi olduğu, iletişimin dinlenmesinin ihale evrakları ve sanıklardan bir kısmının beyanları ile desteklendiği anlaşılmaktadır. Sanık ve vekillerinin istediği diğer deliller ancak iletişimin dinlenmesinden sonra elde edilebilecek delillerdir.” Mahkeme kararında başvurucunun kardeşi G.Y.nin ihaleye ilişkin olarak başvurucuyla, ihaleye ilişkin olarak başvurucu ve babası A.Y. ile, ihaleye ilişkin olarak başvurucu ve babası A.Y. ile; , , ve ihalelere ilişkin olarak başvurucu ile yaptığı telefon görüşmelerine de yer verilmiştir (Gerekçeli karar No: 1, s. 94, 100, 101, 107, 108, 115, 116, 201, 202, 207, 210, 211, 240, 241, 249). Başvurucunun ihale kapsamında teslim edilmesi gereken yakıtın niteliklerine ilişkin telefon görüşmeleri bulunmaktadır. Kararda, başvurucunun ve diğer iki sanığın örgüt yöneticisi olarak bu eylemden sorumlu olduğu belirtilmiştir. Başvurucu, bu kayıtlara ilişkin sorularda ya susma hakkını kullanmış veya suçla ilişkisinin bulunmadığını ileri sürmüştür. Ağır Ceza Mahkemesi, sanıklar İ. ve Y.A.nın iş yeri ortağı oldukları, başvurucunun bu kişilerle ortak çalıştığı ve diğer örgüt üyelerine talimatlar verdiği, örgüt içinde gevşek de olsa bir hiyerarşik bağın bulunduğu, bu üç kişinin tüm ihalelerde şartname alan kişi ve şirketleri arayarak ihalenin önceden belirledikleri kişilere veya şirketlere verilmesini sağladıkları, çıkma tabir edilen paralar aldıkları, korku, baskı ve sindirme faaliyetleri ile örgütün korkutucu gücünden faydalanarak firma veya kişilerin ihaleye girmesini engelledikleri veya yüksek teklif verdirerek belirlenen isimlerin ihaleyi kazanmaları hâlinde diğer sanıklar veya firmalar adına çıkma tabir edilen çek, senet ve para alıp dağıttıkları ve bu şekilde çıkar amaçlı örgütün kurucusu ve/veya yöneticisi oldukları; örgütün amaç suçu işlemeye elverişli olduğu ve süreklilik unsuruna sahip olduğu sonucuna varmıştır. Mahkeme A.B., T.B., G.Y., A.Y. ve E.nin eylemlerinin ise çıkar amaçlı suç örgütü üyeliğini oluşturduğu belirtilmiştir (Gerekçeli karar No: 1, s. 17). Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi, yağma suçu yönünden iddianamede bu olayın anlatılması nedeniyle ek iddianameye gerek olmadığının ve sanıklara bu hususta ek savunma verildiğinin altını çizmiştir. Mahkeme, telefon kayıtlarına göre ihaleden sonra müştekiden tehditle çek alındığını sabit gördüğünden nitelikli yağma suçundan da mahkûmiyet yoluna gitmiştir. Her ne kadar müşteki A.S., olayı ve telefon kayıtlarını doğrulamamışsa da Mahkeme, kayıtları dikkate alarak suç örgütünden korktuğu için müştekinin bu şekilde ifade verdiğini değerlendirmiştir (Gerekçeli karar No: 1, s. 143). Erzurum Ağır Ceza Mahkemesindeki yargılamaya hâkim K. de katılmıştır ve gerekçeli kararda anılan hâkimin imzası bulunmaktadır. Başvurucu bu kararı; tüm dosya ve telefon kayıtları üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılmadığı, görüşmelerin bant kayıtlarının dosyaya sunulmadığı, ihale tarihinde nerede olduğuna dair baz istasyonu kayıtlarının getirilmediği, ihaleyi yapan komisyon üyelerinin, ihalelere giren ve ihaleleri alan firma yetkililerinin ve rapor tanzim eden polislerin dinlenmediği, teknik araçla izleme kayıtlarının dosyaya getirilmediği, ihalenin 14/4/2006 tarihinde yapılmasına rağmen dinleme kararının 18/4/2006 tarihinde alınmasının Mahkeme kararı olmaksızın dinleme yapıldığını gösterdiği, dinleme kararlarının bir soruşturma olmaksızın alındığı, dinleme şartlarının oluşmadığı, baba ve oğullar arasındaki konuşmalara ilişkin kayıtların delil olarak kullanılamayacağı, kardeşi G.Y. hakkında alınmış bir dinleme kararı olmadığı, bu nedenle G.Y.ye ilişkin kayıtlara dayanılamayacağı, usul ve yasaya aykırı elde edilen telefon kayıtlarına dayanıldığı, başka şahıslara ve suçlara ilişkin farklı bir dosya (E.2006/2561) üzerinden dinleme yapıldığı, kararda kendisinin susma hakkını kullandığı belirtilmekle birlikte kolluk ve Cumhuriyet savcılığında bu hakkını kullanmamış olduğu; yağma suçuna ilişkin olarak müşteki A.S.nin kendisinin arkadaşı ve müşterisi olduğuna ilişkin tanık dinlenmesi taleplerinin kabul edilmediği, bu suçun iddianamede geçmediği, ihaleye fesat karıştırma ve örgüt yöneticiliği suçlarının oluşmadığı ve ilk suça teşebbüsün mümkün olmadığı, hükme esas delillerin kararda tartışılmadığı, delillerle ilişkilendirilen bir gerekçelendirme yapılmadığı gibi nedenlerle temyiz etmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 12/10/2012 tarihli ve E.2012/11872, K.2012/17091 sayılı ilâmı ile başvurucu hakkında örgüt yöneticiliği ve yağma suçlarından verilen cezaları onamış; diğer suçlamalar yönünden İlk Derece Mahkemesinin kararını bozmuştur. İ. ve Y.A.nın örgüt yöneticiliğinden mahkûmiyetleri de Yargıtay tarafından onanmıştır. Yargıtay, ayrıca başvurucu yönünden ihale olaya ilişkin hüküm kurulmadığını belirtmiştir. Yargıtayın kısmi onama/bozma ilâmı başvurucu vekiline 20/2/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 15/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.c. Bireysel Başvuru Sonrasında Yaşanan GelişmelerKısmi bozma kararı sonrası dosya, Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinin E.2013/2 sayısına kaydedilmiş ve yargılamaya başvurucunun tutukluluğunda devam edilmiştir. Erzurum Ağır Ceza Mahkemesinin 21/3/2013 tarihli ikinci duruşmasında sanıklara ve/veya vekillerine Yargıtayın bozma ilâmına karşı diyecekleri sorulmuştur. Mahkeme aynı tarihli ve E.2013/2, K.2013/139 sayılı kararı ile bozulan suçlar yönünden önceki hükmündeki gibi karar vermiş; ihale olaya ilişkin suçlamadan başvurucunun beraatına hükmetmiştir. Mahkeme, görüşme dökümleri ile müştekinin beyanlarının örtüştüğünü değerlendirmiş; ihaleyle ilişkili olarak ihaleye fesat karıştırma ve edimin ifasına fesat karıştırma suçlarından örgüt yöneticisi olarak başvurucu, Y.A. ve İ.nin de mahkûmiyetine hükmetmiştir (Gerekçeli karar No: 2, s. 55). Bu suçlamaya ilişkin sanıklara sorulan görüşme tutanakları arasında başvurucunun kardeşi G.Y. tarafından yapılmış bir konuşma bulunmamaktadır (Gerekçeli karar No: 2, s. 22-55). Yargıtay Ceza Dairesi 27/10/2014 tarihli ve E.2014/6689, K.2014/18617 sayılı ilâmı ile başvurucunun beraatına ve ihaleyle bağlantılı edimin ifasına fesat karıştırma suçundan mahkûmiyetine ilişkin kısmını onamış; diğer yönlerden ise kararı bozmuştur. Başvurucunun kardeşi G.Y.nin ihale olay ve ihale olay kapsamında yöneltilen suçlamalardan beraatı da Yargıtayca onanmıştır. Yargılamaya devam eden Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi 1/12/2014 tarihli ve E.2014/327, K.2014/275 sayılı kararı ile özel yetkili mahkemelerin kaldırılması nedeniyle dosyanın yetkili Kars Ağır Ceza Mahkemesine devrine ve başvurucunun tahliyesine karar vermiştir. Kars Ağır Ceza Mahkemesinin E.2015/179 sayısına kaydedilen dosyada en son duruşma 10/12/2015 tarihinde yapılmış ve bir sonraki duruşma tarihi 12/4/2016 olarak belirlenmiştir.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“(1) Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması hâlinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir.” 5271 sayılı Kanun’un “Yargılamaya katılamayacak hâkim” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“(2) Aynı işte soruşturma evresinde görev yapmış bulunan hâkim, kovuşturma evresinde görev yapamaz.” 5271 sayılı Kanun’un “Hâkimin reddi sebepleri ve ret isteminde bulunabilecekler” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“(1) Hâkimin davaya bakamayacağı hâllerde reddi istenebileceği gibi, tarafsızlığını şüpheye düşürecek diğer sebeplerden dolayı da reddi istenebilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebeplerden dolayı hâkimin reddi isteminin süresi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Tarafsızlığını şüpheye düşürecek sebeplerden dolayı bir hâkimin reddi, ilk derece mahkemelerinde sanığın sorgusu başlayıncaya; duruşmalı işlerde bölge adliye mahkemelerinde inceleme raporu ve Yargıtayda görevlendirilen üye veya tetkik hâkimi tarafından yazılmış olan rapor üyelere açıklanıncaya kadar istenebilir. Diğer hâllerde, inceleme başlayıncaya kadar hâkimin reddi istenebilir.  (2) Sonradan ortaya çıkan veya öğrenilen sebeplerle duruşma veya inceleme bitinceye kadar da hâkimin reddi istenebilir. Ancak bu istemin, ret sebebinin öğrenilmesinden itibaren yedi gün içinde yapılması şarttır.” 5271 sayılı Kanun’un “Tanıklıktan çekinme” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısımları şöyledir:“(1) Aşağıdaki kimseler tanıklıktan çekinebilir:…c) Şüpheli veya sanığın kan hısımlığından veya kayın hısımlığından üstsoy veya altsoyu.…” 5271 sayılı Kanun’un olaylar tarihinde yürürlükte bulunduğu hâliyle “İletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“(1) (Değişik birinci cümle: 25/5/2005 – 5353/17 md.) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilir, dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir. Cumhuriyet savcısı kararını derhâl hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmidört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi halinde tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl kaldırılır.(2) Şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması hâlinde, alınan kayıtlar derhâl yok edilir.(3) Birinci fıkra hükmüne göre verilen kararda, yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodu, tedbirin türü, kapsamı ve süresi belirtilir. Tedbir kararı en çok üç ay için verilebilir; bu süre, bir defa daha uzatılabilir. (Ek cümle: 25/5/2005 – 5353/17 md.) Ancak, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili olarak gerekli görülmesi halinde, hâkim bir aydan fazla olmamak üzere sürenin müteaddit defalar uzatılmasına karar verebilir.…(5) Bu madde hükümlerine göre alınan karar ve yapılan işlemler, tedbir süresince gizli tutulur.(6) Bu madde kapsamında dinleme, kayda alma ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin hükümler ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir:a) Türk Ceza Kanununda yer alan;… Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),… İhaleye fesat karıştırma (madde 235), (1)…(7) Bu maddede belirlenen esas ve usuller dışında hiç kimse, bir başkasının telekomünikasyon yoluyla iletişimini dinleyemez ve kayda alamaz.” 5271 sayılı Kanun’un “Kararların yerine getirilmesi, iletişim içeriklerinin yok edilmesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) 135 inci maddeye göre verilecek karar gereğince Cumhuriyet savcısı veya görevlendireceği adlî kolluk görevlisi, telekomünikasyon hizmeti veren kurum ve kuruluşların yetkililerinden iletişimin tespiti, dinlenmesi veya kayda alınması işlemlerinin yapılmasını ve bu amaçla cihazların yerleştirilmesini yazılı olarak istediğinde, bu istem derhâl yerine getirilir; yerine getirilmemesi hâlinde zor kullanılabilir. İşlemin başladığı ve bitirildiği tarih ve saat ile işlemi yapanın kimliği bir tutanakla saptanır. (2) 135 inci maddeye göre verilen karar gereğince tutulan kayıtlar, Cumhuriyet Savcılığınca görevlendirilen kişiler tarafından çözülerek metin hâline getirilir. Yabancı dildeki kayıtlar, tercüman aracılığı ile Türkçe'ye çevrilir. (3) 135 inci maddeye göre verilen kararın uygulanması sırasında şüpheli hakkında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmesi ya da aynı maddenin birinci fıkrasına göre hâkim onayının alınamaması halinde, bunun uygulanmasına Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl son verilir. Bu durumda, yapılan tespit veya dinlemeye ilişkin kayıtlar Cumhuriyet savcısının denetimi altında en geç on gün içinde yok edilerek, durum bir tutanakla tespit edilir. (4) Tespit ve dinlemeye ilişkin kayıtların yok edilmesi halinde soruşturma evresinin bitiminden itibaren, en geç onbeş gün içinde, Cumhuriyet Başsavcılığı, tedbirin nedeni, kapsamı, süresi ve sonucu hakkında ilgilisine yazılı olarak bilgi verir.” 5271 sayılı Kanun’un olaylar tarihinde yürürlükte bulunan “Soruşturma” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“(2) 250 nci Madde kapsamına giren suçların soruşturması ve kovuşturması sırasında Cumhuriyet savcıları, hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları, varsa Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bu işlerle görevlendirilen ağır ceza mahkemesi üyesinden, aksi halde yetkili adlî yargı hâkimlerinden isteyebilirler.”5271 sayılı Kanun’un maddesi, 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Kanun’un maddesi ile yürürlükten kaldırılmıştır. 5271 sayılı Kanun’un olaylar tarihinde yürürlükte olan “Soruşturmanın sulh ceza hâkimi tarafından yapılması” kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“(1) Suçüstü hâli ile gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde, Cumhuriyet savcısına erişilemiyorsa veya olay genişliği itibarıyla Cumhuriyet savcısının iş gücünü aşıyorsa, sulh ceza hâkimi de bütün soruşturma işlemlerini yapabilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Delilleri takdir yetkisi” kenar başlıklı maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:“(2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir.” 23/3/2005 tarihli ve 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un “Yargılamaya katılamayacak hâkim” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Ceza Muhakemesi Kanununun 23 üncü maddesinin ikinci fıkrası, Kanunun 163 üncü maddesi hükmü dışındaki hallerde uygulanmaz.” Tanıklıktan çekinme hakkı bulunan kişiler arasında yapılan görüşmelerin delil olarak kullanılıp kullanılamayacağına ilişkin Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 19/2/2013 tarihli ve E.2011/MD-137, K.2013/58 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir:“Şüpheli ya da sanıkların, birlikte suç işleme şüphesi bulunmayan tanıklıktan çekinebilecek kişilerle yaptıkları görüşmelerin kanuni delil olmadığı konusunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Bu konuda sorun, akrabalık ilişkilerinin sağladığı kolaylıklardan yararlanarak şüpheli ya da sanıkların birlikte suç işleme kuşkusu altında bulunan kişilerle yaptıkları iletişimin dinlenmesi ve kayda alınmasında doğmaktadır.Öğretide aksine görüşler bulunmakla birlikte, CMK'nun 135/ maddesi hükmünün birlikte suç işleme şüphesi altında bulunan kişileri kapsamayacağı, tanıklıktan çekinme hakkına sahip kişinin suça katıldığı daha önceden başka delillerle belirlenmiş ise artık bu noktada CMK'nun 135/ maddesi kapsamına giren bir dinleme ve kayıt yasağından söz edilemeyeceği, çünkü konuşması kayıt altına alınan kişinin, tanıklıktan çekinme hakkına sahip kişi sıfatını o kayıttan önce kaybettiği kabul edilmektedir. …Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu ele alındığında;Sanık A... K… ile yeğeni olan sanık .. K... ve kardeşi olan sanık H... K... arasında yapılan ve mahkeme kararıyla dinlenilmesi ve kayda alınmasına karar verilen telefon konuşmaları, bu kişilerin suça katıldıklarının daha önceden başka delillerle belirlenmesi ve bunlar hakkında da mahkeme kararıyla iletişimin tespiti ve kayda alınmasına karar verilmiş olması nedeniyle kanuni delil olarak kullanılabileceğinin kabulü gerekmektedir. Aksi halde; tanıklıktan çekinme hakkına sahip kişilerin, aynı suçu birlikte işlemelerinin kanun koyucu tarafından himaye edildiği sonucuna ulaşılır ki bunun kabulü de mümkün değildir…”
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2130
Başvuru, tutukluluğun uzun sürmesi ve bu hususta tazminat hakkının tanınmaması nedeniyle özgürlük ve güvenlik hakkının, telefon görüşmelerinin şartları oluşmaksızın ve farklı bir dosya üzerinden dinlenmesi nedeniyle haberleşme hürriyetinin, soruşturma evresinde görev yapan hâkimin yargılamaya da katılması, telefon görüşmelerinin görüşme dökümleri) verilmemesi, kayıtların farklı anlama gelecek biçimde birleştirilmesi, dinleme kararlarının dosyaya konulmaması, hukuka aykırı nitelikteki görüşme dökümlerinin, babası ve kardeşiyle yaptığı konuşmaların hükme esas alınması, bu kayıtlara dayanılarak dinleme kararı verilemeyecek suçlardan da mahkûm edilmesi, kovuşturmaya ilişkin araştırma yapılması, bilirkişi incelemesi ve tanık dinlenmesi taleplerinin reddedilmesi, tanıkların büyük kısmının talimatla dinlenilmesi ve kararlarda yeterli gerekçe gösterilmemesi nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucu, cinsel taciz suçundan mahkûm edildiği 7 ay 15 gün hapis cezasının denetimli serbestlik tedbiri uygulanmadan infaz edilmesi nedeniyle kanun önünde eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Başvuru, 6/2/2014 tarihinde Kdz. Ereğli Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 25/4/2014 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, cinsel taciz suçundan Kdz. Ereğli Sulh Ceza Mahkemesinin 18/3/2011 tarih ve E.2010/607, K.2011/49 sayılı kararı ile 7 ay 15 gün hapis cezasına mahkûm edilmiş ve karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 30/5/2013 tarih ve E.2012/11882, K.2013/6861 sayılı ilamı ile onanarak kesinleşmiştir. Anılan ilamın infazı sürecinde Kdz. Ereğli Cumhuriyet Başsavcılığının 29/8/2013 tarih ve 2013/1428 ilamat sayılı kararı ile başvurucunun dilekçesine istinaden cezasının infazının 6 ay süre ile ertelenmesine karar verilmiştir. Başvurucu, 5/12/2013 tarihli dilekçesi ile 13/12/2004 tarih ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'unun 105/A maddesi kapsamında denetimli serbestlikten yararlandırılmasını talep etmiştir. Zonguldak İnfaz Hâkimliği, 16/12/2013 tarih ve E.2013/323, K.2013/330 sayılı kararı ile "6291 sayılı Yasa ile 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfaz Hakkında Kanun'a eklenen 105/A maddesinde koşullu salıverilmesine 1 yıl ve daha az süre kalan iyi halli hükümlülerin talebi halinde söz konusu düzenlemeden yararlanabilecekleri, hükümlü hakkında 6 ay süre ile infazın ertelenmesi kararı bulunması nedeni ile infazına başlanılmadığı ve kapalı cezaevinde cezasının 1/5'ini infaz etme koşulu oluşmadığı, ayrıcı cinsel taciz suçundan hükümlü bulunduğu ve cinsel suçlardan hükümlülerin söz konusu düzenlemeden yararlanamadıkları" gerekçesiyle başvurucunun talebini reddetmiştir. Anılan karara yapılan itiraz Zonguldak Ağır Ceza Mahkemesinin 14/1/2014 tarih ve 2014/13 Değişik İş sayılı kararı ile reddedilmiştir. Karar, başvurucuya 27/1/2014 tarihinde tebliğ edilmiş ve başvurucu 6/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 5/4/2012 tarih ve 6291 sayılı Kanun ile 5275 sayılı Kanun'a eklenen 105/A maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Hükümlülerin dış dünyaya uyumlarını sağlamak, aileleriyle bağlarını sürdürmelerini ve güçlendirmelerini temin etmek amacıyla;a) Açık ceza infaz kurumunda cezasının son altı ayını kesintisiz olarak geçiren,b) Çocuk eğitimevinde toplam cezasının beşte birini tamamlayan,koşullu salıverilmesine bir yıl veya daha az süre kalan iyi hâlli hükümlülerin talebi hâlinde, cezalarının koşullu salıverilme tarihine kadar olan kısmının denetimli serbestlik tedbiri uygulanmak suretiyle infazına, ceza infaz kurumu idaresince hükümlü hakkında hazırlanan değerlendirme raporu dikkate alınarak, infaz hâkimi tarafından karar verilebilir." 24/1/2013 tarih ve 6411 sayılı Kanun ile 5275 sayılı Kanun'a eklenen geçici madde şöyledir:"Bu Kanunun 105/A maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde ve ikinci fıkrasında belirtilen altı aylık süre şartı ile birinci fıkrasının (b) bendinde belirtilen cezanın belirli bir süre infaz edilmesine ilişkin şart 31/12/2015 tarihine kadar uygulanmaz.” 2/7/2012 tarih ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un geçici maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"(2) Terör suçları, örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlar ile cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar hariç olmak üzere;a) Kasıtlı suçlardan toplam üç yıl veya daha az hapis cezasına mahkûm olanların,b) Taksirli suçlardan toplam beş yıl veya daha az süreyle hapis cezasına mahkûm olanların,c) Adli para cezasının infazı sürecinde tazyik hapsine tabi tutulanların,cezaları doğrudan açık ceza infaz kurumlarında yerine getirilir. Bu fıkra hükümleri 3l/l2/2017 tarihine kadar uygulanır." 5275 sayılı Kanun'un maddesinin (2) ve (3) numaralı fıkrası şöyledir:"(2) Hükümlülerin açık cezaevlerine ayrılmalarına ilişkin esas ve usûller yönetmelikte gösterilir. (3) İlk kez suç işleyen ve iki yıl veya daha az süreyle hapis cezasına hükümlü bulunanların cezaları doğrudan açık ceza infaz kurumlarında yerine getirilebilir." Açık Ceza İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliği'nin "Doğrudan açık kuruma alınacak hükümlüler" başlıklı maddesi şöyledir:"Terör suçları, örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlar ile cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar hariç olmak üzere;.....cezaları doğrudan açık kurumlarda yerine getirilir." Anılan Yönetmeliğin maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Hükümlülerden;a) Toplam cezalarının beşte birini kapalı kurumlarda iyi hâlli olarak geçiren ve koşullu salıverilme tarihine altı yıl veya daha az süre kalanlar,....açık kurumlara ayrılabilir."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1711
Başvurucu, cinsel taciz suçundan mahkûm edildiği 7 ay 15 gün hapis cezasının denetimli serbestlik tedbiri uygulanmadan infaz edilmesi nedeniyle kanun önünde eşitlik ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
0
Başvuru, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/11/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından bu kararda incelenen şikâyet haricindeki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna karar verilmiş, bu şikâyet yönünden ise başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve ayrıca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Türkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış, bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmesine karar verilmiş ve olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde sona ermiştir. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). Millî İstihbarat Teşkilatı (MİT) mensubu olan başvurucu, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) FETÖ/PDY ile bağlantılı suçlar nedeniyle başlatılan 2017/69394 sayılı soruşturma kapsamında Başsavcılığın talimatıyla 12/9/2017 tarihinde gözaltına alınmıştır. Başsavcılık 26/9/2017 tarihinde başvurucuyu devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından tutuklanması istemiyle sulh ceza hâkimliğine sevk etmiştir. Ankara Sulh Ceza Hâkimliği aynı tarihte başvurucunun anılan suçlardan tutuklanmasına karar vermiştir. Soruşturma evresinde başvurucunun tutukluluk durumu çeşitli kez değerlendirilmiş olup bunlardan UYAP'ta kayıtlı bulunan kararlardaki incelemelere göre Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 24/7/2019 tarihinde dosya üzerinden yapılan inceleme, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince 7/8/2019 tarihinde başvurucunun Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) yoluyla katıldığı duruşma, Ankara Sulh Ceza Hâkimliğince ise 5/9/2019 tarihinde dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Başsavcılık, devam eden soruşturma kapsamında 18/9/2019 tarihli iddianame ile başvurucu hakkında devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme ve silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından cezalandırılması istemiyle Ankara Ağır Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) kamu davası açmıştır. Mahkeme 25/9/2019 tarihinde iddianameyi kabul etmiş ve E.2019/93 sayılı dosya üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mahkeme 27/9/2019 tarihinde dosya üzerinden yaptığı tensip incelemesiyle birlikte başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına da karar vermiştir. Başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına ilişkin karara karşı yaptığı itirazını dosya üzerinden inceleyen Ankara Ağır Ceza Mahkemesi 15/10/2019 tarihinde itirazı kesin olarak reddetmiştir. Başvurucu, anılan kararı 22/10/2019 tarihinde tebliğ aldığını belirterek 14/11/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Mahkeme, ilk duruşma öncesinde 25/10/2019 ve 22/11/2019 tarihlerinde dosya üzerinden yaptığı incelemelerle başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Mahkemece 19/12/2019 tarihinde, başvurucunun ve müdafiinin hazır bulunduğu ilk duruşmada başvurucunun esasa ilişkin savunması alınmış, ayrıca tutukluğa dair söyleyecekleri dinlenmiş ve duruşma sonunda başvurucunun tutukluluk hâlinin devamına karar verilmiştir. Mahkeme 25/3/2021 tarihli oturumda başvurucunun terör örgütüne üye olma suçundan 8 yıl 9 ay hapis cezasıyla ve devletin gizli kalması gereken bilgilerini siyasal veya askerî casusluk amacıyla temin etme suçundan ise 18 yıl 6 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, ayrıca başvurucunun hükümle birlikte tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu 26/3/2021 tarihinde anılan kararı istinaf etmiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla istinaf aşamasında derdesttir. A. Kanun Hükümleri 4/12/2012 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Şüpheli veya sanığın salıverilme istemleri" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında şüpheli veya sanık salıverilmesini isteyebilir. (2) Şüpheli veya sanığın tutukluluk hâlinin devamına veya salıverilmesine hâkim veya mahkemece karar verilir. Ret kararına itiraz edilebilir." 5271 sayılı Kanun'un "Tutukluluğun incelenmesi" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutukevinde bulunduğu süre içinde ve en geç otuzar günlük süreler itibarıyla tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceği hususunda, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından 100 üncü madde hükümleri göz önünde bulundurularak, şüpheli veya müdafii dinlenilmek suretiyle karar verilir. (2) Tutukluluk durumunun incelenmesi, yukarıdaki fıkrada öngörülen süre içinde şüpheli tarafından da istenebilir. (3) Hâkim veya mahkeme, tutukevinde bulunan sanığın tutukluluk hâlinin devamının gerekip gerekmeyeceğine her oturumda veya koşullar gerektirdiğinde oturumlar arasında ya da birinci fıkrada öngörülen süre içinde de re'sen karar verir." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;a) Kanunlarda belirtilen koşullar dışında yakalanan, tutuklanan veya tutukluluğunun devamına karar verilen,b) Kanunî gözaltı süresi içinde hâkim önüne çıkarılmayan,c) Kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan,d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,e) Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen,f) Mahkûm olup da gözaltı ve tutuklulukta geçirdiği süreleri, hükümlülük sürelerinden fazla olan veya işlediği suç için kanunda öngörülen cezanın sadece para cezası olması nedeniyle zorunlu olarak bu cezayla cezalandırılan,g) Yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan,h) Yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen,i) Hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen,j) Eşyasına veya diğer malvarlığı değerlerine, koşulları oluşmadığı halde elkonulan veya korunması için gerekli tedbirler alınmayan ya da eşyası veya diğer malvarlığı değerleri amaç dışı kullanılan veya zamanında geri verilmeyen,k) (Ek: 11/4/2013-6459/17 md.) Yakalama veya tutuklama işlemine karşı Kanunda öngörülen başvuru imkânlarından yararlandırılmayan, kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler" 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'na eklenen geçici madde şöyledir:"Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren üç yıl süreyle; 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısım Dördüncü, Beşinci, Altıncı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar ile 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlar veya örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlar bakımından:...c) Tutukluluğa itiraz ve tahliye talepleri dosya üzerinden karara bağlanabilir. Tahliye talepleri en geç otuzar günlük sürelerle tutukluluğun incelenmesi ile birlikte dosya üzerinden karara bağlanabilir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 108 inci maddesi uyarınca yapılan tutukluluğun incelenmesi en geç, otuzar günlük sürelerle dosya üzerinden, doksanar günlük sürelerle kişi veya müdafi dinlenilmek suretiyle resen yapılır.” B. Yargıtay Kararları Yargıtay Ceza Dairesinin 5/7/2018 tarihli ve E.2017/7338, K.2018/7621 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: “...5271 sayılı CMK'nın koruma tedbirlerine dayalı tazminat isteme koşullarını düzenleyen 142/1 maddesinde, karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabileceği belirtilmekle birlikte, bazı hallerde tazminat talebinin dayanağı olan ceza dava dosyası ya da soruşturma dosyasında esas hakkında bir karar verilmesi ve bu kararın kesinleşmesi gerekmez. Keza, gözaltı süresi yasada açıkça belirtilmiş olup, kişinin yasadaki bu süre içinde hakim önüne çıkarılıp, çıkarılmadığının saptanmasının davanın esasıyla herhangi bir ilgisi bulunmadığı gibi bu konudaki talepler hakkında karar verilmesi için davanın esası hakkında karar verilmesine de gerek bulunmamaktadır.Yine aynı şekilde, kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan, Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan, yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan, yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen, ya da hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen kişilerin tazminat istemleri konusunda, asıl davada hüküm verilmesini veya verilen hükmün kesinleşmesini beklemeye gerek bulunmamaktadır. Zira bu talepler, asıl davanın sonucunu etkileyici veya asıl davanın sonucuna bağlı talepler değildir...” Yargıtay Ceza Dairesinin 14/12/2015 tarihli ve E.2014/19906, K.2015/19237 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Davacının tazminat talebinin reddine ilişkin hüküm, davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:Davacı vekili 2013 tarihli dava dilekçesi ile müvekkilinin silahlı terör örgütü üyeliği suçundan 14/04/2012 tarihinde yakalandığını, üç gün gözaltında tutulduğunu, daha sonra 2012 tarihinde çıkarıldığı ... Özel yetkili (Mülga CMK. madde ile görevli) Cumhuriyet Başsavcılığınca alınan ifadesi sonrası, tutuklanma talebiyle sevk edildiği (CMK Madde ile görevli) ... Ağır Ceza Mahkemesi Hakimliği'nce 2012 tarih ve 2012/35 sorgu sayılı karar ile tutuklanıp ... tipi Cezaevine gönderildiğini ve daha sonra müvekkili hakkında tutuklandığı suç dolayısıyla İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (TMK Madde ile görevli)'ca hazırlanan 12/04/2013 tarih, 2013/174 sayılı iddianame ile ... Ağır Ceza Mahkemesinin 2013/79 esas sayılı dosyasında kamu davası açıldığını, ilk duruşmaya 22/08/2013 tarihinde çıkabildiğini, müvekkilinin yakalanma anından itibaren yaklaşık 16 ay tutuklu bir vaziyette, hakim karşısına çıkarılmayarak çok uzun süre tutuklulukta kaldıktan sonra duruşmaya çıkarılmış olması nedeniyle CMK’nın l41/l-d maddesindeki makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmamış olması nedeniyle, 000 TL. manevi tazminatın, yakalama tarihinden itibaren faizi ile birlikte, yargılama harç ve masraflarının ve vekalet ücretinin davalı hazineden alınarak taraflarına verilmesini talep etmiş, mahkemece yapılan inceleme ve değerlendirme sonunda '... Ağır Ceza Mahkemesinin 2013/79 esas sayılı ceza dosyasında davacı (sanık) hakkında yapılan yargılamanın devam ettiğini, CMK’nın 142/ maddesi gereğince karar ve hükümlerin kesinleşmesi şartının gerçekleşmediği' gerekçesiyle dava dilekçesinin CMK’nın 142/ maddesi gereğince reddine karar verilmiş itiraz üzerine inceleme yapan ... Ağır Ceza Mahkemesinin 2014 tarih, 2014/1024 değişik iş sayılı kararı ile verilen kararın temyizi kabil kararlardan olduğu gerekçesi ile itiraz yönünde karar verilmesine yer olmadığına dair kararı üzerine esasa ilişkin kararın temyizi kabil olduğu kabul edilerek dosya incelendi, gereği düşünüldü;1-5271 sayılı CMK’nın tazminat istemenin koşulları başlığını taşıyan maddesinde;'Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde' bulunulabileceği hükme bağlanmış ve kanundaki bu düzenleme nedeniyle, tazminat istemine konu davaların esasıyla ilgili verilen kararların kesinleşmesi veya verilen kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararların kesinleşmesinden itibaren dava açma süresinin başlayacağı kabul edilmiş, yerleşik uygulama bugüne kadar da bu şekilde sürdürülmüştür.Ancak; 5271 sayılı CMK’nın; 'Tazminat istemi' başlıklı maddesi incelendiğinde, bir kısım tazminat nedenleri konusunda karar verilmesi için, davanın esasıyla ilgili bir kararın verilmesi zorunluluğunun bulunmadığı dolayısıyla bu nedenlere dayalı istemlerde, davanın sonuçlanmasına gerek bulunmadığı açıkça anlaşılmaktadır.Örneğin, gözaltı süresi yasada açıkça belirtilmiş olup, yasadaki bu süre içinde hakim önüne çıkarılıp, çıkarılmadığının saptanmasının davanın esasıyla herhangi bir ilgisi bulunmadığı gibi bu konudaki talep konusunda karar verilmesi için davanın esası hakkında karar verilmesine de gerek bulunmamaktadır. Yine aynı şekilde, kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan, kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan, yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan, yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen, ya da hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen kişilerin tazminat istemleri konusunda, asıl davada hüküm verilmesini veya verilen hükmün kesinleşmesini beklemeye gerek bulunmamaktadır. Somut olayda da tutukluluk süresinin uzun olduğu gerekçesi ile yasa ve mevzuat ihlali yapıldığına ilişkin iddiaya dayalı tazminat talebi asıl davanın sonucunu etkileyici veya asıl davanın sonucuna bağlı talep niteliğinde bulunmadığından hüküm verilmesine veya kesinleşmesine gerek bulunmamaktadır....Somut olayda tazminat isteminin haklı olup olmadığı irdelemesini yapacak olan mahkemenin temel amacı, tutukluluğun hukuka aykırı olduğunun ya da devamını haklı kılan sebep veya sebeplerin bulunup bulunmadığının ve makul sürede yargılama merci huzuruna çıkarılıp çıkarılmadığının tespitidir....Bu çerçevede, dosya kapsamı itibariyle 2012 tarihinde tutuklanan tutukluluk hali farklı tarihlerde uzatılan sanık (davacı) hakkında 5271 sayılı CMK’nın 141/1-a,d maddeleri gereğince uzun süre tutukluluk halinin sürdürülmesi gerekçelerinin ve makul sürede hakkında karar verilip verilmediğinin ve dolayısıyla davacının manevi tazminata hak kazanıp kazanmadığının belirlenmesi açısından, hakkındaki soruşturma ve kovuşturma kapsamı incelenerek, soruşturma ve kovuşturmanın uzun sürmesinin nedenlerinin incelenmesi gerektiğinin anlaşılması karşısında, öncelikle tazminat istemine konu olan dayanak dosyadaki iddianame, davacıya (sanığa) ait tutuklama kararları, tutuklama inceleme tutanakları, davacı (sanık) ile ilgili tutanak ve belgeler getirtilip davacının taleplerinin incelenmesi gerektiğinin düşünülmemesi ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 19/son maddesi 'Hürriyeti kısıtlanan kişilerin en kısa zamanda bırakılmasının' sağlanmasını öngördüğü gibi yine Anayasa'nın 90/son maddesine göre, usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası antlaşmalardan olan ve uygulama önceliği olan, İnsan Hakları Sözleşmesinin 5/ maddesindeki 'Yakalanan veya tutuk durumda bulunan herkes hemen bir hakim veya adli görev yapmaya yasayla yetkili kılınmış diğer bir görevli önüne çıkarılır' düzenlemeleri ile birlikte 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 141/1-d maddesine göre, 'Kanuna uygun olarak tutuklandığı halde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen' kişilere de tazminat verilmesini öngördüğünden, soruşturma ve kovuşturma sürecinde tutukluluğun yasal dayanağının kalıp kalmadığı da irdelenerek, tutukluluk hali ve yargılama süreci yönünden makul sürenin aşıldığı iddiasının değerlendirilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi,...İsabetsiz olup ... [hükmün] BOZULMASINA ... oybirliğiyle karar verildi." Yargıtay Ceza Dairesinin 5/5/2014 tarihli ve E.2014/3087, K.2014/10836sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "Davacının maddi tazminat talebinin reddi ile, manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne ilişkin hüküm, davalı vekili ve davacı vekili tarafından temyiz edilmekle, dosya incelenerek gereği düşünüldü:Davacı vekili 2007 tarihli dilekçesi ile davacının kanuna uygun olarak tutuklandığı halde makul sürede yargılama mercii önüne çıkarılmadığı, serbest bırakılmadığı ve hakkında karar verilmediği nedeni ile 000 TL maddi, 000 TL manevi tazminat talebinde bulunulmuş olup, yapılan inceleme sonunda mahkemece, davacının tazminat talebinin dayanağı olan yargılandığı mahkemedeki davanın henüz sonuçlanmamış olması nedeniyle davanın CMK'nın 142/1 maddesi gereğince reddine dair, 2008 tarih ve 2007/320 esas, 2008/90 sayılı hükmünün davacı vekilince temyiz edilmesi üzerine, Dairemizin 2012 tarih, 2012/25534 esas, 2012/22659 karar sayılı ilamı ile, davacı vekilinin sair temyiz itirazları reddedildikten sonra, '2006 tarihinde tutuklanan sanık (davacı) hakkında 2007 tarihli iddianame ile kamu davası açıldığı, tensiple birlikte tutukluluğun devamına karar verildiği, sanığın değişik cezaevlerine nakli dolayısıyla 2007 tarihinde savunmasının talimatla alındığı ve 2007 tarihinde yargılandığı mahkeme huzuruna çıkarılıp serbest bırakıldığı, davacının 5271 sayılı CMK'nın 141/1-d maddesindeki Kanuna uygun olarak tutuklandığı halde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmadığı' ve yargılandığı mahkemede hazır bulundurulmadığından tazminata hak kazandığı, Dairemizin 2012 tarih ve 2011/15700 esas ve 2012/9187 karar ve 2012 tarih ve 2012/20227 ve 18818 sayılı kararlarında da belirtildiği gibi bir kısım koruma tedbirleri nedeniyle sanıklar hakkındaki davaların sonuçlanmasının gerekmediği, devam eden davada davacının beraat etmesi halinde de ayrıca CMK'nın 141/1-e maddesindeki 'Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilenler' kapsamında tazminat talep edebileceği hususu gözetilmeden 'Tazminat istemine konu davanın derdest olup sonuçlanmadığı ve kesinleşmediği' gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi,' nedeniyle bozulmuş olup; 5271 sayılı CMK’nın; 'Tazminat istemi' başlıklı maddesi incelendiğinde, bir kısım tazminat nedenleri konusunda karar verilmesi için, davanın esasıyla ilgili bir kararın verilmesi zorunluluğunun bulunmadığı dolayısıyla bu nedenlere dayalı istemlerde, davanın sonuçlanmasına gerek bulunmadığı yasal düzenlemeden açıkça anlaşılmaktadır. Örneğin, gözaltı süresi yasada açıkça belirtilmiş olup, yasadaki bu süre içinde hakim önüne çıkarılıp, çıkarılmadığının saptanmasının davanın esasıyla herhangi bir ilgisi bulunmadığı gibi bu konudaki talep konusunda karar verilmesi için davanın esası hakkında karar verilmesine de gerek bulunmamaktadır. Yine aynı şekilde, kanunî hakları hatırlatılmadan veya hatırlatılan haklarından yararlandırılma isteği yerine getirilmeden tutuklanan, kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan, yakalama veya tutuklama nedenleri ve haklarındaki suçlamalar kendilerine, yazıyla veya bunun hemen olanaklı bulunmadığı hâllerde sözle açıklanmayan, yakalanmaları veya tutuklanmaları yakınlarına bildirilmeyen, ya da hakkındaki arama kararı ölçüsüz bir şekilde gerçekleştirilen, kişilerin tazminat istemleri konusunda, asıl davada hüküm verilmesinin veya verilen hükmün kesinleşmesinin beklenmesine gerek bulunmamaktadır. Zira bu talepler, asıl davanın sonucunu etkileyici veya asıl davanın sonucuna bağlı talepler değildir.Bu kapsamda somut olay incelendiğinde; 2006 tarihinde tutuklanan sanık (davacı) hakkında 2007 tarihli iddianame ile kamu davası açıldığı, tensiple birlikte tutukluluğun devamına karar verildiği, sanığın değişik cezaevlerine nakli dolayısıyla 2007 tarihinde talimatla savunmasının alındığı ve 2007 tarihinde yargılandığı mahkeme huzuruna çıkarılıp serbest bırakıldığı, kanuna uygun olarak tutuklandığı halde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmadığı ve yargılandığı mahkemede hazır bulundurulmadığı ve 5271 sayılı CMK.nun 141/1-d maddesi gereğince manevi tazminata hak kazandığı, bunun için davanın sonuçlanmasının ve beraat etmesinin gerekmediği, her ne kadar davacı maddi tazminat isteminde bulunmuş ise de, davanın tutuklu sanığın (davacının) makul sürede yargılama mercii önüne çıkarılmamış olmasına dayalı olması, bu aşamada maddi bir kaybının oluşmamış olması, yargılandığı davada beraatine karar verilecek olması durumunda maddi zararlarını ayrıca isteyebilecek olması gerekçesiyle maddi tazminat talebinin reddi ile, manevi tazminat talebinin kısmen kabulüne ilişkin hükümde isabetsizlik görülmemiştir."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/37138
Başvuru, tutukluluk incelemelerinin hâkim/mahkeme önüne çıkarılmaksızın yapılması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, bir internet sitesinde yayımladığı görüşleri nedeniyle başvurucu hakkında idari para cezası uygulanmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığının görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Arka Plan Bilgisi Türk siyasi hayatında 2016 yılı, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçilmesi bağlamında yoğun tartışmaların yaşandığı bir yıl olmuştur. Yaşanan tartışmalar sonucunda Anayasa değişikliği taslağı hazırlanmıştır. Ek bazı değişiklikleri de içeren taslak metinde en fazla dikkati çeken ve kamuoyunun yoğun gündem maddesini oluşturan kısım, hükûmet sistemi değişikliğine ilişkin maddeler olmuştur. Söz konusu taslak ile başbakanlık makamının kalkmasıyla birlikte Cumhurbaşkanı'nın görev ve yetki tanımları tekrar düzenlenmiş ve yeni sistemin adı "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi" olarak ifade edilmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Genel Kurulunca 21/1/2017 tarihinde kabul edilen 6771 sayılı Kanun'la ilgili olarak 23/5/1987 tarihli ve 3376 sayılı Anayasa Değişikliklerinin Halkoyuna Sunulması Hakkında Kanun hükümleri gereğince 16/4/2017 Pazar günü halk oylaması yapılmıştır. Halk oylaması öncesinde değişikliğe ilişkin lehte ve aleyhte olan siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, sendikalar, dernekler gibi toplumun birçok kesiminden kişi ve örgütler konu ile ilgili görüşlerini paylaşmak için toplantı ve gösteriler düzenlemiş; broşürler hazırlamıştır.B. Somut Olaya İlişkin Bilgiler Başvurucu 1959 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte Türk Mühendis ve Mimarlar Odaları Birliği (TMMOB) Yönetim Kurulunun başkanıdır. TMMOB kanunla kurulmuş kamu kurumu niteliğindeki bir meslek kuruluşudur. TMMOB'nin 26-29/5/2016 tarihlerinde gerçekleştirilen Olağan Dönem Genel Kurulunda bazı kararlar alınmıştır. Anılan kararların maddesi şöyledir:"AKP'nin 'Yeni Anayasa' ve 'Başkanlık Sistemi'ne HayırAKP'nin Yeni Anayasası; neoliberalizmin kurumsallaşması, kamu üretimi, kamu girişimciliği, kamusal denetim ve hizmetin tasfiyesi yanı sıra yasama ve yargının önemli ölçüde budanmış bağımsızlığını tümüyle ortadan kaldıracak ve her iki kurum ile yasama organı olan parlementoyu, yürütme erkini tek kişi otoritesinin inisiyatifine tabi kılacak, diktatörlüğü kurumsallaştıracak, yeni tipte bir sermaye egemenliği, yeni tipte bir faşizm ve şeriat-hilafet anayasası olacaktır. TMMOB; AKP'nin Yeni Anayasasına ve Başkanlık Sistemine karşı ikirciksiz olarak hayır diyerek, bu sürece karşı emek ve meslek örgütleri ile ortak mücadele hattının oluşturulması için sorumluluk alır." Söz konusu Genel Kurul kararı üzerine 11/2/2017 tarihli TMMOB Dönem Danışma Kurulu tarafından "Anayasa Değişikliği Referandumunda, Ülkemiz, Halkımız, Cumhuriyet, Demokrasi, Laiklik İçin, Meslek Alanlarımız ve Meslek Özgürlüklerimiz İçin 'Hayır' Diyeceğiz" başlıklı bir karar alınmıştır. Alınan kararın sonuç kısmı şöyledir:"Sonuç olarak Danışma Kurulumuz, yurttaşlık sorumluluklarımızın ve kamusal, toplumsal sorumluluklarımızın bir gereği olarak, referandumda 'HAYIR' tutumunun benimsenmesini tam bir görüş ve oybirliği ile karar altına almıştır." Anılan kararların uygulanması aşamasında söz konusu kararlar TMMOB'nin icra organı olan Yönetim Kurulu tarafından çeşitli vasıtalarla paylaşılmaya başlanmış ve TMMOB'nin resmî internet sitesinde yayımlanmıştır. Akabinde Ankara İl Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube Müdürlüğünün ihbarı üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı İdari Yaptırım Bürosunun 5/7/2018 tarihli kararıyla başvurucu hakkında 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi uyarınca 228,01 TL idari para cezası uygulanmıştır. Söz konusu kararın gerekçesi şöyledir:"Adı geçen şahıs hakkında yapılan ihbar uyarınca Yüksek Seçim Kurulu'nun 15/2/2017 tarih ve 109 sayılı kararının D maddesinde Basın İletişim Araçları ve İnternette Propaganda Başlığında 'siyasi partiler, yazılı basında ilan ve reklam yoluyla veya internet sitesi açarak sözlü, yazılı veya görüntülü, propaganda yapabilecekleri' belirtilmiş ancak siyasi partiler dışında başka bir kamu kurum ve kuruluşlarının propaganda çalışması yapacağı belirtilmemiş olup, kabahat işleyenin sorumlu olduğu Türk Mühendis ve Mimarlar Odaları Birliğinin internet sitesinde halkoylaması için internet görüntü çıktıları ile propaganda çalışması yaptığı, eylemin 5326 sayılı Kanun'un maddesine temas ettiği.." Başvurucu söz konusu idari para cezasına itiraz etmiştir. İtirazı inceleyen Ankara Sulh Ceza Hâkimliği 16/11/2018 tarihli kararıyla başvurucunun itirazını kesin olarak reddetmiştir. Söz konusu kararın gerekçesi şöyledir:"İtiraz eden Emin Koramaz tarafından 2018 tarihli dilekçesi ile; hakkında T. Ankara Başsavcılığı İdari Yaptırım Bürosu tarafından 2017/769-2018/170 idari yaptırım defter ve karar numarası ile 01-TL tutarında verilmiş olan idari para cezasının dilekçede belirtilmiş olan hususlar gözönünde bulundurularak iptaline karar verilmesini talep etmiş olduğu görülmüştür.İtirazın süresinde olduğu anlaşılmakla, T. Ankara Başsavcılığı İdari Yaptırım Bürosunun sunmuş olduğu dosya 5326 sayılı yasanın 28/son maddesi uyarınca itiraz edene tebliğ edilmiş olup, itiraz eden vekili tarafından tebliğden sonra cevap verilmiş olduğu görülmekle;Hakimliğimizce dosya üzerinden yapılan inceleme sonucunda; itiraz edenin dilekçesinde sunmuş olduğu gerekçelerin yerinde olmadığı, uygulanmış olan idari para cezasının usul ve yasaya uygun olduğu ile herhangi bir isabetsizlik olmadığı anlaşılmakla, itirazın reddine dair aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir." Karar 4/12/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, süresinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 5326 sayılı Kanun’un maddesi şöyledir: "(1) Yetkili makamlar tarafından adli işlemler nedeniyle ya da kamu güvenliği, kamu düzeni veya genel sağlığın korunması amacıyla, hukuka uygun olarak verilen emre aykırı hareket eden kişiye... idari para cezası verilir..." 26/4/1961 tarihli ve 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun'un 55/B maddesi şöyledir:"Seçime katılan siyasi partiler ve bağımsız adaylar, seçim propaganda süresinin sona ermesine kadar, yazılı basında ilan ve reklam yoluyla veya internet sitesi açarak sözlü, yazılı veya görüntülü propaganda yapabilirler.Vatandaşların, elektronik posta adreslerine gönderilecek mesajlarla, taşınabilir veya sabit telefonlarına sesli, görüntülü veya yazılı mesaj göndermek suretiyle propaganda yapılamaz. Ancak, siyasi partilerin kendi üyelerine gönderdiği sesli, görüntülü veya yazılı mesajlar her zaman serbesttir.Oy verme gününden önceki on günlük sürede, yazılı, sözlü ve görsel basın ve yayın araçları ile kamuoyu araştırmaları, anketler, tahminler, bilgi ve iletişim telefonları yoluyla mini referandum gibi adlarla bir siyasi partinin veya adayın lehinde veya aleyhinde veya vatandaşın oyunu etkileyecek biçimde yayın yapılması ve herhangi bir surette dağıtımı yasaktır. Bu sürenin dışında yapılacak yayınların; tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerine uygun olması şarttır. Kamuoyu araştırmaları ve anketlerin yayınlanması sırasında, araştırmanın hangi kuruluş tarafından yapıldığının, denek sayısının, araştırmanın kim tarafından finanse edildiğinin açıklanması zorunludur.Bu madde hükümlerine göre yapılacak propagandaların ve yayınların ilkeleri Yüksek Seçim Kurulunca belirlenir." Yüksek Seçim Kurulunun (YSK) 15/2/2017 tarihli ve 109 sayılı kararının sonuç kısmının "Basın İletişim Araçları ve İnternette Propaganda" başlıklı 1/D maddesi şöyledir:"Siyasi Partilerin halkoylamasının başlangıç günü olan 16 Şubat 2017 Perşembe gününden, oy verme günü öncesi 15 Nisan 2017 Cumartesi günü saat 00’e kadar;a) Yazılı basında; ilân ve reklam yoluyla veya internet sitesi açarak; sözlü, yazılı ve görüntülü propaganda yapabileceklerine (298/55/B-1),Ancak yurt dışında yayımlanan yazılı basında ilân ve reklam yoluyla yazılı veya görüntülü propaganda yapılamayacağına (298/94/A-son, 94/E-6),b) Vatandaşların elektronik posta adreslerine, taşınabilir ya da sabit telefonlarına görüntülü, sesli veya yazılı mesaj göndermek suretiyle propaganda yapılmasının yasak olduğuna (298/55/B-2),Ancak siyasi partilerin kendi üyelerine sesli, görüntülü veya yazılı mesajları her zaman gönderebileceklerine (298/55/B-2).c) Oy verme gününden önceki yedi gün içinde; (9 Nisan 2017) - (15 Nisan 2017 Cumartesi günü saat 00'e kadar) Yazılı, sözlü ve görsel basın ve yayın araçları ile Kamuoyu araştırmaları, Anketler, Tahminler, Bilgi ve iletişim telefonları yoluyla mini referandum,gibi adlarla, vatandaşın oyunu etkileyecek biçimde yayın ve herhangi bir surette dağıtımının yapılmasının yasak olduğuna,Bu sürenin dışında yurt içinde yapılacak kamuoyu araştırmaları, anketler, tahminler ve mini referandum gibi yayınlarda; tarafsızlık, gerçeklik ve doğruluk ilkelerine uyulmasında zorunluluk bulunduğuna,Ancak yurt dışında ve gümrük kapılarında hiçbir şekilde kamuoyu araştırmaları, anketler, tahminler ve mini referandum gibi yayınların yapılamayacağına (298/94/A-son, 94/E-6),Tarafsızlıktan kastedilen amacın, tek yönlü ve taraf tutan yayınların yapılmamasını, siyasi partiler arasında fırsat eşitliğinin gözetilmesini, yayınların doğru, gerçek olgu ve esaslara dayandırılmasını sağlamak olduğuna,Kamuoyu araştırmaları ve anketlerin yayınlanması sırasında, araştırmanın hangi kuruluş tarafından yapıldığının, denek sayısının, araştırmanın kim tarafından finanse edildiğinin mutlaka açıklanması gerektiğine, herhangi bir yayın kuruluşundan yapılan ve yukarıdaki bilgileri içermeyen alıntıya dayanılarak yapılan yayınların da bu kapsamda değerlendirileceğine (298/55/B-3),Yukarıda açıklanan kurallara aykırılığın tespiti halinde; keyfiyetin ilgisi itibariyle Cumhuriyet başsavcılıklarına, Radyo Televizyon Üst Kuruluna, Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu Başkanlığına ve Erişim Sağlayıcıları Birliğine bildirilmesi gerektiğine..
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/1112
Başvuru, bir internet sitesinde yayımladığı görüşleri nedeniyle başvurucu hakkında idari para cezası uygulanmasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurular, süresi içinde yapılmıştır. Başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Ekli tabloda yer alan başvurular bu başvuru ile birleştirilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/54553
Başvurular, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 26/12/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon tarafından başvurucunun tutuklamanın hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile tutuklama kararında kullanılan ibareler nedeniyle masumiyet karinesinin ihlal edildiği iddiaları bakımından kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, diğer temel hak ve özgürlüklerin ihlal edildiğine yönelik iddiaların ise kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Genel AçıklamalarTürkiye 15 Temmuz 2016 tarihinde askerî darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalmış ve bu nedenle 21/7/2016 tarihinde ülke genelinde olağanüstü hâl ilan edilmiştir. Olağanüstü hâl 19/7/2018 tarihinde son bulmuştur. Kamu makamları ve yargı organları -olgusal temellere dayanarak- bu teşebbüsün arkasında Türkiye'de çok uzun yıllardır faaliyetlerine devam eden ve son yıllarda Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (PDY) olarak isimlendirilen bir yapılanmanın olduğunu değerlendirmişlerdir (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, §§ 12-25). Darbe teşebbüsü sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY'nin kamu kurumlarındaki örgütlenmesinin yanı sıra eğitim, sağlık, ticaret, sivil toplum ve medya gibi farklı alanlardaki yapılanmasına yönelik olarak Cumhuriyet başsavcılıkları tarafından soruşturmalar yürütülmüş; çok sayıda kişi hakkında gözaltı ve tutuklama tedbirleri uygulanmıştır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 51; Mehmet Hasan Altan (2) [GK], B. No: 2016/23672, 11/1/2018, § 12). B. Başvurucuya İlişkin Süreç Mardin Valiliği koordinatörlüğünde İl Emniyet Müdürlüğü Toplum Destekli Polislik Büro Amirliğince yürütülen Sosyal Destek Programı Projesi (SODES) kapsamında, seviye belirleme sınavına (SBS) girecek öğrencilere "Güvenli Gelecek İçin Eğitimde Fırsat Eşitliği" adlıhazırlık eğitimivelise öğrencilerine yönelik "İngilizce Yaz Eğitim Kampı 2" adlı ingilizce eğitimi ile ilgili olarak yapılan ihalelerde birtakım usulsüzlüklerin olduğu ve bu projelerle FETÖ/PDY'ye finansman sağlandığı iddialarına yönelik olarak başvurucunun da aralarında yer aldığı birçok şüpheli hakkında 2014 yılında Mardin Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) 2014/4846 soruşturma numarasına kayden soruşturma başlatılmıştır. Mardin valisi olarak 27/5/2013 ve 4/6/2014 tarihleri arasında görev yapan başvurucu, anılan soruşturma kapsamında 24/7/2016 tarihinde konutunda yapılan arama sonrasında gözaltına alınmıştır. Başvurucu, Mardin İl Emniyet Müdürlüğüne getirilerek on beş gün burada gözaltında tutulmuştur. Emniyet görevlileri tarafından ifade alma işlemi sırasında başvurucuya FETÖ/PDY üyesi olma ile ilgili isnatlar yöneltilmiştir. Bu işlem esnasında iki müdafi de hazır bulundurulmuştur. Başvurucu 7/8/2016 tarihli ifadesinde özetle FETÖ/PDY ile bir irtibatının bulunmadığını savunmuştur. Başvurucu, Başsavcılıkça ifadesinin müdafii huzurunda alınması sonrasında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanması istemiyle 8/8/2016 tarihinde -başka şüphelilerle birlikte- Mardin Sulh Ceza Hâkimliğine sevk edilmiştir. Tutuklama talep yazısı şöyledir:" Şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların ve tutuklama nedeninin bulunduğu anlaşılmakla; şüphelinin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu, suça dair yasada yazılı cezanın üst haddi dikkate alınarak 5271 sayılı CMK'nın [Ceza Muhakemesi Kanunu] vd. maddeleri uyarınca tutuklanmasına ...[karar verilmesi talep olunur.]" Başsavcılığın talep yazısının içeriği ve başvurucuya yönelik suçlama, sorgu işlemi öncesinde Mardin Sulh Ceza Hâkimliği tarafından başvurucuya anlatılmıştır. Bu sırada başvurucunun avukatı hazır bulunmuştur. Başvurucunun sorgudaki ifadesi şöyledir:" ... ben Mardin de 27 mayıs 2013 - 4 haziran 2014 tarihleri arasında görev yaptım ben göreve geldiğimde 2013 sodes projeleri hazırlanmış ve kalkınma bakanlığının kabulüne sunulmuştu benim dönemimde hiçbir hazırlık aşaması yoktu yanlızca bir kaç projede bütçe kalemlerinde değişiklik yapılması ile alakalı tadilatlar vardı bunlarda bir kaç imzam olabilir ben göreve iki hafta daha geç başlasam bunlarda da imzam olmayacaktı benim paralel yapı ile bağlantılı olan hiç bir bankada hesabım yahut yayın organına üyeliğim yoktur üç tane çocuğum vardır üniversite çağındadırlar lise öğrenimlerini Ankarada pek çok bürokratın çocuğunun devam ettiği Ahmet Ulusoy lisesinde tamamladılar bu okul cemaat ile ilintiliydi ancak o tarihlerde cemaat terör örgütü olarak görülmüyordu üniversitede ise devlet okullarında eğitim görmektedirler, oğlum şu anda bilkent üniversitesinde bursuz olarak hukuk fakültesinde okumaktadır ben üniversite sınavı açıklandıktan sonra turgut özal üniversitesi hukuk fakültesinden parasız ve burslu olarak teklif gelmesine rağmen kendi cebimden para vererek bilkent e yazdırdım, ben Sinopta vali olarak görev yapmaktayken kendisi de buralı olan G.nin bizzat istemesi sebebiyle Mardine vali olarak atandım kendisi ile uygun bir çalışmamız oldu halende görüşmekteyim halende beni hizmetlerimden dolayı iyi olarak anar, ben Mardin den önce 5 yıl terör bölgesi olan Van da 1995-2000 yılları arasında görev yaptım 15 temmuz darbe girişimi gecesi Genel kurmay başkanlığının önünde bulunuyordum bu hususlar atmış olduğum tweetlerden de bellidir, üzerime atılı suçlamaları kabul etmiyorum ..." Mardin Sulh Ceza Hâkimliği 8/8/2016 tarihli kararıyla tutuklama talebinin reddine ve başvurucu hakkında adli kontrol tedbiri uygulanmasına karar vermiştir. Anılan kararın ilgili kısmı şöyledir:"Şüpheliler ... [A.] ... ve ...'un üzerlerine atılı silahlı terör örgütüne üyelik suçunun CMK'nın [Ceza Muhakemesi Kanunu] 100 maddesinde düzenlenen katalog suçlardan olması sebebiyle tutuklama nedeni varsayılabilir bulunmakla birlikte suç vasfının şüpheliler lehine değişme ihtimali sebebiyle tutuklamanın orantılı olduğunu söylemenin mümkün olmaması karşısında, tutuklama ile elde edilebilecek yararın adli kontrol tedbirleri ile sağlanacağı anlaşıldığından,şüphelilerin5271 Sayılı CMK.nın maddesinin üçüncü fıkrasının (a) bendi gereğinceyurt dışına çıkışının yasaklanması ve (b) bendi gereğince her hafta pazartesi ve cuma günü yerleşim yerindeki adli kolluğa imza vermek suretiyle adli kontrol altına alınmalarına ... [karar verildi.]" Başsavcılık 9/8/2016 tarihinde, Mardin Sulh Ceza Hâkimliğinin tutuklama talebinin reddine dair kararına itiraz etmiştir. Başsavcılığın itirazını değerlendiren Mardin Sulh Ceza Hâkimliği 9/8/2016 tarihinde, itirazın kabulü ile başvurucu hakkında tutuklamaya yönelik yakalama emri çıkarılmasına karar vermiştir. Anılan kararın ilgili kısmı şu şekildedir:"[Başvurucunun] üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, dosyada mevcut delil durumu, kaçacağına ve saklanacağına ilişkin bulgular bulunduğu hakimliğimizde kanaat geldiğinden, ... adli kontrol karşılığı serbest bırakılması kararına yapılan itirazın kabulüne ... [karar verildi.]" Başvurucu, çıkarılan yakalama kararı sonrasında yakalanmış ve Mardin Sulh Ceza Hâkimliğinin 10/8/2016 tarihli kararıyla tutuklanmıştır. Söz konusu kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde şüphelinin üzerine atılı silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğine Hakimliğimizce kanaat geldiğinden şüphelinin üzerine atılı suçun kanunda öngörülen cezası, mevcut delil durumu ve şüphelinin kaçma/saklanma şüphesi bulunduğuna göz önünde bulundurularak ayrıca Mardin Sulh Ceza Hakimliği'nin 9/8/2016 tarih, 2016/2066 d.iş sayılı kararı gereğince şüphelinin tutuklanmasına ... [karar verildi.]" Başvurucu anılan karara 16/8/2016 tarihinde itiraz etmiştir. Mardin Sulh Ceza Hâkimliği 25/8/2016 tarihli kararı ile başvurucunun itirazının incelenmesi için dosyanın Midyat Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmesine karar vermiştir. Başvurucunun bu itirazının değerlendirilerek sonucunun başvurucuya tebliğ edilip edilmediği dosya kapsamından anlaşılamamaktadır. Mardin Sulh Ceza Hâkimliği 2/9/2016 tarihinde, Başsavcılığın talebi üzerine yaptığı inceleme sonunda "dosya içerisinde bulunan bütün delil ve belgelerden şüphelilerin üzerlerine atılı suçu işlediklerine dair kuvvetli suç şüphesinin varlığının bulunduğu, üzerlerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, kanunda öngörülen cezanın alt ve üst sınırları dikkate alındığından kaçma/saklanma kuşkularının bulunduğu" gerekçesiyle başvurucunun da aralarında bulunduğu bir kısım şüphelinin tutukluluk hâlinin devamına karar vermiştir. Başvurucu, müdafii aracılığıyla 5/9/2016 tarihli dilekçesiyle anılan karara itiraz etmiş olup Mardin Sulh Ceza Hâkimliği 9/9/2016 tarihli kararı ile başvurucunun itirazın incelenmesi için dosyanın Midyat Sulh Ceza Hâkimliğine gönderilmesine karar vermiştir. Başvurucunun bu itirazının değerlendirilerek sonucunun başvurucuya tebliğ edilip edilmediği dosya kapsamından anlaşılamamaktadır. Başvurucu, bahse konu itirazlarının değerlendirildiği hususunda kendisine uzun bir süre bilgi verilmemesi ve başvuru tarihinde tutukluluğunun devam etmesi nedenleriyle itirazlarının reddedildiğinin açıkça anlaşıldığını belirterek 25/12/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Soruşturma işlemleri devam ederken başvurucunun müdafii 13/2/2017 tarihinde başvurucunun tahliyesini talep etmiştir. Bunun üzerine Mardin Sulh Ceza Hâkimliği aynı tarihte tutuklulukta geçirilen süreyi ve delillerin toplanmış olmasını dikkate alarak başvurucunun serbest bırakılmasına karar vermiştir. Bununla birlikte Hâkimlik başvurucu hakkında yurt dışına çıkışının yasaklanmasına ve haftanın belirli günlerinde yerleşim yerine en yakın adli kolluk birimine başvurarak imza atmak suretiyle adli kontrol tedbirinin uygulanmasına hükmetmiştir. Başsavcılık 23/3/2017 tarihli iddianame ile başvurucunun FETÖ/PDY'ye üye olma, ihaleye fesat karıştırma, kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık, 7/2/2013 tarihli ve 6415 sayılı Terörizmin Finansmanının Önlenmesi Hakkındaki Kanun'a muhalefet suçlarını işlediğinden bahisle cezalandırılması istemiyle Mardin Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açmıştır. İddianamede öncelikle FETÖ/PDY hakkındaki genel bilgilere, sonrasında başvurucuya yönelik suçlama ve delillere yer verilmiştir. Başsavcılık, başvurucunun FETÖ/PDY hiyerarşisi içinde yer almak suretiyle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediğini iddia etmiştir. İddianamede suçlamaya esas alınan olgular özetle şöyledir:i. "Güvenli Gelecek İçin Eğitimde Fırsat Eşitliği" isimli projenin 7/6/2013 tarihli "Mardin Gezisi" yazısının olur kısmında ve SODES Proje Koordinasyon Biriminin Mardin Valiliğine hitaben yazdığı 4/6/2013 tarihli revize konulu yazısının 31/5/2013 tarihli olur kısmındabaşvurucunun imzalarının bulunduğu, bahse konu evrakta belgenin yazıldığı tarihle imzalanan olur bölümündeki tarih arasında fark olduğu, bu çerçevede evrakın olur tarihinin evrak tarihinden önce olmasının anılan belgelerin usulsüz düzenlendiğini gösterdiği ileri sürülmüştür.ii. "İngilizce Yaz Eğitim Kampı 2" isimli projenin SODES Proje Koordinasyon Biriminin Mardin Valiliğine hitaben yazdığı 10/7/2013 tarihli yazısının olur kısmında başvurucunun imzasının bulunduğu belirtilmiştir. Başvurucuya isnat edilen suçlara dayanak alınan bu olgulara ilişkin hukuki değerlendirmeler iddianamede şöyle ifade edilmiştir:"... Şüphelinin [başvurucu] Fethullahçı Silahlı Terör Örgütünün amaçları ve hedefleri doğrultusunda hareket ettiği,Fethullahçı Silahlı Terör Örgütüne finans sağlamak için faaliyetlerde bulunduğu, SODES projeleri ile ilgili olarak gerekli denetimleri yapmadığı/yaptırmadığı ve Kamu Kaynaklarının zarara uğratıldığı, şüphelinin örgüt üyesi olarak İhaleye Fesat Karıştırmak ve Kamu Kurumu Aleyhine Nitelikli Dolandırıcılık suçunu işlediği tespit edilmiştir....FETÖ/PDY terör örgütü elebaşı Fetullah GÜLEN’in talimatları doğrultusunda örgüte maddi destek ve elaman kazandırmak amacıyla kurulan dernek, okul, şirketler çatısı altında müzahir kesim ve örgütle bağlantısı olmayan halktan dini duygularını istismar ederek topladıkları menkul/gayri menkul getiriler ilemaddi gelir elde ederek terör örgütünün yapmış olduğu her türlü eylem ve faaliyetlere maddi olarak destekverdikleri, ..., ayrıca Kalkınma Bakanlığı bünyesinde ilimizdeki SODES birimindeki projelerin bu örgüte finansman sağlanmak suretiyle şirket ve dernekler ile kurumlarda bulunan bu örgüt mensuplarına aktarıldığı, yapılan ihalelerin Fetullahçı Silahlı Terör Örgütüne verilmesi için imkan sağlandığı, bir kısım ihalenin kağıt üzerinde bu örgüte verilmek suretiyle yapıldığı bu şekilde kamu kurumu zararına dolandırıcılık ve ihaleye fesat karıştırmaksuçunu işledikleri, yapılan hizmet vemalalımlarınınamacı dışında kullanıldığı proje kapsamında ücretsiz dershane hizmeti alan öğrencileri örgüte kazandırma açısından sohbet ortamlarına çağırdıkları ve gazete, dergi aboneliği yaptırarak örgütün sosyal açısından toplum önünde yararlı bir yapı gibi gösterildiği ve bu projeler üzerinden öğrencilere örgütün propagandasının yapıldığı, hizmet alımlarında proje kapsamında götürülen öğrencilerden alınmaması gereken ücretlerin tahsil edildiği, ... anlaşılmıştır." Mardin Ağır Ceza Mahkemesi 11/4/2017 tarihinde iddianamenin kabulüne karar vermiş ve Mahkemenin E.2017/314 sayılı dosyası üzerinden kovuşturma aşaması başlamıştır. Mardin Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucunun da aralarında bulunduğu bir kısım sanık hakkında yetkisizlik kararı verileceği gerekçesiyle 14/4/2017 tarihinde dosyayı tefrik (ayırma) etmiş olup anılan dava Mahkemenin E.2017/358 numarasına kaydedilmiştir.Mardin Ağır Ceza Mahkemesi 2/1/2017 tarihli ve 680 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 161/6 maddesinde vali ve kaymakamların kişisel suçları hakkında soruşturma ve kovuşturma yetkisinin ilgilinin görev yaptığı yere bağlı olan bölge adliye mahkemesinin bulunduğu yerdeki il Cumhuriyet başsavcılığına ve aynı yer ağır ceza mahkemesine ait olduğu şeklinde değişiklik yapılmış olması gerekçesiyle 4/5/2017 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesince 17/7/2017 tarihinde yapılan tensip (duruşmaya hazırlık) incelemesi sonunda başvurucu hakkında yargılama yapılması için dosyanın yetkisizlikle Ankara Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar verilmiştir. Dosya kendisine gönderilen Ankara Ağır Ceza Mahkemesi de 16/8/2017 tarihli tensip incelemesi sonunda karşı yetkisizlik kararı ile dosyayı tekrar Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine hükmetmesinin yanı sıra ortaya çıkan olumsuz yetki uyuşmazlığı konusunda karar verilmesi için dosyayı Yargıtay Başkanlığına göndermiştir. Yargıtay Ceza Dairesi 11/10/2017 tarihli kararı ile Gaziantep Ağır Ceza Mahkemesini yetkili mahkeme olarak belirlemiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. 14/7/1965 tarihli ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun "Kovuşturma ve Yargılama" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Devlet memurlarının görevleri ile ilgili veya görevleri sırasında işledikleri suçlardan dolayı soruşturma ve kovuşturma yapılması ve haklarında dava açılması özel hükümlere tabidir." 2/12/1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun'un "Amaç" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Bu Kanunun amacı, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı yargılanabilmeleri için izin vermeye yetkili mercileri belirtmek ve izlenecek usulü düzenlemektir." 4483 sayılı Kanun'un "İzin vermeye yetkili merciler" kenarbaşlıklı maddesinin 6/12/2019 tarihli ve 7196 sayılı Kanun'un maddesi ile değiştirilen ilgili kısmı şöyledir:" Soruşturma izni yetkisi ...e) (b) ve (c) bentlerindeki hükümler saklı kalmak kaydıyla Cumhurbaşkanı kararıyla atanan memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında Cumhurbaşkanı veya ilgili bakan...Yokluklarında ise vekilleri tarafından bizzat kullanılır."4483 sayılı Kanun'un "Hazırlık soruşturmasını yapacak merciler " kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Hazırlık soruşturması genel hükümlere göre yetkili ve görevli Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yapılır. Ancak Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreteri, Bakan yardımcıları ve valiler ile ilgili olarak yapılacak olan hazırlık soruşturması Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı veya Başsavcıvekili, kaymakamlar ile ilgili hazırlık soruşturması ise il Cumhuriyet başsavcısı veya başsavcıvekili tarafından yapılır." 4483 sayılı Kanun'un "Yetkili ve görevli mahkeme" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Davaya bakmaya yetkili ve görevli mahkeme, genel hükümlere göre yetkili ve görevli mahkemedir. Ancak Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Sekreteri, Bakan yardımcıları ve valiler için yetkili ve görevli mahkeme Yargıtayın ilgili ceza dairesi, kaymakamlar için ise il ağır ceza mahkemesidir." 5271 sayılı Kanun'un "Tanımlar" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"Bu Kanunun uygulanmasında;...j) Suçüstü: İşlenmekte olan suçu, Henüz işlenmiş olan fiil ile fiilin işlenmesinden hemen sonra kolluk, suçtan zarar gören veya başkaları tarafından takip edilerek yakalanan kişinin işlediği suçu, Fiilin pek az önce işlendiğini gösteren eşya veya delille yakalanan kimsenin işlediği suçu,...İfade eder." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama nedenleri" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delillerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde, tutuklama kararı verilemez. (2) Aşağıdaki hallerde bir tutuklama nedeni var sayılabilir:a) Şüpheli veya sanığın kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa.b) Şüpheli veya sanığın davranışları; Delilleri yok etme, gizleme veya değiştirme, Tanık, mağdur veya başkaları üzerinde baskı yapılması girişiminde bulunma,Hususlarında kuvvetli şüphe oluşturuyorsa. (3) Aşağıdaki suçların işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde, tutuklama nedeni var sayılabilir:a) 2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda yer alan;... Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 310, 311, 312, 313, 314, 315),..." 5271 sayılı Kanun'un "Tutuklama kararı" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Soruşturma evresinde şüphelinin tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine sulh ceza hâkimi tarafından, kovuşturma evresinde sanığın tutuklanmasına Cumhuriyet savcısının istemi üzerine veya re'sen mahkemece karar verilir. Bu istemlerde mutlaka gerekçe gösterilir ve adlî kontrol uygulamasının yetersiz kalacağını belirten hukukî ve fiilî nedenlere yer verilir. (2) Tutuklamaya, tutuklamanın devamına veya bu husustaki bir tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda;a) Kuvvetli suç şüphesini,b) Tutuklama nedenlerinin varlığını,c) Tutuklama tedbirinin ölçülü olduğunu,gösteren deliller somut olgularla gerekçelendirilerek açıkça gösterilir. Kararın içeriği şüpheli veya sanığa sözlü olarak bildirilir, ayrıca bir örneği yazılmak suretiyle kendilerine verilir ve bu husus kararda belirtilir." 5271 sayılı Kanun'un "Cumhuriyet savcısının görev ve yetkileri" kenar başlıklı maddesinin (5) ve (6) numaralı fıkraları şöyledir:"(5) Kanun tarafından kendilerine verilen veya kanun dairesinde kendilerinden istenen adliye ile ilgili görev veya işlerde kötüye kullanma veya ihmalleri görülen kamu görevlileri ile Cumhuriyet savcılarının sözlü veya yazılı istem ve emirlerini yapmakta kötüye kullanma veya ihmalleri görülen kolluk âmir ve memurları hakkında Cumhuriyet savcılarınca doğrudan doğruya soruşturma yapılır. Vali ve kaymakamlar hakkında 1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümleri, en üst dereceli kolluk amirleri hakkında ise, hâkimlerin görevlerinden dolayı tâbi oldukları yargılama usulü uygulanır. (6) Vali ve kaymakamların kişisel suçları hakkında soruşturma ve kovuşturma yapma yetkisi, ilgilinin görev yaptığı yerin bağlı olduğu bölge adliye mahkemesinin bulunduğu yerdeki il Cumhuriyet başsavcılığı ve aynı yer ağır ceza mahkemesine aittir. Ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâllerinde soruşturma genel hükümlere göre yapılır." 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir." 26/9/2004 tarihli ve 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun'un "Sulh ceza hâkimliği" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, işleri yapmak ve bunlara karşı yapılan itirazları incelemek amacıyla sulh ceza hâkimliği kurulmuştur." 5235 sayılı Kanun'un "Ağır ceza mahkemesinin görevi" kenar başlıklı maddesinin birinci cümlesi şöyledir: "Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, Türk Ceza Kanununda yer alan yağma (m. 148), irtikâp (m. 250/1 ve 2), resmî belgede sahtecilik (m. 204/2), nitelikli dolandırıcılık (m. 158), hileli iflâs (m. 161) suçları, Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısmının Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (318, 319, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç) ve 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun kapsamına giren suçlar dolayısıyla açılan davalar ile ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis ve on yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren suçlarla ilgili dava ve işlere bakmakla ağır ceza mahkemeleri görevlidir." Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 10/10/2017 tarihli ve E.2017/YYB-997, K.2017/404 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir: "...Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken konu, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi ile Yargıtay Ceza Dairesi arasında oluşan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesine ilişkindir....Uyuşmazlığın isabetli bir hukuki çözüme kavuşturulabilmesi için, öncelikle konuyla ilgili kavramlar ve bu kavramlara ilişkin yasal düzenlemelerin üzerinde durulması gerekmektedir.5271 sayılı CMK'nun maddesinde tanımlanan 'soruşturma' ve 'kovuşturma'nın yürütülmesine ilişkin usul ve esasları içeren genel hükümler aynı Kanunda düzenlenmiş, suçun niteliği ile failin sıfatından kaynaklanan özel soruşturma usulleri ile kovuşturma makamlarının belirlenmesine ilişkin hükümler ise Anayasa ve ilgili kanunlarda ayrıca hüküm altına alınmıştır. Buna göre ana kural, soruşturma işlemlerinin yürütülmesi ve kovuşturma makamlarının belirlenmesi açısından genel hükümlerin uygulanması olup, bu husustaki özel hükümler ise; failin sıfatı ve/veya suçun niteliğine bağlı olarak, belirli ilkeler doğrultusunda ve mevzuatta açıkça belirtilen istisnai hallerde uygulanmaktadır. ...... Yargıtayın istikrar bulan ve süregelen kararlarında açıklandığı üzere; mütemadi suçlardan olan silahlı terör örgütüne üye olma suçunda, daha önce örgütün kendisini feshetmesi, kişinin örgütten ayrılması gibi bazı özel durumlar hariç olmak üzere kural olarak temadinin yakalanma ile kesileceği, dolayısıyla suçun işlendiği yer ve zaman diliminin buna göre belirlenmesi gerektiği, bu nedenle silahlı terör örgütüne üye olma suçundan şüpheli konumunda bulunan ... yakalandıkları anda 'ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli'nin mevcut olduğu ve ... soruşturmanın genel hükümlere göre yapılacağı anlaşılmaktadır. ...... millet iradesine dayalı demokratik rejimi koruma amacıyla düzenlenen dava konusu suçların, herhangi bir kamu göreviyle bağlantılı ve görevden yararlanılarak işlenmesi zorunlu olmadığı gibi, 'özgü suç' niteliği taşımayan bu suçlar açısından failin memur olmasının kurucu unsur da olmadığı, sanık hakkındaki iddianamede ... sanığın kişisel irade ve eylemleriyle FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olduğu, Cumhuriyet savcılığı sıfatından bağımsız olarak, özünde anılan örgütün üyesi sıfatıyla ve örgüt üyeliğinden kaynaklanan hiyerarşi içerisinde hareket ederek örgütün Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin tüm anayasal kurumlarını ele geçirmeye yönelik herhangi bir kamu göreviyle bağdaşmayan nihâi amacına ulaşmak için bir süreç ve basamak olarak gördüğü yargısal mekanizmalara egemen olma faaliyetleri kapsamında özel yetkili Cumhuriyet savcılığına yerleştirildiği, örgütsel amaçların gerçekleştirilmesine yönelik örgütsel motivasyon ile hareket ederek örgüt adına çalışmalar yaptığı, böylece örgüt faaliyeti kapsamında işlendiği belirtilen dava konusu suçlara iştirak ettiğine dair nitelendirme ile kamu davası açıldığı, bu nedenle sanığın eylemlerinin kişisel suç olarak kabulü gerektiği ... dikkate alınarak açıklanan sebeplerle Yargıtay Ceza Dairesinin görevsizlik kararının usul ve yasaya uygun olduğu kabul edilmelidir...." Yargıtay Ceza Dairesinin 20/4/2015 tarihli ve E.2015/1069, K.2015/840 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir: "Silahlı örgüt üyeliği suçu; silahlı bir örgütün kuruluş amaçlarını, faaliyet ve eylemlerini benimseyerek gönüllü olarak örgüt hiyerarşisine dahil olmayı tercih etmek suretiyle işlenmektedir. Bu bakımdan eylemin iradi olması ve örgüte iştirak bilinç ve iradesiyle hareket edilmiş olması gerekir. Suç, örgüte üye olma fiilinin gerçekleştiği anda tamamlanmakla birlikte, üyelik süresince eylem temadi etmektedir ..." Yargıtay Ceza Dairesinin 6/4/2016 tarihli ve E.2015/7367, K.2016/2130 sayılı ilamının ilgili kısmı şöyledir: "Mütemadi suçlardan olan silahlı terör örgütüne üye olma suçunda temadinin yakalanma ile kesileceği, örgüte katılma tarihi ile yakalanma tarihi arasında silahlı terör örgütünün amaçladığı suçu gerçekleştirmeye elverişli olan ve vahamet arz eden eylemlerin gerçekleşmesi halindetüm eylemleringeçitli suça ilişkin kurallar ile fikri içtima hükümleri de nazara alınıp hukuken birlikte değerlendirilmesinde zorunluluk bulunduğu... [anlaşılmıştır.]" Yargıtay Ceza Dairesinin 18/7/2017 tarihli ve E.2016/7162, K.2017/4786 sayılı ilamının ilgili kısımları şöyledir: "Örgüt Üyeliği:TCK 220/2 maddede düzenlenmiştir....Örgüt üyesi, örgüt amacını benimseyen, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk eden kişidir. Örgüt üyeliği, örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hâkim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade etmektedir. Örgüt üyesi örgütle organik bağ kurup faaliyetlerine katılmalıdır. Organik bağ, canlı, geçişken, etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik konumunu tespit eden bağ olup, üyeliğin en önemli unsurudur. Örgüte yardımda veya örgüt adına suç işlemede de, örgüt yöneticileri veya diğer mensuplarının emir ya da talimatları vardır. Ancak örgüt üyeliğini belirlemede ayırt edici fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tamamen teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesidir. ...Örgüt üyesinin bu suçtan cezalandırılması için örgüt faaliyeti kapsamında ve amacı doğrultusunda bir suç işlemesi gerekmez ise de örgütün varlığına veya güçlendirilmesine nedensel bir bağ taşıyan maddi ya da manevi somut bir katkısının bulunması gerekir. Üyelik mütemadi bir suç olması nedeniyle de eylemlerde bir süre devam eden yoğunluk aranır. ...Temadi eden suçlardan olan örgüt üyeliği, hukuki veya fiili kesinti gerçekleşinceye kadar tek suç sayılır. Örgüt üyeliği, yakalanma, örgütün dağılması, örgütten ihraç ya da kendiliğinden örgütten ayrılma gibi sebeplerden sona erer. Yakalanmayan sanık hakkında düzenlenen iddianame temadi eden suç için hukuki kesinti oluşturmaz ......Örgüt üyesinin, örgüte bilerek ve isteyerek katılması, katıldığı örgütün niteliğini ve amaçlarını bilmesi, onun bir parçası olmayı istemesi, katılma iradesinin devamlılık arz etmesi gerekir. Örgüte üye olan kimse, bir örgüte girerken örgütün kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla kurulan bir örgüt olduğunu bilerek üye olmak kastı ve iradesiyle hareket etmelidir ...Tüm faillerin kastının suç işlemek amacıyla kurulmuş bir örgüte katılmak olması gerekirken hepsinin de aynı suçları işlemek amacında olması gerekmez. Bir oluşuma dahil olan kişinin bu oluşumun suç işlemek amacında olduğunun bilincinde olması aranır. ...Terör Örgütü Kurma Yönetme ve Üye Olma Suçları:TCK'nın maddesi bakımından; bir oluşumun, bir yapılanmanın silahlı terör örgütü sayılabilmesi için, TCK'nın maddesinde düzenlenen suç işlemek için örgüt kurma suçunda örgütün varlığı için gerekli koşullar yanında, Türk Ceza Kanununun ikinci kitap, dördüncü kısım, dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları 'amaç suç' olarak işlemek üzere kurulmuş ve amaca matuf bir eylem gerçekleştirmeye yeterli derecede silahlı olması ya da bu silahları kullanabilme imkanına sahip bulunması gerekir. Bu suçu, TCK'nın maddesinde düzenlenen suçtan ayıran en önemli ölçüt budur...."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/64868
Başvuru, tutuklama tedbirinin hukuki olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ceza yargılaması devam etmesine rağmen suçlu kabul edilerek meslekten çıkarılması ve açılan iptal davasının reddedilmesi nedeniyle masumiyet karinesi ilkesinin; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/10/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: A. İdari Yargıdaki Dava Yönünden Antalya Emniyet Müdürlüğünde polis memuru olarak görev yapmakta iken başvurucu hakkında, yetkisini veya nüfuzunu kendisine veya başkalarına çıkar sağlamak amacıyla veya kin veya dostluk nedeniyle kötüye kullandığından bahisle disiplin soruşturması ve kovuşturması başlatılmıştır. Başvurucu, 24/4/1979 tarihli ve 16618 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü'nün (Tüzük) ilgili maddeleri uyarınca Emniyet Genel Müdürlüğü Yüksek Disiplin Kurulunun 24/12/2012 tarihli kararı ile meslekten çıkarma cezası ile cezalandırılmıştır. Anılan idari kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Adli yönden; 'Suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak' suçundan dolayı Antalya Asliye Ceza Mahkemesinin 2012/88 sayısına kayden görülen davanın halen devam ettiği,Mevcut bilgi ve belgelerin incelenmesinden; Polis Memuru İsmet ÇELİK'in her ne kadar disiplin soruşturması kapsamında alınan ifadesinde hakkındaki iddiaları kabul etmese de, adli soruşturma esnasında müdafi huzurunda alınan ifadesinde K.T.nin fuhuş yaptırdığını bildiğini ve kendisine bazen paralı bazen de parasız sermaye bayan temin ettiğini ikrar etmesi, yabancı uyruklu eşinin iş ve işlemleri ile ilgili yardımcı olduğunun her iki şahsın ifadesiyle de teyit edilmesi, mevcut iletişim tespit tutanakları ve K.T.nin adli ve idari soruşturma esnasında ki çelişkili ifadeleri birlikte değerlendirildiğinde polis Memuru İsmet ÇELİK'in; suç işlediklerini bildiği şahısları yetkili birimlere bildirmesi gerekirken bunu yapmayıp polislik mesleğinin kendisine vermiş olduğu yetki ve nüfuzu kendisine bayan temin etmek ve suç örgütüne yardımcı olmak amacıyla kötüye kullandığının sabit olduğu, bu durumda İl Polis Kurulunca verilen meslekten çıkarma kararının yerinde olduğu dosya muhteviyatından anlaşılmakla;GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ : Polis Memuru İsmet ÇELİK'in yukarıda açıklanan davranışıyla 'Yetkisini veya nüfuzunu kendisine veya başkalarına çıkar sağlamak amacıyla veya kin veya dostluk nedeniyle kötüye kullanmak' suçunu işlediği sübuta erdiğinden eylemine uyan Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğünün 8/ maddesi gereğince 'Meslekten Çıkarma' cezası ile tecziyesine, daha önceden disiplin cezası bulunduğundan, ayrıca işlediği suçun niteliği, işleniş biçimi ve mesleğin özelliği dikkate alındığında hakkında aynı tüzüğün maddesinin uygulanmasına yer olmadığına, karar tebliğinden itibaren 60 gün içerisinde idari yargıya başvurma yolu açık olmak üzere,24/12/2012 tarihinde Kurulumuzca oybirliği ile karar verildi." Başvurucu tarafından belirtilen işleme karşı 20/2/2013 tarihinde Antalya İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açılmıştır. Mahkemece 10/7/2013 tarihinde davanın reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"...Bakılan davada, soruşturma raporu ile eklerinin incelenmesi neticesinde; Antalya Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğü ekiplerince Konyaaltı Bölgesinde H.A isimli şahsın liderliğinde suç örgütünün kurulduğunun tespit edilmesi üzerine yapılan çalışmalar esnasında Antalya Emniyet Müdürlüğü'nde polis memuru olan davacının yine örgüt üyesi olduğu düşünülen K.T ile 18 kez telefon görüşmesi yaptığı, K.T'nın davacıdan yardım istediği, bu yardımlar karşılığında K.T tarafından fuhuş amaçlı pazarlanan bayanları polis memurunun cinsel ilişkiye girmek amacıyla aldığı iddialarına yönelik başlatılan soruşturmada, davacı ile KT'nin 2011-2011 tarihleri arasında 18 kez telefonda görüştükleri, K.T'nin davacıdan kendisine rakip olarak gördüğü diğer fuhuş çetelerinin faaliyetlerinin sonlandırılması amacıyla yardım istediği, bu amaçla diğer fuhuş yaptıran kişilerin bilgilerini davacıya verdiği, davacının da bu bilgileri Asayiş Şube Müdürlüğü'ne ilettiği ve davacının da K.T'den fuhuş amaçlı bayan temin ettiği hususlarının tespit edildiği görülmektedir.Bu durumda, dava dosyası içerisinde yer alan bilgi ve belgelerin incelenmesi sonucunda davacının 'yetkisini veya nüfuzunu kendisine veya başkalarına çıkar sağlamak amacıyla veya kin veya dostluk nedeniyle kötüye kullanmak' suçunu işlediği sübuta erdiğinden, eylemine uyan Emniyet Örgütü Disiplin Tüzüğü'nün 8/maddesi gereğince 'Meslekten Çıkarma' cezası ile tecziyesine ilişkin dava konusu işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır.Açıklanan nedenlerle; davanın reddine..." Başvurucunun temyizi üzerine Danıştay Beşinci Dairesinin (Daire) 17/10/2017 tarihli kararı ile Mahkeme kararının bozulmasına hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinde uyuşmazlık konusu olayda, başvurucu ile örgüt üyesi olduğu düşünülen K.T.nin telefonda görüştükleri, K.T.nin davacıdan kendisine rakip olarak gördüğü diğer fuhuş çetelerinin faaliyetlerinin sonlandırılması amacıyla yardım istediği, bu amaçla diğer fuhuş yaptıran kişilerin bilgilerini başvurucuya verdiği, başvurucunun da bu bilgileri gereği yapılmak üzere Asayiş Şube Müdürlüğüne ilettiğinin görüldüğü belirtilmiştir. Ancak başvurucunun fuhuş amaçlı pazarlanan bayanlar ile yetkisini ve nüfuzunu kullanmak suretiyle cinsel ilişkiye girdiği ya da bu ilişki karşılığında kendisine ve başkalarına çıkar sağladığı hususunun her türlü şüpheden uzak bir şekilde ortaya konulamadığı, varsayım ve çıkarım yoluyla disiplin cezası verilemeyeceği genel ilkesi karşısında, başvurucuya atfedilen eylemin tüm unsurları ile gerçekleşmediği sonucuna ulaşıldığı ifade edilmiştir. Ayrıca başvurucu hakkında suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak suçundan açılan dava sonucunda Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesince 8/4/2016 tarihinde beraat kararı verildiği ve kararın temyiz edilmeden kesinleştiği vurgulanmıştır. Bu durumda, başvurucuya isnat olunan suçun her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delillerle ortaya konulamadığından dava konusu işlemde hukuka uygunluk bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Davalı idarenin karar düzeltme istemi Dairenin 24/6/2019 tarihli kararı ile kabul edilmiş, temyizen incelenen kararın usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçede ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararın bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği gerekçesiyle Mahkeme kararının onanmasına oyçokluğuyla karar verilmiştir. Bir üyenin karşıoy gerekçesinde ise karar düzeltme istemine konu Daire kararının usul ve hukuka uygun olduğu, karar düzeltme isteminin reddi gerektiği belirtilmiştir. Nihai karar 18/9/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 10/10/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. B. Ceza Yargılaması Yönünden Başvurucu hakkında suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olma suçundan bahisle yürütülen ceza kovuşturmasında Antalya Asliye Ceza Mahkemesinin 8/4/2016 tarihli kararı ile başvurucunun beraatine karar verilmiştir. Bu karar temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir. A. Ulusal Hukuk Tüzük'ün maddesinin birinci fıkrasının (7) numaralı bendi şöyledir: "Meslekten çıkarma cezasını gerektiren eylem, işlem, tutum ve davranışlar şunlardır: ...7 - Yetkisini veya nüfusunu kendisine veya başkalarına çıkar sağlamak amacıyla veya kin veya dostluk nedeniyle kötüye kullanmak,..."B. Uluslararası Hukuk Masumiyet karinesi, kamu görevlilerinin ceza yargılamasına konu olan eylemleri nedeniyle ayrıca idari yaptırıma tabi tutulmamaları gibi bir amaç taşımamaktadır. Masumiyet karinesi bir fiilin hem ceza hem de idari bir soruşturmaya konu olmasına ve paralel olarak iki ayrı dava sürecinin yürütülmesine mâni değildir. Bu bağlamda masumiyet karinesi, cezai sorumluluk bulunmaması hâlinde dahi daha hafif bir ispat yükümlülüğü temelinde aynı eylemden kaynaklanan medeni ya da diğer sorumluluk biçimlerinin kurulmasını engellememektedir. Ayrıca, suçlu olduğu kesin olarak hükme bağlanmamış olan bir kişiye yönelik kamu görevlileri tarafından kullanılan ifadelerde yer alan kelimelerin seçimi önemli olmakla birlikte kullanılan dilin masumiyet karinesini ihlal edip etmediği hususu, olaya ilişkin özel şartların da dikkate alınması suretiyle tespit edilmelidir (Güç/Türkiye, B. No: 15374/11, 23/1/2018, §§ 38, 39).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/34272
Başvuru, ceza yargılaması devam etmesine rağmen suçlu kabul edilerek meslekten çıkarılması ve açılan iptal davasının reddedilmesi nedeniyle masumiyet karinesi ilkesinin; yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, polis merkezinde kötü muameleye maruz kalınması ile olaya ilişkin olarak etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkindir. Başvuru 28/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 26/7/2018 tarihinde saat 10 sıralarında alkollü şekilde araç kullanırken trafik kazası yapmıştır. Olay yerine gelen güvenlik güçleri tarafından hazırlanan 26/7/2018 tarihli Olay Tutanağı'nda; alkollü olan başvurucunun polis merkezine götürülmesi sırasında hakaret etmesi ve saldırgan hareketlerde bulunması üzerine zor kullanarak ekip aracının nezarethane bölümüne konulduğu, polis merkezinin bahçesinde de taşkınlık yapmaya devam ettiği, görevli polislere saldırırken alkollü olduğundan dengesini kaybederek birçok kez yere düştüğü, oturma banklarına çarptığı, ağız ve dudaklarından yaralandığı, boyun kısmında kolyeden, oturma banklarına çarpmaktan, yere düşmekten dolayı kızarıklık ve çizikler meydana geldiği, polis merkezindeki görevlilere tekme ve kafa atarak saldırmaya ve hakaret etmeye devam etmesi üzerine başvurucuya karşı kademeli güç kullanıldığı, kendisine ve görevli polislere zarar vermesini önlemek amacıyla başvurucuya kelepçe takıldığı, sağlık raporunun temini sonrasında başvurucunun görevli memurlara saldırmaya ve hakaret etmeye devam ettiği, savcılık talimatıyla nezarethaneye konulduğu ifade edilmiştir. Başvurucunun müdafi talep etmemesi üzerine müdafisiz olarak, şüpheli sıfatıyla kolluk nezdinde alınan 26/7/2018 tarihli şüpheli ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Ben kaza yerinden iken polisler geldiler. Burda polislerle aramızda bir tartışma geçti. Olay esnasında geçen konuşmaları hatırlamıyorum. Beni hastaneye götürdüler. Olay yerinde polisler beni zorla yaka paça aldılar. Kimseye vurmadım. Hastaneden polis merkezine geldim. Beni nezarethaneye koydular, Polis merkezinde veya dışarıda bana bir polisin vurduğunu hatırlıyorum. Ama yüzünü hatırlamıyorum. Gece nezarette kaldım. ... Beni darp eden polisden davacı ve şikayetçiyim..." Başvurucu; Erzurum Cumhuriyet Başsavcılığına (Cumhuriyet Başsavcılığı) 27/7/2018 tarihinde şikâyet dilekçesi sunarak hastanedeki işlemlerin bitmesinden sonra arabada ya da başka bir yerde, güvenlik güçlerinin fiziksel şiddetine maruz kaldığını, uyandığında nezarethanede kanlı bir şekilde, yüzüstü yatmakta olduğunu, güvenlik güçlerinin babasına da fiziksel şiddet uyguladığını, hakkında gözaltı kararı bulunmadan sabaha kadar gözaltında tutulduğunu iddia ederek polis merkezindeki kamera kayıtlarının incelenmesini talep etmiştir. Başvurucunun vekil olmaksızın, Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde alınan 27/7/2018 tarihli müşteki ifadesinin ilgili kısmı şöyledir:"... Karakoluna götürdüler, ben alkollü olduğum için olayı hatırlamıyorum, küfür mü ettiğimi dahi hatırlamıyorum, polisler beni polis aracında veya karakolda darp ettiler, ancak nerede darp ettiklerini tam olarak hatırlamıyorum çünkü alkollüydüm, daha sonra beni Bölge Eğitim Araştırma Hastanesine alkolün etkisinden kurtulmam için götürdüler, orada serum taktılar, kan aldılar, gece nezarethanede kaldım, gece bir ara nezarethanede uyandım yüzümden kan akmış, betona gelmiş, o arada ben tekrar uyuya kalmışım, sabahleyin uyandığımda ifademi aldılar, daha sonra hastaneye darp raporunu aldırmaya götürdüler, darp raporu alındı şu anda Gölbaşı Polis Merkezi Amirliğindedir, babam ve arkadaşım beni kurtarmaya çalışırken onları da darp etmişler, hakkımda gözaltı kararı dahi olmadığı halde beni gözaltına almışlar, sonuç olarak, beni darp eden Gölbaşı Polis Merkezi Amirliğinde bulunan polis memurlarından şikayetçiyim, cezalandırılmalarını talep ediyorum, kamera kayıtlarının incelenmesini istiyorum..." Başvurucunun müdafisiz olarak, müşteki/şüpheli sıfatıyla Cumhuriyet Başsavcılığı nezdinde alınan 7/11/2018 tarihli ifadesi "... Alkollü olduğum için hatırlamıyorum ama beni karakola götürmüşler. Nezarethane de uyandığımda yüzümden kanlar aktığını gördüm. Uyandıktan sonra karakolda ifadem alındı. Darp raporu alınması için hastaneye gittik. Beni darp eden polis memurlarından davacı ve şikayetçiyim..." şeklindedir. Erzurum Bölge Eğitim ve Araştırma Hastanesince başvurucu hakkında düzenlenen 26/7/2018 tarihli (saat 57) genel adli muayene raporunda -geçici rapor olduğu belirtilmiştir- "Hasta detaylı muayeneyi ve tedaviyi kabul etmedi. Sol el ayasında bir kaç adet abrazyon [sıyrık], sağ skm [anlaşılamadı] arkasında 3-4 adet abrazyon, sağ dizde eskiye ait skar dokusu. Sol dizini açmadı. Karın ve göğüs travması olmadığını belirtti..." tespitleri yer almaktadır. Raporun öykü kısmında "araç içi trafik kazası" yazmaktadır. Palandöken Devlet Hastanesince başvurucu hakkında düzenlenen 26/7/2018 tarihli (saat 06) genel adli muayene raporunda -kesin rapor olduğu belirtilmiştir- "Dudakta iç ve dış kısımda 0,5 cm kesi, alında 1 cm şişlik, sağ yanak üzerinde 2 cm kızarıklık, sağ boyunda 3 adet 5 cm cilt sıyrığı kızarıklık, sağ ve sol dizde 3 cm cilt sıyrığı kızarıklık mevcut... BTM ile giderilebilir." tespitleri yer almaktadır. Yakutiye İlçe Emniyet Müdürlüğü (İlçe Emniyet Müdürlüğü) başvurucu hakkında görevi yaptırmamak için direnme ve trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçlarından fezleke hazırlamıştır. Bu kapsamda İlçe Emniyet Müdürlüğü; polis memurlarının şikâyetçi olarak, polis merkezinde bulunan bazı kolluk görevlilerinin ise tanık olarak beyanlarını almıştır. İlçe Emniyet Müdürlüğü, belirtilen suçlara dair yürütülen soruşturmaya esas olduğunu belirterek olay günü görev yapan polislerin listesinin iletilmesini Erzurum İl Emniyet Müdürlüğünden talep etmiştir. Liste 8/8/2018 tarihinde iletilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığınca 17/8/2018 tarihinde görevlendirilen, Adalet Komisyonu Bilirkişi Listesi'nde yer alan bir bilirkişi tarafından hazırlanan 22/10/2018 tarihli bilirkişi raporunun ilgili kısmı şöyledir:"...1-... PMA ÖN BAHÇE GİRİŞİ ... 2 saatlik video kaydının incelenmesinde; video kaydının ... şüpheli şahıs elleri arkadan kelepçeli bir şekilde iki tanesi resmi bir tanesi sivil kıyafetli polis memuru eşliğinde karakola giriş yaparken görülmektedir...2-... TRAFİK POLİSİ KAMERA... video kaydının incelenmesinden... şüpheli şahıs polis memurlarına tekme atıp küfürler ederken görülmekte bunun üzerine polis memurları şüpheli şahsı karakola götürürken görüntülenmiştir. Video kaydında bulunan ses dökümü aşağıdaki gibidir ; Polis Memuru : Şimdi bir sakin , Furkan bak şimdi, Şüpheli Şahıs : Aç lan kollarımı g... (Bu esnada görevli polis memurlarına tekme atar) Polis Memuru : Bak tekme atacaksan işlem yapacağız sana, Alın götürün şunu. Şüpheli Şahıs :Aç lan kollarımı g...Polis Memuru : Sen dışarı çık. Şüpheli Şahsın Yakını : Öyle dışarı mışarı çık yok. 3-...PMA GİRİŞ... video kaydının incelenmesinde... şüpheli şahıs karakola polis memurlarının eşliğinde giriş yaparken görülüyor, Polis memurları şüpheli kişiyi önce sandalyelere oturtuyor daha sonra ise yere yatırıyorlar, şüpheli şahıs bir müddet yerde kaldıktan sonra polis memurları tekrardan sandalyeye oturtup ellerini çözerken görüntüleniyor. Devamında şüpheli şahıs polis eşliğinde ifade odası olduğu düşünülen odaya alınırken görüntüleniyor ve sonra da ifade odası olduğu düşünülen yerden çıkartılırken görülüyor...4-...PMA NEZARET ... video kaydının incelenmesinde... şüpheli şahıs nezarate polis memurları eşliğinde giriş yaparken görüntülenmekte polis memurları şüpheli kişiyi yüzü koyun bir şekilde yere yatırıyor şüpheli 25 dakika bu şekilde yerde yattıktan sonra kendi imkanlarıyla ayağa kalkıyor ve görevli memurlar tarafından nezaretten çıkarılıp bir yere götürülüyor. Çıkış işleminden 1 saat kadar sonra şüpheli şahıs elleri açık bir şekilde nezarete geri getiriliyor ve şüpheli şahıs nezarethanede uyumaya başlıyor. Yaklaşık 5 buçuk saat kadar uyuduktan soma uyanıp görüntülerde görüldüğü üzere lavabo olduğu düşünülen bir yere gidiyor ve geri döndükten sonra kıyafetlerini giyip nezarethaneden polisle beraber çıkıyor..." Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 13/11/2018 tarihinde talep edilmesi üzerine başvurucunun babası H.nin 7/1/2019 tarihinde müşteki olarak beyanı kolluk nezdinde alınmıştır. Başvurucu vekili, sunduğu 30/11/2018 tarihli dilekçeyle başvurucunun saat 55 sıralarında polis merkezine getirildiği andan sabaha kadar fiziksel şiddete uğrama, ağır hakaretlere muhatap olma şeklinde kötü muameleye maruz kaldığını ileri sürmüştür. Dilekçede; kamera kayıtlarından üzerinde "pma giriş" yazanda, başvurucunun tartaklanarak koridorda elleri arkadan kelepçelenmiş olarak yüzüstü yere yatırıldığının, 15 dakika bu şekilde tutulduğunun, "pma nezaret" başlıklı videoda elleri arkadan kelepçelenmiş vaziyette nezarethanede tutulduğunun, hakarete maruz kaldığının ve yüzünden yere bulaşan kanların temizlenmesi için temizlikçi çağırıldığının görüldüğünü belirtmiştir. Ayrıca başvurucunun polis merkezine girmeden önce herhangi bir yaralanmasının olmadığını, raporda tespit edilen yaralanmaların polis merkezinde meydana geldiğinin açık olduğunu, nezarethaneden her çıkışında daha fazla yara ve morlukla geri dönen başvurucuya kameraların görmediği alanlarda kötü muamele yapıldığını, başvurucunun yaralanmalarına polislerin "Yere düştü, kafasını çarptı, boynundaki kolye çizdi." gibi saçma açıklamalar getirdiğini, hakkında gözaltı kararı olmadığı hâlde başvurucunun keyfî olarak gözaltında tutulduğunu ileri sürmüştür. Cumhuriyet Başsavcılığı, başvurucu hakkında kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret, görevi yaptırmamak için direnme, alkol veya uyuşturucu maddenin etkisi altındayken araç kullanma suçlarından 4/2/2019 tarihinde dava açmıştır. Erzurum Asliye Ceza Mahkemesi, başvurucunun kamu görevlisine görevinden dolayı hakaret ve görevi yaptırmamak için direnme suçlarından cezalandırılmasına ancak hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar vermiştir. Kararda başvurucunun alkollü olduğunu kabul ettiği, kolluk görevlilerince düzenlenen tutanak ve tarafların beyanları uyarınca başvurucunun polis memurlarına sövdüğü ve alkolmetreyi üflemeyi reddettiği hususlarına dayanılmıştır. Karar, itiraz edilmeden kesinleşmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı 4/2/2019 tarihinde yedi polis hakkında görevi kötüye kullanma ve kasten yaralama suçlarından ek kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"...Karakolun bahçesini ve binanın içini gösterir kamera kayıtları bilirkişi tarafından incelendiğinde müşteki Muhammet Furkan'a yönelik bir eylem olmadığı, müşteki Muhammet Furkan'ın şüphelilere direndiği, şüphelilerin müşteki Muhammet Furkan'ı direndiği için yere yatırdıklarının tespit edildiği,Dosya kapsamında müşteki beyanları, kamera görüntüleri, bilirkişi raporu birlikte değerlendirildiğinde şüphelilerin müşteki Muhammet Furkan'a taşkınlık çıkarması üzerine müdahale ettikleri ve olayın büyümemesi adına orantılı olarak güç kullandıkları, şüphelilerin kanundan doğan görevi yerine getirdikleri, şüphelilerin yaralama boyutuna varan eylemlerinin bulunduğuna dair dosyada müşteki iddiası dışında başkaca bir delilin bulunmadığı, bu durumun kamera görüntüleri, bilirkişi raporuyla sabit olduğu ayrıca şüphelilerin PVSK kanunundan doğan yetkiyi kullanarak orantılı güç uyguladıklarından somut olayda kanundan doğan hukuka uygunluk nedeninin de bulunduğu, bu kapsamda şüphelilerin yaralama kastının ve buna yönelik eylemlerinin bulunmadığının değerlendirildiği, açıklanan nedenlerle şüpheliler açısından kasten yaralama ve görevi kötüye kullanma suçuna ilişkin yasal unsurların oluşmadığı anlaşılmakla..." Başvurucu ek kovuşturmaya yer olmadığı kararına itiraz etmiştir. İtiraz dilekçesinde "trafik polis kamera" isimli kayıttaki görüntülerde yer alan taşkınlıklarının kendisine uygulanan kötü muameleden kaynaklandığını, yaptıklarının bilincinde olmadığı hâlde tartaklanması üzerine tepkisel davrandığını, hakaret ettiği için kendisine kelepçe takılmasının uygun olmadığını, "pma giriş" isimli videoda bir polis memurunun yerde yatarken kendisini cep telefonuyla kayda aldığı göründüğü hâlde bu kaydın soruşturma dosyasına eklenmeyip sadece lehe olan kayıtların eklendiğini, delillerin karartıldığını, kayıtlarda elleri arkadan kelepçeli olarak koridorda 15 dakika boyunca yatırıldığının görüldüğünü ve bu süre boyunca ara ara tartaklanıp tokatlandığını, yine "pma nezaret" isimli videoda görüldüğü üzere elleri arkada kelepçelenerek nezarethanede yerde yüzüstü 25 dakika bırakıldığını, bu hususların da bilirkişi raporunda bildirildiğini belirtmiştir. Başvurucu itiraz dilekçesinde ayrıca polis merkezine girerken yarası olmadığı hâlde çıktığında vücudunda darbeye bağlı hasarlar meydana geldiğini, bu tespitleri içeren sağlık raporuna rağmen Cumhuriyet Başsavcılığının "şüphelilerin yaralama boyutuna varan eylemlerinin bulunduğuna dair dosyada müşteki iddiası dışında başkaca delil bulunmadığı" gerekçesiyle sağlık raporunu gözardı ederek kovuşturmasızlık kararı verdiğini, alt dudağında kesi, alnında şişlik, sağ yanağının üzerinde 2 cm'lik kızarıklık olduğunu, iddia edildiği gibi düşerken yüzünü banka vurmuş olsaydı yüzünün tek bir yerinde yara izi olacağını oysa yüzünün farklı yerlerinde yaralar olduğunu, kolyenin yapamayacağı kadar derin ve uzun cilt sıyrıklarının bulunduğunu ileri sürmüştür. Cumhuriyet Başsavcılığı, ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karara başvurucu tarafından itiraz edildiğinden 25/2/2019 tarihinde Mahkemede görülmekte olan yargılama dosyasının incelenmek üzere iletilmesini talep etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, iletilen dosyayı inceledikten sonra Mahkemeye iade etmiştir. Erzurum Sulh Ceza Hâkimliği 27/2/2019 tarihinde itirazı reddedilmiştir. Ret kararı başvurucuya 1/3/2019 tarihinde tebliğ edilmiş olup başvurucu 28/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İlgili ulusal hukuk için bkz. Vedat Şorli ve Bilal Şorli, B. No: 2014/10459, 13/7/2016, §§ 64-67, 69; Murat Ulusoy, B. No: 2018/2652, 13/1/2022, §§ 34,
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/11805
Başvuru, polis merkezinde kötü muameleye maruz kalınması ile olaya ilişkin olarak etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiğine ilişkindir.
0
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Başvurunun bu kısmının kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Komisyonca 28/6/2022 tarihli kararla başvurucunun makul sürede yargılanma hakkı dışındaki şikâyetlerinin kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/43364
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/6/2017 tarihinde yapılmıştır. Komisyon, hakkaniyete uygun yargılanma hakkı hakkı dışındaki iddiaların kabul edilemez olduğuna, anılan hakka ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Marmaraereğlisi Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmakta iken Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun (HSYK) 10/8/2016 tarihli kararıyla görevinden uzaklaştırılmış; daha sonra HSYK Genel Kurulunca meslekten çıkarılmıştır. Başvurucu, hakkında başlatılan adli soruşturma sonunda açılan kamu davasında İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanmasına (FETÖ/PDY) üye olma suçundan hapis cezasına mahkûm edilmiştir. Mahkeme; mahkûmiyet gerekçesinde, başvurucuyla birlikte örgüte ait çalışma evinde kaldıklarına ilişkin beyanda bulunan tanık anlatımlarına, bir mesajlaşma programında ele geçirilen mesaj içeriklerine ve terör örgütü liderinin birden çok fotoğrafının başvurucunun telefonunda ele geçirilmesine dayanmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/29531
Başvuru, hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin hatalı değerlendirilmesi sonucu mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucuların babası olan murislerinin 1/1/1989 tarihinde Kızıltepe Kadastro Mahkemesinde açtığı kadastro tespitine itiraz davasında yerel Mahkemece verilen karar Yargıtayca bozulmuştur. Kararın bozulmasından sonra anılan Mahkemenin kapatılmasıyla Mardin Kadastro Mahkemesine devredilen davada yerel Mahkemece verilen karar Yargıtayca onanmış ve tarafların karar düzeltme isteği üzerine Yargıtaya gelen dosya, tespit edilen eksikliklerin tamamlanması gerekçesiyle Mahkemesine gönderilmiş olup davanın karar düzeltme aşamasında derdest olduğu görülmüştür.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/487
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, akademisyen olan başvurucuların düşünce açıklamaları nedeniyle haklarında disiplin cezasına hükmedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/21653
Başvuru, akademisyen olan başvurucuların düşünce açıklamaları nedeniyle haklarında disiplin cezasına hükmedilmesinin ifade özgürlüğünü ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvurucu, “silahlı terör örgütüne üye olmak, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurmak, patlayıcı madde kullanmak, 2911 ve 3713 sayılı Kanunlara muhalefet” suçlarını işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 15/5/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm İkinci Komisyonunca 23/6/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik incelemesi Bölüm tarafından yapılmak üzere, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm başkanı tarafından 5/9/2014 tarihinde, kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 19/9/2014 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve ekleri ile başvuruya konu yargılama dosyası içeriğinden tespit edilen ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu ve diğer beş şüpheli hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK. maddesi ile yetkili) 20/3/2009 tarih ve E.2009/323 sayılı iddianamesi ile “silahlı terör örgütüne üye olmak, 2911 ve 3713 sayılı Kanunlara muhalefet, patlayıcı madde kullanmak, kamu malına zarar vermek ve tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurmak” suçlarını işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmış, dava İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. maddesi ile görevli) E.2009/82 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 16/7/2009 tarih ve E.2009/82 sayılı kararı ile E.2009/82 sayılı dava dosyasının, Mahkemenin E.2007/455 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine, yargılamaya bu dosya üzerinden devam edilmesine karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, başvurucu ve diğer beş sanığın suç tarihinde 18 yaşından küçük olmaları nedeniyle dava dosyalarının ayrılmasına, yargılamanın aynı Mahkemenin E.2010/292 sayılı dosyası üzerinden devam etmesine karar vermiştir. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi, 27/9/2010 tarih ve E.2010/292, K.2010/254 sayılı kararı ile 22/7/2010 tarih ve 6008 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'un maddesi gereğince görevsizlik kararı vererek, dosyayı İstanbul Çocuk Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. İstanbul Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi, 11/3/2011 tarih ve E.2010/131, K.2011/115 sayılı kararı ile suç yerinin Bakırköy ilçesi içinde olduğu gerekçesiyle yetkisizlik kararı vererek dosyayı Bakırköy Çocuk Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Bakırköy Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi, 13/5/2011 tarih ve E.2011/145, K.2011/148 sayılı kararı ile başvurucunun da aralarında bulunduğu sanıklara yüklenen suçların cezalarının üst sınırları dikkate alınarak yargılama görevinin ağır ceza mahkemelerinin görev alanına girmediği gerekçesiyle görevsizlik kararı vererek dosyayı Gaziosmanpaşa Çocuk Mahkemesine göndermiştir. Gaziosmanpaşa Çocuk Mahkemesi, 31/3/2014 tarih ve E.2011/948, K.2014/544 sayılı kararı ile başvurucunun da aralarında bulunduğu sanıklara isnat edilen fiillerin suç tarihinin 19/8/2007 tarihi olduğu, başvurucunun bu tarihte 18 yaşından küçük olmadığı gerekçesi ile Mahkemenin görevsizliğine, dava dosyasının görevli ve yetkili İstanbul Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir. Yargılama, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/184 sayılı dava dosyasında devam etmektedir. Başvurucu, 15/5/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 12/4/1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun maddesinin ikinci fıkrasının (a) ve (b) bentleri; 6/10/1983 tarih ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun maddesinin (b) fıkrası, maddesinin birinci fıkrası; 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (1) numaralı fıkrasının (c) bendi, maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları ile maddesinin (2) numaralı fıkrası.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/6779
Başvurucu, “silahlı terör örgütüne üye olmak, tehlikeli maddeleri izinsiz olarak bulundurmak, patlayıcı madde kullanmak, 2911 ve 3713 sayılı Kanunlara muhalefet” suçlarını işlediği iddiasıyla yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve makul sürede yargılama yapılmadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş, manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, 18/1/2019 tarihinde yapılmıştır. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde, yargılama sürecindeki dava dosyalarında ve Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden elde edilen bilgi ve belgelerde yer aldığı şekliyle olaylar özetle şöyledir:A. İşe İade Davasına İlişkin Süreç 1976 doğumlu olan başvurucu, 2012 yılından itibaren Türkiye Halk Bankası A.Ş. (Kurum) nezdinde şube müdürü olarak çalışmaya başlamış; en son İstanbul'un Ataşehir Mozaik Çarşı Şubesinde görev yapmakta iken 29/7/2016 tarihi itibarıyla iş akdinin feshine karar verilmiş ve 3/8/2016 tarihinde ihbarname kendisine tebliğ edilmiştir. Kurum, fesih ihbarnamesinde 15/7/2016 tarihinde yaşanan darbe teşebbüsünün akabinde kabul edilen 22/7/2016 tarihli ve 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname'de (667 sayılı KHK) belirtilen hükümler doğrultusunda birtakım önlemler alınması gerektiğini belirtmiştir. Buna göre başvurucunun performans düşüklüğü, çalışmalarında ve davranışlarında görülen olumsuzluk ve yetersizlik yahut çeşitli muhtemel risk doğurucu sakıncalardan dolayı iş akdinin feshedildiğini ifade etmiştir. Başvurucu, feshin geçersizliğinin tespitine ve işe iadesine karar verilmesi talepleriyle Kurum aleyhine 31/8/2016 tarihinde dava açmıştır. İstanbul Anadolu İş Mahkemesine (Mahkeme) sunduğu dava dilekçesinde, 2004-2007 yılları arasında şimdiki adıyla Bank Asya olan Asya Finansta müfettiş ve müdür yardımcısı olarak çalıştığını, 2007-2012 yılları arasında Kuveyt Türk'te şube müdürü olarak çalışmakta iken 2012 yılında davalı Kurumdan aldığı teklif üzerine buraya transfer olduğunu ve şube müdürü olarak göreve başladığını belirtmiş; performansının yüksek olması nedeniyle en son Mozaik Çarşı Şubesinde görevlendirildiğini belirtmiştir. Ne eğitim hayatında ne meslek hayatında ne de özel hayatında Fethullahçı Terör Örgütü ve/veya Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile irtibatının olduğunu ifade eden başvurucu; çalıştığı dönemde Bank Asya ile ilgili olarak örgütsel hiçbir isnat yahut ithamın bulunmadığını, kendinin de örgüt ilişkisi noktasında bilgi sahibi olmadığını belirterek davanın kabulü ile işe iadesini talep etmiştir. Davalı Kurum 7/10/2016 tarihli cevap dilekçesinde, 667 sayılı KHK kapsamında, ilgili birimleri tarafından yapılan inceleme, araştırma, soruşturma ve değerlendirmeler neticesinde başvurucunun iş akdinin feshedildiğini belirtmiştir. 667 sayılı KHK gereği başvurucunun belirtilen etik ilkelere uyumlu davranmadığını ileri süren Kurum, darbe teşebbüsü akabinde önlem alınması gereken sakıncalar gözetilerek başvurucunun işe devam etmesinin uygun görülmediğini ifade etmiştir. Mahkeme, 2/2/2017 tarihli kararıyla davanın reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Davacının iş akdi FETÖ/PDY terör örgütüne üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğundan bahisle yani Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname doğrultusunda feshedilmiş olduğundan gerek bu işlemin gerekse de dayanağı işlemin yargısal denetiminin mahkememizin yetki ve görevi kapsamında olmadığı özetle dava şartlarının mevcut olmadığı kanaatine varılarak işin esasına girilmeksizin açılan davanın dava şartı yokluğu nedeniyle usulden reddine dair aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir." Başvurucu, gerekçeli karara karşı istinaf talebinde bulunmuş; FETÖ/PDY ile ilgisinin olmadığını, tamamen keyfî bir şekilde işine son verildiğini ileri sürmüştür. Davalı Kurum ise cevap dilekçesinde önceki iddialarını tekrar etmek suretiyle fesih işleminin ve mahkeme kararının usul ve yasaya uygun olduğunu belirtmiştir. İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesi 13/7/2017 tarihli kararıyla ile Mahkeme kararının ortadan kaldırılmasına, davanın kabulü ile başvurucunun işe iadesine hükmetmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şöyledir:"...Gerek Disiplin Komitesi Kararı ve ekindeki listede gerekse bu karara dayalı olarak düzenlenen fesih bildiriminde, davacının iş akdinin olağanüstü hal döneminde çıkarılan KHK' ya bağlı olarak feshedildiğine yönelik bir açıklama mevcut değildir. İşveren, fesih bildiriminde ileri sürmüş olduğu fesih sebebi ile bağlı olup sebep bildirmemesine ya da bildirdiği sebebi değiştirmesine hukuken olanak yoktur. Bu koşullar altında, geçerli bir fesih işleminden söz edilemeyeceğinden; davacının işe iadesine karar vermek gerekirken davanın reddedilmesi usul ve yasaya aykırı olup davacı vekili tarafından ileri sürülen istinaf sebepleri bu yönü itibariyle yerinde görülmüştür." Davalı Kurum, Bölge Adliye Mahkemesi kararına karşı temyiz talebinde bulunmuştur. Yargıtay Hukuk Dairesi tarafından yapılan inceleme neticesinde 5/11/2018 tarihli karar ile gerekçeli kararın bozularak ortadan kaldırılmasına ve davanın kesin olmak üzere reddine hükmedilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:"...Temyiz aşamasında Dairemiz’in 2018 tarih, 2017/26140 Esas, 2018/6919 Karar sayılı ilamı sonrası gelen davacının şüpheli sıfatıyla hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu tarafından yürütülen 2016/ 147961 soruşturma numaralı dosyada Bank Asya’da 17/ 25 Aralık 2013 öncesi dönemde çalıştığına dair SGK kaydının bulunduğu, hakkında kovuşturma yer olmadığına karar verildiği tespit edilmiştir. Her ne kadar davacı hakkında ceza soruşturması neticesinde 'kovuşturmaya yer olmadığında' karar verilmiş ise de; davalı savunmasına göre davacının FETÖ/PDY ile ilgi, iltisak ya da irtibatı bulunduğu konusunda davalı işveren açısından şüphe feshini gerektirir yeterli delil olduğu, terör örgütü ile irtibat veya iltisakı bulunduğuna dair şüphe bulunan bir işçiyi çalıştırmaya devam etmenin, davalı işverenden beklenemeyeceği feshin, şüphe feshinin şartlarını taşıdığı ve geçerli nedene dayandığı anlaşıldığından, davanın reddi gerektiğinden, 4857 sayılı İş Yasasının 20/ maddesi uyarınca Dairemizce aşağıdaki şekilde karar verilmiştir." Nihai karar 24/12/2018 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/1/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. Ceza Soruşturmasına İlişkin Süreç Başvurucu ile ilgili olarak 19/7/2016 tarihinde Uzunköprü İlçe Emniyet Müdürlüğüne bir ihbarda bulunulmuş ve Uzunköprü Halk Bankasının müdürü olan başvurucunun örgüt mensubu olduğu ve mal varlığının araştırılması gerektiği iddia edilmiştir. İhbar üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) yürüttüğü soruşturmada başvurucunun örgütle irtibat yahut iltisakına ilişkin olarak çeşitli kurumlarla yazışarak bilgi toplama yoluna gitmiştir. Bu kapsamda başvurucunun ByLock kullanıcısı olmadığı, örgütün tepe yönetimi ile irtibatına rastlanmadığı, FETÖ/PDY iltisaklı ve irtibatlı herhangi bir vakfa ya da derneğe üyeliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Başsavcılık, başvurucunun Bank Asyada hesabının olduğunu ancak bu hesapta örgüt talimatı üzerine artış gösteren bir hareketlilik bulunmadığını, öte yandan 17/25 Aralık 2013 öncesi dönemde Asya Bank A.Ş. bünyesinde çalıştığına dair Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) kaydı olduğunu belirtmiştir. Başsavcılık yaptığı incelemeler neticesinde 8/2/2018 tarihinde başvurucu hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısmı şöyledir:"Şüpheli ile ilgili yukarıda açıklanan şekilde toplanan delillerden, şüphelinin FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün kamuoyunda cemaat/hizmet hareketi olarak bilindiği 17/25 Aralık 2013 öncesi döneme ait Asya Bank A.Ş'de çalışmalarına dair SGK kaydı dışında örgüte üye olduğunu, örgütle organik bağının devam ettirdiğini (Şüphelinin son çalıştığı yerin Halkbankası Istanbul Mozaik Çarşı Şubesi Müdürlüğü olduğu da dikkate alındığında) gösterir herhangi bir delile ulaşılamaması karşısında, şüpheli hakkında bu aşamada FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olma iddiası ile ilgili takipsizlik kararı verilmesi gerektiği anlaşılmakla;Açıklanan nedenlerle şüpheli hakkında KAMU ADINA KOVUŞTURMAYA YER OLMADIĞINA..." A. İlgili Mevzuat İlgili mevzuat için bkz. Berrin Baran Eker [GK], B. No: 2018/23568, 2/7/2020, §§ 20-B. Yargıtay Kararları Yargıtay Hukuk Dairesinin 22/10/2007 tarihli ve E.2007/16878, K.2007/30923 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Davalı işveren, davacının geçmişten gelen sabıkası ve özellikle yasadışı örgütle bağlantısı nedeni ile güvenlik önlemi olarak iş sözleşmesini feshetmiştir. Bu fesih Alman Hukukunda ve Alman Federal Mahkemelerinde şüphe feshi olarak adlandırılmaktadır. Böyle bir fesihte, işverenin işçisine karşı duyduğu şüphe, aralarındaki güven ilişkisinin zedelenmesine yol açmaktadır. İşverenden katlanması beklenemeyecek bir şüpheden dolayı, işçinin iş ilişkisinin devamı için gerekli olan uygunluğu ortadan kalktığından, güven ilişkisinin sarsılmasına yol açan şüphe, işçinin kişiliğinde bulunan bir sebeptir. Ciddi, önemli ve somut olayların haklı kıldığı şüphe, güven potansiyeline sahip olmaksızın ifa edilemeyecek iş için işçinin uygunluğunu ortadan kaldırdığından, şüphe feshi, işçinin yeterliliğine ilişkin fesih türü olarak gündeme gelecektir. Davacının geçmişte yasadışı örgüt üyesi olması, davacının görev yaptığı bölgede terör olaylarının artması ve demiryolu ulaşımının da hedefte bulunması, davalı işveren açısından iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güvenin sarsıldığı, elverişli objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphenin bulunduğu anlamına gelmektedir. Davacının iş sözleşmesinin feshinin geçerli nedenle yapıldığı kabul edilmelidir. Davanın reddi yerine yazılı şekilde kabulü hatalıdır." Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 15/11/2018 tarihli ve E.2015/22-2715, K.2018/1720 sayılı kararı şöyledir:"... şüphe feshinin söz konusu olabilmesi için iş ilişkisinin devamı için gerekli olan güveni yıkmaya elverişli, objektif olay ve vakıalara dayanan güçlü bir şüphe mevcut olması ve ayrıca olayın aydınlatılması için işverenin kendisinden beklenebilecek bütün çabaları göstermesine karşın eylemin gerçekleştiğinin kanıtlanamaması gerektiğinden, somut uyuşmazlıkta davacının sabit olan, doğruluk ve bağlılığa uymayan nitelikteki eyleminin şüphe feshi teşkil etmediği de açıktır..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 26/11/2018 tarihli ve E.2018/11097, K.2018/25472 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Taraf iradesine öncelik verilmesi sadece davanın açılmasında değil, yargılama sırasında taraflara ait bir çok usul işleminde de kendisini gösterir...Yani, yargılamada esas olan, dava malzemelerinin taraflarca toplanması ve mahkemeye sunulması olarak tanımlayabileceğimiz 'taraflarca hazırlama (getirilme) ilkesi' dir. Bu ilkenin geçerli olduğu davalarda, dava malzemelerinin mahkemeye tam olarak getirilmemesinin sorumluluğunu taraflar üstlenmiş olup; hakim, kural olarak tarafların ileri sürmediği vakıaları ve belirli bir delili kendiliğinden araştıramaz ve taraflara hatırlatamaz. Diğer yandan, kamu düzenini ilgilendiren davalarda, irade serbestisinin ve taraf iradesine tanınan üstünlüğün bir sonucu olan 'taraflarca hazırlama ilkesi' yerine, kendiliğinden (resen) araştırma ilkesinin uygulanması esastır. Kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalarda; hâkim, davanın ispatı için gereken bütün delillere kendiliğinden başvurur; taraflar da yargılama bitinceye kadar delil gösterebilirler. Bu davalarda bir bakıma, dava ile ilgili olguların hazırlanmasında, tarafların yanında, hakimin de görevli olması söz konusudur.Bu açıklamalar karşısında kamu ya da özel hukuk tüzel kişiliği de olsa işçinin terör örgütleri ile irtibatının bulunması halinde bu durumun hem kamu güvenliğini hem de özel güvenliği tehdit edeceği açıktır. Bu nedenle davalı tarafın cevap dilekçesi ile davacının iş akdinin .../... bağlantısı bulunduğuna dair kuvvetli şüphe duyulması sebebi ile feshedildiğini belirttiği görülmekle; eldeki davada taraflarca hazırlama ilkesi yerine istisnai nitelikteki kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulanması gerekmektedir."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/2491
Başvuru, güven ilişkisinin bozulduğu gerekçesine dayalı olarak iş akdine son verilmesi üzerine açılan işe iade davasında adil yargılanma hakkı kapsamındaki gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru gece vakti alkollü içki satışı kabahatinden dolayı verilen idari para cezasına yapılan itirazın reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma, gerekçeli karar ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 21/10/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Ankara'nın Etimesgut ilçesinde Şehit Hikmet Özer Caddesi'nde kuruyemiş ve alkollü içki satılan bir dükkanı işletmektedir. Etimesgut İlçe Emniyet Müdürlüğünde (Emniyet Müdürlüğü) görevli polis memurları 8/10/2015 tarihi saat 30 civarı başvurucunun işlettiği dükkanda A. tarafından S.Ç.ye alkollü içki satıldığının görüldüğünü tespit eden bir tutanak düzenlemişlerdir. A. tutanağı imzalamaktan imtina etmiş, S.Ç. ise tutanağı imzalamıştır. Emniyet Müdürlüğü, söz konusu tutanağı 6/11/2015 tarihli yazı ile Tütün ve Alkol Piyasasını Düzenleme Kurumuna (TAPDK) göndermiştir. Kurul 18/5/2016 tarihinde, başvurucuya gece vakti alkollü içki satışı yaptığı gerekçesiyle 532 TL idari para cezası verilmesine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, kolluk görevlilerince düzenlenen tutanağın esas alındığı belirtilmiş; 8/6/1942 tarihli ve 4250 sayılı İspirto ve İspirtolu İçkiler İnhisarı Kanunu'nun maddesinin beşinci fıkrası, maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi ve üçüncü fıkrası ile 3/1/2002 tarihli ve 4733 sayılı Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun'un maddesinin beşinci fıkrasının (k) bendi dayanak olarak gösterilmiştir. Başvurucu bu karara karşı 30/6/2016 tarihinde Ankara Batı Sulh Ceza Hâkimliği (Hâkimlik) nezdinde itirazda bulunmuştur. İtiraz dilekçesinde; isnat edilen kabahatin işlenmediği, satışı gösteren bir fiş veya cihaz verisi bulunmadığı, öncelikle uyarı cezası verilmesi gerektiği, ayrıca verilen cezanın ölçüsüz olduğu belirtilmiştir. Hâkimlik 20/9/2016 tarihinde itirazın reddine kesin olarak karar vermiştir. Kararın gerekçesinde, itiraz dilekçesi ve ekleri ile TAPDK tarafından gönderilen belgelerin içeriğine göre kural ihlalinin sabit olduğu belirtilerek itiraza konu kararın usule ve kanuna uygun bulunduğu açıklanmıştır. Nihai karar başvurucu vekiline 29/9/2016 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 21/10/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 4250 sayılı Kanun’un 24/5/2013 tarihli ve 6487 sayılı Kanun'un maddesi ile yeniden düzenlenen maddesinin beşinci fıkrasının üçüncü cümlesi şöyledir: “Alkollü içkiler, 22:00 ila 06:00 saatleri arasında perakende olarak satılamaz.” 4250 sayılı Kanun’un 24/5/2013 tarihli ve 6487 sayılı Kanun'un maddesi ile yeniden düzenlenen maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi şöyledir:  “Bu Kanunun 6 ncı maddesinin;...e) Beşinci fıkrasındaki yasaklara aykırı hareket edenlere, 3/1/2002 tarihli ve 4733 sayılı Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanunun 8 inci maddesinin beşinci fıkrasının (k) bendinde öngörülen, idari para cezası verilir.” 4733 sayılı Kanun’un maddesinin ilgili kısmı şöyledir:  “...Tütün, tütün mamulleri, etil alkol, metanol ve alkollü içkiler piyasasında Gıda, Tarım veHayvancılık Bakanlığından gerekli izinleri alarak veya almadan mal veya hizmet üreten, işleyen, ihraç veya ithal eden, pazarlayan, alan veya satan gerçek ve tüzel kişilere aşağıda yazılı idarî yaptırımlar uygulanır: ...k) Tütün mamulleri veya alkollü içkilerin tüketicilere satışını; internet, televizyon, faks ve telefon gibi elektronik ticaret araçları ya da posta ile sipariş yöntemi kullanarak yapmak üzere satış sistemi kuran veya faaliyette bulunanlara yirmibin Yeni Türk Lirasından yüzbin Yeni Türk Lirasına kadar idarî para cezası verilir. (Ek ikinci cümle: 13/2/2011-6111/175 md.) Satışın internet ortamında yapılması halinde, 4/5/2007 tarihli ve 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanunda öngörülen usullere göre erişimin engellenmesine karar verilir ve bu karar hakkında da anılan Kanun hükümleri uygulanır. " 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"(1) İdarî para cezası, maktu veya nispi olabilir. (2) İdarî para cezası, kanunda alt ve üst sınırı gösterilmek suretiyle de belirlenebilir. Bu durumda, idarî para cezasının miktarı belirlenirken işlenen kabahatin haksızlık içeriği ile failin kusuru ve ekonomik durumu birlikte göz önünde bulundurulur. ... (7) İdarî para cezaları her takvim yılı başından geçerli olmak üzere o yıl için 1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri uyarınca tespit ve ilân edilen yeniden değerleme oranında artırılarak uygulanır. Bu suretle idarî para cezasının hesabında bir Türk Lirasının küsuru dikkate alınmaz. Bu fıkra hükmü, nispi nitelikteki idarî para cezaları açısından uygulanmaz."
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/22172
Başvuru gece vakti alkollü içki satışı kabahatinden dolayı verilen idari para cezasına yapılan itirazın reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma, gerekçeli karar ve mülkiyet haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru, süresi içinde yapılmıştır. Başvurucunun makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiası dışındaki iddiaları Komisyon tarafından kabul edilemez bulunmuş, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/31226
Başvuru, davanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucular, Silivri L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan yakınlarının psikolojik bunalım neticesinde intihar ederek hayatını kaybettiğini, olayda yakınlarının tedavisini yürüten doktorların ve cezaevi görevlilerinin ihmali olduğunu, devletin gözetimi ve denetimi altında bulunan yakınlarının gereği gibi korunamadığını belirterek yaşam hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir. Başvuruculardan Ebru Özbudak ve Hakan Özbudak’ın başvurusu, 2/12/2013 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. 2013/8715 sayılı bu başvuruya ilişkin dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 31/1/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm tarafından 25/2/2014 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 25/2/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, tanınan ek süre sonunda görüşünü 28/4/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığının görüşü, başvuruculara 16/5/2014 tarihinde tebliğ edilmiş olup, başvurucular Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamışlardır. Başvuruculardan Asiye Özbudak’ın başvurusu 2/12/2013 tarihinde Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. 2013/8716 sayılı bu başvuruya ilişkin dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 28/2/2014 tarihinde başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 10/4/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 10/4/2014 tarihinde Adalet Bakanlığına bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı, görüşünü 20/5/2014 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Adalet Bakanlığının görüşü, başvurucuya 6/6/2014 tarihinde tebliğ edilmiş olup, başvurucu Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Bölüm tarafından 19/12/2014 tarihinde yapılan toplantıda, 2013/8716 numaralı bireysel başvuru dosyasının konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2013/8715 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, 2013/8716 numaralı bireysel başvuru dosyasının kapatılmasına, incelemenin 2013/8715 numaralı bireysel başvuru dosyası üzerinden yürütülmesine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvuruculardan Asiye Özbudak, 29/12/2012 tarihinde vefat eden Volkan Özbudak’ın annesi, Hakan ve Ebru Özbudak ise kardeşleridir. Başvurucuların beyanına göre Volkan Özbudak, çocukluğundan beri psikolojik rahatsızlıkları olan birisidir. Volkan Özbudak 2005 ile 2009 yılları arasında Ukrayna ülkesinde yaşamış, beyanına göre Ukrayna’da haksız yere gözaltına alınarak işkence görmüştür. Volkan Özbudak, Türkiye’ye döndükten sonra kendisine yapılan muameleleri kamuoyuna duyurabilmek için 9/3/2010 tarihinde Ukrayna Başkonsolosluğuna girmek istemiş, bunun üzerine elindeki çantası görevli polis memurunca aranmış ve çantada bomba süsü verilmiş düzeneğin görülmesi üzerine çıkan silahlı çatışmada yaralanarak etkisiz hale getirilmiştir. Bu olay sebebiyle Volkan Özbudak, 11/3/2010 ile 11/6/2010 tarihleri arasında tutuklu kalmıştır. Yapılan soruşturma sonucunda Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesine açılan kamu davasının yargılaması sırasında Volkan Özbudak psikolojik sorunlarının olduğunu belirtince, cezai ehliyetinin bulunup bulunmadığının tespiti amacıyla Adli Tıp Kurumundan rapor talep edilmiştir. Adli Tıp İhtisas Kurulunca hazırlanan 28/6/2010 tarihli raporda, “…sanığın cezai sorumluluğuna etkili olacak ve onun şuur ve hareket serbestliğini ortadan kaldıracak veya azaltacak mahiyet ve derecede herhangi bir akıl hastalığı veya zeka geriliği saptanmadığı, sanığın suçu işlediği sırada üzerine atılı eylemlerin hukuki anlam ve sonuçlarını idrak etme ve bu fiil ile ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğini ortadan kaldıracak boyutta akli arızanın içinde olduğuna delalet edecek herhangi bir tıbbi bulgu ve belgeye rastlanmadığı, Volkan Özbudak’ın suça karşı cezai sorumluluğunun tam olduğu” mütalaa edilmiştir. Yargılama sonunda Volkan Özbudak’ın, Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesinin 1/4/2011 tarih ve E.2010/162, K.2011/265 sayılı kararıyla, mala zarar verme suçundan 2 yıl hapis cezası, kişileri hürriyetinden tehditle yoksun kılma suçundan 4 yıl 6 ay hapis cezası ve görevli polis memuruna direnme suçundan 3 yıl hapis cezası olmak üzere toplam 9 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Karar temyiz edilmeden 8/4/2011 tarihinde kesinleşmiştir. Volkan Özbudak kesinleşen cezasının infazı kapsamında 20/4/2011 tarihinde Metris 1 No’lu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan Silivri Ceza İnfaz Kurumuna sevk edilmiştir. Volkan Özbudak, 26/4/2011 tarih ve R110001322 sayılı sağlık kurulu raporuyla “psikotik bozukluk” tanısıyla, Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesine sevk edilmiştir. 4/5/2011 tarihinde şahsın hastaneye yatışı yapılarak tedavisine başlanmıştır. Tedavi sonunda atipik psikoz tanısıyla ilaç reçete edilerek, ayda bir kez en yakın devlet hastanesine psikiyatri kontrolü tavsiyesiyle 25/5/2011 tarihinde taburcu edilmiştir. Hastane baştabipliğince hazırlanan 25/5/2011 tarihli adli sağlık kurulu raporunda; “ … adı geçende saptanmış olunan “Atipik Psikoz” denilen psikiyatrik bozukluğun halen kısmi remisyon (düzelme) halinde olduğu, bu durumuyla hastaneden çıkarılabileceği, ancak adı geçende saptanan hastalığın psikiyatrik tedavi ve tıbbi kontrol takibi gerektirdiğinden 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un maddesinin uygulanmasının, bu kanun uyarınca açılan R Tipi Ceza İnfaz Kurumunda tutulmasının ve bir aylık aralıklarla bulunduğu kuruma en yakın psikiyatri polikliniğinde ayaktan kontrollerinin yapılmasının uygun olduğu…” belirtilmiştir. Hükümlü Volkan Özbudak’ın 31/5/2011 tarihinde tek kişilik koğuşa geçme talebinde bulunması üzerine uzman psikolog ile yaptığı görüşme sonunda hükümlünün talebi, sağlık durumu ve daha önce Metris T Tipi Ceza İnfaz Kurumunda tekli koğuşta barındırıldığı göz önünde bulundurularak tek kişilik koğuşta barındırılmasının uygun olduğunun rapor edildiği, bunun üzerine 1/6/2011 tarih ve 2011/1215 sayılı İdare ve Gözlem Kurulu kararı ile F-11 koğuşundan alınarak tek kişilik F-3 üst odasına yerleştirildiği görülmüştür. Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğünün 10/6/2011 tarih ve 74798 sayılı emri ile Volkan Özbudak 15/6/2011 tarihinde bulunduğu Silivri Ceza İnfaz Kurumundan Metris R Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna sevk edilmiştir. Bakırköy Prof. Dr. Mazhar Osman Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Baştabipliğinin 6/7/2011 tarihli raporunda “hükümlüde atipik psikoz rahatsızlığının devam ettiği, düzenli ilaç kullanma ve psikiyatri kontrollerine ihtiyaç duyulduğu, fakat hastalık remisyonda olduğundan rehabilitasyon merkezinde ve R Tipi Ceza İnfaz Kurumlarında kalmasını gerektirir bir durum olmadığı” belirtilmiştir. Bunun üzerine hükümlü şahıs 3/8/2011 tarihinde Silivri Ceza İnfaz Kurumuna tekrar gönderilmiştir. Başvuruculara göre, Volkan Özbudak’ın psikolojik rahatsızlığı cezaevi yetkililerince bilinmesine rağmen, cezaevindeki eylemleri sebebiyle sürekli olarak tek kişilik hücreye koyma, hiçbir etkinliğe katılmasına izin vermeme gibi disiplin cezaları ile cezalandırılması psikolojik sorunlarının daha da artmasına sebep olmuştur. Bakanlık görüşünde ise, hükümlünün çoğunlukla koğuş ortamında barındırılmaya çalışıldığı, ancak hükümlünün koğuş ortamında barınamadığı, kavga ettiği ve geçimsiz tavırlar sergilediği ve bu yüzden disiplin cezası aldığı, 31/5/2011 tarihli psikolog görüşleri ve kendi talebi doğrultusunda sağlık durumu da göz önüne alınarak tekli koğuşa yerleştirilmesinin uygun olacağının değerlendirildiği, kurum gözlem ve idare kurulu kararı ile en son tekli odaya verildiği, Silivri Ceza İnfaz Kurumunda kaldığı süre içerisinde 26 kez oda ve koğuşunun değiştirildiği, kaldığı tekli odaların kurumun yapısı gereği tek olarak müstakil tekli oda olmadığı, tek bölümde ve koridorda üçlü ve dörtlü odalar bulunduğu, hükümlü ve tutukluların oda kapılarının kapatılmadığı ve koğuş ortamındaki gibi barındırıldıkları, birbirleriyle iletişimlerinin mümkün bulunduğu, hükümlünün de bu tür odalarda barındırıldığı, ayrıca hükümlünün farklı tarihlerde açlık grevi yapmak, koğuş demirbaşlarına zarar vermek, duvarlara terör örgütünü övücü mahiyette yazılar yazmak, kurum görevlilerini tehdit etmek, bir hükümlüye saldırmak, bardak kırarak elini kesmek gibi eylemlerden dolayı bazı etkinliklerden alıkoyma ve hücreye koyma cezalarıyla cezalandırıldığı bildirilmiştir. Silivri Ceza İnfaz Kurumu Psiko-Sosyal Servisinin 24/5/2012 tarihli raporunda özetle, hükümlü Volkan Özbudak’ın 3/8/2011 tarihinden sonra kurum psikoloğu tarafından düzenli olarak takip edildiği, psikiyatri sevklerinin yapıldığı, Nisan ayına kadar düzenli ilaç kullanan hükümlünün Nisan ayında ilaç kullanmayı bıraktığı, bu süreçte hükümlünün psikotik belirtilerinde belirgin bir artış gözlendiğinden tekrar psikiyatriye sevk edildiği fakat gitmeyi kabul etmediği, hükümlüde Nisan ayından sonra aşırı şüphecilik, zarar görme korkusu, öfke gösterme eğiliminde artış, infaz koruma personeli hakkında ve hükümlüler hakkında asılsız iddialarda bulunma gibi belirtiler gözlemlendiği, 23-24/4/2012 tarihlerinde tek kişilik koğuşta barındırılmakta iken koğuş demirbaşlarına zarar verdiği ve disiplin cezası aldığı, bu süre zarfında ancak tekli koğuşta kapısı kapalı tutularak çevresine zarar vermesinin engellendiği hususlarına değinilmiştir. Psiko-Sosyal servisi raporu doğrultusunda hükümlü 29/5/2012 tarihinde Silivri Devlet Hastanesi Psikiyatri Polikliniğine sevk edilmiş, hastanenin 30/5/2012 tarihli sağlık kurulu raporuyla Metris R Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna gönderilmek üzere Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesine sevk edilmiştir. Hükümlü 4/11/2012 tarihinde kalmakta olduğu koğuşunda bardak kırarak sol el baş parmağını kanatacak şekilde kesmiştir. Bu eyleminden dolayı Silivri 4 No’lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığınca 9/11/2012 tarih ve 2012/790 karar sayısı ile “… kalkmamış disiplin cezaları nedeniyle iyi hallilik vasfını kaybetmesi sebebiyle 5275 sayılı Kanun’un maddesinin fıkrası uyarınca bir üst ceza uygulaması olan 1 ay süreyle bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma cezası ile cezalandırılmasına” karar verilmiştir. Bu olay sonrasında hükümlü Volkan Özbudak 6/11/2012 tarihinde Silivri Devlet Hastanesi Psikiyatri Polikliniğine sevk edilmiştir. Hastanenin 7/11/2012 tarihli sağlık kurulu raporuyla Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesine sevk edilmiş ve 9/11/2012 tarihinde bu hastaneye yatışı yapılmıştır. Hükümlü, 49 gün anılan hastanede yatılı olarak tedavi görmüştür. Hastanede kaldığı süre boyunca annesiyle ve kardeşleriyle görüşmeler yapmıştır. Başvurucuların iddiasına göre hükümlü hastaneden taburcu edilmeden bir gün önce (27/12/2012 tarihinde) annesine intihar edeceğinden bahsetmiş ve kendisinden sağlam bir eşofman altı istemiştir. Bunun üzerine anne Asiye Özbudak, oğlunun sarf ettiği sözleri oğlunun takibini yapan Asistan Dr. S.G.E.’ye anlatmış ve oğlunun ceza infaz kurumuna gönderilmesi halinde intihar edeceğinden söz etmiştir. Asistan Dr. S.G.E., Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına sunduğu yazılı savunmasında, hükümlünün annesinin oğlunun intihar edeceğine dair konuşmalar yaptığını kendisine anlattığını, bu beyanları resmi evraka kaydettiğini, durumu Uzman Doktor A.’ye bildirdiğini, bunun üzerine uzman doktor kararı ile hükümlünün 8 gün daha hastanede yatılı tedavi gördüğünü, bu 8 günlük süreçte ve daha önceki dönemde hükümlü ile yapılan görüşmelerde intihar fikri tespit edilmediğini beyan etmiştir. Hükümlü, tedavisi yapıldıktan sonra “paranoid şizofreni” tanısıyla 28/12/2012 tarihinde ilaç reçete edilerek ve 15 gün sonra bulunduğu ceza infaz kurumuna en yakın devlet hastanesinin psikiyatri polikliniğinde muayene yapılmak üzere Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesinden taburcu edilip Silivri 4 No’lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna gönderilmiştir. Hükümlünün, Silivri L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna 28/12/2012 tarihinde saat 00 civarında getirildiği, ceza infaz kurumu personeli tarafından teslim alındığı, teslim alan görevlilerce durumunda herhangi bir olumsuzluk görülmediği, sakin olduğu, Bakanlık görüşüne göre eşyalarının bulunduğu F Blok F-6 üst kısmında kalmak istediğini belirttiği, bunun üzerine içerisinde 4 adet oda bulunan F-6 üst kısımdaki 4 nolu odaya alındığı, F-6 üst kısımda kalan hükümlü ve tutukluların birbirleriyle temas kurabildikleri ve havalandırma kısmını ortak olarak kullanabildikleri, olay gecesi Volkan Özbudak haricinde bitişik odalarda başka hükümlü ve tutukluların da bulunduğu anlaşılmıştır. Hükümlü Volkan Özbudak’a bitişik odada kalmakta olan hükümlü R.B. 29/12/2012 tarihinde alınan ifadesinde özetle, 28/12/2012 tarihinde hastaneden döndükten sonra Volkan Özbudak ile saat 00 sıralarında sohbet ettiğini, sigara ve çakmak verdiğini, kendisini biraz bitkin gördüğünü, daha sonra kendi odasına geçtiğini, saat 00’da yapılan akşam sayımından sonra Volkan’ın kapısının kapatıldığını, saat 00 sıralarında Volkan’ın kapısına vurarak seslendiğini, cevap gelmeyince mazgaldan baktığını, ancak tuvalet kapısı açık olduğu için içeriyi göremediğini, uyumuş olduğunu düşünerek bir daha seslenmediğini beyan etmiştir. Hükümlü R.B., 28/10/2014 tarihinde mahkemede tanık sıfatıyla verdiği ifadesinde özetle, Volkan Özbudak’ı odasına bıraktıklarında Volkan’ın kapının açık bırakılmasını istediğini, ancak görevli memurun kapıyı kapatmam lazım diyerek kapıyı kapattığını, görevliler gittikten sonra mazgaldan Volkan’ın kendisinden kapıyı açtırmasını istediğini, kendisinin yarın gündüz müdür beye söyleyip açtırırız dediğini söylemiştir. Konuyla ilgili olarak Silivri Cumhuriyet Başsavcılığına şüpheli olarak ifade veren infaz koruma memuru K.H. 6/3/2014 tarihli ifadesinde özetle, Volkan Özbudak’ın diğer mahkûmlarla sorun yaşaması nedeniyle tek kişilik odada kaldığını, hastaneden döndüğü gün de Volkan’ın kapıyı kilitlemesini istediğini, diğer mahkûmlarla sorun yaşamaması için kapıyı kilitlediğini beyan etmiştir. İnfaz koruma memuru K.H. 28/10/2014 tarihinde mahkemede sanık sıfatıyla verdiği ifadede özetle, Volkan’ın hastaneye gitmeden önce yan odada kalmakta olan hükümlü K. ile kavga ettiğini, kendi isteği ve cezaevi idaresinin kararıyla tek kişilik odada kalmakta olduğunu, hastane dönüşü de tekrar sorun yaşamasın diye kendi talebi de olunca kapıyı kilitlediğini söylemiştir. UYAP sisteminden ulaşılan Silivri 4 No’lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğü Disiplin Kurulu Başkanlığının 5/10/2012 tarih ve 2012/728 sayılı kararına göre Volkan Özbudak’ın 28/9/2012 tarihinde revirden getirilirken hükümlü K’ya tekme atması nedeniyle 3 gün hücreye koyma cezası ile cezalandırıldığı anlaşılmıştır. 29/12/2012 tarihinde sabah saat 10 sıralarında sabah sayımı yapmak üzere hükümlü Volkan Özbudak’ın kalmakta olduğu tek kişilik odaya gelen infaz koruma memuru A. kapıyı açınca hükümlünün kendini asmak suretiyle intihar ettiğini görmüş ve durumu amirlerine bildirmiştir. Olayın Silivri Cumhuriyet Başsavcılığına bildirilmesi üzerine, nöbetçi cumhuriyet savcısı aynı gün soruşturma başlatmıştır. 2012/10029 sayılı soruşturma kapsamında olay yeri inceleme uzmanı, doktor, otopsi yardımcısı ve fotoğraf bilirkişisi eşliğinde olay yerine intikal eden cumhuriyet savcısı yan odada kalmakta olan R.B. adlı mahkûmun ve olay yerine ilk giren infaz koruma memuru A.’nın ifadelerini almış, olay yeri inceleme uzmanı vasıtasıyla olay yerinde gerekli incelemeleri yaptırmış, olay yerinin ve cesedin fotoğraflarını çektirmiştir. Yapılan incelemede hükümlünün uzun kollu bir tişörtü pencere demirinin arka tarafından geçirdikten sonra tişörtün kol bölümlerine düğüm atıp boyun kısmından geçirmek suretiyle intihar ettiği anlaşılmıştır. Ölü muayene işlemi sonucunda saat 00 itibariyle ölü katılığı ve ölü morlukları dikkate alındığında ölümün 12-15 saat önce gerçekleştiği düşünülmüş ve kesin ölüm sebebinin tespit edilmesi amacıyla klasik otopsi işlemi için cesedin Adli Tıp Kurumu Başkanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adli Tıp Kurumu Morg İhtisas Dairesince 30/12/2012 tarihinde yapılan otopsiden ve tetkiklerden elde edilen bilgi ve bulgular dikkate alınarak hazırlanan 18/3/2013 tarih ve 114398/4393 sayılı otopsi raporunda, kişinin ölümünün ası sonucu meydana gelmiş olduğu kanaatinin bildirildiği anlaşılmıştır. UYAP kayıtlarına göre, Silivri Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen 2012/10029 sayılı soruşturma kapsamında başvuruculardan Hakan Özbudak’ın şikayeti doğrultusunda hükümlünün ası sonucu ölümü olayında ihmali bulunduğu düşünülen ceza infaz kurumu personelinin şüpheli olarak ifadeleri alınıp, 3 personel hakkında 10/3/2014 tarih ve E.2014/564 sayılı ek kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiş, ceza infaz kurumu müdürü ve iki ceza infaz memuru hakkında ise “Görevi Kötüye Kullanma” suçundan cezalandırılmaları istemiyle 10/3/2014 tarih ve 2014/331 sayılı iddianame ile kamu davası açılmıştır. Silivri Asliye Ceza Mahkemesinin E.2014/253 sayılı dosyası kapsamında yapılan yargılamada 28/10/2014 tarihinde yapılan ilk duruşmada sanıkların ve başvurucu Hakan Özbudak’ın ifadesi alınmış, olay günü hükümlü Volkan Özbudak’ı odasına yerleştiren diğer iki ceza infaz personeli hakkında suç duyurusunda bulunulmasına ve duruşmanın 22/1/2015 tarihine bırakılmasına karar verilmiştir. Başvurucular Ebru ve Hakan Özbudak, ölüm olayında ihmalleri bulunduğu gerekçesiyle Bakırköy Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi ve burada çalışan Asistan Dr. S.G.E. , Silivri Ceza İnfaz Kurumu Cezaevi Müdürü Ö.A., Silivri Ceza İnfaz Kurumu ile sağlık ünitesi görevlileri hakkında Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuşlardır. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 2013/31272 soruşturma sayılı dosyası üzerinden başlatılan soruşturma kapsamında, Silivri Ceza İnfaz Kurumu ile bağlantılı olan kişiler yönünden dosya tefrik edilerek Silivri Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmiştir. Silivri Cumhuriyet Başsavcılığı, 11/6/2013 tarih ve Soruşturma No.2013/3268, K.2013/1602 sayılı kararıyla, “… şikayetin asıl mevzunun Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulu ile Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinin verilen akıl sağlığına ilişkin raporlara yönelik olduğu, bu iddia yönünden soruşturmanın Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütüldüğü, Silivri Ceza İnfaz Kurumu Müdür ile Sağlık ünitesi görevlilerinin açıklanan hususlar doğrultusunda görev gereklerine aykırı davrandıklarını ve böylelikle Volkan Özbudak’ın ölümüne sebep olduklarına dair somut delil bulunmadığı …” gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına karar vermiştir. Başvurucular Ebru ve Hakan Özbudak’ın anılan karara yaptığı itiraz, Çorlu Ağır Ceza Mahkemesinin 16/9/2013 tarih ve 2013/924 Değişik İş No’lu kararıyla reddedilmiştir. Bu karar, 2/11/2013 tarihinde başvurucular Ebru ve Hakan Özbudak’a tebliğ edilmiş ve süresi içinde 2/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine 2013/8715 sayılı bireysel başvuru yapılmıştır. Başvurucuların şikayeti üzerine başlatılan diğer bir soruşturmada Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığınca 2012/113822 sayılı evrak kapsamında, Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde görevli doktorlar S.G.E. ve A. hakkında hükümlü Volkan Özbudak’ın intihar eğilimi olduğu kendilerine söylendiği halde bu durumu ceza infaz kurumuna bildirmedikleri ve gerekli önlemleri almadıkları, bu suretle görevlerini ihmal ettikleri gerekçesiyle 2/12/1999 tarih ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun kapsamında soruşturma izni talep edilmesi üzerine, İstanbul Valiliği, ilgili doktorlar hakkında yapılan ön inceleme sonucunda 1/3/2013 tarih ve K.2013/59 sayılı yazı ile soruşturma izni verilmesine karar vermiştir. Karara şüpheli konumundaki doktorların itirazı üzerine, İstanbul Bölge İdare Mahkemesi 12/6/2013 tarih ve E.2013/256, K.2013/326 sayılı kararında "...yapılan ön inceleme sonucunda hazırlık soruşturması yapılmasına yeterli bilgi belgenin dosya muhteviyatı itibariyle mevcut olmadığı anlaşıldığından itirazın kabulüne, soruşturma izni verilmesine ilişkin kararın yöntem ve yasaya uygun bulunmaması nedeniyle” gerekçesine dayanarak oy çokluğuyla kararın bozulmasına, soruşturma izni verilmemesine karar vermiştir. İstanbul Valiliği İl Sağlık Müdürlüğünün 9/7/2013 tarihli yazısı ile Mahkemenin kararı başvurucu Asiye Özbudak’a gönderilmiştir. Yazının kendisine 9/11/2013 tarihinde tebliğ edildiğini belirten başvurucu Asiye Özbudak 2/12/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine 2013/8716 sayılı bireysel başvuruda bulunmuştur. UYAP kayıtlarında yapılan incelemede, başvurucuların ayrıca ceza infaz kurumu personelinin dikkatsiz ve tedbirsiz davranarak ölüme sebebiyet verdikleri gerekçesiyle Adalet Bakanlığı aleyhine İstanbul İdare Mahkemesinde 000 TL’lik manevi tazminat istemli bir dava açtıkları, E.2013/2148 sayılı dosya kapsamında yargılamanın devam ettiği, Mahkemenin 14/7/2014 tarihli ara kararıyla başvuruculardan Sağlık Bakanlığı aleyhine dava açıp açmadıklarının sorulduğu, başvurucular vekilinin 8/9/2014 havale tarihli beyan dilekçesinde, Sağlık Bakanlığına tazminat talepli dilekçe gönderdikleri, Sağlık Bakanlığı tarafından uzlaşma istediklerine dair yazının kendilerine gönderildiği, ancak henüz uzlaşma hususunun tamamlanmadığının bildirildiği görülmüştür.B. İlgili Hukuk 13/12/2004 tarih ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Kapalı ceza infaz kurumları” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“Kapalı ceza infaz kurumları, iç ve dış güvenlik görevlileri bulunan, firara karşı teknik, mekanik, elektronik veya fizikî engellerle donatılmış, oda ve koridor kapıları kapalı tutulan, ancak mevzuatın belirttiği hâllerde aynı oda dışındaki hükümlüler arasında ve dış çevre ile temasın olanaklı bulunduğu, yeterli düzeyde güvenlik sağlanmış ve hükümlünün gereksinimine göre bireysel, grup hâlinde veya toplu olarak iyileştirme yöntemlerinin uygulanabileceği tesislerdir.” 5275 sayılı Kanun’un “Akıl hastalığı dışında ruhsal rahatsızlığı olan hükümlülerin cezalarının infazı” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “ (1) Hapsedilme ve diğer nedenlerden kaynaklanan akıl hastalığı dışında ruhsal rahatsızlıkları bulunup da ruh ve sinir hastalıkları hastanelerinde tutulmaları gerekli görülmeyerek infaz kurumlarına geri gönderilenlerin cezaları, belirlenen infaz kurumlarının mahsus bölümlerinde infaz edilir.  (2) Birinci fıkrada belirtilenlerin cezalarının infazı için belirlenen infaz kurumlarının ihtiyaç duyduğu uzman ve diğer tıp görevlileri, Sağlık Bakanlığınca karşılanır.” 5275 sayılı Kanun’un “Kapıların açılmaması ve temasın önlenmesi” kenar başlıklı maddesi şöyledir: “(1) Kapalı ceza infaz kurumlarında oda ve koridor kapıları kapalı tutulur. Kapılar aşağıdaki hâllerde açılır:  a) Kurum hekimine, revir, hamam ve berbere gitme, başka odaya nakil. b) Hastane ve duruşmaya gönderme ve başka kuruma nakil. c) Tahliye, ziyaret, arama, sayım, denetim, eğitim, öğretim, spor ve iyileştirme çalışmaları, kurumda çalıştırma. d) Kurullara çağrılma. e) Ölüm, deprem veya yangın gibi olağanüstü hâller. f) Cezaevi idaresince gerekli görülen hâller. (2) Hükümlüler, yukarıda sayılan hâller dışında, diğer odalardaki hükümlüler ve kurum görevlileri ile temasta bulunamazlar.” Silivri 4 No’lu L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu İç Yönetmeliğinin (Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğünün 27/2/2012 tarih ve 2693/27355 sayılı yazısı ile onanan) “Kurumun İç Güvenliği” kenar başlıklı maddesinin fıkrası şöyledir:“Oda ve koridor kapıları mevzuatta belirtilen haller dışında sürekli kilitli tutulur” 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Otopsi” kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: “(1) Otopsi, Cumhuriyet savcısının huzurunda biri adlî tıp, diğeri patoloji uzmanı veya diğer dallardan birisinin mensubu veya biri pratisyen iki hekim tarafından yapılır. Müdafi veya vekil tarafından getirilen hekim de otopside hazır bulunabilir. Zorunluluk bulunduğunda otopsi işlemi bir hekim tarafından da yapılabilir; bu durum otopsi raporunda açıkça belirtilir.(2) Otopsi, cesedin durumu olanak verdiği takdirde, mutlaka baş, göğüs ve karnın açılmasını gerektirir.” 2/12/1999 tarih ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un “İzin vermeye yetkili merciler” başlıklı maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi şöyledir: “Soruşturma izni yetkisi;…b) İlde ve merkez ilçede görevli memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında vali,…tarafından bizzat kullanılır.” 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Görevi Kötüye Kullanma” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“(1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” 6/1/1982 tarih ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun “Doğrudan doğruya tam yargı davası açılması” başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:“İdari eylemlerden hakları ihlal edilmiş olanların idari dava açmadan önce, bu eylemleri yazılı bildirim üzerine veya başka suretle öğrendikleri tarihten itibaren bir yıl ve her halde eylem tarihinden itibaren beş yıl içinde ilgili idareye başvurarak haklarının yerine getirilmesini istemeleri gereklidir. Bu isteklerin kısmen veya tamamen reddi halinde, bu konudaki işlemin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında altmış gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren, dava süresi içinde dava açılabilir.” 6098 sayılı Kanun’un haksız fiillerden doğan borç ilişkilerinin Ceza Hukuku ile ilişkisini düzenleyen maddesi ise şöyledir:“Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz.” Yargıtayın konu ile ilgili bazı içtihatları şöyledir:“…Bir davada dayanılan maddi olguları hukuksal açıdan nitelendirmek ve uygulanacak yasa hükümlerini bulmak ve uygulamak HUMK.maddesi gereği doğrudan hakimin görevidir. Davacı, davalı doktor tarafından yapılan ameliyat nedeniyle ameliyat edilen bölgede yabancı cisim bırakıldığından yeniden ameliyat olmak zorunda kaldığını ileri sürerek maddi ve manevi tazminat istemiştir. Davanın temeli vekillik sözleşmesi olup, özen borcuna aykırılığa dayandırılmıştır. ( BK. 386-390 ) Vekil vekalet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de, bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın, yaptığı işlemlerin, eylemlerin ve davranışların özenli olmayışından doğan zararlardan dolayı sorumludur. Vekilin sorumluluğu, genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır. Vekil işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, en hafif kusurundan bile sorumludur ( BK.321/md. ) O nedenle doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif de olsa, sorumluluğun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor, hastasının zarar görmemesi için, mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu tıbbi açıdan zamanında ve gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedaviyi de yine gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, bir tereddüt doğuran durumlarda, bu tereddüdünü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da, koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir seçim yapılırken, hastanın ve hastalığın özellikleri göz önünde tutularak, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınılmalı ve en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de müvekkil ( hasta ), mesleki bir iş gören doktor olan vekilden, tedavinin bütün aşamalarında titiz bir ihtimam ve dikkat göstermesini beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, BK.nun 394/maddesi hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu tutulmamalıdır…(Hukuk Genel Kurulunun 13/4/2011 tarih ve E.2010/13-717, K.2011/129 sayılı kararı).”  “Dava, desteğin yanlış tedavi sonucu öldüğü iddiasına dayalı tazminat istemine ilişkindir. Uyuşmazlık; kamu görevlisi doktorun eylemi nedeniyle açılan eldeki tazminat davasında husumetin adı geçen doktora yöneltilip yöneltilemeyeceği noktasında toplanmaktadır.Davacı taraf, davalı doktorun görevi sırasında kanamalı ve acil durumda olduğu halde destekleri olan hastaya müdahalede bulunmayıp, dış gebelik olan başka bir hastayla ilgilendiği; böylece, dikkatsizlik ve tedbirsizliği nedeni ile desteğin ölümüne neden olduğu iddiasıyla ve doktoru hasım göstererek eldeki tazminat davasını açmıştır.Davalının görevi dışında kalan kişisel kusuruna dayanılmadığına, dikkatsizlik ve tedbirsizliğe dayalı da olsa eylemin görev sırasında ve görevle ilgili olmasına ve hizmet kusuru niteliğinde bulunmasına göre, eldeki davada husumet kamu görevlisine değil, idareye düşmektedir. Öyle ise dava idare aleyhine açılıp, husumetin de idareye yöneltilmesi gerekir. Mahkemece, davalı doktor hasım gösterilerek açılan davanın husumet yokluğu nedeni ile reddedilmesi hukuka uygundur…(Hukuk Genel Kurulunun 1/2/2012 tarih ve E. 2011/4-592, K.2012/25 sayılı kararı).” “…Davadaki ileri sürülüşe ve kabule göre dava temelini vekillik sözleşmesi oluşturmakta olup, özen borcuna aykırılığa dayandırılmıştır ( BK. 386-390). Vekil, vekalet görevine konu işi görürken yöneldiği sonucun elde edilmemesinden sorumlu değil ise de; bu sonuca ulaşmak için gösterdiği çabanın yaptığı işlemlerin eylemlerin ve davranışlarının özenli olmayışından doğan zararlardan sorumludur. Vekilin sorumluluğu genel olarak işçinin sorumluluğuna ilişkin kurallara bağlıdır ( BK. 290/2 md.). Vekil, işçi gibi özenle davranmak zorunda olup, hafif kusurundan dahi sorumludur ( BK. 321/1 md.). O nedenle vekil konumunda olan doktorun meslek alanı içinde olan bütün kusurları, hafif dahi olsa sorumluluğunun unsuru olarak kabul edilmelidir. Doktor, hastasının zarar görmemesi için mesleki tüm şartları yerine getirmek, hastanın durumunu, tıbbi açıdan zamanında gecikmeksizin saptayıp, somut durumun gerektirdiği önlemleri eksiksiz biçimde almak, uygun tedavi yöntemini de gecikmeden belirleyip uygulamak zorundadır. Asgari düzeyde dahi olsa, tereddüt doğuran durumlarda, bu tereddüdü ortadan kaldıracak araştırmalar yapmak ve bu arada da koruyucu tedbirleri almakla yükümlüdür. Çeşitli tedavi yöntemleri arasında bir tercih yaparken de hastasının ve hastalığının özelliklerini göz önünde tutmalı, onu risk altına sokacak tutum ve davranışlardan kaçınmalı, en emin yol seçilmelidir. Gerçekten de hasta, tedavisini üstlenen meslek mensubu doktorundan tedavisinin bütün aşamalarında mesleğin gerektirdiği titiz bir ihtimam ve dikkati göstermesini, beden ve ruh sağlığı ile ilgili tehlikelerden kendisini bilgilendirmesini güven içinde beklemek hakkına sahiptir. Gereken özeni göstermeyen vekil, B.K.'nun 394/ maddesi hükmü uyarınca, vekaleti gereği gibi ifa etmemiş sayılmalıdır. Tıbbın gerek ve kurallarına uygun davranılmakla birlikte sonuç değişmemiş ise doktor sorumlu tutulmamalıdır…( Hukuk Dairesinin 16/2/2012 tarih ve E.2011/19947, K.2012/3097 sayılı kararı).”
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/8715
Başvurucular, Silivri L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan yakınlarının psikolojik bunalım neticesinde intihar ederek hayatını kaybettiğini, olayda yakınlarının tedavisini yürüten doktorların ve cezaevi görevlilerinin ihmali olduğunu, devletin gözetimi ve denetimi altında bulunan yakınlarının gereği gibi korunamadığını belirterek yaşam hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüşlerdir.
0
Başvuru, hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delile dayalı mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 14/5/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: 1975 doğumlu olan başvurucu, bireysel başvuru konusu olayların geçtiği tarihte Nevşehir'de ikamet etmektedir. Nevşehir Cumhuriyet Başsavcılığının 3/4/2017 tarihli iddianamesi ile başvurucu hakkında basit tehdit suçundan kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucunun müştekiye karşı "kalan borcunun öde, aksi takdirde olacakları düşünemiyorum" şeklinde ifadeler kullanmak suretiyle tehditte bulunduğu iddia edilmiştir. İddianameye göre cep telefonunun ses kaydetme özelliğini aktifleştirerek başvurucu ile aralarında geçen konuşmaları telefonuna kaydeden müşteki, konuşma kaydını CD ortamında savcılığa teslim etmiştir. Nevşehir Asliye Ceza Mahkemesinde (Mahkeme) görülen yargılamanın 7/9/2017 tarihli celsesinde başvurucu müdafii söz konusu konuşmanın usulsüz bir şekilde kaydedildiğini belirterek bu konuşmaya ait ses kaydı dökümlerinin hukuka aykırı delil niteliğini haiz olması nedeniyle hükme esas alınmaması gerektiğini ileri sürmüştür. Mahkemenin 19/10/2017 tarihli kararı ile başvurucunun atılı suçtan 500 TL adli para cezasıyla cezalandırılmasına hükmedilmiştir. Gerekçeli kararda Yargıtayın güncel içtihatlarına atıf yapılarak kişinin zor durumda kalmış olması durumunda tehdite konu hakkını korumak ve failin yakalanmasını sağlamak amacıyla [ses kaydı] yapabileceğinin ve [bu kaydı] adli makamlara teslim edeceğinin tartışma götürmeyecek bir gerçek olduğu ifade edilmiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"[H]er ne kadar sanık müdafii tarafından CMK'da belirtili usule aykırı şekilde bir dinleme kararı olmadan, herhangi bir mahkeme kararı olmadan katılan tarafından sanığın konuşmalarının kayda alındığını belirtip yasak ağacın meyvesi de yasaktır genel görüşü uyarınca hukuka aykırı yoldan elde edilmiş olan delilin delil olarak kabul edilmeyeceği, kovuşturma aşamasında savunulmuşsa da Yargıtay'ın güncel içtihatlarıyla sabit olduğu üzere kişinin zor durumda kalmış olması durumunda tehdite konu hakkını korumak ve failin yakalanmasını sağlamak amacıyla kişinin sesini kaydedebileceği ve adli makamlara teslim edeceği tartışma götürmeyecek bir gerçektir. Burada bir şekilde katılanın nefsine yönelik meydana gelmiş olan bir saldırıyı (tehdit eylemi) bir nevi meşru müdafaa ile (ses kaydı) defetmektedir. Yargıtay'ın güncel içtihatlarında da kabul ettiği görüş bu yöndedir." Mahkemece gerekçeli kararda ayrıca, kısa kararda sehven istinaf yolu açık olmak üzere karar verildiğinin yazıldığı ve söz konusu maddi hatanın düzeltilemediği belirtilerek başvurucunun yargı yolu bakımından yanıltılmaması amacıyla istinaf yolu açık tutulmuştur. Başvurucu; diğer nedenlerin yanı sıra kişiler arasındaki konuşmaların gizlice kaydedilmesi suretiyle elde edilen delilin hukuka aykırı yöntemle elde edildiğini, bu delile dayalı olarak hüküm verilmesinin hakkaniyete aykırı olduğunu belirterek istinaf kanun yoluna müracaat etmiştir. Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 26/2/2018 tarihli kararı ile hükmün kesin nitelikte olduğu gerekçesiyle istinaf başvurusu reddedilmiştir. Başvurucunun itirazı Ankara Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesinin 20/4/2018 tarihli kararı ile reddedilmiştir. Nihai karar 9/5/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 14/5/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Kanun Hükümleri 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Basit tehdit" kenar başlıklı maddesinin ilgili kısmı şöyledir:"Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden bahisle tehdit eden kişi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden bahisle tehditte ise, mağdurun şikayeti üzerine, altı aya kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur."B.Yargıtay İçtihadı Yargıtay Ceza Genel Kurulunun E.2012/MD-1270, K.2013/248 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:"Katılanın sanıklar ile aynı ortamda ve telefonda yaptığı görüşmeleri cep telefonuna kayıt ettiği sırada, sanıklar hakkında yetkili organlarca başlatılmış bir soruşturma veya kovuşturma bulunmadığından, dolayısıyla 5271 sayılı CYY'nın maddesinde tanımı yapılan şüpheli veya sanık kavramlarının konuşmaların kayıt edildiği aşamada sanıklar yönünden söz konusu olmaması, 5271 sayılı CYY'nın maddesinde düzenlenmiş olan iletişimin denetlenmesi tedbirinin yalnızca şüpheli veya sanık sıfatına sahip kişiler hakkında uygulanmasının mümkün bulunması karşısında da, katılan tarafından elde edilen kayıtların 5271 sayılı CYY'nın maddesi kapsamında değerlendirilmesi ve hakim kararı olmaksızın gerçekleştirildiklerinden bahisle hukuka aykırı kabul edilmesi isabetli bir yaklaşım tarzı değildir.Somut olay bu kapsamda değerlendirildiğinde; henüz yasaya göre yetkili mercilerce suç şüphesinin öğrenilerek soruşturmaya başlanılmayan bir dönemde katılanın kendisinden rüşvet istedikleri gerekçesiyle sanıklar ile aynı ortamda ve telefonda yaptığı görüşmeleri cep telefonuna kayıt etmek suretiyle elde ettiği kayıtların 5271 sayılı CYY'nın maddesi kapsamında değerlendirilmesi olanağı bulunmamaktadır.Dolayısıyla, katılanın kendisinden rüşvet istedikleri gerekçesiyle sanıklar ile aynı ortamda ve telefonda yaptığı görüşmeleri cep telefonuna kayıt etmek suretiyle elde ettiği kayıtların Yargıtay Ceza Dairesi tarafından 5237 sayılı CYY'nın maddesi kapsamında değerlendirilmesi ve hakim kararı olmaksızın gerçekleştirildiklerinden bahisle hukuka aykırı kabul edilmesi isabetli değildir.Diğer taraftan, katılan tarafından elde edilmiş olan kayıtların 5237 sayılı TCY'nın Özel Hükümler başlıklı İkinci kitabının kişilere karşı suçlar başlıklı ikinci kısmının dokuzuncu bölümünde düzenlenen özel hayata ve hayatın gizli alanına karşı suçlar kapsamında kabulü de olanaklı değildir. Zira katılan eylemi bir başkasının özel hayatına müdahale olmayıp, kendisine karşı işlendiğini düşündüğü suçla ilgili olarak kaybolma olasılığı bulunan kanıtların kaybolmasını engelleyerek, yetkili makamlara sunmak amacıyla güvence altına almaktır.Kişinin kendisine karşı işlenmekte olan bir suçla ilgili olarak, bir daha kanıt elde etme olanağının bulunmadığı ve yetkili makamlara başvurma imkanının olmadığı ani gelişen durumlarda karşı tarafla yaptığı konuşmaları kayda alması halinin hukuka uygun olduğunun kabulü zorunludur. Aksi takdirde kanıtların kaybolması ve bir daha elde edilememesi söz konusudur."
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/12576
Başvuru, hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delile dayalı mahkûmiyet kararı verilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, rıza olmaksızın konuta girilmesi ve elde edilen görüntülerin doğru olmayan bilgiler eşliğinde bir yayın organı tarafından kullanılması nedenleriyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının; karar düzeltme başvurusunun, talep konusunun miktar itibarıyla karar düzeltme sınırının altında yer almasına dayanılarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/1/2014 tarihinde İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtası ile yapılmıştır. Başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Başvurucunun adli yardım talebi, İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 19/11/2014 tarihinde kabul edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 19/11/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/1/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü 6/3/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur. Bakanlık tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş 18/3/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı beyanlarını 2/4/2015 tarihinde ibraz etmiştir. İkinci Bölüm tarafından 22/9/2016 tarihinde yapılan toplantıda, başvurunun niteliği itibarıyla Genel Kurul tarafından karara bağlanması gerekli görüldüğünden Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün maddesinin (3) numaralı fıkrası uyarınca Genel Kurula sevkine karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Davacıya ait meskenin çöp ev niteliği taşıdığı ve kamu sağlığını tehdit ettiği yönünde ihbar alınması üzerine 21/5/2003 tarihli Kaymakamlık onayı ile zabıta ve polis memurları tarafından başvurucunun konutunun bahçesine girilerek kâğıt, plastik, cam şişe vs. malzemeler çıkarılmıştır. Bu uygulama iki haber ajansının muhabirleri tarafından kameraya alınmıştır. Belirtilen olaya ilişkin olarak başvurucu ve ailesi hakkında ulusal düzeyde yayın yapan bir televizyon kanalında 22/5/2003 ve 15/6/2003 tarihlerinde iki defa yayın gerçekleştirilmiş olup 22/5/2003 tarihli yayına ilişkin olarak İzmir Asliye Ceza Mahkemesi tarafından hazırlattırılan bilirkişi raporu içeriği şöyledir:“Haber metninin çözümü aşağıdadır.Spiker: İzmir'de emekli öğretmenin evinden bir kamyon dolusu çöp çıktı. Ancak yıllardır biriktirilen çöplerin tahliyesi hiç de kolay olmadı çünkü polis ve zabıtanın karşısında hem süpürgeli yaşlı kadın ve kocası hem de Avrupa Birliği normlarına göre hesap soran mühendis oğlu vardı.( haber görüntülerinin üzerine metin okunuyor)-Emekli öğretmen ve ailesi çöplerini vermemek için olanca güçleriyle direndi. İzmir Güzelyalı'da etrafa pis koku yayıldığı için şikâyet edilen bir evin boşaltılması amacıyla polis ve Konak Belediyesi zabıtası birlikte harekete geçti. Dış kapı açılmayınca duvardan atlamak zorunda kalan ekiplerin karşısına ilk olarak Ö. ailesinin mühendis oğlu Ö. çıktı. Mahkeme kararı tartışması giderek sertleşti. 71 yaşındaki emekli öğretmen Ö. ve 70 yaşındaki emekli ebe G.Ö. de oğullarına destek oldular. Polis ve zabıta ise verilen emri yerine getirmekte kararlıydı. Direnişe karşı ev sahiplerinin karakola götürülmesi kararlaştırıldı. Ancak bu hiç de kolay olmadı. Baba oğul sürüklenerek polis aracına götürülürken G. Ö. eline süpürgeyi aldı.Sonunda yaşlı kadın da zorla polis aracına bindirildi. Bu arada temizlik görevlileri eve girerek içerideki çöpleri temizlemeye başladı. Ö. ailesinin 20 yıldır oturdukları evden bir kamyon çöp çıktı. G. ve Ö. çiftinin 33 yıl önce oğulları H. Ö.'yü trafik kazasında kaybettikten sonra psikolojik tedavi gördükleri belirtildi.Haber metni bundan ibarettir. Haber yayınlanırken gösterilen görüntüler ve bu sırada taraflar arasındaki konuşma metinleri de aşağıdaki gibidir.İlk görüntülerde G.Ö. zabıta ekiplerince her iki kolundan tutularak evin bahçesinden dışarıya çıkarılmaya çalışılıyor. Bu sırada kapı önünde bekleyen gazeteciler görüntü alıyor. Daha sonra bahçe duvarından atlayarak içeriye giren zabıta görüntüleniyor. Daha sonra Ö. evin bahçe kapısında içeri girmek isteyen zabıta ekiplerine içeriye giremeyeceklerini bunun için mahkeme kararının gerektiğini söylüyor. Görevliler ise mahkemenin vermiş olduğu olur emrini gösteriyor. Bu olayın ardından Ö., G. Ö. ve Ö. içeriye girmek isteyen zabıta ve polis görevlilerini engellemeye çalışıyorlar. Bunun üzerine zabıta ve polisler Ö.'nün ellerini arkaya doluyarak zorla polis aracına götürüyorlar. Daha sonra Ö. sakin bir şekilde polis arabasına götürülüyor. En son olarak da G. Ö. zorla polis aracına bindiriliyor. Bu görüntülerin ardından temizlik görevlilerinin kapının önünde duran kamyona içi dolu sarı bir poşet attığı görüntüleniyor. Ardından kamyonun üzerinden yapılan çekimde ise kamyonun içinin kağıt, karton, plastik, tahta vs. ile dolu olduğu görülüyor.” 15/6/2003 tarihli yayına ilişkin olarak Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlattırılan bilirkişi raporu içeriği şöyledir:“15/6/2003 T. TELEVİZYONU SAAT;12:00 ÖĞLE HABERİ "TÜRKİYE'DE 35 BİN ÇÖP BİRİKTİRME HASTASI VAR" BAŞLIKLI HABER BÖLÜMÜNÜN ÇÖZÜM METNİHABER SPİKERİ : Zaman zaman ekranlara da yansıyan çöp evlerin temeli psikolojik bir rahatsızlığa dayanıyor. Üstelik Türkiye'de 35 bin kişi bu çöp biriktirme hastalığıyla karşı karşıya. Şizofreninin son hali olan rahatsızlık, mutlaka tedavi edilmeli ve bu insanlar da toplum desteği görmeli.T. HABER (Görüntülü) : Çöp evlere son örnek İzmir'den çıktı. Üstelik evinde çöp biriktiren ve yıllarını insan yetiştirmeye adamış emekli bir öğretmen. 71 yaşındaki emekli öğretmen Ö., emekli ebe eşi G. Ö. ve mühendis oğlu........Ö., biriktirdikleri çöpleri vermemek için uzun süre direndi.DOÇ. DR. A. (B. R. Ve S. H. B. H.) Tedavi edilmeyen psikiyatrik hastalıklarda yaşam kalitesi bu kadar düşer.T. HABER (Görüntülü) : Eğitimli bir-ailedeki çöp biriktirme saplantısı, uzmanlara göre şizofrenik davranış biçimi, hastalığın yıllar sonra ortaya çıkmış hali ve bu hastaların % 90'ı yalnız insanlar.DOÇ. DR. A. : Daha önceki yıllarda hastalanmış ve bugün tedavisi ihmal edilmiş, sosyal destekten mahrum olan insanların ve yalnız yaşayan insanların, daha çok gösterdiği bir davranış biçimidir.T. HABER (Görüntülü) : Hastalığın tedavisi mevcut ama, çöp ev aşamasına gelmemesi için zamanında müdahale edilmesi şart. Burada önemli bir görev de topluma düşüyor.”1- Başvuruya Konu Yargılama Süreci Başvurucu, H.R.T. A.Ş. bünyesinde bulunan T. isimli televizyon kanalında yapılan 22/5/2003 tarihli yayının kişilik hakkına saldırı niteliğinde olduğunu ileri sürerek 20/5/2004 tarihinde İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinde manevi tazminat davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu tarafından, daha önce yaptığı şikâyetler üzerine bazı kamu görevlileri hakkında muhtelif konularda soruşturmalar açılmasına neden olduğu, bu olaylar üzerine kamu görevlileri ve basın mensuplarınca hâkim kararı olmaksızın meskenine girildiği, evin bahçesinde yer alan bir kısım inşaat malzemesinin alındığı ve bu esnada görüntü çekildiği, çekilen bu görüntülerin davalı televizyon kanalında gerçek dışı beyanlar eşliğinde yayımlandığı, kendisinin çöp toplayarak biriktirdiği yönünde kamuoyunda yanlış izlenim oluşturulduğu, psikolojik tedavi gördüğü yönünde gerçeğe aykırı beyanda bulunulduğu, yapılan yayında objektiflikten uzaklaşıldığı, haber sınırlarının aşıldığı, genişletici ve yanlış yorumlarda bulunulduğu, toplumda husumet oluşturan bir dil kullanılarak küçük düşürülmek suretiyle kişilik haklarının ihlal edildiği ifade edilmiştir. Mahkemece 6/6/2011 tarihli ve E.2004/123, K.2011/309 sayılı karar ile davanın kısmen kabulüne hükmedilmiştir. Karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 11/10/2012 tarihli ve E.2011/11876, K.2012/14855 sayılı ilamı ile davanın reddedilmesi gerektiğinden bahisle bozulmuştur. Bozma gerekçesi şöyledir: “Dava, yayın yolu ile kişilik haklarına saldırıdan kaynaklanan manevi zararın ödetilmesi istemine ilişkin olup yerel mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiş; karar, davalı tarafından temyiz olunmuştur.Davacı, 2003 tarihli T. adlı TV kanalında, "çöp evde tahliye kavgası" alt başlığı ile yapılan haberde, meskenlerine izinsiz girilerek çekilen görüntülerin yayınlandığı, özel hayatının gizliliğinin ihlal edildiği ve kişilik haklarına saldırıda bulunulduğunu belirterek, davalı şirketin manevi tazminat ile sorumlu tutulmasını istemiştir.Davalı yan ise, dava konusu yayınlardan dolayı taraflarına izafe edilebilecek hiçbir kusur ve hukuka aykırı eylem olmadığını belirterek, davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, haberin asılsız ve gerçek dışı olduğu gerekçesiyle istemin kısmen kabulüne karar verilmiştir.Basın özgürlüğü, Anayasanın maddesi ile 5187 sayılı Basın Yasasının ve maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme, öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur. Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp, yayınlarında Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanunu'nun 24 ve maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda; hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken, özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli» haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.Dava konusu yapılan haberle ilgili olarak davacının şikâyeti sonucunda İzmir Asliye Ceza Mahkemesinde davalı şirketin çalışanları olan … haklarında basın yoluyla hakaret suçundan kamu davası açılmış; yapılan yargılama sonucunda 01/07/2010 tarihli, 2010/170-444 Esas ve Karar sayılı ilâmı ile cezalandırılmalarına karar verilmiş, temyiz aşamasında Yargıtay Ceza Dairesi tarafından zamanaşımı nedeniyle kamu davası düşürülmüştür.Konak Kaymakam vekili tarafından 21/05/2003 tarihinde verilen yazılı olur ile güvenlik güçlerinin davacının oturduğu eve gittiği, maskeli zabıta elemanlarınca ev ve bahçeden içi dolu poşetler çıkarıldığı sabittir. Dava konusu yayının veriliş biçimi ile habercilik kapsamında kaldığı, "haber verme hakkı, gerçeklik, kamu yararı, toplumsal ilgi, güncellik ve konu ile ifade arasındaki düşünsel bağlılık" ilkelerine uygun düştüğü, davacının kişilik haklarına yönelik bir saldırının bulunmadığı, öz ve biçim dengesinin davacı aleyhine bozulmadığı, bu haliyle yazıda hukuka aykırılık unsurunun olmadığı anlaşılmaktadır.Yerel mahkemece açıklanan olgular gözetilerek, istemin tümden reddedilmesi gerekirken, yerinde olmayan yazılı gerekçeyle, davalının manevi tazminat ile sorumlu tutulmuş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.” Bozma ilamına uyan Mahkeme 2/5/2013 tarihli ve E.2013/153, K.2013/216 sayılı kararı ile davanın reddine hükmetmiştir. Karar gerekçesinde, Yargıtay bozma ilamında ifade edilen hususlara aynen yer verilmiştir. Kararı temyizen inceleyen Yargıtay Hukuk Dairesi 10/11/2013 tarihli ve E.2013/14467, K.2013/17675 sayılı ilamı ile kararı onamıştır. Karar, başvurucuya 25/12/2013 tarihinde tebliğ edilmiş; 24/1/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Başvuru Konusu Olmamakla Birlikte Bahse Konu Yayınlarla İlgili Diğer Yargısal Süreçler Başvurucu tarafından, kamu görevlileri tarafından konutuna izinsiz girildiği iddiasıyla İzmir Valiliği aleyhine açılan tam yargı davasında İzmir İdare Mahkemesinin 30/12/2005 tarihli ve E.2004/979, K.2005/1605 sayılı kararı ile başvurucu lehine 000 TL manevi tazminata hükmedilmiş olup karar gerekçesi şöyledir: “Dava dosyasının incelenmesinden, davacının evinin çöp ev olduğu iddialarıyla gelen ihbarlar üzerine davacının evine kontrol amacıyla gidildiği, davacının itirazı üzerine giriş için izin alınması amacıyla sulh ceza mahkemesi'ne başvurulduğu İzmir Sulh Ceza Mahkemesi'nin 2003 tarih ve Müteferrik No:2003/261 sayılı kararıyla bu konuda görevli olmadığı yönünde karar vermesi üzerine Konak Kaymakamlığımın 052003 günlü onayı üzerine davacının evine gidildiği, görevli bulunan kamu görevlileri (Polis Memuru, zabıta memuru) ile birlikte medya mensuplarının da davacının evine girdiği, davacının evinden çok miktarda kağıt, plastik ve cam şişeler, eski bez barçaları bulunarak boşaltıldığı, bu olay üzerine davacının konut dokunulmazlığının izinsiz olarak ihlal edildiği belirtilerek manevi zararının tazmini istemiyle idareye yaptığı başvurusunun reddi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır.Yukarıda anılan Anayasa hükmü uyarınca kişinin konutuna girilebilmesi için usulüne uygun olarak yetkili hakimce verilecek iznin olması gerekmektedir. Bu konuya getirilen istisnada ise ancak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde yetkili makamca verilecek izinle hareket edilebileceği belirtilmektedir. Dava konusu olayda gecikmesinde sakınca bulunan bir durum olmadığı gibi Adli ve Önleme Aramaları yönetmeliğinin maddesinde kolluk amirlerince konutta arama emri verilemeyeceği kurala bağlanmıştır. Anılan kurallar uyarınca davaya konu olayda idarece yapılan işlemin hukuka aykırı olduğu ve idari hizmetin kötü işlediği açıkça görülmektedir.İdarenin hukuka aykırı bir işlem tesis etmesi idarece yürütülen hizmetin kötü olarak yürütüldüğü anlamına gelir. Bu nedenle, idarenin hukuka aykırı işlem tesis etmesinin hizmet kusuru teşkil edeceği açıktır.İdare hukuku ilkelerine göre genel olarak manevi tazminata hükmedilebilmesi için, kişinin fiziki yapısını zedeleyen, yaşama ve kazanma gücünün azalması sonucunu doğuran olayların meydana gelmesi veya idarenin hukuka aykırı bir işlem veya eylemi sonucunda ağır bir elem ve üzüntünün duyulmuş olması veya şeref ve haysiyetinin rencide edilmiş bulunması gerekir.Davacının, hukuka aykırı olarak konut dokunulmazlığının ihlal edildiği, bu ihlal neticesinde ağır bir elem ve üzüntünün duyulduğu ve bu durumun basın yayın organlarında yer alması nedeniyle elem ve üzüntünün ağırlığının arttığı, davacının manevi bütünlüğünün olumsuz etkilendiği, dolayısıyla işlemin doğurduğu üzüntünün manevi tazminat ödenmesini gerektirir nitelikte bulunduğu sonucuna varılmış olup manevi tazminatın hukuki unsurları dikkate alınarak takdiren 000,YTL'nin tazminine hükmedilmesi gerekmiştir.” Belirtilen karara itiraz edilmesi üzerine İzmir Bölge İdare Mahkemesinin 14/9/2006 tarihli kararı ile tazminata hükmedilmesi gerekmekle birlikte tazminat miktarının tayininde hataya düşüldüğü belirtilerek hükmün 000 TL tazminata ilişkin kısmının bozularak tazminat isteminin 000 TL'lik kısmı için davanın reddine, 000 TL tazminata hükmedilmesine ilişkin kısım için yapılan itirazın reddine ve kararın bu bölümünün onanmasına hükmedilmiş olup karar 29/11/2006 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu tarafından yapılan suç duyurusu üzerine ilgili kamu görevlileri hakkında açılan kamu davasında İzmir Asliye Ceza Mahkemesinin 18/6/2007 tarihli kararı ile aynı olay kapsamında Konak Kaymakamı hakkında açılan kamu davasının İzmir Ağır Ceza Mahkemesinde derdest olduğundan bahisle görevsizlik kararı verilmiş olup sanıklar hakkında İzmir Ağır Ceza Mahkemesinin E.2017/216 sayılı dosyasında konut dokunulmazlığını bozmak, görevi kötüye kullanmak, basit yaralama, memurun hürriyeti tahdit eylemi, zor kullanma yetkisine ilişkin sınırın aşılması, görevde kişilere kötü davranma, resmî mevki ve meslek sahibinin sırrı açıklaması ve görevli memura mukavemet iddiaları kapsamında yürütülen yargılama neticesinde sanıklar hakkında beraat hükümleri kurulmuş;başvurucunun annesi olan sanık G.Ö. hakkında ise adli para cezasına hükmedilmiştir. Bahse konu karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 12/7/2010 tarihli kararı ile beraat hükümleri yönünden onanmış, sanık G.Ö. hakkında verilen hükmün ise bozulmasına karar verilmiştir. Bu suretle ilgili kamu görevlileri hakkındaki beraat hükümleri Yargıtay onama tarihi olan 12/7/2010 tarihi itibarıyla kesinleşmiştir. 22/5/2003 Tarihli Yayına İlişkin Olan Yargılamalar Başvurucu tarafından, İ. Haber Ajansı mensubu İ. aleyhine 22/5/2003 tarihinde meskenine izinsiz girerek konut dokunulmazlığını bozduğu iddiasıyla 22/11/2010 tarihinde açılan tazminat davası sonucunda İzmir Sulh Hukuk Mahkemesinin 23/6/2011 tarihli ve E.2010/1340, K.2011/715 sayılı kararı ile basın mensubu aleyhine 000 TL manevi tazminata hükmedilmiş ve karar 26/9/2011 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucunun anne ve babası tarafından 22/5/2003 tarihli yayına ilişkin olarak, ilgili yayın kuruluşunun yayın yönetmeni olan S. aleyhine açılan manevi tazminat istemli davanın yargılaması sonucunda İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinin 6/12/2012 tarihli ve E.2012/521, K.2012/558 sayılı kararı ile davalı aleyhine toplam 000 TL manevi tazminata hükmedilmiş olup 24/1/2013 tarihinde kesinleşen karar gerekçesi şöyledir:“Davacılar dava dilekçesinde özetle; davalının 22/05/2003 yayın tarihinde T. logosu ile ulusal ölçekte yayın yapan kuruluşun yayın yönetmeni olduğunu, bu kuruluşun 22/05/2003 günlü yayınında başka yayın kuruluşlarından aldığı, meskenlerine izinsiz girilerek çekilen görüntüleri yayınlayarak özel hayatlarının gizliliğini ihlal ettiğini ve başkalarından aldığı görüntülerin üzerine gerçek dışı eklemeler, sözler yazarak abartmalar yaptığını, özle biçim arasındaki dengeyi bozarak olayı oluş biçimiyle objektif olarak vermeyerek kişilik haklarına saldırdığını, davalı hakkında İzmir Asliye Ceza Mahkemesinin 2010/170 esas 2010/444 karar sayılı ilamı ile mahkumiyetine karar verildiğini, bu nedenle kişi başı 000,00-YTL'den toplam 000,00-YTL manevi tazminatın olay tarihi olan 22/05/2003 tarihinden itibaren işletilecek faizi ile birlikte davalıdan tahsiline, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalıya yükletilmesine karar verilmesini talep ve dava etmişlerdir.…..Celp edilip incelenen İzmir Asliye Ceza Mahkemesinin 2010/170 Esas 2010/444 Karar sayılı kesinleşmiş ilamına göre; davalının basın yoluyla hakaret suçundan dolayı yargılandığı, bu suçlan dolayı davalının ilgili mahkemece mahkumiyetine karar verildiği anlaşılmıştır. Kararın gerekçesinde de özetle; sanıkların başka haber ajanslarından ve televizyon kanallarından aldıkları yayın ve görüntüleri herhangi bir araştırma yapmadan yayınladıkları, yapılan yayınların abartılı ve haber verme sınırlarını aşan mahiyette olduğunu, haberde bulunması gereken konu ile anlatım arasında düşünsel bağ ilkesinin ihlal edilerek katılanların bu yayınla küçük düşürüldüklerinin belirlendiği anlaşılmıştır.Asliye Ceza Mahkemesinde olayla ilgili olarak tanıkların dinlendiği, tanık beyanlarının katılanların beyanlarını destekler nitelikte olduğunun belirtildiği, yapılan yargılama sonucunda üzerine atılı suçu sabit görülen davalının davacıya karşı işlemiş olduğu basın yoluyla hakaret eylemi nedeniyle davacıların uğradığı manevi zararın giderilmesi amacıyla tarafların ekonomik ve sosyal durumları ile olayın oluş şekli de göz önünde bulundurularak aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir.” Başvurucunun anne ve babası tarafından ulusal düzeyde yayın yapan televizyon şirketi aleyhine 22/5/2003 tarihli yayın kapsamında açılan manevi tazminat istemli davanın yargılaması neticesinde İzmir Sulh Hukuk Mahkemesinin 28/6/2011 tarihli ve E.2008/608, K.2011/800 sayılı kararı ile davacılar lehine ayrı ayrı 000 TL manevi tazminata hükmedilmiş olup karar gerekçesi şöyledir:“Davacılar mahkememize ibraz ettikleri dava dilekçesi ile özetle; T. logosu ile yayın yapan kuruluşun, 2003 tarihinde yaptığı yayında, başka yayın kuruluşlarından aldığı meskenime izinsiz girilerek çekilen görüntüleri yayınlayarak özel hayatının gizliliğini ihlal ettiğini ve başkalarından aldığı görüntülerin üzerine gerçek dışı eklemeler, sözler yazarak abartmalar yaparak özle biçim arasındaki dengeyi bozduğunu, olayı oluş biçimiyle objektif olarak vermeyerek, kişilik haklarına saldırdığını, bu bağlamda yayında sarfedilen "psikolojik tedavi gördükleri" sözlerinin yalan olduğunu, "evden bir kamyon dolusu çöp çıktı", "temizlik görevlileri eve girerek içerideki çöpleri temizlemeye başladı" vb. iddiasında bulunulduğunu, görüntülerde böyle bir şey olmadığı halde, evin içinden hiçbir şey çıkmadığı için hem gerçek olmayıp ve hem de küçük düşürücü nitelikte olduğunu belirterek, yayın yoluyla özel hayatlarının gizliliğini ihlal etmesi ve kişilik haklarına saldırması nedeniyle kişi başına, 000,00 YTL olmak üzere toplam 000,00 YTL manevi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.İzmir Sulh Hukuk Mahkemesi'nin 2008/612 e. sayılı ve bu dosya ile birleştirilen İzmir Sulh Hukuk Mahkemesi'nin 2008/614 e. sayılı dosyaları incelendiğinde; davacılar Ö. ve G.Ö. vekili tarafından, davalı Medya Tv Hizmetleri A.Ş. aleyhine, Y. TV logosu ile yayın yapan kuruluş muhabirinin 2003 tarihinde, davacıların meskenine girerek görüntü alıp, gerçek dışı söz ve anlatımlarla yayın vererek, konut dokunulmazlığını bozdukları ve kişilik haklarına saldırı nedeniyle 500,00 YTL manevi tazminat talepli açılan davanın 2009 tarihinde 500,00 'den toplam 000,00 YTL manevi tazminatın 2003 tarihinden itibaren yasal faizi ile davalıdan alınıp davacılara verilmesi yönünde karar verildiği ve kararın 2010 tarihinde kesinleştiği anlaşılmıştır.Dava, İzmir Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2005/305 e. sayılı dosyasında görülen davada, davalı kuruluşun haber müdürü ve yayın yönetmeninin mahkumiyet aldığı ve bu dosyada da adı geçen yayın nedeniyle kişilik değerlerine saldırıda bulunulduğu iddiasıyla, açılan manevi tazminat davası olup, tarafların delilleri ve İzmir Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2005/305 e. sayılı dosyası incelendiğinde, katılan, Ö., G. Ö., Ö.’nün şikâyetleri üzerine, sanıklar hakkında, basın yoluyla hakaret suçu nedeniyle cezalandırılmaları istemiyle açılan kamu davasında, sanıkların cezalandırılması yönünde karar verildiği, söz konusu kararın Yargıtay incelemesi sırasında zamanaşımı nedeniyle düşürüldüğü anlaşılmış ancak, mahkeme tarafından yapılan yargılama sonucunda, sübut bulan suç nedeni ile sanıkların cezalandırılmasına karar verilmiş olup, mahkememizce bu karara itibar edilmiştir.Dosya arasına celbedilen İzmir Asliye Hukuk Mahkemesi'nin 2008/255 e. 2009/321 k. sayılı dosyasında, aynı taraflar arasında açılan manevi tazminat davasında, Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2003/951 e. 2009/287 k. sayılı dosyasında, 2003 tarihi itibariyle yapılan yayın nedeniyle, davalı şirket çalışanı olan kişilerin cezalandırılması nedeniyle yapılan yargılama sonucunda, manevi tazminat davasının kabulü yönünde karar verildiği anlaşılmıştır. Mahkememiz dosyasında ise, 05,2003 gününde yapılan yayın nedeniyle, ayrı oluşan suçtan dolayı, kişilik haklarının ihlali nedeniyle açılan tazminat davası olup, her iki dosyada suç tarihleri farklı olduğundan yargılamaya devam edilmiş, ayrıca dava, işlenen suçun ceza zamanaşımına tabi olduğundan, zamanaşımının da dolmadığı anlaşılmıştır. Bilindiği üzere manevi tazminat şahsın kişilik değerlerine yapılan saldırı üzerine uğramış olduğu manevi çöküntüyü bir nebze olsun gidermek için maddi ödenceye hükmedilmesinden ibarettir. Manevi tazminata hükmedilirken davacı ve davalının ekonomik ve sosyal durumları gözetilerek hak ve nesafet kuralları gözönünde tutulur. Manevi tazminatın birinci koşulu kişilik değerlerine saldırı niteliği taşıyan eylemler olduğuna göre öncelikle somut olayda, bu olguyu irdelemek gerekir. Dava dilekçesinde ve İzmir Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2005/305 e. sayılı dosyasında da dava konusu olan, 2003 tarihinde, yapılan yayın nedeniyle davacıların kişilik haklarının saldırıya uğradığı, konut dokunulmazlığı ve özel hayatlarının gizliliğinin bozulduğu kanaatine varılarak, davacı taraf lehine olayın oluş şekli ve tüm dosya kapsamına göre manevi tazminata hükmedilmesi yönünde aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir.” Belirtilen karar temyiz incelemesi sonucunda bozulmuş olup bozma ilamını takiben yapılan yargılama sonucunda Mahkemenin E.2012/827, K.2012/1135 sayılı kararı ile davanın zamanaşımı nedeniyle reddine hükmedilmiş ve karar 16/3/2015 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu ile anne ve babası tarafından, A.Y. A.Ş., Y.Y.P. ve T. S.T. A.Ş ile T.H A.Ş. aleyhine 22/5/2003 tarihli yayınlara istinaden açılan manevi tazminat davaları kısmen kabul edilerek davalılar aleyhine manevi tazminata hükmedilmiştir. İzmir Asliye Ceza Mahkemesinin E.2010/170 sayılı dosyası üzerinde, 22/5/2003 tarihli yayınla ilgili olarak ilgili haber kanallarının haber müdürleri, müdür yardımcıları ve yayın yönetmeni hakkında basın yolu ile hakaret suçundan yürütülen yargılama neticesinde sanıklar hakkında verilen adli para cezasına ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:“Katılan Ö.'nün Savcılığa müracaat ederek basın yoluyla hakarete uğradığını iddia ettiği, yapılan soruşturmada sanıklar hakkında takipsizlik kararı verildiği, katılanın itirazı üzerine Karşıyaka Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığının delillerin mahkemece değerlendirilmesi gerekçesiyle takipsizlik kararını kaldırdığı, bunun üzerine S. T. televizyonu haber müdürü ve müdür yardımcısı olan sanıklar ile T. haber müdürü sanığın atılı suçtan yargılamalarının yapılarak cezalandırılmaları için mahkememizde kamu davası açılmıştır.Basın yolu ile hakaret suçundan cezalandırılmaları istemi ile haklarında kamu davası açılan Y. K. S. T. TV haber müdürü, H. S.müdür yrd., diğer sanıklar T. haberde haber müdürü, S. de T. TV de yayın yönetmeni olarak olay tarihinde görev yapmışlardır. Sanıklar savunmalarında dava konusu haberi İ. haber ajansı ve A. ajansından aldıklarını belirtmişlerdir. Bilindiği üzere basın suçu yayın anında oluşmaktadır, kendilerinin denetim sorumluluğu altında yayınlanan haberin içeriğinde suç unsuru var ise bundan dolayı sorumlu olacaklardır. Dosyaya ibraz edilen cd’nin izlenmesi ve yazılı metin haline getirilmesinde yapılan incelemelerde haberde geçen "İzmirde emekli öğretmenin evinde bir kamyon dolusu çöp çıktı. Ancak yıllardır biriktirilen çöplerin tahliyesi hiç de kolay olmadı, çünkü polis ve zabıtanın karşısında hem süpürgeli yaşlı kadın ve kocası hem de Avrupa birliği normlarına göre hesap soran mühendis oğlu vardı. Emekli öğretmen ve ailesi çöplerini vermemek için olağanca güçleri ile direndi. İzmir Güzelyalıda etrafa pis koku yayıldığı için şikâyet edilen bir evin boşaltılması amacı ile polis ve Konak Belediyesi zabıtası birlikte harekete geçti. Dış kapı açılmayınca duvardan atlamak zorunda kalan ekiplerin karşısına ilk olarak Ö. ailesinin mühendis oğlu Ö. çıktı... 71 yaşındaki emekli öğretmen Ö. ve 70 yaşındaki emekli ebe G. Ö. de oğullarına destek oldular…Ö. ailesinin 20 yıldır oturdukları evden bir kamyon çöp çıktı. G. ve Ö. çiftinin 33 yıl önce oğulları H. Ö.’yü trafik kazasında kaybettikten sonra psikolojik tedavi gördükleri belirtildi." şeklindeki ifadeler kullanılmıştır.Sanıkların hiçbirisi olay yerinde olmayıp, katılanların bahçesinden çıkan ve iddiaya göre etrafa yayılan pis kokuyu duymamışlar ve görmemişler ayrıca; 33 yıl önce oğulları H. Ö.’yü trafik kazasında kaybettikten sonra psikolojik tedavi gördükleri şeklindeki yayının herhangi bir araştırmaya dayanmadığı gibi gerçek olduğu konusunda da bir belge bulunmamaktadır. Mahalle sakinlerinden alınan duyum üzerine denmektedir. Katılan Ö. evinin çöp ev olmadığını ve evin içerisinden olay tarihinde herhangi bir çöp alınmadığını evin bahçesinin 300 metrekare ağaçlık bir alan olup, bahçede bulunan karton kutu, ağaç parçaları, aliminyum ve naylon su kovaları bulunup bunların kamyona alındığını, kamyonun yarım dolduğunu beyan etmiş, diğer katılanlar da aynı yönde beyanda bulunduğu gibi tanık beyanları da katılanların beyanlarını destekler niteliktedir.Sanıklardan Ş. hakkında aynı olaya ilişkin Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesinde dava açıldığı iddia edilmiş, Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesinin 2003/951 esas sayılı dosyasının sureti istenmiş tetkikinde suç tarihinin farklı olduğu anlaşılmıştır.Sanıklar başka haber ajanslarından ve televizyon kanallarından aldıkları yayın ve görüntüleri herhangi bir araştırma yapmadan yayınlamışlar, yapılan yayınlar abartılı ve haber verme sınırlarını aşar mahiyette olup, haberde bulunması gereken konu ile anlatım arasında düşünsel (fikri) bağ ilkesi ihlal edilmiş, katılanlar bu yayın ile küçük düşürülmüşlerdir.Sanıklar hakkında 765 sayılı TCK’nun 480/1 maddesinin uygulanması halinde 3 ay hapis ve suç tarihi itibariyle 343,00 YTL adli para cezası ile cezalandırılmalarının gerektiği, bu nedenle bu yasanın sanıklar lehine olmadığı anlaşıldığından, sanıkların eylemlerine uyan ve lehlerine bulunan 5237 sayılı TCK.nun 125/1-2 125/4, 43,62,52/2 maddeleri gereğince cezalandırılmalarına, sanıkların ileride tekrar suç işlemekten çekinmelerine sebep olacağı yönünde mahkememize kanaat gelmediğinden takdiren CMK’nın değişik 231/5 md.si gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilmesi gerektiği sonuç ve kanaatine varıldığından, aşağıdaki hüküm kurulmuştur.” Belirtilen karar temyiz edilmekle Yargıtay Ceza Dairesinin 29/3/2011 tarihli bozma ilamı ile ortadan kaldırma kararı verilerek kesinleşmiştir. 15/6/2003 Tarihli Yayına İlişkin Olan Yargılamalar Başvurucu ile anne ve babası tarafından 15/6/2003 tarihli yayına ilişkin olarak H. R.T. A.Ş. aleyhine 13/6/2008 tarihinde açılan tazminat davasında, İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinin20/10/2009 tarihli ve E.2008/255, K.2009/321 sayılı kararı ile davanın kısmen kabulüne hükmedilmiş olup karar gerekçesi şöyledir:“...Tarafların iddia ve savunmaları, celp edilen kayıt ve belgeler, getirtilen Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesinin 2003/951 Esas 2009/287 Karar sayılı dosyası ve tüm dosya kapsamı itibariyle; dava dilekçesinde her 3 davacı 15/6/2003 günlü yayın nedeniyle kişjlik haklarına saldırıldığı gerekçesiyle davalı yayın şirketinden manevi tazminat istemiş olup, davacılar aynı evde oturan ana baba ve oğuldan oluşan ailedir ve yayın da davacıların evinde izinsiz görüntü çekimi yapıldıktan başka evde çöp biriktiren aile; şizofren, psikiyatrik hastalık ve çöplerin toplanmasına itiraz eden ve direnin insanlar ifadeler ve anlatımlar anlatılmış, eylem ve dava tarihi itibariyle zamanaşımı dolmamış dava süresinde açılmış olup, davalı şirketin çalışanı olan görüntü yönetmeni ve çekim yapan ve haber sunan kişiler olan dava dışı ….’nın getirtilip incelenen Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesinin 2009/287 Karar sayılı mahkumiyet kararı ve bu karara itiraz üzerine itirazı reddeden ve kararı onayan Bakırköy Ağır Ceza Mahkemesinin kararı onamasıyla kesinleştiği ve böylece davacılara 15/06/2003 günlü haber yayınına şeref ve saygınlıklarına yayın yoluyla saldırıldığı ve davalı şirket çalışanı olan kişilerin T.K.'nın 125/1-2-4-62 maddeleri gereğince cezalandırıldıkları, ancak ilk defa suç işlemiş oluşları ve sair gerekçelerle 5728 sayılı kanun gereği hükmün açıklanmasının geri bırakıldığı ve kararın kesinleştiği anlaşılmış olup, böylece BK.'nın 41-50-100 maddeleri gereğince davalı işverenin kendi elemanları vasıtasıyla yaptığı haksız fiil ve oluşan zararın ödemesi gerekmekle ve davacıların ve karşı yanın sosyal ve ekonomik durumu Türk parasının alım gücü, manevi tazminatın bir ceza olmamakla birlikte taraflarla tatmin duygusu yaratması ancak zenginleşme aracı sayılamayacağı hususları düşünülmekle tek eylemle her 3 davacı birlikte zarar görüp, dava arkadaşlığı da doğmuş olmakla her bir davacı için 000,00-YTL olmak üzere toplam 000,00-TL manevi tazminatın olay tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalıdan alınıp davacılara verilmesine, fazla talebin reddine ve aşağıda hüküm kısmında belirtilen şekilde karar verilmesi gerekeceği kanısına varılmıştır.” Belirtilen karar Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/4/2011 tarihli ve E.2010/4790, K.2011/4510 sayılı ilamı ile zamanaşımı süresinin dolduğundan bahisle bozulmuş; İlk Derece Mahkemesinin direnme kararı vermesinin akabinde Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından zamanaşımı süresinin dolmadığı gerekçesiyle direnme kararı uygun bulunmuş, işin esasına yönelik itirazların incelenmesi için dosyanın Yargıtay Hukuk Dairesine gönderilmesine karar verilmiştir. Davanın kısmen kabulüne ilişkin karar anılan Dairenin 23/1/2013 tarihli kararı ile onanmıştır. Bakırköy Asliye Ceza Mahkemesi'nin E.2003/951 sayılı dosyası üzerinde, 15/6/2003 tarihli yayınla ilgili olarak ilgili haber kanalının haber müdürü, haber yönetmeni ve haber spikeri hakkında televizyon yayını yolu ile maddei mahsusa tayin ve isnadı suretiyle hakaret suçundan yürütülen yargılama neticesinde haber müdürü olan sanık hakkında davanın zamanaşımı sebebiyle düşürülmesine vediğer iki sanık hakkında verilen adli para cezasına ilişkin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:“Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığının 2003 tarihli iddianamesi i!e, sanığın suç tarihinde T. televizyonu haberlerinden sorumlu İstanbul Haber Müdürü olduğu, 2003 günü T. televizyonunun 00-30 d yayınlanan haber programında görüntüler de yayınlanmak suretiyle şikâyetçinin evinin " Çöp ev " olduğunu, evini çöp ev haline getiren şikâyetçinin mühendis olduğunu, mühendis, doktor farketmediğini, bunun psikolojik bir vaka olduğunu, hasta olduğunu belirterek gerçeği araştırmadan bir haber ajansından alınan gerçek olmayan bilgilere dayanarak yayın yapıldığını belirterek sanık Ş.'nin 765 sayılı TCK.nın 480/1- son maddesi uyarınca yargılanarak cezalandırılması istemiyle kamu davası açılmıştır.…Tanıklarlar … yeminli beyanlarında katılanları uzun süredir tanıdıklarını, evlerinin çöp ev olmadığını, suç tarihinde belediyece evlerine girildiğinde evin bahçesinden çöp niteliği taşımayan şeylerin alınarak çöpmüş gibi belirtildiğini, oysa belediyenin getirdiği kocaman kamyonun sadece zeminine bir kaç parça mukava kutu ve ağaç parçalarının konulduğunu, bunların da zaten yakacak olarak pek çok kişinin muhafaza ettiği şeyler olduğunu belirtmişlerdirSuça konu yayın CD si ve CD çözümü dosyaya getirtilmiş, ayrıca CD duruşma sırasında izlenmiş ve bilirkişi raporu ile örtüştüğü tespit edilmiştir.CD çözümüne ilişkin bilirkişi raporunda: katılanların evinin çöp ev olarak lanse edildiği, bunun temelinin psikolojik bir rahatsızlığa, şizofreniye dayandığının ifade edildiği belirtilmiştir.İzmir İdare Mahkemesinin 2004/979 esas 2005/1605 karar sayılı kararında İzmir valiliğinin davacı Ö.’ün konutuna izin alınmadan girilmesi üzerine daha sonra Konak kaymakamlığının onayı ile eve girildiği, konut dokunulmazlığının ihlal edildiği, idarece yapılan işlemin hukuka aykırı olduğu belirtilerek manevi tazminata hükmedilmiştir.İddia makamı esas hakkında mütalaasında; Sanıklardan Ş.'nin atılı suç ile ilgili olarak 2004 tarihinde savunmasının alındığı, atılı suç için 765 sayılı TCK.nın 102/4 maddesi gereğince 5 yıllık zamanaşımı süresinin öngörüldüğü, bu tarihten sonra da zamanaşımını kesen herhangi bir işlem yapılmadığı anlaşıldığından sanık Ş. hakkında açılan kamu davasının düşürülmesine, sanıklar S. ve F. S.E.'nin , 2003 tarihinde T. televizyonunda saat 00-12 30 arasında yayınlanan haber programında çöp evden bahseden haberde şikâyetçi Ö.'ye hakaret içeren söz ve görüntüler ile ilgili olarak haberi sunan ve haber genel yayın müdürü, sorumlu oldukları tüm dosya kapsamı ile anlaşıldığından sanıkların atılı suçtan eylemlerine uyan 5237 sayılı TCK.nın 125/1-2-4 ve maddeleri gereğince cezalandırılmalarına, şartları bulunmakla sanıklar hakkında CMK’nın maddesi gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesini talep etmiştir.Yapılan yargılama, iddia, savunma, duruşmada oluşan vicdani kanaat ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirdiğinde; uzman kişilerce gerekli inceleme yapılıp, muayene ve rapor düzenlenmemesine rağmen, katılanların şizofren olarak lanse edilip, toplumda damgalanmalarına sebebiyet verildiği, yayının katılanları küçük düşürücü değer yargısı içerdiği, 3984 sayılı yasa uyarınca sanıkların cezai sorumluluklarının bulunduğu, sanıklar S. Ve F. S. U.'nın suçunun sabit olduğu ve fakat 5728 sayılı yasanın maddesi ile değişik CMK.nın maddesinde düzenlenen şartların sanık lehine gerçekleştiği kanaat ve sonucuyla aşağıdaki gibi karar verilmiştir.”B. İlgili Hukuk 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun maddesi şöyledir: “Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.”
Maddi ve manevi varlığın korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1291
Başvuru, rıza olmaksızın konuta girilmesi ve elde edilen görüntülerin doğru olmayan bilgiler eşliğinde bir yayın organı tarafından kullanılması nedenleriyle maddi ve manevi varlığın korunması ve geliştirilmesi hakkının; karar düzeltme başvurusunun, talep konusunun miktar itibarıyla karar düzeltme sınırının altında yer almasına dayanılarak reddedilmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; savunma hakkının kısıtlanması ve yargılamanın makul sürede bitirilmemesi nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 24/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Mehmet Hasan Sabuncu haricindeki başvurucular Anayasa Mahkemesine başvurdukları tarihte Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) üyesidir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen KCK Kent Meclisi yapılanması soruşturması kapsamında başvurucu Mehmet Zırığ 17/9/2011 tarihinde gözaltına alınmış; 20/9/2011 tarihinde, silahlı terör örgütüne üye olma suçundan tutuklanmıştır. Başvurucular Abdurrahman Yanık, Mehmet Emin Gözhan, Nevzat Yılmaz 28/2/2011 tarihinde gözaltına alınmış; 29/2/2012 tarihinde aynı suçtan tutuklanmışlardır. Başvurucu Mehmet Harun Sabuncu ise 20/9/2012 tarihinde aynı suçtan tutuklanmıştır. Tutuklama kararlarında mahkemeler; terör örgütüne üye olma suçundan başvurucular hakkında kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren olguların bulunması, yüklenen suçun niteliği, atılı suçun katalog suçlardan olması gerekçelerine dayanmıştır. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 11/1/2012 tarihli iddianamesiyle başvurucu Mehmet Zırığ'ın terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle hakkında kamu davası açmıştır. İddianamede başvurucuyla ilgili olarak;- PKK terör örgütünün talimatı doğrultusunda kurulan (Kürdistan Demokratik Topluluğu/Türkiye Meclisi) bünyesinde faaliyet gösteren yasa dışı Cizre Kale Mahalle Meclisinin kuruluş toplantısına katıldığı,-30/1/2011 ve 11/3/2011 tarihlerinde gerçekleştirilen Cizre Kent Meclisi toplantısına katıldığı ve burada konuşma yaptığı,-Kent meclislerine düzenlenen operasyonlar kapsamında yapılan aramalar sonucu elde edilen dokümanda siyasi parti, belediye meclisi, il genel meclisi, nur, dağkapı, gabar, cuder şeklinde bölümlere ayrılan kısımlarda faaliyet yürüten şahısların yazılı olduğu, başvurucunun da CUDER başlığının altında isminin yazılı olduğu, - 7/4/2011 tarihinde Hatay'ın Hassa ilçesi kırsalında güvenlik güçleri ile silahlı çatışmaya giren yedi terör örgütü mensubunun ölü olarak ele geçirilmesini protesto etmek amacı ile terör örgütünün almış olduğu kararlar doğrultusunda gerçekleştirilen eylemlerde aktif olarak rol aldığı,-15/5/2011 tarihinde Şırnak’ın Uludere ilçesi kırsalında güvenlik güçleri ile silahlı çatışmaya giren on iki terör örgütü mensubunun ölü olarak ele geçirilmesini protesto etmek amacıyla terör örgütünün almış olduğu kararlar doğrultusunda gerçekleştirilen eylemlere katıldığı,-18/4/2011 tarihinde KCK/TM yapılanması ile ilgili olarak 19/4/2011 tarihinde düzenlenecek duruşma öncesinde tutuklu bulunanların tutukluluk durumlarını protesto etmek amacı ile terör örgütünün almış olduğu kararlar doğrultusunda gerçekleştirilen eylemler esnasında güvenlik güçleri ve araçlarına taşlı, sapanlı, molotoflu saldırıda bulunan grup içinde bulunduğu belirtilmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 8/2/2012 tarihli iddianamesiyle başvurucu Mehmet Harun Sabuncu'nun terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle kamu davası açmıştır. İddianamede başvurucuyla ilgili olarak;- PKK/KCK-TM bünyesinde faaliyet gösteren Cizre ilçesinde kurulan Kale Mahalle Meclisinin kuruluşuna katıldığı, mahalle meclisi toplantısında Kent Meclisi Sözleşmesi'nin ikinci bölümünün yemin kısmında geçen örgütsel yemin edilirken ayağa kalkarak yemine katıldığı,- Cizre BDP ilçe binasından elde edilen dokümanlarda, Kent meclislerine bağlı olarak örgütün amaç ve stratejileri doğrultusunda kurulan ve bu amaçla faaliyet yürüten mahalle meclislerinden Cizre İlçesi Alibey Mahallesi Meclisi içinde faaliyet yürüttüğü ve Alibey Mahallesi'nin karşısında isminin ve telefon numarasının bulunduğu, - 11/3/2011 tarihinde Cizre ilçesi Nur Mahallesi Gal Sokak üzerinde bulunan BDP İlçe Teşkilatı binası içinde gerçekleşen Cizre Kent Meclisi toplantısına katıldığı (Toplantı esnasındaki bir konuşmasından anlaşıldığı ileri sürülüyor),- 29/5/2011 tarihinde gerçekleşen Cizre Kent Meclisi toplantısında alınan yoklamada Harun Sabuncu şeklinde isminin okunduğu, - 30/1/2011 Cizre Nur Mahallesi Gal Sokak üzerinde bulunan BDP İlçe Teşkilatı binası içinde gerçekleşen Kent Meclisi toplantısında adının Alibey Mahallesi’nden Harun Sabuncu şeklinde okunduğu belirtilmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 6/4/2012 tarihli iddianamesiyle başvurucu Abdurrahman Yanık'ın terör örgütüne üye olma,6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet etme suçlarından cezalandırılması istemiyle hakkında kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucuyla ilgili olarak;- KCK/TM bünyesinde faaliyet gösteren Cizre Kent Meclisi toplantılarına 30/1/2011 ve 29/5/2011 tarihlerinde katıldığı (yoklamada isminin okunduğu ve "burada" dediği),- Cizre BDP ilçe binasından elde edilen dokümanlara göre Cizre Kent Meclisine bağlı olarak kurulan Yafes Mahalle Meclisi içinde görev yaptığı ve Yafes Mahalle Meclisi yönetimi ile Yafes Mahalle Meclisine bağlı olarak çalışan Ş. Bari komünü sözcüsü olduğu,- 11/1/2011 tarihinde Cizre ilçesinde KCK davasında tutuklu bulunanlara ve ayrıca örgütün diğer taleplerine dikkat çekmek amacıyla gerçekleştirilen, terör örgütü lehine sloganların atıldığı, güvenlik güçlerine saldırıların gerçekleştiği ve bir emniyet mensubunun yaralandığı eylemlere katıldığı,- 6/2/2011 tarihinde terör örgütünün propagandasına dönüşen, güvenlik güçlerine taşlı sopalı ve molotoflu saldırıların gerçekleştiği BDP'nin siyaset akademisinin açılışına katıldığı,- 17/2/2011 tarihinde terör örgütü tarafından örgüt ile iltisaklı internet siteleri aracılığıyla yapılmış olan çağrılar doğrultusunda Abdullah Öcalan'ın Kenya’da yakalanarak Türkiye'ye getirilmesini protesto etmek amacıyla yapılan ve Abdullah Öcalan lehine sloganların atıldığı, emniyet kuvvetlerine ve araçlarına yönelik olarak sapanlı, taşlı, sopalı, molotoflu ve havai fişekli saldırıların gerçekleştiği, bir adet zırhlı resmî aracın zarar gördüğü, bir polis memurunun yaralandığı eylemlere katıldığı,- 26/3/2011 tarihinde Cizre'de terör örgütü lehine sloganların atıldığı, emniyet kuvvetlerine, araçlarına ve kamu kurum ve kuruluşları binalarına yönelik olarak sapanlı, taşlı, sopalı, molotoflu ve havai fişekli saldırıda bulunulan eyleme katıldığı, - 7/4/2011 tarihinde güvenlik güçleri ile silahlı çatışmaya giren ve çatışmada öldürülen yedi terör örgütü mensubunun ölü olarak ele geçirilmesini protesto etmek amacı ile terör örgütünün almış olduğu kararlar doğrultusunda gerçekleştirilen ve BDP binasının önünde toplanan grubun içinde olduğu ve grupla birlikte hareket ederek eyleme katıldığı, - 3/6/2011 tarihinde Cizre'de terör örgütünün talimatı doğrultusunda Yüksek Seçim Kurulunun Bağımsız Diyarbakır Milletvekili H.nin milletvekilliğini düşürmesini protesto etmek amacıyla kamu kurumları ile güvenlik güçleri ve araçlarına taşlı, molotoflu saldırılarda bulunma şeklindeki eylemlere ve terör örgütünün propagandasına dönüşen eylemlere aktif olarak katıldığı,- 9/10/2011 tarihinde Cizre'de terör örgütünün talimatı doğrultusunda Abdullah Öcalan’ın Suriye’den çıkarılış yıl dönümünü protesto etmek amacıyla düzenlenen ve terör örgütü lehine sloganların atıldığı, güvenlik güçlerine karşı taşlı sapanlı, molotoflu saldırıların gerçekleştiği eyleme katıldığı,- 29/10/2011 tarihinde Cizre'de Türk Silahlı Kuvvetlerinin Irak'ın kuzeyinde faaliyet gösteren terör örgütüne yönelik operasyonlarını, Abdullah Öcalan'ın İmralı’da avukatları ile yapmış olduğu görüşmelerin kısıtlanmasını, askerî operasyonlar sonucu terör örgütü mensuplarının öldürülmesini ve güvenlik güçlerince yapılan KCK/TM operasyonları sonucu gerçekleştirilen tutuklamaları protesto etmek amacıyla gerçekleştirilen birçok cadde ve sokakta lastik yakma, barikat kurarak yol kapatma, terör örgütü lehine slogan atma, güvenlik güçleri ve araçlarına taşlı, sapanlı, molotoflu, havai fişekli, saldırıların gerçekleştirildiği eyleme katıldığı, terör örgütü lehine slogan atıp yol kapatan grupla birlikte hareket ettiği ve grubu yönlendirdiği belirtilmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 9/4/2012 tarihli iddianamesiyle başvurucu Mehmet Emin Gözhan'ın terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle hakkında kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucuyla ilgili olarak;- KCK/TM bünyesinde faaliyet gösteren 30/1/2011 ve 29/5/2011 tarihlerinde gerçekleştirilen Cizre Kent Meclisi toplantısına katıldığı (yoklamada isminin okunduğu ve "burada" dediği),- Cizre BDP ilçe binasından elde edilen dokümanların yapılan incelemesinde; başvurucunun Cizre Kent Meclisine bağlı olarak kurulan Sur Mahalle Meclisi içinde görev yaptığı, ideolojik alandan sorumlu olduğu ve Sur komününün sözcüsü olduğu, -26/3/2011 tarihinde Cizre'de terör örgütü lehine sloganlar atıldığı, emniyet kuvvetlerine, araçlarına ve kamu kurum ve kuruluşları binalarına yönelik olarak sapanlı, taşlı, sopalı, molotoflu ve havai fişekli saldırıda bulunulan eyleme katıldığı, - 7/4/2011 tarihinde güvenlik güçleri ile silahlı çatışmaya giren yedi terör örgütü mensubunun ölü olarak ele geçirilmesini protesto etmek amacı ile terör örgütünün almış olduğu kararlar doğrultusunda gerçekleştirilen ve BDP binasının önünde toplanan grubun içinde olduğu ve grupla birlikte hareket ederek eyleme katıldığı belirtilmiştir. Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığının 10/4/2012 tarihli iddianamesiyle başvurucu Nevzat Yılmaz'ın terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması istemiyle hakkında kamu davası açılmıştır. İddianamede başvurucuyla ilgili olarak;- KCK-TM bünyesinde faaliyet gösteren Cizre Kent Meclisinin 30/1/2011, 11/3/2011 ve 29/5/2011 tarihlerinde gerçekleştirilen toplantılarına katıldığı,- Cizre BDP binasından elde edilen dokümanların yapılan incelemesinde; Cizre Kent Meclisine bağlı olarak kurulan Sur Mahalle Meclisi içinde siyasal alanda görev yaptığı, Sur Mahalle Meclisi içinde olduğu ve aynı zamanda Meclisin sözcüsü olduğu,- 7/4/2011 tarihinde güvenlik güçleri ile silahlı çatışmaya giren ve çatışmada öldürülen yedi terör örgütü mensubunun ölü olarak ele geçirilmesini protesto etmek amacı ile terör örgütünün almış olduğu kararlar doğrultusunda gerçekleştirilen ve BDP binasının önünde toplanan grubun içinde olduğu ve grupla birlikte hareket ederek eyleme katıldığı tespit edilmiştir. İddianamelerde; DVD çözümleme tutanaklarına, olay tespit tutanakları ve fotoğraflara, ele geçirilen dokümanlara, video ve görüntü tespit tutanaklarına dayanılarak başvurucuların PKK terör örgütünün liderinin ve yöneticilerinin talimatları doğrultusunda kurulan, terör örgütüne bağlı bir yapılanma olduğu belirlenen başkanlık divanı, yürütmesi ve disiplin kurulundan oluşan organları bulunan, terör örgütü yapılanmasının ana unsurlarından ve demokratik özerkliği gerçekleştirmenin bir aracı olarak kabul ettikleri, kentte bulunan tüm kurumların bağlı olduğu, vatandaşların devletin idari ve adli kurumlarıyla irtibatı ortadan kaldırmayı amaç edinen Kent meclislerinin toplantılarına bu özelliklerini bilerek ve üye sıfatıyla katıldıkları ileri sürülmüştür. Başvurucular Mehmet Zırığ, Abdurrahman Yanık, Mehmet Emin Gözhan Nevzat Yılmaz hakkındaki davalar Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin sırasıyla E.2012/45, E.2012/174, E.2012/177, E.2012/182 sayılı dosyalarına; Mehmet Harun Sabuncu hakkındaki dava ise Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/74 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Başvurucuların hakkındaki davalar daha sonra Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesinin E.2012/45 sayılı dosyasında birleştirilmiştir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 20/1/2014 tarihinde başvurucuların tutukluluk hâllerinin devamına karar vermiştir. Başvurucular bu karara itiraz etmişlerdir. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 23/1/2014 tarihinde itirazın reddine karar vermiştir. Bu karar, başvuruculara 11/2/2014 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucular 24/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuşlardır. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi 7/3/2014 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Şırnak Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Şırnak Ağır Ceza Mahkemesi, E.2014/102 sayılı dava dosyasında 8/4/2014 tarihinde yetkisizlik kararı vererek dosyayı Cizre Ağır Ceza Mahkemesine göndermiştir. Cizre Ağır Ceza Mahkemesi, E.2014/63 sayılı dosyada 7/5/2014 tarihli kararıylakarşı yetkisizlik kararı vermiştir. Şırnak Ağır Ceza Mahkemesi ile Cizre Ağır Ceza Mahkemesi arasında çıkan yetki uyuşmazlığı üzerine dosya Yargıtaya gönderilmiş, Yargıtay Ceza Dairesinin 26/9/2014 tarihli kararı ile Şırnak Ağır Ceza Mahkemesinin yetkisizlik kararının kaldırılmasına karar verilerek dosya Şırnak Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Şırnak Ağır Ceza Mahkemesinin E.2014/673 sayılı dosyasında yargılama devam ederken Yargıtay Ceza Dairesinin 5/1/2015 tarihli kararı ile davanın Malatya Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesine nakline karar verilmiştir. Bu karar üzerine dosya Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin E.2015/22 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Malatya Ağır Ceza Ağır Mahkemesi 11/2/2015 tarihinde başvurucuların tahliyesine karar vermiştir. Dava, bireysel başvurunun incelendiği tarih itibarıyla ilk derece mahkemesinde derdesttir. 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu'nun "Tazminat istemi" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Suç soruşturması veya kovuşturması sırasında;...d) Kanuna uygun olarak tutuklandığı hâlde makul sürede yargılama mercii huzuruna çıkarılmayan ve bu süre içinde hakkında hüküm verilmeyen,...Kişiler, maddî ve manevî her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler." 5271 sayılı Kanun'un "Tazminat isteminin koşulları" kenar başlıklı maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"(1) Karar veya hükümlerin kesinleştiğinin ilgilisine tebliğinden itibaren üç ay ve her hâlde karar veya hükümlerin kesinleşme tarihini izleyen bir yıl içinde tazminat isteminde bulunulabilir." 6/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun "Silâhlı örgüt" kenar başlıklı maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir." 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun "Terör tanımı" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir." 3713 sayılı Kanun'un "Terör suçlusu" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi terör suçlusudur.Terör örgütüne mensup olmasa dahi örgüt adına suç işleyenler de terör suçlusu sayılır." 3713 sayılı Kanun'un "Terör suçları" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 nci maddeleri ile 310 uncu maddesinin birinci fıkrasında yazılı suçlar, terör suçlarıdır." 3713 sayılı Kanun'un "Cezaların artırılması" kenar başlıklı maddesinin birinci fıkrası şöyledir: "3 ve 4 üncü maddelerde yazılı suçları işleyenler hakkında ilgili kanunlara göre tayin edilecek hapis cezaları veya adlî para cezaları yarı oranında artırılarak hükmolunur. Bu suretle tayin olunacak cezalarda, gerek o fiil için, gerek her nevi ceza için muayyen olan cezanın yukarı sınırı aşılabilir. Ancak, müebbet hapis cezası yerine, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur."
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2449
Başvuru, tutuklamanın hukuki olmaması ve tutukluluğun makul süreyi aşması nedenleriyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının; savunma hakkının kısıtlanması ve yargılamanın makul sürede bitirilmemesi nedenleriyle de adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvurucular, adlarına tescil edilmiş taşınmaza ilişkin tapu senetlerinin yapılan kadastro çalışmasında uygulanamayan tapu kayıtları listesine alınması nedeniyle açtıkları itiraz davasında kadastro mahkemesinin kararının Yargıtay tarafından düzeltilerek onanmasıyla taşınmazın kıyı olarak tescil edilmesi sonucu mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve maddi tazminat talebinde bulunmuşlardır. Başvuru, 15/11/2012 tarihinde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm İkinci Komisyonunca, 20/2/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Birinci Bölümün 16/4/2013 tarihli ara kararı gereğince başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiş, Adalet Bakanlığı’nın 14/6/2013 tarihli görüş yazısı 25/6/2013 tarihinde başvurucu vekiline tebliğ edilmiş, başvurucu vekili Adalet Bakanlığı cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde 8/7/2013 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Marmaris ilçesi Hisarönü köyünde bulunan daha önce bir kısmı orman vasfıyla devletleştirilen ve eski tarihli tapu belgelerine dayalı mülkiyet iddialarıyla çok sayıda davaya konu olmuş üç çiftlik arazisini kapsayan taşınmazın bir bölümü olan 179 ada 9 nolu parsel, Marmaris Mal Müdürlüğünün 31/8/1983 tarihli yazısına istinaden 15/9/1983 tarihinde Hazine adına tescil edilmiştir. Başvurucular, 8/1/1990 tarihinde, taşınmazın 1/160 ve 2/160 hisseleriyle ilgili olarak eski tarihli tapuya dayanarak malik olduğunu iddia eden satıcı üçüncü şahısla satış vaadi sözleşmesi imzalamışlardır. Bahse konu tapunun kök kaydı Hicri 1208 (Miladi 1794) yılında üç adet çiftlik üzerindeki orman, ekili arazi ve müştemilatı ile birlikte vakfedilerek kaydedilmesine dayanmaktadır. Başvurucular, satıcı üçüncü şahıs tarafından hisselerin verilmemesini gerekçe göstererek Marmaris Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açmışlardır. Mahkeme, 11/12/1995 tarihli duruşmada tarafların aralarında anlaşmaya vardığı, başvurucuların bir kısım taleplerinden feragat ettiği, davalıların ise başvurucuların kalan taleplerini kabul ettiğini imzalı beyanlarıyla sundukları gerekçesiyle ve aynı tarihte E.1993/9, K.1995/629 sayılı kararıyla taşınmazın 1/80’inin Kemal Yeler adına, aynı tarihli ve E.1993/234, K.1995/628 sayılı kararıyla taşınmazın 1/160’ının ise Ali Arslan Çelebi adına tesciline, başvurucuların feragat ettiği kısım içinse davanın reddine karar vermiştir. Tarafların temyizden feragat etmeleri nedeniyle dava aynı tarihte kesinleşmiştir. Başvurucular 12/12/1995 tarihinde bahse konu mahkeme kararına dayanarak anılan taşınmaza ilişkin olarak sınırları (pafta, ada ve parsel) belli olmayan müştemil çiftlik vasfıyla tapu senedi almışlardır. 2008 yılında yapılan kadastro çalışmasında 26/6/2008 tarihli kadastro edinme tutanağıyla bahsedilen taşınmazın 179 ada 9 nolu parselinin 15/9/1983 tarihinde Hazine adına tescil kaydı olduğu anlaşıldığından Hazine adına tespiti yapılmış ve 24/11/2008 tarihli kadastro komisyon raporuyla başvurucuların taşınmaza ilişkin tapu kaydı uygulanma imkânı olmadığından mahalline uygulanamayan tapu kayıtları listesine alınmıştır. Başvurucular Muğla ve Marmaris kadastro müdürlüklerinden adlarına kayıtlı tapu senedinin taşınmazın kadastro sırasında dikkate alınmasını istemişler, ancak Muğla Valiliği Kadastro Müdürlüğünün 5/1/2009 tarihli cevabi yazısında bu tapu kaydının uygulanamayan tapu kayıtları listesine alındığı bildirilmiştir. Başvurucular 9/2/2009 tarihinde Marmaris Kadastro Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde kadastro tespitine itiraz davası açmışlardır. Mahkeme öncelikle tapu sicil müdürlüğünden uyuşmazlık konusu taşınmaza ilişkin gerekli kroki, harita, tespit tutanakları, tapu kayıtlarını istemiş, birçok kuruma müzekkere yazarak taşınmazın kıyı-kenar çizgisi veya sit alanı içinde kalıp kalmadığını sormuş, jeolog, harita, orman, kadastro ve ziraat uzmanı bilirkişiler eşliğinde 10/3/2010 tarihinde taşınmazda keşif yapmış, taraflara bilirkişi raporlarına itiraz için süre vermiş ve itiraz üzerine bilirkişi raporlarının ikmali amacıyla tekrar keşif yapılmasına 28/6/2010 tarihli duruşmada karar vermiştir. Mahkemece 11/3/2011 tarihinde jeolog, harita, kadastro, ziraat uzmanı ve mahalli bilirkişiler eşliğinde yapılan keşif çalışmasında; taşınmazda daha önce başka davalar nedeniyle keşif yapıldığı, taşınmazın büyük kısmının havuzvari alanlardan oluştuğu, deniz etkisine açık olduğu, mevcut haliyle zirai amaçlı kullanımının mümkün olmadığı anlaşılmış, davalı Hazinenin tutunduğu tapu kaydının zemine aynen uyduğu tespit edilmiş, mahalli bilirkişiler, taşınmazın üçüncü kişi tarafından Hazineden kiralandığını ve havuz yapılarak balık yetiştirilmek amacıyla kullanıldığını, başvurucuların ve taşınmazı başvuruculara sattığı iddia edilen kişinin dayandığı belgede gösterilen kişinin taşınmazla ilgilerinin bulunmadığını ve kendilerini tanımadıklarını, bu kişilerin köyde taşınmazları bulunsa idi mutlaka duyulup görüleceğini belirtmişler ve ziraatçı bilirkişi taşınmazın tarım arazisi niteliğinde olmadığını ifade etmiştir. Mahkemeye sunulan 13/4/2011 tarihli Jeoloji bilirkişi raporunda dava konusu taşınmazın tamamının kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı tespit edilmiştir. Mahkemece taraflara bilirkişi raporuna karşı beyanlarını sunmak üzere süre verilmiştir. Mahkeme, yaptığı incelemede bahse konu kök tapu dayanak gösterilerek çok sayıda dava açıldığı ve bu davalarda yapılan keşif ve incelemelerde; tapuda gösterilen çiftliklerin toplam alanıyla haritalarda gösterilen toplam alan arasında çok farklılık bulunduğunu, aynı alanda orman içinde kalan yerlerin devletleştirilmesi işlemlerinin ve bu işlemlere karşı açılan davaların kesinleştiğini ve taşınmazın bir kısmının orman olarak kaydedildiğini tespit etmiştir. Marmaris Kadastro Mahkemesi, 30/5/2011 tarihli ve E.2009/857, K.2011/315 sayılı uzun açıklamalar içeren kararıyla ve özetle; başvurucuların dayandığı ve sabit sınırları bulunmayan tapu kaydındaki hudutların içinde kullanılmayan ve kullanılması mümkün olmayan deniz, dere, dağ, ırmak, orman, tepe, kayalık-taşlık ve 3-4 köy bulunduğu, bu nedenle çok sayıda parça halinde bulunduğu ve geçerli tapu kaydı addedilmesinin mümkün olmadığı; bahsedilen tapunun harita, plan ve kroki gibi belgelere dayanmayan sınırları belirsiz, değişebilir ve genişletilmeye elverişli olduğu, başvurucuların dayandığı tapunun arazinin geometrik şekline uymadığı gibi, miktarı itibarıyla da araziye uyum sağlamadığı ve hukuki sonuç doğurmasının mümkün olmadığı; tapu sicilinin kendisinden beklenen işlevi ancak, taşınmazın sınırlarının, yüzölçümünün ve diğer niteliklerinin güvenilir biçimde sicilde gösterilmiş olması şartıyla yerine getirebileceği, bunun ise kadastro ile mümkün olduğu, medeni hukukumuzun kaynağı olan İsviçre hukuku ile eski hukukumuzda tapu kavramının farklı olduğu, eski hukuka dayanan tapu kaydının zilyetlik olmadığı sürece hukuki sonuç doğurmayacağı; Rumi 26 Temmuz 1291 tarihli nizamname gereği vakıflarla ilgili her türlü işlemin tapu idaresince ve tapu sicil memurluğu önünde yapılması gerektiği halde Rumi 1290 (Miladi 1884) yılında bahse konu taşınmazı da kapsayan paylaşım başvurusunun bundan 26 yıl sonra Rumi 1326 (Miladi 1910) yılında liva meclisi önünde yapıldığı ve bu nedenle devir silsilesinde sorun bulunması nedeniyle kök tapu kaydının hukuki kıymetini kaybettiği; başvurucuların taşınmaz üzerinde zilyetliği ispatlayamadığı, davaya konu taşınmazı başvurucuya satan kişilerin taşınmaz üzerinde zilyetliğinin bulunmadığı; taşınmaz üzerinde başvurucuların taşınmazı satın aldığını iddia ettiği tarihten sekiz yıl önce 31/8/1983 tarihinde Hazine adına tespit ve tescil yapıldığı ve bu kaydın hukuken geçerli olduğu gerekçeleriyle davayı reddetmiş ve taşınmazın Hazine adına tesciline karar vermiştir. Başvurucular temyiz başvurusunda bulunmuş ve Yargıtay Hukuk Dairesi 28/2/2012 tarihli ve E.2011/15704, K.2012/2847 sayılı kararıyla yerel mahkeme kararında isabetsizlik bulunmadığı, ancak uyuşmazlık konusu taşınmazın kıyı kenar çizgisi içinde kaldığı ve kıyılar özel mülkiyete konu olamayacağından “kadastro tespit tutanağının iptaliyle taşınmazın kıyı olarak kadastro dışı bırakılmasına” cümlesiyle düzeltilerek onanmasına karar vermiştir. Başvurucuların karar düzeltme talebi Yargıtay Hukuk Dairesinin 8/10/2012 tarihli ve E.2012/8906, K.2012/11313 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar bu tarihte kesinleşmiştir.B. İlgili Hukuk 21/6/1987 tarih ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu’nun “Kadastro tutanaklarının kesinleşmesi ve hak düşürücü süre” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir:“30 günlük ilan süresi geçtikten sonra, dava açılmayan kadastro tutanaklarına ait sınırlandırma ve tespitler kesinleşir.Kadastro müdürü tarafından onaylanarak kesinleşen tutanaklar ile kadastro mahkemesinin kesinleşmiş kararları; kesinleşme tarihleri tescil tarihi olarak gösterilmek suretiyle en geç 3 ay içinde tapu kütüklerine kaydedilir.…Kadastrosu tamamlanan çalışma alanı içerisinde kalan eski tapu kayıtları, işleme tabi kayıt niteliğini kaybederler. Bu kayıtlara dayanılarak kadastro ve tapu sicil müdürlüklerinde işlem yapılamaz. Kesinleşmemiş tutanaklar herhangi bir nedenle tapuya tescil edilmişse, iddia ve taşınmazın niteliğine bakılmaksızın, taşınmazı tescil tarihinden itibaren 20 yıl müddetle malik sıfatıyla zilyetliğinde bulunduranlar ile bunların akdi ve kanuni halefleri açılmış ve açılacak olan davalarda medeni kanunun tapuya itimat prensibinden yararlanırlar.” 3402 sayılı Kanunun “Kamu Malları” kenar başlıklı maddesinin (C) fıkrası şöyledir:“Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kayalar, tepeler, dağlar (bunlardan çıkan kaynaklar) gibi, tarıma elverişli olmayan sahipsiz yerler ile deniz, göl, nehir gibi genel sular tescil ve sınırlandırmaya tabi değildir, istisnalar saklıdır.” 3402 sayılı Kanunun “Kayıt ve belgelerin kapsamını tayin” kenar başlıklı maddesinin ilgili kısımları şöyledir“Tapu kayıtları ile diğer belgelerin kapsadığı yeri tayinde; A) Kayıt ve belgeler, harita, plan ve krokiye dayanmakta ve bunların yerlerine uygulanması mümkün bulunmakta ise, harita, plan ve krokideki sınırlara itibar olunur. B) Harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve belgelerde belirtilen sınırlar mahalline uygulanabiliyor ve bu sınırlar içinde kalan yer hak sahibi tarafından kullanılıyor ise, kayıt ve belgelerde gösterilen sınırlar esas alınarak tespit yapılır. C) Harita, plan ve krokiye dayanmayan kayıt ve belgelerde belirtilen sınırlar, değişebilir ve genişletilmeye elverişli nitelikte ise, bunlarda gösterilen miktara itibar olunur. Ancak değişebilir ve genişletilmeye elverişli sınırlardaki taşınmaz malların kayıtları, fizik yapıları ve konumları itibariyle belli bir yeri kapsıyorsa, tespit o sınır esas alınarak yapılır.…” 22/11/2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Sahipsiz yerler ve yararı kamuya ait mallar” kenar başlıklı maddesi şöyledir“Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait mallar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.Aksi ispatlanmadıkça, yararı kamuya ait sular ile kayalar, tepeler, dağlar, buzullar gibi tarıma elverişli olmayan yerler ve bunlardan çıkan kaynaklar, kimsenin mülkiyetinde değildir ve hiçbir şekilde özel mülkiyete konu olamaz.Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait malların kazanılması, bakımı, korunması, işletilmesi ve kullanılması özel kanun hükümlerine tâbidir.”
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2012/636
Başvurucular, adlarına tescil edilmiş taşınmaza ilişkin tapu senetlerinin yapılan kadastro çalışmasında uygulanamayan tapu kayıtları listesine alınması nedeniyle açtıkları itiraz davasında kadastro mahkemesinin kararının Yargıtay tarafından düzeltilerek onanmasıyla taşınmazın kıyı olarak tescil edilmesi sonucu mülkiyet haklarının ihlal edildiğini ileri sürmüşler ve maddi tazminat talebinde bulunmuşlardır.
0
Başvuru, kamu görevine iade edilen başvurucunun atamasının önceki yöneticilik görevine yapılmaması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, nüfus müdürü olarak görev yapmakta iken 22/11/2016 tarihli ve 677 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Tedbirler Alınması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname (677 sayılı KHK) ile kamu görevinden çıkarılmıştır. Başvurucu, kamu görevinden çıkarılma işlemine karşı Olağanüstü Hâl İşlemleri İnceleme Komisyonuna (Komisyon) başvurmuştur. Komisyon, başvurucunun talebini kabul ederek kamu görevine iade edilmesine karar vermiştir. Başvurucu, İçişleri Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünün 10/9/2018 tarihli işlemiyle Malatya İl Nüfus ve Vatandaşlık Müdürlüğü emrine şef olarak atanmıştır. Başvurucu, atama işleminin düzeltilerek 677 sayılı KHK ile kamu görevinden çıkarılmadan önceki nüfus müdürü kadrosuna atamasının yapılması ve parasal haklarının tazmin edilmesi talebiyle Malatya İdare Mahkemesinde (Mahkeme) iptal davası açmıştır. Mahkeme 9/5/2019 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda 1/2/2018 tarihli ve 7075 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un maddesi uyarınca Komisyon tarafından kamu görevine iade edilmesine karar verilenlerin atamalarında yöneticilik görevinden önce bulundukları kadro ve pozisyon ûnvanlarının dikkate alınacağının düzenlenmesi karşısında başvurucunun şef olarak atanmasında davalı idarenin bağlı yetki içinde olduğu vurgulanmıştır. Başvurucu, karara karşı istinaf kanun yoluna başvurmuştur. Gaziantep Bölge İdare Mahkemesi Birinci İdari Dava Dairesi 12/12/2019 tarihinde kararda usul ve hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle istinaf başvurusunun kesin olarak reddine oyçokluğuyla karar vermiştir. Başvurucu, nihai kararı 6/1/2020 tarihinde öğrendikten sonra 4/2/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/5610
Başvuru, kamu görevine iade edilen başvurucunun atamasının önceki yöneticilik görevine yapılmaması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, kendisine ilgili belediyece verilen yapı ruhsatı üçüncü kişiler tarafından açılan dava sonucu iptal edilen başvurucunun, mülkiyet, yaşama, konut edinme ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiası hakkındadır. Başvuru, 11/2/2013 tarihinde İstanbul Bölge İdare Mahkemesi aracılığıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinde Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca, 26/9/2013 tarihinde kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 18/7/2014 tarihinde kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvurunun bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmesine karar verilmiştir. Adalet Bakanlığının görüş yazısı, 25/9/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, başvurucu Adalet Bakanlığının cevabına karşı beyanlarını yasal süresi içinde 9/10/2014 tarihinde ibraz etmiştir. A. Olaylar Başvuru dilekçesi ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu İstanbul ili Kartal ilçesinde 605 sayılı parselde yer alan taşınmazına inşaat yapmak için yapı ruhsatı talep etmiş ve Kartal Belediyesinden ilgili ruhsatı almıştır. Verilen ruhsat üçüncü kişilerce açılan davada mahkeme kararlarıyla iptal edilmiştir. Kartal Belediyesince tekrar 5/9/2005 tarihinde 2-44 sayılı ruhsatlar başvurucuya verilmiş, ancak bu ruhsatların da iptali için yine üçüncü kişilerce daha önce verilen iptal kararındaki hususlar düzeltilmeden kot vermeye ilişkin hükümlerin tekrar uygulandığı, ruhsatın İstanbul İmar Yönetmeliği ve 1/1000’lik imar planına aykırı olduğu gerekçesiyle İstanbul İdare Mahkemesi (Mahkeme) nezdinde Kartal Belediye başkanlığı aleyhine 13/10/2005 tarihinde dava açılmıştır. Başvurucu bu davaya 18/1/2006 tarihli dilekçesiyle müdahil davalı olarak katılmıştır. Mahkemenin 15/5/2008 tarihli ve E.2005/2513, K.2008/864 sayılı kararıyla davanın reddine karar verilmiştir. Temyiz üzerine Danıştay Altıncı Dairesi 18/2/2009 tarihli ve E.2008/12855, K.2009/1441 sayılı kararıyla yapıların bulunduğu çevrenin karakteri ve kota ilişkin gerekli inceleme yapılmadan ve bilirkişi raporu alınmadan karar verildiği gerekçesiyle ilk derece mahkemesi kararını bozmuştur. Bozma sonrası yeniden görülen davada Mahkeme, E.2010/358, K.2010/668 sayılı kararıyla Danıştayın bozma kararına uyarak, ruhsat istenen arazinin eğiminin %15’den büyük olduğunun saptandığı, İstanbul İmar Yönetmeliği’nin 07 maddesinin (a) fıkrasının bendine göre civarın karakterine göre kot verilmesi gerektiği, ancak ruhsatın bahsedilen Yönetmeliğin 07 maddesinin (a) fıkrasının bendine göre verildiği, bilirkişi raporunda bina köşe noktalarına göre kot verilmesi halinde kot alınan noktanın yaklaşık 160 cm daha düşeceği, bunun da zemin katın bodrum kat seviyesine inmesi anlamına geldiğinin belirtildiği, mevcut imar planındaki yoğunluk ve yüksekliğin değiştirilemeyeceği, bu nizamın ruhsat ve tadilat ruhsatlarıyla bozulmasının şehircilik ilkelerine ve planlama esaslarına aykırı olduğu gerekçesiyle idari işlemin iptaline karar vermiştir. Başvurucu ve idarenin temyiz talebini inceleyen Danıştay Altıncı Dairesi 10/11/2010 tarihli ve E.2010/9556, K.2010/10304 sayılı kararıyla İlk Derece Mahkemesi kararını onamıştır. Başvurucu ve idarenin karar düzeltme istemi de Danıştay Altıncı Dairesinin 29/11/2012 tarihli ve E.2011/3194, K.2012/6991 sayılı kararıyla reddedilmiş ve karar aynı tarihte kesinleşmiştir. Kesinleşen karar başvurucuya 14/1/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 11/2/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu’nun “Yapı ruhsatiyesi” başlıklı maddesi şöyledir: “Bu Kanunun kapsamına giren bütün yapılar için 26 ncı maddede belirtilen istisna dışında belediye veya valiliklerden yapı ruhsatiyesi alınması mecburidir.  Ruhsat alınmış yapılarda herhangi bir değişiklik yapılması da yeniden ruhsat alınmasına bağlıdır. Bu durumda; bağımsız bölümlerin brüt alanı artmıyorsa ve nitelik değişmiyorsa ruhsat, hiçbir vergi, resim ve harca tabi olmaz.  Ancak; derz, iç ve dış sıva, boya, badana, oluk, dere, doğrama, döşeme ve tavan kaplamaları, elektrik ve sıhhi tesisat tamirleri ile çatı onarımı ve kiremit aktarılması ve yönetmeliğe uygun olarak mahallin hususiyetine göre belediyelerce hazırlanacak imar yönetmeliklerinde belirtilecek taşıyıcı unsuru etkilemeyen diğer tadilatlar ve tamiratlar ruhsata tabi değildir. Belediyeler veya valilikler mahallin ve çevrenin özelliklerine göre yapılar arasında uyum sağlamak, güzel bir görünüm elde etmek amacıyla dış cephe boya ve kaplamaları ile çatının malzemesini ve rengini tayin etmeye yetkilidir. Bu Kanunun yürürlüğe girmesinden önce yapılmış olan yapılar da bu hükme tabidir.” 6/1/1982 tarihli ve 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası, maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, maddesinin (5) numaralı fıkrası, maddesinin (3) numaralı fıkrası ile maddesi. 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrası şu şekildedir: “İdari yargı yetkisi, idari eylem ve işlemlerin hukuka uygunluğunun denetimi ile sınırlıdır. İdari mahkemeler; yerindelik denetimi yapamazlar, yürütme görevinin kanunlarda gösterilen şekil ve esaslara uygun olarak yerine getirilmesini kısıtlayacak, idari eylem ve işlem niteliğinde veya idarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı kararı veremezler” İstanbul İmar Yönetmeliğinin 07 maddesi şu şekildedir: “a) Genel olarak binalara arsanın cephe aldığı, yolun kırmızı kotuna göre ve yolun yüksek tarafına rastlayan bina kenarı hizasındaki tretuvar üst seviyesinden kot verilir. Kaplaması yapılmış yollarda mevcut yol kotları, yapılmamış yollarda ise yol profili ile belirlenen kırmızı kotlar esas kabul edilir. Henüz tretuvarı ikmal olunmamış ve kırmızı kotu tesbit edilmemiş olan yollarda bu tesbit işi ilgilisinin müracaatı üzerine ilgili Belediye Başkanlığı’nca 30 gün içinde yapılır. Kot alınan yola olan mesafesi 6m.’yi aşan ayrık nizam binalarda kot bina ön cephesi tabii zemin ortalamasından alınır. Ancak yol kotuna nazaran tabii zemini yükselen parsellerde (Yola göre ters meyilli) ise kot binanın köşe kotları ortalamasından alınır. Ön bahçe mesafeleri bina köşe noktalarına göre farklılık gösteren hallerde bina köşe noktalarından yola çıkan dik mesafelerin ortalaması alınarak ön bahçe mesafesi belirlenir. Ancak dik meyilli olan veya yol kenarında set teşkil eden arsalarda ön bahçe mesafesine bağlı kalınmaksızın yapılacak binalara civarın karakterine göre kot verilir. Blok başına rastlayan ön bahçeli binalara blokun diğer parsellerin bulunduğu şartlara göre kot verilir.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/1462
Başvuru, kendisine ilgili belediyece verilen yapı ruhsatı üçüncü kişiler tarafından açılan dava sonucu iptal edilen başvurucunun, mülkiyet, yaşama, konut edinme ve adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiası hakkındadır.
1
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 21/1/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia dışındaki iddialar yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul ilinde bombalı eylem gerçekleştirileceği yönünde elde edilen istihbarat üzerine yürütülen soruşturma kapsamında 11/10/2008 tarihinde gözaltına alınmış; İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK madde ile görevli) 25/12/2008 tarihli iddianamesi ile silahlı terör örgütüne üye olma, patlayıcı madde bulundurup nakletme, resmî belgede sahtecilik suçlarından cezalandırılması istemiyle hakkında kamu davası açılmıştır. (Kapatılan) İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK mülga madde ile görevli) başvurucu ve diğer beş sanık hakkında verdiği 13/3/2012 tarihli kararın temyizi üzerine hüküm, Yargıtay Ceza Dairesince 25/11/2013 tarihinde onanmıştır.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/1387
Başvuru, makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; uzun süren gözaltı nedeniyle açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği, etkili başvuru ve gerekçeli karar haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurucu, yargılandığı davada uzun süre gözaltında kaldığı gerekçesiyle tazminat davası açmıştır. Rize Ağır Ceza Mahkemesi 14/5/2019 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Samsun Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesi 16/9/2019 tarihinde istinaf başvurusunun esastan reddine kesin olarak karar vermiştir. Nihai karar olan Bölge Adliye Mahkemesinin kararına ilişkin olarak Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) evrak işlem kütüğü üzerinde yapılan incelemede, başvurucunun ilgili kararı ilk olarak 31/3/2020 tarihinde saat 39'da açarak okuduğu tespit edilmiştir. Bununla birlikte başvurucu nihai kararı 20/11/2020 tarihinde tebellüğ ettiğini belirterek 14/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Adli yardım talebinin kabulüne Komisyonca karar verilmiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/1690
Başvuru; uzun süren gözaltı nedeniyle açılan tazminat davasının reddedilmesi nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği, etkili başvuru ve gerekçeli karar haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının tefhim edilmesinden sonra verilen itiraz dilekçesi üzerine gerekçeli karar tebliğ edilmeden dosyanın itirazının incelenmesi için yetkili mahkemeye gönderilmesi ve ayrıntılı itiraz dilekçesi verme imkânı sağlanmadan itirazın incelenmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Of Cumhuriyet Başsavcılığı başvurucunun başkasına ait marka hakkına iktibas veya iltibas suretiyle tecavüz ederek mal üretme veya hizmete sunma suçundan cezalandırılması talebiyle 25/12/2019 tarihli iddianame düzenlemiştir. İddianamenin kabulü ile açılan davada Of Asliye Ceza Mahkemesi 14/7/2020 tarihinde başvurucunun isnat edilen suçtan mahkûmiyetine ve mahkûmiyet hükmünün açıklanmasının geri bırakılması (HAGB) karar vermiştir. Başvurucuya tefhim edilen kararda gerekçeye yer verilmemiştir. Başvurucu, karara itiraz ettiğine ilişkin 16/7/2020 tarihli dilekçesinde, gerekçeli dilekçesini gerekçeli kararın kendisine tebliğinden sonra sunacağını bildirmiştir. Gerekçeli karar, başvurucuya tebliğ edilmeden dosya itiraz hususunda karar verilmek üzere 10/9/2020 tarihinde Trabzon Ağır Ceza Mahkemesine gönderilmiştir. Anılan itiraz, Trabzon Ağır Ceza Mahkemesinin 25/9/2020 tarihli ve 2020/1197 İş sayılı kararıyla reddedilmiştir. Başvurucu nihai hükmü 26/11/2020 tarihinde öğrendikten sonra 22/12/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin şikâyetin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2021/197
Başvuru, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının tefhim edilmesinden sonra verilen itiraz dilekçesi üzerine gerekçeli karar tebliğ edilmeden dosyanın itirazının incelenmesi için yetkili mahkemeye gönderilmesi ve ayrıntılı itiraz dilekçesi verme imkânı sağlanmadan itirazın incelenmesi nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru; Yargıtay üyeliği görevinin kanunla sona erdirilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği ve yapılan düzenlemenin ayrımcılık yasağına aykırı olduğu iddialarına ilişkindir. 1/7/2016 tarihli ve 6723 sayılı Danıştay Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun'la 6/1/1982 tarihli ve 2575 sayılı Danıştay Kanunu ve 4/2/1983 tarihli ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu'nda değişiklikler yapılmıştır. Buna göre Yargıtay ve Danıştayın Daire ve üye sayısı azaltılmış, Yargıtay ve Danıştay üyeliği 12 yıl ile sınırlandırılmıştır. Yargıtayın 516 olan üye sayısı 310; Danıştayın 195 olan üye sayısı da 116'ya düşürülmüştür. 6723 sayılı Kanun 23/7/2016 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanarak aynı tarihte yürürlüğe girmiştir. Başvurucunun Yargıtay üyeliği 6723 sayılı Kanun'un yürürlüğe girmesiyle kendiliğinden sona ermiştir. Hâkimler ve Savcılar Kurulu (HSK) Genel Kurulu 6723 sayılı Kanun'la görevi sone eren Yargıtay ve Danıştay üyeleri arasından yaptığı seçimde bunların bir kısmını 25/7/2016 tarihinde yeniden Yargıtay ve Danıştay üyesi olarak seçmiştir. Başvurucu HSK tarafından yeniden Yargıtay üyesi seçilmemiş, hâkimlik sınıf ve derecesine uygun bir göreve atanmıştır. Başvurucu herhangi idari ve yargısal merciye başvurmaksızın 19/8/2016 tarihinde doğrudan Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi 10/12/2020 tarihli ve E.2016/144, K.2020/75 sayılı kararıyla 6723 sayılı Kanun'un bazı maddelerinin iptali istemini incelemiş, Yargıtay ve Danıştay üyelerinin üyeliklerinin sona ermesini öngören kuralların Anayasa'nın , , , 138, , ve maddelerine aykırı olmadığına karar vermiştir. Başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/14964
Başvuru, Yargıtay üyeliği görevinin kanunla sona erdirilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği ve yapılan düzenlemenin ayrımcılık yasağına aykırı olduğu iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, kolluk görevlilerinin fiziksel şiddet kullanması şikâyeti hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucu, başvuru formunda 12/2/2018 tarihinde gece saat 00 sıralarında İstanbul'un Beyoğlu ilçesinde bulunan evinin penceresini açıp sigara içmek üzereyken dışarıdan sivil giyimli polislerce çağrıldığını, aşağıya indiğinde kolluk görevlilerinin hakaretine, tehdidine, küfrüne ve fiziksel şiddetine maruz kaldığını belirtmektedir. Başvurucu, olay günü sabah saatlerinde Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesinden adli muayene raporu almıştır. Raporda; başvurucunun darp edildiğini beyan ettiği belirtilerek “sağ lateral boyun bölgesinde ekimoz bilateral dizlerde yüzeyel sıyrık sol toraks bazalinde ağrı hassasiyet bilateral el bilekte ağrı” tespiti yapılmıştır. Raporun sonuç kısmında tetkiklerde acil patoloji saptanmadığı, hayati tehlikesinin bulunmadığı, basit tıbbi müdahale ile giderilebileceği ifade edilmiştir. Başvurucu, olay sebebiyle aynı gün İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığına (Başsavcılık) sunduğu şikâyet dilekçesinde özetle; evinin penceresindeyken aşağıdan kendisine bakan kişi tarafından aşağıya inmesinin istendiğini, bu kişiye kim olduğunu sorduğunda polis olduğunu söylediğini, aşağıya indiğinde aynı kişinin kimlik ve telefonunu istediğini, telefonunu neden istediğini sorunca polis memurunun sövdüğünü, 3 defa tokat attığını, üçüncü tokattan sonra 6-7 kişinin kollarından ve bacaklarından tutarak yere yatırdıklarını, ellerini arkadan kelepçelediklerini, kelepçeli olarak evden kimlik ve telefonunu getirmesini istediklerini, telefon ve kimliğini getirdikten sonra karanlık bir sokağa götürdüklerini, Genel Bilgi Toplama Sistemi (GBT) sorgulaması yaptıkları hâlde kaydının olup olmadığını sorup sonrasında tehdit ederek evinin önünde getirdiklerini ve kelepçeyi açtıklarını belirtmiştir. Soruşturma kapsamında alınan 16/2/2018 tarihli Adli Tıp Kurumu raporunda, Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesinin adli muayene raporu ile aynı bulguların mevcut olduğu tespit edilmiştir. Başsavcılık tarafından şikâyete ilişkin olarak 14/2/2018 tarihinde yazılan yazıya İstanbul İl Emniyet Müdürlüğünce (Emniyet Müdürlüğü) verilen 21/3/2018 tarihli cevapta şikâyetçi hakkında herhangi bir sorgulama veya işlemin yapılmadığı bildirilmiştir. Başsavcılık 5/4/2018 tarihinde şikâyetçinin mücerret iddiası dışında şüpheli emniyet görevlilerinin atılı suçları işlediklerine dair haklarında dava açılmasını gerektirir nitelikte delil olmadığı gerekçesiyle kimliği belirsiz polis memurları hakkında basit yaralama, hakaret, tehdit suçlarından kovuşturmaya yer olmadığına dair karar vermiştir. Başvurucu; etkili soruşturma yürütülmediğini, olayın gerçekleştiği bölgedeki güvenlik ve işyeri kamera kayıtlarının taranmadığını, olay yerine yakın çalışan sivil polis memurlarının listesinin getirtilmediğini belirterek karara itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazın inceleyen İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 18/6/2018 tarihinde fotoğraf teşhisi yapılması ve teşhis hâlinde şüphelilerin ifadesinin alınması gerekliliklerinden bahsedilerek itirazın kabulüne ve kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kaldırılmasına karar verilmiştir. Başsavcılık tarafından soruşturmanın genişletilmesi kararı üzerine yeniden yürütülen soruşturmada İstanbul Emniyet Müdürlüğüne yazı yazılarak olay saatinde görevli polis memurlarının açık kimlik bilgileri ve fotoğraflarının temin edilmesi, müştekiye fotoğraflardan şüphelilerin teşhisinin yaptırılması ve kimlikleri tespit edilecek şüphelilerin ifadelerinin alınması istenmiştir. İstanbul Emniyet Müdürlüğünce başvurucunun müşteki sıfatıyla ifadesi alınmış, görevli personel listesi temin edilmiş, başvurucuya fotoğraf üzerinde teşhis işlemi yaptırılmış ve başvurucunun bir polisi kesin ve net olarak teşhis ettiğini beyan etmesi üzerine bu kişinin ve olay tarihinde güven timinde birlikte görev yaptığı diğer 7 polisin ifadeleri alınmıştır. Şüpheliler ifadelerinde müştekinin GBT kontrolünü yapıp yapmadıklarını hatırlamadıklarını, olayın gerçekleşmesinin mümkün bulunmadığını, görev yaptıkları sırada kişisel veri yardımcısı (PDA) cihazı olmadığı için kontrolün telefon ile şubeyi arayarak gerçekleştirildiğini belirtmiştir. Başsavcılık tarafından 10/6/2019 tarihinde olay günü güven timinde görev yaptığı tespit edilen 8 şüpheli hakkında hakaret, basit yarama ve tehdit suçlarından yürütülen soruşturma neticesinde müştekinin soyut iddiası dışında şüphelilerin isnat edilen suçu işlediklerine dair dava açılmasını gerektirir delil bulunmadığı gerekçesi açıklanarak kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Başvurucu karara polis memurlarının ifadelerinde PDA cihazları bulunmadığını söyledikleri hâlde bu hususta araştırma yapılmadığını, GBT araştırması yapılıp yapılmadığının araştırılmadığını, şüphelilerin cep telefonu sinyal bilgilerinin ve HTS kayıtlarının çıkartılmadığını belirterek itiraz etmiştir. Başvurucunun itirazını inceleyen İstanbul Sulh Ceza Hâkimliğince 10/1/2020 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın usul ve yasaya uygun olduğu, kararda değişiklik yapılmasını gerektirir bir neden bulunmadığı gerekçesiyle itirazın kesin olarak reddine karar verilmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 18/2/2020 tarihinde öğrendikten sonra 18/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/11455
Başvuru, kolluk görevlilerinin fiziksel şiddet kullanması şikâyeti hakkında etkili bir ceza soruşturması yürütülmemesi nedeniyle kötü muamele yasağının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Ekli tabloda sıralanan başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyonlara sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Konularının aynı olması sebebiyle ekli tablonun (B) sütununda numaraları belirtilen başvuru dosyalarının 2019/12403 numaralı bireysel başvuru dosyası ile birleştirilmesine, incelemenin 2019/12403 numaralı dosya üzerinden yapılmasına ve diğer dosyaların kapatılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular, haklarındaki yargılamaların uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma haklarının ihlal edildiği iddiasıyla çeşitli tarihlerde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/12403
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, bir dokümanın ceza infaz kurumu idaresince hükümlü olan başvurucuya verilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/9/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, başvuru tarihinde devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya çalışmak suçundan hükümlü olarak Ankara 2 No.lu F Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. İnfaz Kurumu Eğitim Kurulu (Eğitim Kurulu) 30/7/2015 tarihli ve 2015/98 sayılı kararında, 13/12/2004 tarihli ve 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun'un maddesi uyarınca "Demokratik Uygarlık Çözümü I Uygarlık Maskeli Tanrılar ve Örtük Krallar Çağı", "Demokratik Uygarlık Çözümü II Kapitalist Uygarlık Maskesiz Tanrılar ve Çıplak Krallar Çağı", "Demokratik Uygarlık Çözümü III Özgürlük Sosyolojisi Tekrar Özgürlük Ütopyalarıyla Yaşama Çağı" ve "Demokratik Uygarlık Çözümü IV Ortadoğu'da Uygarlık Krizi Ortadoğu Kültürünü Demokratikleştirmek" isimli kitapların başvurucuya verilmemesine karar vermiştir. Eğitim Kurulu söz konusu kitaplar hakkında toplatma ve el koymanın devamına kararı bulunduğunu ifade etmiştir. Eğitim Kurulu 30/7/2015 tarihli ve 2015/100 ile 2015/101 sayılı kararlarında, "Demokratik Ulus" isimli gazetenin 10-17 Haziran 2015 ve 23-30 Haziran 2015 tarihli nüshaları ile "Özgür Halk" isimli derginin 2015 yılı Sayısının, 5275 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca başvurucuya verilmemesine karar vermiştir. Eğitim Kurulu, bahse konu dergi ve gazetelerin içeriğinde örgüt propagandası yapıldığını, ayrıca terör örgütü liderlerinin açıklamalarına ve üyelerini öven ifadelere yer verildiğini tespit etmiştir. Eğitim Kurulu, başvuru konusu dergi ve gazetelerin verilmesi hâlinde başvurucunun mensubu olduğu terör örgütüyle olan bağının zayıflamayacağını, aksine başvurucunun terör örgütünün hedefleri doğrultusunda hareket etmeye devam edeceğini ve örgütle olan bağının kuvvetleneceğini, bu durumun cezanın infazı ile ulaşılmak istenen temel amacı ortadan kaldıracağını ifade etmiştir. Söz konusu Eğitim Kurulu kararlarına karşı başvurucunun Ankara Batı İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) yaptığı şikâyet, İnfaz Hâkimliğinin 5/8/2015 tarihli kararında aynı gerekçelerlereddedilmiştir. Başvurucu, İnfaz Hâkimliğinin ret kararına karşı itiraz yoluna başvurmuştur. İtirazı inceleyen Ankara Batı Ağır Ceza Mahkemesi, İnfaz Hâkimliği kararının usul ve yasaya uygun olduğu gerekçesiyle 13/8/2015 tarihinde başvurucunun itirazının reddine karar vermiştir. Başvurucu 4/9/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Mevcut başvurunun değerlendirilmesi sırasında gözönünde bulundurulan ulusal hukuk kaynakları için bkz. Halil Bayık [GK], (B. No: 2014/20002, 30/11/2017, §§ 15, 16); Mehmet Çelebi Çalan (3), (B. No: 2014/4163, 19/12/2017, § 14).B. Uluslararası Hukuk Mevcut başvurunun değerlendirilmesi sırasında gözönünde bulundurulan uluslararası hukuk kaynakları için bkz. Ahmet Temiz (6), (B. No: 2014/10213, 1/2/2017, §§ 17, 18).
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/15731
Başvuru, bir dokümanın ceza infaz kurumu idaresince hükümlü olan başvurucuya verilmemesi nedeniyle ifade özgürlüğünün ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurucu, "uyuşturucu madde ticareti yapmak" suçundan yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur. Başvuru, 15/7/2014 tarihinde İstanbul Asliye Hukuk Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. İdari yönden yapılan ön incelemede başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir durumunun bulunmadığı tespit edilmiştir. İkinci Bölüm Birinci Komisyonunca, 29/12/2014 tarihinde, başvurunun, makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiası yönünden kabul edilebilir olduğuna ve esas incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına, dosyanın Bölüme gönderilmesine karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 13/3/2015 tarihinde, esas incelemesinin yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular ile başvurunun bir örneği, görüş için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Adalet Bakanlığının 30/3/2015 tarihli yazısında, Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen, başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla erişilen bilgi ve belgeler çerçevesinde olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca (CMK. maddesi ile yetkili) yürütülen soruşturma kapsamında 7/4/2008 tarihinde gözaltına alınmıştır. İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. maddesi ile görevli), 11/4/2008 tarihli ve 2008/49 Değişik İş sayılı kararıyla başvurucunun tutuklanmasına karar verilmiştir. Başvurucu ve diğer yedi şüpheli hakkında, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının (CMK. maddesi ile yetkili) 14/4/2008 tarihli ve E.2008/519 sayılı iddianamesi ile "örgüt faaliyeti çerçevesinde uyuşturucu madde ticareti yapmak" suçunu işledikleri iddiasıyla kamu davası açılmış ve dava, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinin (CMK. maddesi ile görevli) E.2008/123 sayılı dosyasına kaydedilmiştir. Mahkemece, 4/7/2008 tarihli ve E.2008/181, K.2008/181 sayılı karar ile E.2008/181 sayılı dava dosyasının, Mahkemenin E.2008/123 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine, yargılamanın E.2008/123 sayılı dava dosyası üzerinden devam etmesine karar verilmiştir. Mahkemece, 3/12/2009 tarihli ve E.2009/190, K.2009/196 sayılı karar ile E.2009/190 sayılı dava dosyasının, Mahkemenin E.2008/123 sayılı dava dosyası ile birleştirilmesine, yargılamanın E.2008/123 sayılı dava dosyası üzerinden devam etmesine karar verilmiştir. Mahkemece, 31/1/2012 tarihinde başvurucunun tahliyesine karar verilmiştir. Mahkemece, 27/12/2012 tarihli ve E.2008/123, K.2012/339 sayılı karar ile toplam on dört sanık hakkında hüküm kurulmuş, başvurucunun, "suç işlemek amacıyla kurulan örgüte üye olmak" suçundan beraatine, "uyuşturucu madde ticareti yapmak" suçundan 6 yıl 3 ay hapis ve 740,00 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir. Karar başvurucu tarafından temyiz edilmiş olup temyiz incelemesi devam etmektedir. Başvurucu, 15/7/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 26/9/2004 tarih ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkraları, maddesinin (2) numaralı fıkrası; 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesinin (2) numaralı fıkrasının (e) bendi.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/12103
Başvurucu, "uyuşturucu madde ticareti yapmak" suçundan yargılandığı davanın halen devam ettiğini ve yargılamanın makul sürede sonuçlandırılamadığını belirterek, adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüş ve manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
1
Başvuru dilencilik gerekçesiyle ziynet eşyasının mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 25/11/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvuruların kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 15/7/2015 tarihinde İzmir'in Karşıyaka ilçesi 1717 numaralı sokak ile 1719 numaralı sokağın kesiştiği yerde -başvurucunun iddiasına göre- balon satmaktadır. Karşıyaka Belediyesi (Belediye) zabıta memurları ise başvurucunun dilencilik yaptığına dair aynı tarihte bir tutanak düzenlemiştir. Ayrıca başvurucunun üzerinden çıkan yirmi altı çeyrek altın, on iki Cumhuriyet altını, bir bilezik ve 633,30 TL tutarındaki nakit paraya zabıta memurlarınca el konulmuştur. Belediye Encümeni 4/8/2015 tarihinde, dilencilik kabahatini işlediği gerekçesiyle başvurucuya 100 TL tutarında idari para cezası verilmesine ve el konulan altın ile nakit paranın mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar vermiştir. Başvurucu bu işleme karşı 25/7/2015 tarihinde Karşıyaka Sulh Ceza Hâkimliği nezdinde itirazda bulunmuştur. İtiraz dilekçesinde başvurucu, dilencilik yapmadığını ve balon satarak geçimini sağladığını savunmuştur. İtirazı duruşmalı olarak inceleyen Sulh Ceza Hâkimliği tutanak düzenleyicilerini tanık olarak dinlemiş ve 1/10/2015 tarihinde başvurucunun itirazını reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucu ile tutanak düzenleyicisi tanıkların beyanları arasında çelişki bulunduğu ifade edilmiş; tutarlı bulunması ve oluşa uygun olması sebebiyle yeminli tanık anlatımlarına itibar edildiği belirtilerek başvurucunun dilencilik yaptığı kanaatine varıldığı açıklanmıştır. Kararda, el konulan altın ve nakit paranın iadesi yönünden ise olay tutanağı ve tanık anlatımlarına göre başvurucunun görevlilerin uyarılarına rağmen yedi gündür aynı yerde dilencilik yaptığı vurgulanmıştır. Ayrıca başvurucunun daha evvel de dilencilik yaptığı ve bu işi meslek hâline getirdiğine işaret edilerek bu sebeple söz konusu mal varlığının dilencilikten elde edilen gelirle alındığı kabul edilmiştir. Başvurucunun gelir kaynağı olarak dayandığı sigorta kaydının ise -tek başına- fiilî olarak çalışıldığını kanıtlayamayacağı açıklanmıştır. Başvurucunun bu karara karşı yaptığı itiraz ise Karşıyaka Sulh Ceza Hâkimliğince, itiraz edilen karardaki tespitlere ve varılan kanaate atıf yapılarak 6/10/2015 tarihinde reddedilmiştir. Nihai karar 26/10/2015 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 25/11/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 30/3/2005 tarihli ve 5326 sayılı Kabahatler Kanunu'nun maddesi şöyledir:"(1) Kabahatler karşılığında uygulanacak olan idarî yaptırımlar, idarî para cezası ve idarî tedbirlerden ibarettir. (2) İdarî tedbirler, mülkiyetin kamuya geçirilmesi ve ilgili kanunlarda yer alan diğer tedbirlerdir." 5326 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) İdarî para cezası, maktu veya nispi olabilir. (2) İdarî para cezası, kanunda alt ve üst sınırı gösterilmek suretiyle de belirlenebilir. Bu durumda, idarî para cezasının miktarı belirlenirken işlenen kabahatin haksızlık içeriği ile failin kusuru ve ekonomik durumu birlikte göz önünde bulundurulur.... (7) İdarî para cezaları her takvim yılı başından geçerli olmak üzere o yıl için 1961 tarihli ve 213 sayılı Vergi Usul Kanununun mükerrer 298 inci maddesi hükümleri uyarınca tespit ve ilân edilen yeniden değerleme oranında artırılarak uygulanır. Bu suretle idarî para cezasının hesabında bir Türk Lirasının küsuru dikkate alınmaz. Bu fıkra hükmü, nispi nitelikteki idarî para cezaları açısından uygulanmaz. ..." 5326 sayılı Kanun'un maddesinin ilgili kısımları şöyledir:"(1) Kabahatin konusunu oluşturan veya işlenmesi suretiyle elde edilen eşyanın mülkiyetinin kamuya geçirilmesine, ancak kanunda açık hüküm bulunan hallerde karar verilebilir. (2) Mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin karar, eşyanın;a) Kullanılmaz hale getirilmesi,b) Niteliğinin değiştirilmesi,c) Ancak belli bir surette kullanılması,Koşullarından birinin yerine getirilmesine bağlı olarak belli bir süre geciktirilebilir. Belirlenen süre zarfında koşulun yerine getirilmemesi halinde eşyanın mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilir. (3) Mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin karar kesinleşinceye kadar ilgili kamu kurum ve kuruluşu tarafından eşyaya elkonulabileceği gibi; eşya, kişilerin muhafazasına da bırakılabilir. (4) Eşyanın mülkiyeti, kanunda açık hüküm bulunan hallerde ilgili kamu kurum ve kuruluşuna, aksi takdirde Devlete geçer. (5) Eşyanın mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilebilmesi için fail hakkında idarî para cezası veya başka bir idarî yaptırım kararı verilmiş olması şart değildir. (6) Kaim değerin mülkiyetinin kamuya geçirilmesine de karar verilebilir. (7) Mülkiyeti kamuya geçirilen eşya, başka suretle değerlendirilmesi mümkün olmazsa imha edilir. (8) Mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin karar, kesinleşmesi halinde yerine getirilir." 5326 sayılı Kanun'un maddesi şöyledir:"(1) Dilencilik yapan kişiye, elli Türk Lirası idarî para cezası verilir. Ayrıca, dilencilikten elde edilen gelire elkonularak mülkiyetin kamuya geçirilmesine karar verilir. (2) Bu kabahat dolayısıyla idarî para cezasına ve elkoymaya kolluk veya belediye zabıta görevlileri, mülkiyetin kamuya geçirilmesine mülkî amir veya belediye encümeni karar verir. "B. Uluslararası Hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne (Sözleşme) ek 1 No.lu Protokol'ün "Mülkiyetin korunması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Her gerçek ve tüzel kişinin mal ve mülk dokunulmazlığına saygı gösterilmesini isteme hakkı vardır. Bir kimse, ancak kamu yararı sebebiyle ve yasada öngörülen koşullara ve uluslararası hukukun genel ilkelerine uygun olarak mal ve mülkünden yoksun bırakılabilir.Yukarıdaki hükümler, devletlerin, mülkiyetin kamu yararına uygun olarak kullanılmasını düzenlemek veya vergilerin ya da başka katkıların veya para cezalarının ödenmesini sağlamak için gerekli gördükleri yasaları uygulama konusunda sahip oldukları hakka halel getirmez." Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) göre mülkiyetin kamu yararına kullanımının kontrolüne veya düzenlenmesine ilişkin üçüncü kural çerçevesinde incelediği elkoyma ve müsadere tedbirleri, suçla mücadele için etkili ve gerekli bir araçtır (Raimondo/İtalya, B. No: 12954/87, 22/2/1994, §§ 27, 30). AİHM suçtan elde edilen gelirlerin veya mal varlığının müsadere edilmesinin suçla mücadelede caydırıcılığın sağlanması ve suçtan gelir elde edilmemesinin güvence altına alınması yönleriyle kamunun yararına olduğunu kabul etmiştir (Phillips/Birleşik Krallık, B. No: 41087/98, 5/7/2001, § 52). AİHM, gerek Avrupa ortak hukukuna gerekse de evrensel hukuk standartlarına göre yolsuzluk, kara para aklama veya uyuşturucu suçları gibi ciddi suçlar yönünden müsadere için mahkûmiyet kararının gerekli olmadığını vurgulamıştır. İkincisi haksız yere elde edilmiş olduğu varsayılan mülkün meşru kökenini kanıtlama yükümlülüğü kanunla, hukuk davaları da dâhil olmak üzere cezai olmayan müsadereye ilişkin yargılama süreçlerinde muhataplar üzerine de bırakılabilir. Üçüncü olarak müsadere tedbirinin sadece suçtan elde edilen gelirlerle ilgili değil suç gelirlerini dönüştürerek veya bu gelirlerin devri veya karıştırılması yoluyla elde edilen herhangi bir gelir veya dolayı menfaatleri içeren mülkler yönünden de uygulanabileceği belirtilmiştir. Son olarak ise AİHM'e göre müsadere tedbiri, sadece suç isnadında bulunulan şüpheli veya sanıklar yönünden değil söz konusu varlıkların elde edilmesindeki rolünü gizleyen, iyi niyetli olmayan mülk sahibi üçüncü kişiler bakımından da uygulanabilir (Telbis ve Viziteu/Romanya, B. No: 47911/15, 26/6/2018, § 76). AİHM'e göre mülkün kamu yararına kullanılmasının kontrolü kapsamında mülke el konulması hususunda devletlerin geniş bir takdir yetkisi bulunmakla birlikte bu yetkinin devlete tanınması kişilerin mülkünden yoksun bırakılması gibi ağır bir sonuca da yol açmaktadır. Bu nedenle başvurucunun mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin keyfî veya öngörülemez olmaması için bazı usule ilişkin güvenceler öngörülmelidir. AİHM kişilere, keyfî müdahalelerden korunmak amacıyla mülkiyet hakkına müdahale teşkil eden tedbirlerin kanun dışı, keyfî ya da makul olmayan şekilde uygulandığına ilişkin savunma ve itirazlarını sorumlu makamlar önünde etkin bir biçimde ortaya koyabilme olanağının tanınması güvencesinin sağlanması gerektiğini belirtmektedir. Bu değerlendirme ise uygulanan sürecin bütününe bakılarak yapılmalıdır (AGOSI/Birleşik Krallık, B. No: 9118/80, 24/10/1986, § 60; Saccocia/Avusturya, B. No: 69917/01, 18/12/2008, § 89; Dzinic/Hırvatistan, B. No: 38359/13, 17/5/2016, § 68). Bu bağlamda suçtan elde edilen gelirlerin müsadere edilmesinin şikâyet edildiği Denisova ve Moiseyeva/Rusya (B. No: 16903/03, 1/4/2010) kararında, başvurucuların müsadereye ilişkin yargılama sürecine dâhil edilmeyerek müsadere tedbirine yönelik olarak etkili bir şekilde karşı koyabilme imkânının tanınmaması sebebiyle mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin ölçüsüz olduğu sonucuna varılmıştır (Denisova ve Moiseyeva/Rusya, §§ 60-64). Bunun yanında AİHM, müsadere ve elkoyma gibi tedbirlerin ayrıca suça konu menfaat ile orantılı olması gerektiğini belirtmektedir. Nitekim Dzinic/Hırvatistan kararında, elkoyma tedbirinin muhtemel bir müsadereyi güvence altına almak için uygulandığını gözeten AİHM, başvurucunun mülküne el konulması tedbirinin meşru olsa da el konulan mülkün değeri ile karşılaştırılmaksızın uygulanmasını adil dengenin gerekliliklerine uygun olmadığını kabul ederek sonuca varmıştır (Dzinic/Hırvatistan, §§ 67-82). AİHM ayrıca mülk sahibinin davranışları ile kanuna aykırı eylem arasındaki illiyet bağının kamu makamlarınca makul bir şekilde değerlendirilmesini de başka bir güvence ölçütü olarak değerlendirmektedir. Bununla birlikte AİHM; kamu yararının gerektirdiği bazı durumlarda böyle bir ilişki mevcut olmasa dahi elkoyma ve müsaderenin uygulanabileceği gerçeğini yadsımamaktadır. Ancak böyle bir durumda yani elkoyma ve müsaderenin muhakkak uygulanması gerektiği kabul edildiği takdirde özellikle iyi niyetli üçüncü kişiler yönünden eşyanın belirli koşullar dâhilinde iadesi veya bu mümkün olamıyorsa eşya sahibinin zararının tazminine yönelik bir iç hukuk yolunun mevcut olması ölçülülüğün unsurlarından biri olarak değerlendirilmektedir (AGOSI/Birleşik Krallık, §§ 57-61; Vasilevski/Makedonya, B. No: 22653/08, 28/4/2016, §§ 56-60; Sulejmani/Makedonya, B. No: 74681/11, 28/4/2016, §§ 40-44). AİHM bu ilkenin beraat eden mülk sahipleri yönünden de uygulanacağını belirtmektedir (Jucys/Litvanya, B. No: 5457/03, 8/1/2008, § 36). Riela ve diğerleri/İtalya (B. No: 52439/99, 4/9/2001) kararına konu olayda, organize suç örgütlerinin faaliyetleri çerçevesinde elde edildiği gerekçesiyle başvurucuların taşınmazları, araçları ve şirket hisselerinin müsadere edilmesi söz konusudur. AİHM derece mahkemelerinin başvurucuların mali durumlarının özenli bir şekilde analiz edilerek müsadere edilen malların yalnızca başvurucuların kanun dışı kazançlarıyla elde edilebileceği yönündeki değerlendirmelerini dikkate alarak mülkiyet hakkına yapılan müdahalenin takip edilen meşru amaç ile karşılaştırıldığında orantısız olmadığı sonucuna varmıştır. Phillips/Birleşik Krallık kararına konu olayda, başvurucunun uyuşturucu madde ticareti suçundan hapis cezası ile cezalandırılmasına hükmedilmiş; müsadereye ilişkin olarak ayrıca yürütülen davada da gümrük makamlarınca görevlendirilen uzman kişi tarafından düzenlenen rapora istinaden suçtan elde edildiği gerekçesiyle başvurucunun üç yıl içinde 400 İngiliz sterlini ödemesine karar verilmiştir. AİHM başvurucunun altı yıllık bir dönemde uyuşturucu kaçakçılığından gelir elde ettiğini ve bu parayı mal varlığı içinde akladığı yönündeki derece mahkemelerinin değerlendirmelerinin makul olduğunu, başvurucuya yeterli itiraz imkânlarının tanındığını, müsadere usulü çerçevesinde varılan kanaatin ise adil ve savunma hakkına saygılı bulduğunu belirtmiştir. AİHM sonuç olarak müdahalenin bu alanda kamu makamlarına tanınan geniş takdir yetkisi de dikkate alındığında ölçülü olduğu gerekçesiyle mülkiyet hakkının ihlal edilmediğine karar vermiştir (Phillips/Birleşik Krallık, §§ 50-53). Telbis ve Viziteu kararında da AİHM, başvurucuların sanığın yakınlarının mal varlığının suçtan elde edildiği gerekçesiyle müsadere edilmesi hususunda, yolsuzlukla mücadele alanında kamu makamlarına geniş bir takdir yetkisinin bulunduğu ve somut olayda müsadere tedbirinin uygulanmasına karşı başvuruculara etkili bir savunma ve itiraz hakkının tanındığı, derece mahkemelerinin kararlarının da keyfî olmadığı gerekçeleriyle ölçülü bir müdahale olduğu sonucuna varmıştır (Telbis ve Viziteu/Romanya, § 81).
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/18986
Başvuru dilencilik gerekçesiyle ziynet eşyasının mülkiyetinin kamuya geçirilmesine karar verilmesi nedeniyle mülkiyet hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, kamudaki görevine iade edilirken daha önceki üniversitedeki görevine atamanın yapılmaması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 11/3/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlığın görüşüne karşı süresinde beyanda bulunmuştur. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Dahili Tıp Bilimleri Bölümü İç Hastalıkları Ana Bilim Dalında öğretim üyesi olarak görev yapmakta iken 1/9/2016 tarihli ve 672 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Kamu Personeline İlişkin Alınan Tedbirlere Dair Kanun Hükmünde Kararname (672 sayılı KHK) kapsamında kamu görevinden çıkarılmıştır. Başvurucu, kamu görevinden çıkarılma işlemine karşı Olağanüstü Hâl İşlemleri İnceleme Komisyonu'na (Komisyon) başvurmuş, Komisyon 5/9/2018 tarihli kararıyla başvurucunun talebini kabul ederek kamu görevine iadesine karar vermiştir. Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı (YÖK) Yürütme Kurulu 19/9/2018 tarihinde başvurucunun Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Dahili Tıp Bilimleri Bölümü İç Hastalıkları Ana Bilim Dalına atanmasına karar vermiştir. Başvurucu anılan atama işleminin iptali talebiyle Ankara İdare Mahkemesinde (Mahkeme) dava açmıştır. Mahkeme 19/6/2019 tarihinde davanın reddine karar vermiştir. Kararda, 23/1/2017 tarihli ve 29957 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 685 sayılı Olağanüstü Hâl İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname'nin (685 sayılı KHK) "Kararların uygulanması" başlıklı maddesinin birinci fıkrası ile 1/2/2018 tarihli ve 7075 sayılı Olağanüstü Hâl İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun'un maddesinin birinci fıkrasına atıf yapılmıştır. Anılan mevzuatta, kamu görevinden çıkarılan yükseköğretim kurumlarındaki öğretim elemanlarının görevlerine iadesine karar verilmesi durumunda, bu kararın YÖK Başkanlığına bildirileceği ve yeniden atamanın YÖK tarafından gerçekleştirileceği düzenlemelerine yer verildiği ifade edilmiştir. Bununla birlikte YÖK tarafından atamanın Ankara, İstanbul, İzmir illeri dışında ve 2006 yılından sonra kurulan yükseköğretim kurumlarına öncelik verilmek kaydıyla, kamu görevinden çıkarıldığı yükseköğretim kurumu haricinde tespit edilecek yükseköğretim kurumlarından birine önceki kadro unvanlarına uygun olarak on beş gün içinde yapılacağı vurgulanmıştır. Kararda sonuç olarak, değinilen yasal düzenlemeler karşısında başvurucunun Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Dahili Tıp Bilimleri Bölümü İç Hastalıkları Ana Bilim Dalına atanmasının 7075 sayılı Kanun'un emredici ve açık hükmü gereği olduğu belirtilmiştir. Başvurucu tarafından karara karşı istinaf yoluna başvurulmuştur. Ankara Bölge İdare Mahkemesi İdari Dava Dairesi (Bölge İdare Mahkemesi) 19/2/2020 tarihinde kararda usul ve hukuka aykırılık bulunmadığından istinaf başvurusunun kesin olarak reddine karar vermiştir. Başvurucu, nihai hükmü 25/2/2020 tarihinde tebellüğ ettikten sonra 11/3/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk 7075 sayılı Kanun’un maddesinin 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun’un maddesiyle değiştirilmesinden önceki hâliyle (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:" ...Yükseköğretim kurumlarında kamu görevinden çıkarılan öğretim elemanlarına ilişkin kamu görevine iade kararı alınması halinde karar, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına bildirilir. Bunların atama teklifleri; Ankara, İstanbul, İzmir illeri dışında ve 2006 yılından sonra kurulan yükseköğretim kurumlarına öncelik verilmek kaydıyla, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı tarafından kamu görevinden çıkarıldığı yükseköğretim kurumu haricinde tespit edilecek yükseköğretim kurumlarından birine önceki kadro unvanlarına uygun olarak onbeş gün içinde yapılır. Bu fıkra kapsamında yükseköğretim kurumlarına ataması yapılanların kadroları, başka bir işleme gerek kalmaksızın atama işleminin tamamlandığı tarih itibarıyla ihdas edilerek 2/9/1983 tarihli ve 78 sayılı Yükseköğretim Kurumları Öğretim Elemanlarının Kadroları Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye ekli cetvellerin ilgili yükseköğretim kurumlarına ait bölümlerine eklenmiş sayılır... " 7075 sayılı Kanun'un maddesinin 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle değiştirilen (1) numaralı fıkrasının ilgili kısmı şöyledir:"Yükseköğretim Kurulu Başkanlığına bildirilenlerin atama teklifleri; Ankara, İstanbul, İzmir illeri dışında ve 2006 yılından sonra kurulan yükseköğretim kurumlarına öncelik verilmek kaydıyla, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı tarafından kamu görevinden çıkarıldığı yükseköğretim kurumu haricinde tespit edilecek yükseköğretim kurumlarından birine önceki kadro unvanlarına uygun olarak on beş gün içinde yapılır. Kurumlar, bildirim veya atama teklif tarihini takip eden otuz gün içerisinde atama işlemlerini tamamlar. Bu kapsamda yer alan personele ilişkin kadro ve pozisyonlar, ilgililere ilişkin atama onaylarının alındığı tarih itibarıyla diğer kanunlardaki hükümlere bakılmaksızın ve başka bir işleme gerek kalmaksızın ilgili mevzuatı uyarınca ihdas, tahsis ve vize edilmiş sayılır. Söz konusu kadro ve pozisyonlar, herhangi bir şekilde boşalmaları hâlinde başka bir işleme gerek kalmaksızın iptal edilmiş sayılır. Atama emri, ilgili kamu kurum ve kuruluşu tarafından 11/2/1959 tarihli ve 7201 sayılı Tebligat Kanunu hükümlerine göre ilgililere tebliğ edilir. Tebliğ tarihini takip eden on gün içerisinde göreve başlamayanların bu maddeden doğan atanma hakkı ile mali hakları düşer. Kamu kurum ve kuruluşları atama ve göreve başlatma işlemlerinin sonucunu, işlemlerin tamamlanmasını takip eden on beş gün içinde Devlet Personel Başkanlığına bildirirler. İlgililerin kamu görevinden çıkarılmasına ilişkin kanun hükmünde kararname hükümleri, bu fıkrada belirtilen kişiler bakımından tüm hüküm ve sonuçlarıyla birlikte ortadan kalkmış sayılır. Bu kapsamda göreve başlayanlara, kamu görevinden çıkarılma tarihlerini takip eden aybaşından göreve başladıkları tarihe kadar geçen süreye tekabül eden mali ve sosyal hakları ödenir. Bu kişiler, kamu görevinden çıkarılmalarından dolayı herhangi bir tazminat talebinde bulunamaz.” Anayasa Mahkemesinin 30/6/2022 tarihli ve E.2018/137, K.2022/86 sayılı kararıyla, 7075 sayılı Kanun’un maddesinin 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun’un maddesiyle değiştirilen (1) numaralı fıkrasının dördüncü cümlesinin "Ankara, İstanbul, İzmir illeri dışında ve 2006 yılından sonra kurulan yükseköğretim kurumlarına öncelik verilmek kaydıyla, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığı tarafından kamu görevinden çıkarıldığı yükseköğretim kurumu haricinde tespit edilecek yükseköğretim kurumlarından birine..." şeklindeki kısmının Anayasa’ya aykırı olduğuna ve iptaline karar verilmiştir.B. Uluslararası Hukuk Uluslararası hukuk için bkz. Abdulkadir Tuncay (B. No: 2019/35343, 30/3/2022, §§ 19-27) kararı.
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/9103
Başvuru, kamudaki görevine iade edilirken daha önceki üniversitedeki görevine atamanın yapılmaması nedeniyle özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 4/5/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonunca makul sürede yargılanma hakkı dışındaki mülkiyet hakkı ve eşitlik ilkesinin ihlal edildiği iddiası yönünden kısmi kabul edilmezlik kararı verilerek makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddia yönünden başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, hakkındaki yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasıyla 4/5/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuru sonrasında 31/7/2018 tarihli ve 30495 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 25/7/2018 tarihli ve 7145 sayılı Kanun'un maddesiyle 9/1/2013 tarihli ve 6384 sayılı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Yapılmış Bazı Başvuruların Tazminat Ödenmek Suretiyle Çözümüne Dair Kanun'a geçici madde eklenmiştir. 6384 sayılı Kanun'a eklenen geçici maddeye göre yargılamaların uzun sürmesi ve yargı kararlarının geç veya eksik icra edilmesi ya da icra edilmemesi şikâyetiyle Anayasa Mahkemesine yapılan ve bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla Anayasa Mahkemesi önünde derdest olan bireysel başvuruların başvuru yollarının tüketilmemesi nedeniyle verilen kabul edilemezlik kararının tebliğinden itibaren üç ay içinde yapılacak müracaat üzerine Adalet Bakanlığı İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığı (Tazminat Komisyonu) tarafından incelenmesi öngörülmüştür. Anayasa Mahkemesi, daha önceki kararında 6384 sayılı Kanun'un kapsamı, bu Kanun'a göre kurulan Tazminat Komisyonunun yapısı, çalışma esasları ve müracaat usulüne dayanak oluşturan mevzuata yer vermiştir (Ferat Yüksel,B. No: 2014/13828, 12/9/2018, §§ 11-14).
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/7759
Başvuru, yargılamanın makul sürede tamamlanmaması nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tapu siciline güvenilerek satın alınan taşınmazın dava yoluyla tapusunun iptal edilerek orman vasfıyla Hazine adına tescili sebebiyle uğranılan zararın tazmin edilmesi istemiyle açılan davanın zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 8/3/2017 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüş bildirilmesine gerek olmadığını bildirmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1949 doğum tarihli olup İstanbul'da ikamet etmektedir. Başvurucu, İstanbul ili Beykoz ilçesi Poyraz köyünde bulunan 080 m² yüz ölçümlü "tarla" niteliğindeki 102 parsel sayılı taşınmazı 1990 yılında tapuda satış yoluyla devralmıştır. Orman Genel Müdürlüğü, başvurucuya ait taşınmazın orman vasıflı olduğu gerekçesiyle tapusunun iptali ve orman olarak tescili istemiyle 17/1/1994 tarihinde dava açmıştır. Beykoz Asliye Hukuk Mahkemesinin (Mahkeme) 2/11/1994 tarihli kararı ile dava kabul edilmiş ve taşınmazın tapu kaydının iptali ile orman olarak tesciline karar verilmiştir. Temyiz edilen hüküm Yargıtay Hukuk Dairesinin (Daire) 4/4/1995 tarihli ilamı ile onanmış, yapılan karar düzeltme istemi de Daire tarafından 22/9/1995 tarihinde reddedilmiş ve karar kesinleşmiştir. Ancak hüküm infaz edilmemiş ve tapu sicilinde başvurucu malik olarak görünmeye devam etmiştir. Başvurucu, tapuda satın alınan taşınmazın orman vasıflı olduğu kabul edilerek hazine adına tescil edilmesi nedeniyle, 22/11/2001 tarihli ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu hükümlerine göre kayıtların düzeltilerek taşınmazın yeniden adına tescili veya tazminat ödenmesi istemiyle 24/8/2011 tarihinde Orman ve Su İşleri Bakanlığı aleyhinde dava açmıştır. Mahkeme 29/4/2013 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, taşınmazın tapusunun iptaline karar verildiğine ve orman niteliğindeki taşınmazda zilyetlikle mal iktisap edilemeyeceğine vurgu yapılmıştır. Temyiz edilen karar Dairenin 24/12/2013 tarihli ilamıyla bozulmuştur. Kararın gerekçesi özetle şu şekildedir:i. Taşınmazın mülkiyetinin, 4721 sayılı Kanun'un maddesi uyarınca kesinleşen mahkeme kararı sonucunda tapu sicilinden önce kazanılması nedeniyle kuru mülkiyetinin Hazine, kullanım hakkının Orman Yönetimine geçtiğine değinilmiştir.ii. Tapu sicilinin tutulmasından dolayı Devletin objektif sorumluluğu bulunduğuna işaret eden Daire, Orman Yönetimi ve Hazineye husumetin yaygınlaştırılarak taraf teşkili sağlandıktan ve tarafların delilleri toplandıktan sonra uyuşmazlığın esası hakkında karar verilmesi gerektiğini belirtmiştir. Mahkeme bozma kararına uyarak yaptığı yargılama sonunda 21/5/2014 tarihinde davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, taşınmazın tapusunun iptaline karar verildiğine, orman niteliğindeki taşınmazda zilyetlikle mal iktisap edilemeyeceğine ve tazminat talebinin zamanaşımına uğradığına işaret edilmiştir. Kuzey Marmara Otoyolu yol inşaat ve emniyet sahasında kalan başvuruya konu taşınmaz hakkında 14/7/2014 tarihinde 000 TL bedelle başvurucu ve Karayolları Genel Müdürlüğü arasında satın alma tutanağı imzalanmıştır. Anılan hükmün temyizi üzerine Daire, 20/1/2015 tarihinde hükmü bozmuştur. Kararın gerekçesi özetle şu şekildedir:i. Mahkemenin 2/11/1994 tarihli kararı ile taşınmazın başvurucu adına olan tapu kaydının iptaline ve orman niteliğiyle tesciline karar verildiğinden başvurucunun tescil isteminin kesin hüküm nedeniyle reddedilmesi gerektiği belirtilmiştir.ii. Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun (HGK) 18/11/2009 tarihli ve E.2009/4-383, K.2009/517 sayılı ve 16/6/2010 tarihli ve E.2010/4-349, K.2010/318 sayılı ilamlarında vurgulandığı gibi, tapu işlemleri kadastro tespit işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan 4721 sayılı Kanun'un maddesi anlamında Devletin sorumlu olduğuna değinilmiştir.iii. Daire, 4721 sayılı Kanun'un maddesinde düzenlenen sorumluluğun, objektif (kusursuz) sorumluluk olduğuna, 11/1/2011 tarihli ve 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun maddesindeki (22/4/1926 tarihli ve 818 sayılı mülga Borçlar Kanunu'nun maddesi) 10 yıllık genel zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiğine işaret etmiştir. iv. Daire, zamanaşımı süresinin Mahkemenin 2/11/1994 tarihli kararının kesinleşmesinden sonra tapu sicilinden terkin edildiği tarihten başlayacağını, çünkü zararın tapu sicilinden terkin ile gerçekleşeceğini ve hâlen tapu kaydının terkin edilmediğini belirterek zamanaşımı süresinin dolmadığı sonucuna varmıştır. Karar düzeltme istemini kabul eden Daire, 21/11/2016 tarihinde bozma ilamını kaldırarak Mahkemenin ret kararının onanmasına karar vermiştir. Kararın gerekçesi özetle şu şekildedir:i. 4721 sayılı Kanun'un maddesinin ikinci fıkrasında düzenlenen özel hüküm gözetildiğinde tapu kaydının iptaline ilişkin mahkeme kararının kesinleştiği 22/9/1995 tarihi itibarıyla başvuruya konu taşınmazın mülkiyetinin el değiştirerek Hazineye geçtiği ve başvurucunun mülkiyet hakkını kaybettiği belirtilmiştir.ii. Daireye göre, bu hâlde tescil kurucu değil açıklayıcı niteliktedir. Bu nedenle Hazine adına tescilin yaptırılmaması ancak yeni ve gerçek malik olan Hazinenin taşınmazla ilgili herhangi bir tasarruf işlemi yapmasına engel olacak ve mülkiyetin kazanılıp kaybedilmesi yönünden sonuca etkisi bulunmayacaktır.iii. Başvurucunun mülkiyet hakkını mahkeme kararı ile kaybetmesi ile birlikte zararın doğduğu ve 22/9/1995 tarihi itibari ile tazminat alacağının muaccel hâle geldiği gözetildiğinde 6098 sayılı Kanun'un (818 sayılı mülga Kanun'un ) maddesinde yazılı 10 yıllık genel zamanaşımı süresinin 22/9/2005 tarihinde dolduğuna işaret edilmiştir. Nihai karar başvurucu vekiline 6/2/2017 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 8/3/2017 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. A. Ulusal Hukuk Konu hakkında bkz. Yaşar Çoban [GK], B. No: 2014/6673, 25/7/2017, §§ 37- Yargıtay Kararları Yargıtay HGK'nın 18/11/2009 tarihli ve E.2009/4-383, K.2009/517 sayılı kararının ilgili kısımları şöyledir: "...Bu aşamada, kadastro işlemlerinden doğan zararın, tapu sicilinin tutulmasından kaynaklanan zarar kapsamında değerlendirilip değerlendirilemeyeceği hususunun açıklanmasında yarar bulunmaktadır....Davaya konu somut olayda, yapılan kadastro işlemine süresi içinde Hazine adına itiraz etmekle yükümlü olan görevliler üzerlerine düşen görevlerini yapmamışlardır. Tapu işlemleri kadastro tespiti işlemlerinden başlayarak birbirini takip eden işlemler olduğundan ve tapu kütüğünün oluşumu aşamasındaki kadastro işlemleri ile tapu işlemleri bir bütün oluşturduğundan, bu kayıtlarda yapılan hatalardan T.K. 1007 anlamında Devletin sorumlu olduğunun kabulü gerekir.Burada Devletin sorumluluğu kusursuz sorumluluktur. Kusursuz sorumluluk tapu siciline bağlı çıkarların ve ayni hakların yanlış tescili sonucu değişmesi yada yitirilmesi ile bu haklardan yoksun kalınması temeline dayanır. Çünkü sicillerin doğru tutulmasını üstlenen ve taahhüt eden Devlet, gerçeğe aykırı ve dayanaksız kayıtlardan doğan zararları da ödemekle yükümlüdür. Bu itibarla, kadastro görevlilerinin dayanaksız yada gerçek hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemelerini ve taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmalarını da aynı kapsamda düşünmek gerekir. ...Sonuç itibariyle; davacının, Devletin kusursuz sorumluluğundan kaynaklanan bir zararının oluştuğu ve bu zararın tazminini Devletten isteyebileceği, Devletin kadastro işlemlerinden kaynaklanan sorumluluğunun da TMK’nun maddesi kapsamında olması gerektiği, bu nedenle görülmekte olan davanın adli yargıda bakılması gerektiği sonucuna varılmıştır...." Yargıtay HGK'nın 13/6/2018 tarihli ve E.2017/5-2025, K.2018/1189 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir: "...somut olayda 818 sayılı BK’nın maddesinde (6098 sayılı TBK’nın maddesi) öngörülen ve haksız fiil sorumluluğunun tabi olduğu 1 ve 10 yıllık zamamaşımı sürelerinin mi yoksa aynı Kanunun maddesinde (6098 sayılı TBK’nın maddesi) yer alan 10 yıllık genel zamanaşımı süresinin mi uygulanmasının gerektiği, burada varılacak sonuca göre davanın zamanaşımına uğrayıp uğramadığı noktasında toplanmaktadır....Devletin sorumluluğundan söz edebilmek için, tapu sicilinin tutulmasında sicil görevlisinin hukuka aykırı bir işleminin ve bununla zararlı sonuç arasında nedensellik bağının varlığı gerekmekle birlikte, eylemin kusura dayanıp dayanmamasının bir önemi yoktur. Eş söyleyişle, Devletin sorumluluğu, kusursuz bir sorumluluktur....Bununla birlikte Devletin TMK’nın maddesi kapsamında sorumluluğu sınırsız olmayıp, belli bir zamanaşımı süresine tabidir. İşte tam bu noktada kısaca zamanaşımı kavramına ve bu konudaki yasal düzenlemelere değinmekte fayda bulunmaktadır.Özel hukukta teknik bir kavram olan zamanaşımı, bir hakkın kazanılmasında veya kaybedilmesinde Kanunun kabul etmiş olduğu sürenin tükenmesi anlamına gelmektedir. Çekişmelerin bir an önce sonuçlandırılmayıp uzun süre askıda bırakılmasının toplumun barış ve huzurunu bozacağı düşünülerek yargı yoluyla hak aramaya konulan zaman sınırı olarak öngörülen zamanaşımı, bir borcu doğuran, değiştiren, ortadan kaldıran bir olgu olmayıp, doğmuş ve var olan bir hakkın istenmesini ortadan kaldıran bir savunma aracıdır. Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrasında haksız fiilden zarar görenin zararının tazmini istemiyle açacağı davaların bağlı olduğu zamanaşımı süreleri ayrıca düzenlenmiştir.Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun “Müruru zaman” başlıklı maddesinde; “Zarar ve ziyan yahut manevi zarar namıyla nakdi bir meblağ tediyesine müteallik dava, mutazarrır olan tarafın zarara ve failine ittılaı tarihinden itibaren bir sene ve her hâlde zararı müstelzim fiilin vukuundan itibaren on sene mürurundan sonra istima olunmaz…” hükmü yer almaktadır.BK’nın maddesinin birinci fıkrasına göre, tazminat davası açma hakkı zarar görenin, zararı ve haksız eylemi öğrenmesinden itibaren başlayacak ve bir yılda zamanaşımına uğrayacaktır. Burada önemli olan zararı ve tazminat sorumlusunu öğrenmektir.Diğer bir anlatımla, bir yıllık sürenin başlaması için zarar görenin, zarar ile birlikte tazmin borçlusunu da öğrenmiş olması gerekir. Kusur sorumluluğunda failin öğrenilmesi gerekir.Aynı Kanunun “On senelik müruru zaman” başlıklı maddesi ise; “Bu kanunda başka suretle hüküm mevcut olmadığı takdirde, her dava on senelik müruru zamana tabidir.” şeklinde bir düzenleme içermektedir. Anılan maddenin birinci fıkrasında süreler belirlendikten sonramaddenin ikinci fıkrasında ceza dava zamanaşımına yollamada bulunulmuştur.818 sayılı BK’nın 125- (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 146-) maddeleri arasında düzenlenen genel zamanaşımı hükümlerine göre alacak hakkı alacaklı tarafından yasanın öngördüğü süre ve koşullar içinde talep edilmediğinde etkin bir hukuki himayeden, başka bir deyişle dava yoluyla elde edilebilme olanağından yoksun bırakılmaktadır. Zamanaşımına uğrayan alacağın tahsili hususunda Devlet kendi gücünü kullanmaktan vazgeçmekte, böylece söz konusu alacağın ödenip ödenmemesi keyfiyeti borçlunun iradesine bırakılmaktadır. Şu hâlde zamanaşımına uğrayan alacak ortadan kalkmamakla beraber, artık doğal bir borç (Obligatio naturalis) hâline gelmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, alacağın salt zamanaşımına uğramış olması onun eksik bir borca dönüşmesi için yeterli değildir; bunun için borçlunun, kendisine karşı açılmış olan alacak davasında alacaklıya yönelik bir defide bulunması gerekir (HGK’nın 2010 gün ve 2010/8-231 E., 255 K. sayılı kararı). Bu nedenle zamanaşımı hukuki niteliği itibariyle maddi hukuktan kaynaklanan bir defi olup usul hukuku anlamında ise bir savunma aracıdır (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri Usulü, İstanbul 2001, Cilt: 2, s.1761; Von Tuhr. A.: Borçlar Hukuku, I-II, Ankara 1983, Edege çev., s.688 vd.; Canbolat, F: Def’i ve İtiraz Arasındaki Farklar ve İleri Sürülmesinin Hukuki Sonuçları, EÜHF Dergisi, Cilt:III, Sayı:1, s.255 vd.; HGK’nun 2011 gün ve 2010/9-629 E., 2011/70 K. sayılı kararı).Yasada hangi hakların zamanaşımına uğrayacağı, hangilerin uğramayacağı belirli bir sistem hâlinde düzenlenmiş değildir. Mevcut hukuk düzeni ve mevzuata göre, borçlar, ticaret, eşya ve kamu hukukundan kaynaklanmış olsun bütün alacaklar zamanaşımına tabidir. BK’nın maddesine göre özel hukukta aksine bir hüküm bulunmadıkça alacaklar ilke olarak on yıllık zamanaşımına tabidir. 10 yıllık süre ise kusursuz sorumlulukta kanunen sorumlu görülen kişinin öğrenilmesi ile başlar.Yukarıda ifade edildiği gibi TMK’nın maddesi uyarınca Devletin sorumluluğunun objektif-kusursuz sorumluluk hâli olduğunun kabul edildiğine ve bu sorumluluk hâlinin 818 sayılı BK’nın ve devamı maddelerinde düzenlenen haksız fiil sorumluluğu ile ilgisi bulunmadığına göre, aynı Kanunun maddesinde (6098 sayılı BK’nın maddesi) yer alan zamanaşımı kurallarının uygulanma imkânı olmadığı gibi, TMK’nın maddesine dayanılarak açılan davalar için ayrıca zamanaşımı süresinin öngörülmediği dikkate alındığında, 818 sayılı BK’nın maddesindeki (6098 sayılı BK’nın maddesi) 10 yıllık genel zamanaşımı süresinin devletin sorumluluğu için uygulanması gerekir. ...'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 21/12/2015 tarihli ve E.2015/3740, K.2015/12886 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:"...Mahkemece, kadastro tespitinin 1953 yılında yapıldığı, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 12/ maddesine göre 10 yıllık süre içinde tespite itiraz edilmemesi nedeniyle tutanakların kesinleştiği, esasen ortada devletin sorumluluğunu gerektirecek tapu sicilinin yanlış tutulmasından kaynaklanan bir yolsuz tescil durumunun da olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacılar vekili tarafından temyiz edilmiştir.Dava, 4721 sayılı TMK'nın maddesi gereğince açılan tazminat ile tapu iptali ve tescil davasıdır.İncelenen dosya kapsamına, kararın dayandığı gerekçeye göre; çekişmeli taşınmazın kadastro tespitinin 1953 yılında yapıldığı ve davacıların kadastro tespitine itiraz etmemeleri nedeniyle 1963 yılında kesinleşerek davalı gerçek kişiler adına tapu kaydı oluştuğu, bu tarihten itibaren davacıların mülkiyet hakkına dayanarak tazminat isteme haklarının kalmadığı, kaldı ki; TMK'nın maddesine dayanılarakaçılan tazminatdavalarıiçin ayrıca zamanaşımı öngörülmediğinden, 6098 sayılı Borçlar Kanununun (mülga 818 sayılı Borçlar Kanununun ) maddesinde yazılı 10 yıllık genel zamanaşımı süresinin uygulanmasının söz konusu olduğu davada, tespitin kesinleştiği 1963 yılından itibaren 10 yıllık süre içinde dava açılmaması nedeniyle bu sürenin de geçtiği, davalı Hazinenin de zamanaşımı itirazında bulunduğu gözönüne alındığında davanın reddine karar verilmesinde isabetsizlik bulunmadığına göre, davacılar vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile usûl ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA ..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 23/11/2017 tarihli ve E.2016/2493, K.2017/9897 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:"Davacılar vekili, 24/10/2014 havale tarihli dilekçesinde özetle; İzmir ili, Merkez, Narlıdere 156 ada 1406 parsel sayılı taşınmazın müvekkillerin murisi tarafından 1976 yılında satın alındığını, ancak Orman Genel Müdürlüğü tarafından açılan dava sonucu tapu kaydının iptal edilerek, orman sınırları içine alındığını ileri sürerek, fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak suretiyle şimdilik 000,-TL tazminatındava tarihinden itibaren işleyecek faiziyle birlikte davalıdantahsiline karar verilmesini talep etmiştir.Davalı Hazine ise süresinde verdiği cevap dilekçesinde: tapu iptali ve tescil kararınınkesinleştiği tarihten itibarenzamanaşımı süresiningeçtiğiniileri sürmüştür.Mahkemece, davanın 10 yıllık zamanaşımı süresinde açılmamış olması sebebiyle reddine karar verilmiş, hüküm davacılarvekili tarafından temyiz edilmiştir. Dava,TMK'nın maddesi uyarınca açılan tazminat davasıdır. İncelenen dosya kapsamına ve kararın dayandığı gerekçeye göre, İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinin 1981/602 E. - 1983/403 K. sayılıkararının kesinleştiği 28/11/1983 tarihi ile davanın açıldığı 24/10/2014 tarihleri arasında 10 yıllık zamanaşımı süresinin dolduğu anlaşıldığından, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usûl ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA,..." Yargıtay Hukuk Dairesinin 10/5/2018 tarihli ve E.2016/7929, K.2018/3624 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:"...Dava, tapu kaydının mahkeme kararı ile iptal edilmesi nedeniyle uğranılan zararın, 4721 sayılı TMK'nın maddesi uyarınca tazmini istemine ilişkindir.İncelenen dosya kapsamına, kararın dayandığı gerekçeye, Orman Yönetimi tarafından açılan dava sonucu İzmir Asliye Hukuk Mahkemesinin 1999/805 E. - 2001/752 K. sayılı ilamıyla davacıların miras bırakanının maliki olduğu 198 ada 75 parsel sayılı taşınmazın 519 m2 yüzölçümlü kesiminin kesinleşen orman tahdidi içinde kaldığı gerekçesiyle tapu kaydının iptaline ve orman niteliği ile Hazine adına tesciline karar verilerek temyiz edilmeksizin 2001 tarihinde kesinleştiğine, eldeki tazminat davasının ise 2015 tarihinde açıldığına, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun maddesindedüzenlenen 10 yıllık dava açma zamanaşımı süresinin dolduğuna, davalı Hazine süresi içinde zamanaşımı definde bulunduğuna göre yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabetsizlik bulunmadığından hükmünONANMASINA,...'' Yargıtay Hukuk Dairesinin 7/5/2019 tarihli ve E.2019/1461, K.2019/3223 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:"...Dava dilekçesindeki açıklamaya göre dava, 4721 sayılı TMK'nın maddesi gereğince tapu sicilinin tutulmasından kaynaklı tazminat davasıdır.İncelenen mahkeme dosyasına, kararın dayandığı gerekçeye, dava konusu yeniköy 237 parsel sayılı taşınmazın 1969 yılında yapılan kadastro sırasında 14/8/1956 tarih 96 sıra numaralı tapu kaydına dayanarak T. T. adına tespit edildiği, Orman Yönetimi tarafından kadastro tespitine itiraz edilmesi sonucu tapulama mahkemesinin 1982/110 E. - 1985/298 K. sayılı ilamı ile taşınmazın tapuda orman olarak kayıtlı olan taşınmaz sınırları içinde kalması nedeni ile davanın kabulüne, taşınmazın Hazine adına tescil edilmiş ormana ait kaydın müseccel bulunduğu birliğin tapu kütüğüne aktarılmasına karar verildiği, anılan hükmün 23/9/1991 tarihinde kesinleştiği, eldeki davanın 10 yıllık zamanaşımı süresi dolduktan sonra 16/3/2015 tarihinde açıldığı, davalı Hazinenin süresi içinde zamanaşımı definde bulunduğu, davacının tescil talebi açısından ise Tapulama Mahkemesinin kararının orman yönetimi ve tespit malikinin mirasçıları için kesin hüküm oluşturduğu, belirlenerek hüküm kurulmasında bir isabetsizlik bulunmadığına göre, yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddi ile usûl ve kanuna uygun olan hükmün ONANMASINA,..." Bölge Adliye Mahkemesi Kararları İzmir Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin 2018 yılında açılan davaya ilişkin 18/1/2019 tarihli ve E. 2019/52, K.2019/90 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:"...Dava, tapu kaydının yanlış kişi adına tescilinden kaynaklı uğranılan zararın, 4721 sayılı TMK'nın maddesi uyarınca tazmini istemine ilişkindir. Mahkemece davanın zamanaşımı nedeniyle reddinekarar verildiği, hükmün davacılar vekili tarafından istinaf kanun yoluna getirildiği görülmüştür. ...Dava konusu taşınmazın tapu kaydı ve kadastrol tutanaklarının incelenmesinde Mehmet Karakuyu adına 24/12/1979 tarihinde tapuya tescil edildiği görülmüştür. 3402 sayılı kadastro kanunun 12/3 maddesine göre tapulama tutanaklarının kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıl geçtikten sonra kadastrodan önceki hukuki sebeplere dayanılarak itiraz edilip dava açılamaz. ...10 yıllık zamanaşımı süresi içinde TMK 1007 maddesine göre kadastral işlemlere dayanılarak tazminat talep hakkı 18/11/2009 tarihli Yargıtay Hukuk Genel Kurulu içtihatı ile tanınmışsa da gerek kadastro tutanağının kesinleştiği tarihten itibaren 10 yıllık sürenin gerekse Anayasa mahkemesinin 2014/6673 esas sayılı dosyasında belirtilen makul süre bu davada dava tarihi itibariyle geçmiş olduğundan mahkemenin vermiş olduğu karar doğrudur....'' Antalya Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin 25/2/2019 tarihli ve E.2018/606, K.2019/75 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:"...Dava, TMK maddesi uyarınca tapu sicilinin tutulmasından kaynaklı tazminat istemine ilişkindir. İstinaf edilmek suretiyle Dairemiz önüne gelen uyuşmazlık, orman niteliğinde olduğu gerekçesiyle tapusu iptal edilen taşınmaz nedeniyle TMK.nun maddesi uyarınca açılacak davalarda zamanaşımı süresinin bulunup bulunmadığı, varsa bu sürenin başlangıcının zararın oluştuğu tarihten mi yoksa 18/11/2009 tarihli Yargıtay HGK ile yargı yolu açılması sonucu HGK kararından itibaren mi zamanaşımının başlayacağına ilişkindir. Tazminat istemine konu 111 parsel sayılı taşınmaz, Mart 1951 tarih 139, S:64, N:136 sayılı tapu kaydı ve 176 tahrir nolu vergi kaydı dayanak alınarak 40900 m² yüzölçümü ve beyanlar hanesinde '4753 sayılı Kanunun 7nci bölümünün 61, 62, 63 maddelerine göre takyide tabidir' belirtmesi ile Durmuş Göç adına tesbit edilmiş ve itiraz edilmeksizin 04/7/1978 tarihinde kesinleşmekle tapu siciline tescil edilmiştir....Yukarıda belirtilen bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde; hâlen tapu sicilinde muris adına tescilli bulunan 111 parsel sayılı taşınmaz, 4753 sayılı Kanun hükümleri uyarınca oluşan Mart 1951 tarih 136 sıra sayılı tapu kaydı dayanak alınarak 1978 yılında 766 sayılı Kanun hükümlerine göre yapılıp kesinleşen kadastro çalışmaları sonucunda muris Durmuş Köç adına tescil edildiği, Antalya Asliye Hukuk Mahkemesinin 5/6/1985 tarihli 1984/262-350 E.K. sayılı kararı uyarınca Devlet Ormanı sayılan yerlerden olduğu gerekçesiyle tapu kaydının iptaline karar verildiği ve temyiz edilmeksizin hükmün 12/11/1986 tarihinde kesinleştiği, tapu sicilinde terkin işlemi yapılmasa daTMK 705/2 maddesi uyarınca mülkiyetin mahkeme işleminin kesinleştiği 12/11/1986 tarihi itibariyle Hazineye geçtiği, tescilin açıklayacı nitelikte bulunduğu, 10 yıllık zamanaşımının, mülkiyetin geri alınma imkanı olmaksızın yitirilmesi tarihinden itibaren 12/11/1996 tarihinde dolduğu, ancak bu tarih itibariyle bulunan yargısal içtihatların, Devletin tapu sicilinin tutulmasından doğan sorumluluğunun tapu kütüğünün oluşumu sırasında yapılan hataları kapsamadığı yolunda olduğu, Yargıtay HGK'nın 18/11/2009 tarihli kararından sonra Yargıtay içtihadlarının değiştiği veTMK.nun maddesinde öngörülen sorumluluğun kadastro görevlilerinin dayanaksız ya da gerçek hukuksal duruma uymayan kayıtlar düzenlemelerini ve taşınmazın niteliğinde yanlışlıklar yapmalarını da kapsadığının belirtilmesi sonucu tazminat talep etme yolunun açıldığı, bu durumun AİHM de yeni bir iç hukuk yolu oluştuğunun kabul edildiği, 18/11/2009 tarihinden önce zamanaşımı süresi dolmuş bulunan eldeki dava yönünden 4721 sayılı Kanun'un maddesi kapsamında dava açılabilmesi imkanı yönünden Anayasa Mahkemesinin yukarıda belirtilen hak ihlali kararı nazara alınarak makul bir sürenin öngörülmesi gerektiği, davacıların eldeki davayı4/5/2015 tarihinde açtığı, ancak 02 Aralık 1991 tarihli Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü Arazi ve İskan Dairesi Başkanlığının yazısından muris ve dava dışı başkaca kişilere ait taşınmazların mahkeme hükmü nedeniyle iptali nedeniyle Varsak Köyü 1612 parselden arazi tahsisinin 3202 sayılı Kanunun 9/k maddesi uyarınca istendiği, daha sonra mirasçılarca 09/12/2010 tarihli dilekçe ile talebin yenilendiği ve Antalya Valiliği Defterdarlık Milli Emlak Dairesi Başkanlığı Batı Antalya Emlak Müdürlüğü tarafından 3/2/2015 tarihli 2661 sayılı yazı ile Mülga 4753 sayılıKanun kapsamında ödenen bedellere karşılık hak sahiplerine taşınmaz verilmesinin mümkün olmadığı ve ödendiği belgelenecek bedellerin denkleştirici adalet ilkesi doğrultusunda hak sahiplerine iade edilmesinin bakanlık Makamının 1/7/2014 tarihli ve 828 sayılı 'Olur'ları ile uygun görüldüğü bildirildiği belirtilerek dava dışı kişilere bedel ödemesinde bulunulduğu, ancak davacılara bir ödeme yapıldığının bildirilmediği, 3/2/2015 tarihli bildirimden itibaren davanın yaklaşık 2 ay sonra açıldığı, davacıların ve murislerinin arazi tahsisine ilişkin başvuruları yönünden idare yazışmalarının 3/2/2015 tarihine kadar devam ettiği, nihayetinde 3/2/2015 tarihi itibariyle mahkeme kararı ile iptal edilen taşınmazları yerine idarece arazi verilmeyeceğinin anlaşıldığı nazara alınarak 08/11/2009 tarihinden itibarenoluşan iç hukuk yolu itibariyle eldeki davanın makul süre içinde açıldığı ve böylecekamu yararı ile bireylerin mülkiyet hakkının korunması arasında adil bir dengenin kurulabileceği kabul edilerek başvurucu davacılar vekilinin istinaf başvurusunun kabulü ile hükmün kaldırılması ve dava dosyasının ilk derece mahkemesine gönderilmesi yönünde aşağıdaki hüküm kurulmuştur." İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi Hukuk Dairesinin 26/3/2019 tarihli ve E.2018/2019, K.2019/898 sayılı kararının ilgili bölümü şöyledir:"...Dosya kapsamından dava konusu Şileİlçesi, Çayırbaşı köyü 191parsel sayılı taşınmazın davacı adına kayıtlı olduğu, taşınmazınkısmen orman tahdidi içinde olması nedeniyle Orman İdaresi tarafından açılan dava sonucu Şile Asliye HukukMahkemesinin 1995/106 Esas, 2002/8 Karar sayılı ilamı ile taşınmazın 840 m2 lik kısmının tapu kaydının iptali ileorman vasfı ile Hazine adına tesciline karar verildiği, kararın 5/4/2002 tarihinde kesinleştiği, tapunun bedelsiz olarak iptal edilmesi nedeniyledavacının 12/7/2017 tarihinde eldeki tazminat davasını açtığı anlaşılmaktadır. TMK'nın maddesine dayanılarak açılan davalar6098 sayılı Borçlar Kanununun maddesindeki (818 sayılı Kanunun maddesi) 10 yıllık genel zamanaşımı süresinine tabidir. Dosya kapsamına, kararın dayandığı gerekçeye, dava konusu parsele ilişkinŞile Asliye HukukMahkemesinin 1995/106 Esas, 2002/8 Karar sayılı ilamının kesinleştiği 5/4/2002 tarihtenitibaren 10 yıllık zamanaşımı süresinin geçmiş olmasına, yerleşik yargıtay uygulamalarına göre zamanaşamı süresinin iptal kararının kesinleştiği tarihten itibaren başlamasına göre verilen kararusul ve yasaya uygun olduğundan davacı vekilinin istinaf itirazlarının reddine karar vermek gerekmiş, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.''B. Uluslararası Hukuk Konu hakkında bkz. Yaşar Çoban, §§ 41-
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2017/16486
Başvuru, tapu siciline güvenilerek satın alınan taşınmazın dava yoluyla tapusunun iptal edilerek orman vasfıyla Hazine adına tescili sebebiyle uğranılan zararın tazmin edilmesi istemiyle açılan davanın zamanaşımı gerekçesiyle reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, ateşli silahların ve fişeklerin zapt edilmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 3/8/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık görüşünü bildirmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1954 doğumlu olup İstanbul'da ikamet etmektedir. Başvurucu, polis emeklisi olduğunu belirtmektedir. Başvurucunun üç adet tabancası ve bir adet yivli av tüfeği bulunmaktadır. Başvurucunun oğlu S.T. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı emrinde görevli iken olağanüstü hâl döneminde çıkarılan bir olağanüstü hâl kanun hükmünde kararnamesi ile kamu görevinden çıkarılmıştır. Kâğıthane İlçe Emniyet Müdürlüğünce (İdare) 2/6/2017 tarihli yazıyla tabancalarını ve av tüfeğini teslim etmesi başvurucuya ihtar edilmiştir. (İstanbul İdare Mahkemesinin aşağıda zikredilecek kararından anlaşıldığı kadarıyla) İdare İçişleri Bakanlığının 18/7/2016 tarihli ve 3532 sayılı yazısı ile yayımlanan 2016/17 sayılı Genelge'ye dayanmıştır. Söz konusu Genelge, darbeye teşebbüs ve Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) ile bağlantısı bulunması nedeniyle haklarında adli işlem başlatılanlar ile görevden uzaklaştırma tedbiri uygulanan kişilerin silah ve fişeklerinin ruhsat birimince muhafaza altına alınmak üzere teslim alınmasını düzenlemektedir. Genelge'ye göre bu kişilerin eş ve çocukları ve bunlarla aynı çatı altında yaşayan kişiler hakkında da aynı tedbirlerin uygulanması gerekmektedir. Başvurucunun silahlarını teslim etmekle yükümlü kılınmasının nedeni, FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu gerekçesiyle kamu görevinden çıkarılan oğlu ile aynı çatı altında yaşaması olarak gösterilmiştir. Başvurucu, tabancaları ve üç şarjörü 5/6/2017 tarihinde, av tüfeğini de 20/7/2017 tarihinde İdareye teslim etmiştir. Başvurucu 24/8/2017 tarihinde İdarenin zapt işlemine karşı İstanbul İdare Mahkemesinde (İdare Mahkemesi) iptal davası açmıştır. Dava dilekçesinde başvurucu, oğlu ile aynı çatı altında yaşamadığını, oğlunun tutuklu olduğunu ileri sürmüştür. Başvurucu, oğlunun tutuklu olması sebebiyle gelini ve torununun yalnız kalmamak için başvurucunun evinde kaldığını belirtmiştir. Silahların hangi koşullarda zapt altına alınacağının 10/7/1953 tarihli ve 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanun'da düzenlediğini belirten başvurucu, İdarenin işleminin kanuna aykırı olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu ayrıca zapt işleminin suç ve cezaların şahsiliği ilkesini ihlal ettiğini de öne sürmüştür. İdare Mahkemesi 30/1/2018 tarihli kararıyla davayı reddetmiştir. Kararın gerekçesinde, başvurucu ile oğlunun nüfus kayıt örneklerinden aynı adreste oturduklarının anlaşıldığı vurgulanmıştır. Kararda, FETÖ/PDY ile bağlantılı olduğu gerekçesiyle kamu görevinden çıkarılan oğlu ile aynı çatı altında yaşayan başvurucunun ateşli silahlarının zapt altına alınmasında mevzuata aykırılık bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır. Kararda, İçişleri Bakanlığının 2016/17 sayılı Genelgesi'ne yer verilmiş, bunun dışında herhangi bir kanuni dayanak gösterilmemiştir. Başvurucu bu karara karşı İstanbul Bölge İdare Mahkemesi Onuncu İdari Dava Dairesinde (Bölge İdare Mahkemesi) istinaf yoluna başvurmuştur. İstinaf dilekçesinde öz itibarıyla dava dilekçesinde yer alan gerekçeler ileri sürülmüş, ek olarak zapt işleminin kanunlarda düzenlenmeyen fiilî bir müsadereye dönüştüğü belirtilmiştir. Bölge İdare Mahkemesi 16/5/2018 tarihli kararıyla istinaf istemini reddetmiştir. Nihai karar 5/7/2018 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 3/8/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Hukuk)-Mülkiyet Hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/24222
Başvuru, ateşli silahların ve fişeklerin zapt edilmesinin mülkiyet hakkını ihlal ettiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvurular terör nedeniyle hısımlarının yaralanması, ölmesi durumları dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar ve mülkiyet haklarının; ret işlemlerine karşı açılan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvurular muhtelif tarihlerde Anayasa Mahkemesine doğrudan yapılmıştır. Başvuru formları ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde başvuruların Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Başvuruculardan Cemal Çiftçi ve Sadettin Çelik dışında diğer başvurucular, adli yardım isteminde bulunmuş; Birinci ve İkinci Bölüm Komisyonlarınca adli yardım taleplerinin kabulüne karar verilmiştir. Birinci Bölüm ve İkinci Bölüm Komisyonlarınca muhtelif tarihlerde, başvuruların kabul edilebilirlik incelemelerinin Bölümler tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanları tarafından muhtelif tarihlerde, başvuruların kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlığın muhtelif tarihli yazılarında Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarına ve bu kapsamda sunulan görüşlerine atfen başvuru hakkında görüş sunulmayacağı bildirilmiştir. Anayasa Mahkemesi tarafından ekli tablonun A satırında başvuru numaraları belirtilen dosyaların konu yönünden hukuki irtibat nedeniyle 2013/4566 başvuru numaralı dosya ile birleştirilmesine, incelemenin 2013/4566 başvuru numaralı dosya üzerinden yürütülmesine ve diğer bireysel başvuru dosyalarının kapatılmasına karar verilmiştir. A. Olaylar Başvuru formları ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucular terör nedeniyle hısımlarının kaçırıldığını, yaralandığını, öldürüldüğünü beyan etmişler ve bu özel durumlarından kaynaklanan güvenlik kaygısı nedeniyle köylerini terk etmek zorunda kaldıklarını iddia etmişlerdir. Başvurucular, 5233 sayılı Kanun kapsamına giren zararlarının karşılanması talebiyle ekli tablonun C satırında belirtilen tarihlerde Batman Valiliği Zarar Tespit Komisyonuna (Komisyon) başvurmuşlardır. Ekli tablonun D satırında tarih ve sayıları belirtilen Komisyon kararlarında terör olayları sonucu oluşan zararların karşılanması talebiyle yapılan başvurularda dosyalarda yer alan bilgi ve belgeler uyarınca başvurucuların yaşadığı Sason ilçesinin ilgili köylerinin boşaltılmadığından, kişiye yönelik bir tehdit ve saldırı olmadığından bahisle taleplerin reddine karar verilmiştir. Belirtilen ret işlemleri aleyhine ekli tablonun E satırında belirtilen tarihlerde başvurucular tarafından açılan iptal davalarında, ekli tablonun F satırında tarihleri gösterilen Batman İdare Mahkemesi kararları ile başvurucuların yaşadığı yerleşim yerlerinin boşalan ya da boşaltılan yerlerden olmadığı, 1987-2000 yılları arasında ilgili yerleşim yerlerinde geçici köy korucusu ile gönüllü köy korucusu görevlendirildiği ve koruculuk sisteminin bulunduğu, korucu aileleri dışında köyde yaşamın devam ettiği, 1990-2000 yılları arasında köyde muhtarlık seçiminin yapıldığı, ilköğretim okulunun belirli yıllar arasında güvenlik sebebiyle kapalı olduğu ve diğer yıllarda ilköğretim okulunun eğitim ve öğretime açık olduğu, yerleşim yeri halkının bir kısmının güvenlik kaygısıyla da olsa köyden göç etmesinden dolayı uğradığı zararın anılan köyün tamamen boşalmamış olması, diğer bir ifadeyle anılan köyde nesnel güvenlik kaygısının yaşanmamış olması ve başvuruculara yönelik bir terör tehdidi ya da saldırısının bulunmaması nedenleriyle 5233 sayılı Kanun hükümlerine göre idarece karşılanmasına hukuki olanak bulunmadığından bahisle davanın reddine hükmedilmiştir. Başvurucuların temyizi üzerine ekli tablonun G satırında gösterilen tarihlerde Danıştay Onbeşinci Dairesi ilamları ile kararların usul ve hukuka uygun olduğu, dilekçelerde ileri sürülen temyiz nedenlerinin kararların bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmediği belirtilerek hükümlerin onanmasına karar verilmiştir. Başvuruculardan bir kısmı tarafından yapılan karar düzeltme istemi, ekli tablonun H satırında belirtilen tarihlerde Danıştay Onbeşinci Dairesinin ilamları ile reddedilmiştir. Temyiz isteminin ve karar düzeltme isteminin reddi kararları başvuruculara tebliğ edilmiş ve başvurucular muhtelif tarihlerde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk 5233 sayılı Kanun’un , , , , , , geçici , geçici , geçici maddeleri, 24/6/2013 tarihli ve 2013/5034 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı Eki Karar’ın maddesi, Danıştay Onuncu Dairesinin 30/12/2008 tarihli ve E.2008/4141, K.2008/9584 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 31/12/2008 tarihli ve E.2008/5548, K.2008/9733 sayılı kararı, Danıştay Onuncu Dairesinin 20/2/2009 tarihli ve E.2008/6679, K. 2009/1227 sayılı kararı (Celal Demir, B. No: 2013/3309, 6/2/2014, §§ 15-28). 5233 sayılı Kanun’un 25/4/2013 tarihli ve 6462 sayılı Kanun’un maddesiyle değişik maddesinin birinci ve üçüncü fıkraları şöyledir: “Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın;  a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre,  b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar,  c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar,  d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar,  e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında,  Nakdî ödeme yapılır.  …  Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır.”
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/4566
Başvurular terör nedeniyle hısımlarının yaralanması, ölmesi durumları dikkate alınmaksızın 17/7/2004 tarihli ve 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun kapsamında yapılan başvuruların reddedilmesi nedeniyle gerekçeli karar ve mülkiyet haklarının; ret işlemlerine karşı açılan davalara ilişkin yargılama işlemlerinin adil olmaması, makul sürede sonuçlandırılmaması nedenleriyle adil yargılanma haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvurucuların bir kısmı, bireysel başvuru harç ve masraflarını karşılama imkânlarının olmadığını belirterek adli yardım talebinde bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/21977
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucu tarafından gönderilmek istenen ve başvurucuya gönderilen mektupların sakıncalı bulunması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/1/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu,(kapatılan) Malatya Ağır Ceza Mahkemesinin 8/11/2005 tarihli kararı gereğince hükümlü olarak Kocaeli 2 No.lu F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda (İnfaz Kurumu) bulunmaktadır. Başvurucu, içerisinde numaralandırılmış sayfalar bulunan iki mektubu farklı tarihlerde A. isimli kişiye göndermek istemiştir. Yine farklı bir tarihte A. isimli kişi tarafından başvurucuya bir mektup gönderilmiştir. Söz konusu üç mektupta yer alan ifadelerin bir kısmı şöyledir:"... Kongrede ... bilmediği strateji ve program ... delegeler tarafından karara bağlanamaz. ... 2) PKK'nın devrimci ulusal hareket tespitini ... "3K" de resmileştirdiğiniz teorik bilgileri neden k... süreci başladığında alt k...lere indirip tartışmadınız? ... üyelerinizi neden tecrit ettiniz? ... yoldaşlara çağrıda bulunuyoruz ... Hep birlikte bir kez daha p...mizin devrimci sınıf çizgisinden sapan ... 2011 ... Kararıyla 1 ve Kng... kararlarını değiştirmişlerdi, aynı ... 3K'de p3'lerine sunmadıkları teorileri onayladılar. ... KP yolunun darbe yöntemiyle değiştirilmesine sessiz kalana komünist diyemem ... Düşmanı unutmadan, tamamen içte tartışılması gereken konuların ... Kuru ve keskin sloganlarla belli bir yere kadar yol alınabilir ama gerçek devrimci ilerleme sosyal pratikte dökülen ter, fedakarca yürütülen çalışmalar ve ödenen bedeller sayesinde mümkündür..." İnfaz Kurumu Disiplin Kurulu Başkanlığı (Disiplin Kurulu) tarafından sırasıyla 19/9/2014, 27/10/2014 ve 3/12/2014 tarihlerinde verilen sakıncalı mektup değerlendirme kararlarıyla söz konusu mektupların başvurucuya verilmemesine ya da muhatabına gönderilmemesine karar verilmiştir. Kararların gerekçesinde, mektuplar vasıtasıyla örgütsel iletişim kurulduğu, talimatlar verildiği ve örgüt propagandası yapılmaya çalışıldığı belirtilmiştir. Başvurucu tarafından Disiplin Kurulu kararlarına karşı Kocaeli İnfaz Hâkimliğine (İnfaz Hâkimliği) yapılan itirazlar sırasıyla 13/11/2014, 23/12/2014 ve 26/12/2014 tarihli kararlarla reddedilmiştir. Kararların gerekçesinde; mektup içeriklerinde Maoist Komünist Parti (MKP) terör örgütüne ait bazı kararların ve açıklamaların yer aldığı, terör örgütünde meydana gelen ayrılıklarla ilgili eleştiri ve tavsiyelerin bulunduğu belirtilmiştir. Kararlarda, örgütsel haberleşmenin yasa dışı faaliyetlerin yürütülmesine ve devamına yönelik her türlü haberleşme olarak kabul edilmesi gerektiği vurgulanarak mektuplarda yer alan ifadelerin de örgütsel haberleşmeye imkan sağladığı sonucuna ulaşılmıştır. Başvurucu tarafından İnfaz Hâkimliğinin kararlarına karşı Kocaeli Ağır Ceza Mahkemesine yapılan itirazlar sırasıyla 21/12/2014, 15/1/2015 ve 20/1/2015 tarihli kararlarla reddedilmiştir. Kararların gerekçesinde, İnfaz Hâkimliği tarafından verilen kararlarda yer alan gerekçelerin uygun görüldüğü belirtilmiştir. Nihai kararlar sırasıyla 5/1/2015, 22/1/2015 ve 29/1/2015 tarihlerinde başvurucuya tebliğ edilmiştir. Başvurucu 30/1/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Anayasa Mahkemesi daha önceki kararlarında hükümlü ve tutukluların gönderdiği veya kendilerine gönderilen mektupların denetlenmesine dayanak oluşturan mevzuata yer vermiştir (Ahmet Temiz, B. No: 2013/1822, 20/5/2015, §§ 16-20).
Özel hayatın ve aile hayatının korunması hakkı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/2374
Başvuru, ceza infaz kurumunda hükümlü olarak bulunan başvurucu tarafından gönderilmek istenen ve başvurucuya gönderilen mektupların sakıncalı bulunması nedeniyle haberleşme hürriyetinin ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, gözaltında işkence yapılması nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun; eylemlerin sorumlusu olan kamu görevleri hakkında yürütülen yargılamanın 11 yıl sürmesi ve yargılama sonucunda 10 ay hapis cezasına hükmedilip hükmün açıklanmasının geri bırakılması nedenleriyle de işkence ve kötü muamele yasağının usul boyutu ile adil yargılanma, eşitlik ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru, 13/3/2013 tarihinde Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde belirlenen eksiklikler tamamlatılmış ve başvurunun Komisyona sunulmasına engel teşkil edecek bir eksikliğinin bulunmadığı tespit edilmiştir. Birinci Bölüm Üçüncü Komisyonunca 28/2/2014 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından 5/6/2015 tarihinde, başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına ve başvuru belgelerinin bir örneğinin görüş için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmesine karar verilmiştir. Başvuru konusu olay ve olgular 5/6/2015 tarihinde Bakanlığa bildirilmiştir. Bakanlığın yazılı görüşü 13/7/2015 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunulmuştur. Bakanlık görüş yazısı, başvurucuya 21/7/2015 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanda bulunmamıştır. A. Olaylar Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ve UYAP aracılığıyla ulaşılan bilgi ve belgeler çerçevesinde ilgili olaylar özetle şöyledir: Gözaltı Süreci Başvurucu, Mardin Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi görevlilerince terör örgütüne yardım ettiği suçlamasıyla 5/3/2002 tarihinde gözaltına alınmıştır. 6/3/2002 tarihinde PKK terör örgütüne kuryelik yaptığı iddiasıyla Mardin Emniyet Müdürlüğünde ifadesine başvurulan başvurucu ifade vermek istemediğini beyan etmiştir. Başvurucu aynı iddia kapsamında 7/3/2002 tarihinde Cumhuriyet Savcısı huzuruna çıkarılmış ve kendisinin ifadesine başvurulmuştur. Başvurucu aynı gün sevk edildiği mahkemece tutuklanmıştır. Soruşturma ve Kovuşturma Kapsamında Alınan İfadelera. Başvurucunun İddiaları Başvurucu Cumhuriyet Savcısı tarafından alınan 7/3/2002 tarihli ifadesinde, adını bilmediği bir suçtan dolayı Kızıltepe cezaevinde tutuklu bulunan kocasının yeni tahliye olduğunu, H.E. ve S.E. adlı şahısları tanımadığını, H.E.ye muska içinde veya başka bir şekilde not vermediğini, suçlamaları kabul etmediğini, emniyette işkence gördüğünü, görevlilerin sırtına vurduklarını, üzerine buzlu su döküp pervaneyi çalıştırdıklarını, yatağa giderken de üzerine buz sürdüklerini, dört beş kişinin bağrına vurduğunu, bunlar yapılırken gözlerinin kapalı olduğunu belirtmiştir. Başvurucunun iddiaları nedeniyle Savcılık tarafından 7/3/2002 tarihli tutanak tutularak -alınan ifade tutanağının bir suretinin de tutanağa eklenmesi suretiyle- görevliler hakkında soruşturma başlatılmıştır. Başvurucu ile Cezaevinde görüşen avukatları, yaptıkları görüşmenin akabinde 15/5/2002 tarihinde, gözaltında bulunduğu sırada başvurucuya “ırza geçme” suçunun işlendiği iddiası ile Mardin Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuşlardır. Belirtilen avukatlar, suç duyurusuna ilişkin dilekçede başvurucu ile 5/4/2002 tarihinde cezaevinde görüştüklerini, bu görüşmede başvurucunun birtakım gerçekleri gizlediğini anladıklarını, 7/3/2002 tarihinde verdiği iki ayrı ifadede gözaltında maruz kaldığı gayriinsani ve onur kırıcı muameleyi anlatırken yaşadığı cinsel işkenceyi de “… bana küfür ederek benim mahrem yerlerime elleriyle dokundular, örneğin göğüslerimi sıktılar…” şeklinde aktardığını, gözaltında iken kadın polis memuru tarafından makatından cop sokularak ırzına geçildiğini, bu eylemin ardından kanamasının başladığını ve hastaneye götürüldüğünü anlattığını, şikâyetçi olduğunu söylediğini ifade etmişlerdir. 17/5/2002 tarihinde Cumhuriyet Savcısı tarafından başvurucunun tercüman yardımıyla ve şikâyetçi sıfatıyla ifadesi alınmıştır. Başvurucu bu ifadesinde, gözaltında olduğu süre içinde bir kadın polis memurunun, (başvurucunun) kocasının karşısında makatına cop soktuğunu, ardından kanamasının başladığını ve bayılıp yere düştüğünü, bunun üzerine hastaneye götürüldüğünü, bilincini kaybettiği için doktorun ne yaptığını hatırlamadığını, Savcılıktaki ifadesinde bu olayı utandığı için anlatmadığını, Diyarbakır Adli Tıp Şube Müdürlüğüne sevk edildiğinde adli tabibin sadece koltuk altlarına baktığını, bunun dışında başka yerine bakmadığını, muayene sırasında doktora bu şikâyetini de söylediğini ancak doktorun muayene etmediğini, maruz kaldığını iddia ettiği diğer kötü muameleleri önceki ifadesinde anlattığını belirtmiştir. Başvurucunun avukatları tarafından Mardin Ağır Ceza Mahkemesine sunulan 13/6/2003 tarihli dilekçe ile başvurucu hakkında yetersiz rapor düzenlediklerini ve bu nedenle görevlerini gereği gibi yapmadıklarını iddia ettikleri doktorlar hakkında soruşturma başlatılmasını, başvurucunun psikolojik durumunun tespitine yönelik rapor aldırılmak üzere İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Psikososyal Travma Merkezine sevkini, sanıklardan H.Ş.P. hakkında ayrıca ırza geçme suçundan soruşturma başlatılmasını talep etmişlerdir. Başvurucu kovuşturma aşamasındaki beyanında, eşi ile birlikte Mardin Emniyet Müdürlüğüne götürülmek üzere araca bindirildiğini, Emniyet Müdürlüğüne yaklaştıkları esnada kendisinin yüzünü eşarpla bağladıklarını, eşinin ise başına ceket geçirildiğini, tekme ve tokat vurulmak suretiyle Emniyet binasına alındıklarını, nezarethaneye girer girmez başına bez torba geçirildiğini, üzerindeki elbiselerin tamamen çıkarıldığını, bu şekilde vücuduna tazyikli su sıkıldığını ve darp edildiğini, makatına cop sokulmaya çalışıldığını, baygınlık geçirdiğini, gözlerini hastanenin acil servisinde açtığını, makat ve genital bölgesinden kan geldiğini fark ettiğini, her iki koltuk altında ve omuzlarında ağrı ve şişlikler olduğunu, ayaklarında ıslak çoraplar olduğunu, ayak tabanlarının şiştiğini, baş ucunda H.Ş.P. ve B.U. adlı sanıkların bulunduğunu, bu sırada ve hatta gözaltında bulunduğu süre zarfında hiçbir doktorun kendisini muayene etmediğini, ikinci gün de ilk gün olduğu gibi üzerine su sıkıldığını, soğuk klimanın önünde oturtulduklarını, devlet hastanesindeki doktora kendisini sorgulayan polislerin nezaretinde götürüldüğünü ve muayene esnasında da yanlarında bulunduklarını, doktora derdini Kürtçe anlatmaya çalıştığını, doktorun Kürtçe bilmediğini, polislerin de kendisini ifade etmesine engel olduklarını daha sonra Cumhuriyet Savcısı huzuruna çıkarıldığını, baygınlık geçirmesi üzerine tekrar hastaneye götürüldüğünü, sonrasında tekrar Cumhuriyet Savcısı huzuruna çıkarıldığını, ardından sorguya sevk edildiğini ve tutuklandığını, cezaevine götürülürken polislerden birinin saçından tuttuğunu, tekme attığını, cezaevinin giriş kapısından içeri girerken tekmelendiğini ve düştüğünü, ağzından ve burnundan kan geldiğini, Cumhuriyet Savcısının cezaevine gelerek ifadesini aldığını, ertesi sabah cezaevi aracı ile Diyarbakır’a doktora (Adli Tıp Kurumuna) gönderildiğini, vücudunda meydana gelen yaralar ile ilgili Diyarbakır’daki doktorun belden yukarısını soymak suretiyle muayene ettiğini, makat ve genital organı ile ilgili şikâyetlerinin kadın doğum uzmanı tarafından muayene edilmesi gerektiği gerekçesiyle muayene edilmediğini, bazı hususları utandığı için önceki ifadelerinde anlatamadığını ifade etmiştir.b. Sanık Savunmaları Sanık N.E., Cumhuriyet Savcısına vermiş olduğu 28/3/2002 tarihli savunmasında, nezarethane görevlisi olduğunu, başvurucu ilk geldiğinde kalbi ve böbreğinden rahatsız olduğunu söylediğini, bunun üzerine büro amiri olan diğer sanık B. tarafından nezarethane kapısının açık bırakılması ve sürekli olarak gözlenmesi için görevlendirildiğini, başvurucunun kendisini iki defa yataktan yere attığını, durumu büro amirine bildirdiklerini ve doktor raporuna sevk edildiğini, burada konversiyon (stres, kaygı, üzüntü vb. psikolojik bulguların fizyolojik olarak dışa vurulması) teşhisi konularak geri gönderildiğini, kimseyi tanımadığını ve hiçbir evraka imza atmayacağını söylediğini, herhangi bir işlem için nezarethanede çıkarılmak istendiğinde kendisini yere attığını, tüm işlemlerin nezarethaneye girilmek suretiyle yapılmaya çalışıldığını, başvurucuyu zorlama gibi bir kasıtları olsa imza ya da parmak izi vermeye de zorlayabileceklerini, bunun yerine imzadan kaçındığının tutanaklarda belirtildiğini, suçlamaları kabul etmediğini ifade etmiştir. Sanık A.Ö., Cumhuriyet Savcısına vermiş olduğu 28/3/2002 tarihli savunmasında, başvurucu nezarete alındıktan sonra sorgu için getirilmesini istediğini, bayılma numarası yapar şekilde ifade alma odasına görevlilerin yardımı ile getirildiğini, kimlik bilgilerini aldığını, kısa özgeçmişini sorup atılı suçlamayı anlattığını, ifade vermek istemediğini söylediğini ve buna ilişkin tutanağı da imzalamadığını, yine görevlilerin yardımı ile nezarethaneye götürüldüğünü, parmak izi ve fotoğraf çekimi için çıkarılmak istenildiğinde aynı şekilde bayılma numarası yaptığını, görevlilerin koltuk altlarından tutarak nezarethaneye götürdüklerini, bu işlemlerin nezarethanede yapıldığını, teşhis tutanağı tutulurken başvurucunun, kocasını dahi tanımadığını söylediğini, yine bu işlemler sırasında da rahatsızlığını ileri sürerek imzadan imtina ettiğini, böbreklerinin ağrıdığını söylemesi üzerine büro amiri tarafından doktora sevk edildiğini, orada konversiyon teşhisi konulduğunu, o tarih itibarıyla ellerinde başvurucu hakkında yeterli delil bulunduğunu, kötü muamele yapıldığına ilişkin iddiaların asılsız olduğunu beyan etmiştir. Sanıklardan B., kovuşturma aşamasındaki savunmasında, olay tarihi itibarıyla Terörle Mücadele Şubesinde “sağ sol bölücü büro amiri” olarak görev yapmakta olduğunu, 4/3/2002 tarihinde S.E. isimli şahsın kapalı cezaevinde hükümlü bulunan kocasını ziyareti esnasında yapılan üst aramasında PKK terör örgütüne ait dokümanlar ele geçirildiğini, bu kişinin yapılan mülakatında dokümanları kayınvalidesi H.E.den aldığını, onun da PKK terör örgütü üyesi olmak suçundan tahliye edilmiş olan A.A. isimli şahsın eşi H.A.dan (başvurucudan) aldığını beyan ettiğini, bunun üzerine başvurucu ve eşi A.A.nın yakalandıklarını; gözaltına alınma sebebi, isnat edilen suç ve yasal hakları görevlilerce anlatılırken başvurucunun kendisini yere attığını, görevlilerin yardımı ile yerden kaldırıldıktan sonra bu davranışının sebebi sorulduğunda kalbinden ve böbreklerinden rahatsız olduğunu, ayakta duramadığını ve bu rahatsızlıklarından dolayı tedavi görmediğini beyan ettiğini, bunun üzerine yine koltuk altlarından tutulmak suretiyle Mardin Devlet Hastanesine gönderildiğini, şikâyetleri ile ilgili herhangi bir talepte bulunmadığını, yeniden emniyet müdürlüğüne getirildiğinde hasta olduğu yönündeki şikâyetlerinin devam etmesi üzerine iki kişilik nezarethaneye alındığını, kapısı açık bırakılarak diğer sanıklardan H.Ş.P.nin gözetimine bıraktığını, bir iki saat dinlendikten sonra soruşturma kapsamında ifadesini almak istediklerinde, başvurucunun odadan çıkmadığını, yataktan kalkmadığını, bunun üzerine yakalanan dokümanlarla ilgili nezarethanede soru sorduklarını, bundan sonra başvurucunun 6/3/2002 günü saat 30’a kadar nezarethanede yalnız olarak istirahatının sağlandığını, anılan saat itibarıyla başvurucunun ifadesi alınmak üzere koltuk altlarından tutularak sorgu odasına götürüldüğünü, başvurucunun kimlik bilgileri haricindeki hiçbir soruya yanıt vermediğini, yapılan işlemlerin saat saat tutanağa bağlandığını, başvurucunun tutanakları imzalamadığını, yüzleşme işleminde de başvurucunun eşi dahil diğer tüm şüphelileri tanımadığını beyan ettiğini, parmak izi ve fotoğraf çekme işlemleri için başvurucunun başka birime götürülmek istendiğinde de direndiğini ve bu işlemlerin nezarethanede yapıldığını, nezarethane görevlisinin başvurucunun kendisini birkaç defa yere attığını söylemesi üzerine 6/3/2002 günü saat 30 sıralarında başvurucuyu yeniden hastaneye gönderdiğini, burada başvurucuya konversiyon teşhisi konulduğunu, 7/3/2002 tarihinde diğer şüphelilerle birlikte Cumhuriyet Başsavcılığına sevk edildiğini, sorgu için Mahkemeye sevk edildiğinde de görevlilerin başvurucuyu koltuk altlarından tutmak suretiyle götürdüklerini, tutuklama kararından sonra başvurucunun “hastalığının” geçtiğini ve kendi başına yürümeye başladığını, gözaltı sürecinden tutuklanmasına kadar başvuruya hiçbir şekilde işkence veya kötü muamele niteliğinde bir eylemde bulunulmadığını, başvurucu ile ilgili soruşturmanın elde edilen örgüt dokumanı ile ilgili olduğunu, bunun haricinde başka bir suç yükleme gibi bir amaçlarının olmadığını ifade etmiştir. Sanık B.U., kovuşturma aşamasındaki savunmasında, olayın meydana geldiği tarihte terörle mücadele şubesinde görevli olduğunu; başvurucu, onun eşi ve diğer şüpheli şahısların gözaltındayken ifadelerinin alınması ve diğer işlemlerde ekiple birlikte görev yaptığını, Kürtçe bildiğinden başvurucu için tercümanlık da yaptığını, başvurucunun gözaltı süresi boyunca sürekli şubede kalmadığını, bulunduğu süre zarfında kendisi veya diğer görevliler tarafından başvurucuya kötü muamele ya da işkence boyutuna varan herhangi bir uygulama ve davranış sergilenmediğini beyan etmiştir. Sanık H.Ş.P., kovuşturma aşamasındaki savunmasında, Terörle Mücadele Şubesinde idari hizmetler sınıfında polis memuru olarak çalışmakta olduğunu, olay tarihinde de bu görevi yürüttüğünü, gözaltına alınan başvurucunun ve diğer şüpheli iki kadının üst aramasını yapmak üzere görevlendirildiğini, ayrıca başvurucunun kalp ve böbrek rahatsızlığı olduğunu, bu nedenle nezarethanede kendisine göz kulak olmasının istendiğini, kendisinin de görevde kaldığı süre içerisinde mesaiye bağlı olarak ayrıca ihtiyaç duyulduğunda mesaiye riayet etmeksizin ekiple birlikte çalıştığını, başvurucuya gözetimi altında kaldığı süre içerisinde herhangi bir kötü muamelede bulunmadığını, iddianame ile başvurucunun iddiaları arasında yer alan hususların doğru olmadığını, başvurucunun kilolu bir bayan olduğunu, konulduğu nezarethaneden sorgu odasına ve ifade odasına götürmek için her defasında değişik görevliler tarafından koluna girilmek suretiyle götürüldüğünü, kendisinin de bu anlamda görevlilere yardım ettiğini, kendisini yere attığı için başvurucuyu yürütmekte zorlandıklarını beyan etmiştir.c. Tanık Anlatımları ve Diğer Tespitler Başvurucunun gözaltı çıkış muayenesini yapan Mardin Devlet Hastanesinde görevli uzman doktor, 22/5/2002 tarihinde Cumhuriyet Savcısı tarafından tanık sıfatıyla alınan ifadesinde 7/3/2002 tarihli rapor altında bulunan imzanın kendisine ait olduğunu, başvurucuyu hatırladığını, şahsın elbiselerinden tecrit ederek muayene ettiğini, sırtına ve göğsüne baktığını, herhangi bir “şiddet arazı” veya ekimoza rastlamadığını ayrıca şahsa herhangi bir şikâyeti olup olmadığını sorduğunu, sağ tarafının kaburgalarının alt kısmını göstererek ağrıdığını söylediğini, gösterdiği yerde herhangi bir darp cebir izi tespit etmediğini, safra kesesinden kaynaklanabileceğini düşündüğünü, raporu da bu şekilde düzenlediğini beyan etmiştir. Raporlar arası çelişkinin nedeni sorulduğunda, kendi düzenlediği raporun doğru olduğunu, muayene ettiği sırada şahısta herhangi bir darp ve cebir izi bulunmadığını, daha sonra olmuş ise de bununla ilgili bir bilgisinin bulunmadığını ifade etmiştir. Tanık A.H., kovuşturma aşamasında alınan ifadesinde, ifade tarihi itibarıyla 12 yıldır Mardin Devlet Hastanesinde genel cerrah olarak görev yaptığını, emekli olduğunu, başvurucuyu muayene edip etmediğini hatırlayamadığını, sorulan bu raporun kendisi tarafından düzenlenmiş bir rapor olduğunu, Türkçenin yanı sıra Arapça ve Kürtçe bildiğini, ifade tutanağındaki imzadan emin olmadığını, ifadeye çağrıldığını veya ifade verdiğini hatırlamadığını beyan etmiştir. Tanık , kovuşturma aşamasında alınan ifadesinde, ifade tarihi itibarıyla dört yıldır Mardin Devlet Hastanesinde pratisyen hekim olarak görev yaptığını, başvurucuyu yüzünden tanıyamadığını ancak olayı ve adli rapor tanzim edilmesini hatırladığını, Emniyet Müdürlüğünden getiren bir şahsın baygınlık sebebiyle acil servise getirildiğinin bildirildiğini, şahsın gözaltı giriş-çıkış raporu için getirilmediğini, acil servisin cerrahi müdahale odasında hemşire ile beraber muayene perdesi ve odanın kapısı kapatılmak sureti ile muayenenin yapıldığını, başvurucunun sedye üzerinde yerinde duramadığını, gergin bir şekilde sağa sola kendini atmak için hamleler yaptığını, ismini hatırlayamadığı bir hastane görevlisinin yardımı ile başvurucunun tansiyonunu ölçtüğünü, kalbini ve akciğerini dinlediğini, giysilerini göğüs kısmını kadar sıyırıp çoraplarını çıkarttığını, nörolojik inceleme için ayak tabanını çizdiğini, kalp krizi ya da herhangi bir organik hastalık bulgusuna rastlamadığını, sakinleştirici enjeksiyon yapıp yapmadığını hatırlamadığını, başvurucu ile yanındaki hemşire vasıtasıyla iletişim kurduğunu, başka bir hastalığı olup olmadığını sorduğunu, başvurucunun olumsuz manada kafasını salladığını, genital bölge ile ilgili şikâyeti bulunmadığından bu bölgeyi muayene etmediğini, herhangi bir kan geldiğini görmediğini, konversiyon teşhisinin bir ön tanı olduğunu, soruşturma aşamasındaki ifadesinde geçen başvurucuyu tamamen soyarak muayene ettiğine dair kısmın yanlış olduğunu beyan etmiştir. Tanık Ç., kovuşturma aşamasında alınan beyanında, yaptığı muayeneyi hatırladığını, Mardin Devlet Hastanesi acil servisinde pratisyen hekim olarak görevli olduğu sırada görevlilerce getirilen başvurucuyu acil servis içerisindeki müdahale odalarından birine aldığını, yanında görevi hemşire olduğunu, görevlileri dışarı çıkardığını, hastanın konuşmakta zorlandığını, sadece ağrıları olduğunu söylediğini, kendisinin de normal muayenesini yaptığını, önce bacaklarına ve ayaklarına baktığını, çoraplarını çıkardığını, sonra vücudun üst kısmındaki elbiseleri omuz başlarına kadar yukarı kaldırttığını, kollarını açık bırakacak şekilde muayene sonrasında her iki koltuk altından dirsekten iç kısma kadar yaygın ekimozlar gördüğünü, ayak tabanlarında hafif ödem ve hassasiyet tespit ettiğini, yüzünün bir tarafında şişlik olduğunu, rapor içeriğinin doğru olduğunu ve imzanın kendisine ait olduğunu ifade etmiştir. Tanık R.Y., kovuşturma aşamasında alınan beyanında, olayın meydana geldiği tarihte cezaevinde görevli ve nöbetçi olduğunu, getirilen tutukluları ve içlerinde başvurucunun olup olmadığını hatırlayamadığını, başvurucuyu tanımadığını, ifade tarihi de içinde olmak üzere 12 yıldır Mardin Cezaevinde görev yaptığını, getirtilen tutukluların cezaevinde dövülmesi olayına tanık olmadığını ifade etmiştir. Tanık Z.A., kovuşturma aşamasında alınan beyanında, başvurucuyu tanımadığını, başvurucunun tutuklandığı tarihte cezaevinde nöbetçi olarak görev yaptığını, aradan geçen sürenin uzunluğu ve her gün çok sayıda tutuklu hükümlü geliş gidişi olması nedeniyle 7/3/2002 tarihinde başvurucunun nasıl ve ne şekilde getirildiğini hatırlamasının mümkün olmadığını ifade etmiştir. Tanık R.S., kovuşturma aşamasında alınan beyanında, Mardin Emniyet Müdürlüğü Olay Yeri İnceleme ve Kimlik Tespit Şube Müdürlüğünde polis memuru olarak görev yaptığını; anılan Şubenin, mahkeme heyetince keşif yapılan Mardin Emniyet Müdürlüğü binasının ikinci katında olduğunu, nezarethane ile merdiven bağlantısı bulunduğunu, olay günü mesai bitimine yakın bir saatte Terörle Mücadele Şube Müdürlüğünde görevli memurların, nezarethanede parmak izi alacaklarını ve fotoğraf çekeceklerini söyleyerek ellerinde resmî yazı ve yanlarında ikisi kadın biri erkek, üç kişi ile geldiklerini, resmî yazıda ise dört kişinin belirtildiğini, birinin nerede olduğunu sorduğunu, görevlilerin şahsı getiremediklerini, nezarethanede yattığını, işlemleri orada yapıp yapamayacağını sorduklarını, kendisinin fotoğraf makinesiyle parmak izi formları ve buna bağlı malzemeleri alarak nezarethanenin iki numaralı odasında bulunan kadının sırt üstü yatmakta olduğunu gördüğünü, önce yatar vaziyette parmak izi almaya çalıştığını ancak alamadığını, şahsa oturması gerektiğini söylediğini ancak dilinden anlamadığı için durumu dilini bilen memurlar vasıtasıyla anlattığını, buna rağmen şahsın yerinden kalkmadığını, gözlerinin sürekli kapalı olduğunu, polis memurları B.U. ve H.Ş.P. yardımıyla başvurucunun oturma pozisyonuna getirildiğini, ilk parmak izinden sonra parmaklarını yumup kolunu kendisine doğru kastığını, tüm bunlara rağmen parmak izini aldığını, fotoğraf makinesi ile fotoğrafını çektiğini, işini bitirdikten sonra ayrıldığını, kendisi orada bulunduğu sırada nezarethanede görevli memurların herhangi bir kötü davranış ve sözlerine tanık olmadığını aktarmıştır. Tanık G., kovuşturma aşamasında alınan beyanında, başvurucunun köylüsü olduğunu, başvurucu tutuklanıp tahliye olduktan 1 ila 1,5 ay kadar sonra kendisini Kızıltepe Emniyet Müdürlüğünden çağırdıklarını, Türkçe bilmemesi nedeniyle kendisine eşlik etmesinin istendiğini, orada başvurucuya ırza geçme iddiası konusunda baskı görüp görmediği ve şikâyetinin devam edip etmediğine ilişkin sorular sorulduğunu ifade etmiş -ayrıca ifadesinin başında söylemeyi unuttuğunu belirterek- müdüriyet binasına girerken başvurucuya niçin şikâyetçi olduğunu sorduğunu, başvurucunun kendisine bir kişinin “Fırsat eline geçmiş, bu fırsatı kaçırma, şikâyetçi ol, bir şeyler kazanacaksın.” dediğini, bunu söyleyenin kim olduğunu söylemediğini ifade etmiştir. Tanık T.Y., kovuşturma aşamasında alınan beyanında, olay tarihinde gündüz nöbetçi olduğunu, başgardiyanlıktan aranıp mahkûm geldiğinin söylenmesi üzerine dışarı çıktığında, başvurucunun danışma olarak bilinen birimde ayakta durduğunu gördüğünü, şahsın üstünü elleriyle aradığını, üstünden bir miktar para çıktığını, şahsın kıyafetlerinin üzerinde olduğunu, özel eşyalarını tespit edip tutanak tuttuklarını, mahkûm defterine kayıt yaptığını, şahsı ilk gördüğü andan koğuşuna bıraktığı ana kadar herhangi bir darp veya işkence hâline tanık olmadığını, koğuşa kendisi ile birlikte yürüyerek gittiğini, şahsın işkence gördüğünü iddia edip Adli Tıpa sevkinin yapılması konusunda bir bilgisinin olmadığını bildirmiştir. Tanık A.Ö., kovuşturma aşamasında alınan beyanında, olay tarihinin üzerinden uzun zaman geçtiği için ve çok sayıda kişi hakkında rapor düzenlediğinden başvurucuyu hatırlamasının mümkün olmadığını ancak görev yaptığı hastanede adli raporlar konusunda son derece hassas davrandıklarını, özellikle polislerin muayene yapılan birime alınmadığını, muayene olan şahsı rencide etmeyecek şekilde soyarak muayene ettiklerini, kötü muamele görüp görmediğini ve ayrıca yara beresi olup olmadığını sorup mahkûmlardan varsa yaranın yerini göstermelerini istediklerini ifade etmiştir. Tanık İ.S., olay tarihi itibarıyla cezaevinde askerlik yaptığını, başvurucunun nakli sırasında herhangi bir darp cebir izine rastlamadığını ifade etmiştir. Tanık O.Ç., istinabe yoluyla alınan 9/3/2004 tarihli ifadesinde, başvurucuyu 5/3/2002 tarihli tutanak ile Mardin Emniyet Müdürlüğüne teslim ettiğini, bu ana kadar başvurucuda herhangi bir darp cebir bulgusu olmadığını beyan etmiştir. Başvurucu ile birlikte göz altına alınan H.E., istinabe yoluyla 15/4/2004 tarihinde alınan ifadesinde, başvurucuya işkence yapılmadığını, herhangi bir darp cebir izi görmediğini beyan etmiştir. Aynı tanık, 18/5/2004 tarihli ifadesinde, başvurucu ile birlikte göz altına alındıklarını, yan yana odalarda kaldıklarını, herhangi bir işkence yapıldığını görmediğini, herhangi bir çığlık veya bağırma sesi duymadığını, başvurucunun ara sıra bayıldığını bildiğini, kendisine herhangi bir kötü muamelede bulunulmadığını beyan etmiştir. Mahkemece 2/6/2003 tarihinde Emniyet Müdürlüğü binasında keşif yapılmış ve kovuşturma kapsamında aynı zamanda tanık olarak bilgisine başvurulan ve başvurucunun parmak izi ve fotoğraflarının alınmasında görev yapmış olan R.S.ye bilirkişilik yaptırılmıştır. Adı geçen bilirkişi tarafından, nezarethanedeki yüksek seslerin başka yerlerden rahatlıkla duyulabileceği yönünde rapor düzenlenmiştir. Doktor Raporları Mardin Devlet Hastanesi tarafından düzenlenen başvurucuya ait 5/3/2002 ve 7/3/2002 tarihli gözaltı giriş ve çıkış raporlarında darp ve cebir izine rastlanılmadığı belirtilmiştir. Aynı hastanenin 6/3/2002 tarihli raporu ile başvurucuya konversiyon teşhisi konulmuştur. Başvurucunun cezaevine fiilen kabulünden önce Mardin (E) Tipi Kapalı Cezaevi Müdürlüğünün 7/3/2002 tarihli talebi üzerine Mardin Devlet Hastanesi Tabipliğince aynı gün saat 50 itibarıyla düzenlenmiş olan 8861 protokol numaralı muayene raporunun ilgili kısımları şöyledir:“…Şahsın yapılan fiziki muayenesinde … sol koltuk altında iç kısımda dirseğe kadar yaygın ekimozları, … sağ koltuk altında aynı şekilde ekimozları mevcuttur. Çekilen filminden kırık yoktur. Aynı zamanda her iki ayak tabanında ödem ve hassasiyeti mevcuttur. Durumu bildirir hekim kanaat raporudur.” Belirtilen rapor üzerine başvurucunun Adli Tıp Kurumu Diyarbakır Şube Müdürlüğünde muayenesi yaptırılmak istenmiş ise de anılan Şube Müdürlüğünün kapalı olduğu gerekçesiyle muayenesi yaptırılamamıştır. Adli Tıp Kurumu Diyarbakır Şube Müdürlüğünce başvurucu hakkında düzenlenen 12/3/2002 tarihli ve 2002/1344 sayılı raporun ilgili kısımları şöyledir:“… adına rapor düzenlenmesi istenen Hamdiye ASLAN hakkında Mardin H. Acil Polikliniliği’nce düzenlenmiş 2002 tarih 8573 sayılı, 2001 tarih ve 8788 sayılı ve 2002 tarih 8561 sayılı raporlar ile aynı hastanenin genel cerrahi kliniğince düzenlenmiş 2002 tarih 235 sayılı raporun incelenmesinde:Sol koltuk altında iç kısımda dirseğe kadar yaygın ekimozlar, yaklaşık (2-5 gün arası) sağ koltuk altında aynı şekilde ekimozlar olduğu, sol kulak altında yüzünde ödem ve hassasiyet olduğu, çekilen sol mandibıla grafisinde kırık saptanmadığı, ayrıca her iki ayak tabanında ödem ve hassasiyet saptandığı kayıtlı olduğuna,Kişinin Şube Müdürlüğümüzde tarafımdan yapılan muayenesinde:Sağ humeral bölge iç yan yüz proksimalde aksiler bölgeye uzanan kısımda 10x5 cm’lik alan içinde farklı boyut ve şekillerde; çevreleri açık yeşil-sarı renk almış resorbsiyonu devam eden 6-8 günlüğe uyan eski ekimotik alanlar, sol humeral bölge iç yan yüz proksimalde aksiler bölgeye uzanan kısımda 7x4 cm’lik alan içinde farklı boyut ve şekillerde; çevreleri açık yeşil-sarı renk almış resorbsiyonu devam eden 6-8 günlüğe uyan eski ekimotik alanlar saptandığı, vücudunun çeşitli bölgelerinde subjektif ağrı şikayeti tarif ettiği ancak vücudun diğer bölgelerinde travmatik lezyon bulgusu saptanmadığı, sistem muayenelerinin doğal bulunduğu; uzuv zaafı ya da uzuv tatili niteliğinde herhangi bir anatomik eksiklik ya da fonksiyonel bir araz saptanmadığına göre,Yukarıda tarif edilen ekimozlara neden olan travmatik arızasının:SONUÇ:Şahsın hayatını tehlikeye maruz kılmadığı,5 (beş) gün mutad iştigaline engel teşkil edeceği,Uzuv zaafı ya da uzuv tatili niteliğinde herhangi bir anatomik eksiklik ya da fonksiyonel bir araz tarif ve tespit edilmediği kanaatini bildirir rapordur.” Mardin Devlet Hastanesince başvurucu hakkında düzenlenen 21/5/2002 tarihli rapor içeriğine göre “rektal tuşede saat 12 hizasında” kronik anal fissür tespit edilmiştir. Mardin Cumhuriyet Başsavcılığının 21/6/2002 tarihli ve 2002/444 Hazırlık sayılı yazısı ile başvurucu Adli Tıp Kurumuna (İstanbul) sevk edilmiştir. Adli Tıp Kurumu tarafından başvurucunun muayenesi yapılarak 27/9/2002 tarihli rapor düzenlenmiştir. Anılan raporun ilgili kısımları şöyledir:“… MUAYENE BULGULARI:1- Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulunun 2002 tarihli ‘kocasının 9 senedir ceza evinde olduğunu, kendisinin üç gün gözaltında kalıp 20 gün tutuklu kaldığını, çıktığında uykularının bozuk olduğunu, kolunun ağrıdığını söylerken çapa yaparak çocuklarını geçindirdiğini söylediği; klinik seviyede psikopatolojik araz tespit edilmediği’ne dair muayene kaydı,TARTIŞMA VE SONUÇ:Yukarıda tıbbi belgeler ile adli evrakta belirlenen ve adli psikiyatriyi ilgilendiren hususların değerlendirilmesinden … herhangi bir akıl hastalığı, akıl zayıflığı, post-travmatik stres bozukluğu dahil ağır nöroz arazının tespit edilmediği; dava dosyasının tetkikinde maruz kaldığı iddia edilen olaydan sonra kendisinin herhangi bir ruhsal tedavi gördüğüne dair tıbbi bir belgenin de bulunmadığı hususu göz önüne alındığında Hamdiye Aslan’da 2002 tarihinde maruz kalmış olduğu iddia edilen fiil sonucu husule gelmiş herhangi bir akli arızanın bulunmadığı oy birliği ile mütalaa olunur.” Adli Tıp Kurumu Diyarbakır Şube Müdürlüğünün 24/12/2002 tarihli raporu içeriğine göre başvurucunun anal muayenesinde, saat 12 hizasında travmatik olmayan kanamasız aktif olmayan küçük bir hemoroit pakesi tespit edilmiş ancak anal bölgede herhangi bir fissür veya geçirilmiş fissüre ait olabilecek skatris bulunmadığı gibi şahısta anüse cop sokulması ile oluşabilecek yırtık veya geçirilmiş yırtık izi tespit edilmemiştir. Adli Tıp İhtisas Kurulunun 16/9/2005 tarihli raporunda, başvurucunun daha önceki adli muayeneleri ile (bkz. §§ 39 ve 41) tespit edilen ekimozların, sert ve künt bir cismin doğrudan havalesi ile oluşabileceği gibi kişinin kollarından ve koltuk altlarından sıkıca kavranarak taşınması sırasında da meydana gelebileceği, ayrıca 7/3/2002 tarihli rapor ile (bkz. § 39) tespit edilen ayak tabanındaki ödemin beş gün sonra Adli Tıp Kurumu Diyarbakır Şube Müdürlüğünde yapılan muayenede tespit edilememesi karşısında ayak tabanlarındaki ekimoz, hematom ve abrazyon gibi travmatik bulguların da tanımlanmaması dikkate alındığında söz konusu ödemin harici etkenle mi yoksa bünyesel nedenlerle mi meydana geldiğinin tıbben tespit edilemeyeceği bildirilmiştir. Mardin Ağır Ceza Mahkemesinin 20/5/2005 tarihli ve E.2002/29 sayılı yazısına istinaden Mardin Cumhuriyet Başsavcılığının 24/5/2005 tarihli ve E.2003/173 sayılı yazısı ile başvurucunun Adli Tıp Kurumundan, “iddia edildiği gibi maddi işkenceye veya kötü muameleye maruz kalıp kalmadığı, kalmış ise bunun psiko-sosyal bulgularının olup olmadığı” yönünden rapor düzenlenmesi talep edilmiştir. Anılan talep üzerine Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulunun 21/10/2005 tarihli ve 2753 karar sayılı mütalaasının sonuç kısmı şöyledir:“… mağduresi bulunduğu iddia edilen olay sonucunda maddi işkenceye veya kötü muameleye maruz kalıp kalmadığı, kalmış ise bunun psiko-sosyal bulgularının olup olmadığı sorulan … Hamdiye ASLAN’ın 2004 tarihinde Kurulumuzda yapılan muayenesinde anüs mukozasında saat kadranına göre 12 hizasında kronik fissür saptandığı, anal mukoza ve sfinkter tonusu normal bulunduğuna, 2002 tarihli raporunda da aynı bölgede anal fissür tarif edildiği, tarif ve tespit edilen bu kronik fissürün makata yabancı cisim sokulması ile meydana gelebileceği gibi, kabızlık gibi bünyesel sebeple de meydana gelebileceği, bunlar arasında tıbben ayrım yapılamayacağı gibi, 2002 tarihli raporda belirtilen en az 2 (iki) ay öncesine ait ibaresinin de tıbbi kurallara uygun olmadığı, fissürün yaşının tespit edilemeyeceği oy birliği ile mütala(a) olunur.” Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulunun 30/11/2007 tarihli raporunda, başvurucunun 9/8/2004 tarihinde İhtisas Kurulundaki muayenesi sırasında sergilediği davranışların psikiyatrik bir klinik tanı ile açıklanamayacağı, bu davranışların kendi kişilik yapısından da kaynaklanabileceği bildirilmiştir. İlgili Kamu Görevlileri Hakkındaki Adli İşlem ve Kararlar Mardin Cumhuriyet Başsavcılığının 5/2/2003 tarihli ve E.2003/173 sayılı iddianamesi ile ilgili polis memurları hakkında başvurucuya karşı “sanığa cürmü söyletmek için işkence ve sair kötü muamele yapma” suçunu işledikleri iddiasıyla Mardin Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açılmıştır. Diğer yandan hakkında kamu davası açılan polis memuru H.Ş.P.nin başvurucuya karşı “ırza geçme” suçunu işlediği iddiası yönünden Mardin Cumhuriyet Başsavcılığının 3/3/2004 tarihli ve 2004/547 Hazırlık sayılı kararı ile kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:“…Müşteki, … 2002 tarihinde göz altında iken sanık tarafından tecavüze uğradığını ve sanığın kendisine cinsel şiddet uyguladığından bahisle şikayetçi olduğu, müştekinin şikayetine konu aynı olayla ilgili olarak sanık H… Ş… P… ve müştekinin gözaltındaki sorgusuna katılan … hakkındaki ‘memurun sanığa cürmü söyletmek için işkence vesair kötü muamele yapmak’ suçundan …2003 tarihinde Mardin Ağır Ceza Mahkemesinde kamu davası açıldığı, davanın Mardin Ağır Ceza Mahkemesinin 2003/29 esas numarasında halen derdest olduğu, sanığın cinsiyet itibariyle bayan olduğu, bir bayanın, diğer bir bayanın ırzına geçmesinin ceza hukuku anlamında mümkün olmadığı, sanığın müştekiye yönelik eylemlerinin bir kül halinde ‘memurun sanığa cürmü söyletmek için işkence vesair kötü muamele yapmak’ suçunu oluşturacağı, bu konuda da açılmış bir davanın bulunduğu; açılan davanın da halihazırda derdest olduğu; müşteki vekillerinin Mardin Ağır Ceza Mahkemesinin 2003/29 sırasında derdest olan dosyada müşteki vekilleri olarak duruşmalara katıldıkları anlaşılmakla;Aynı olay, aynı müşteki, aynı sanık hakkında daha önceden açılmış dava bulunmuş olması, davanın hali hazırda derdest olması nedenlerinden olayı sanık hakkında takibat yapmaya yer olmadığına, …” Başvurucu, anılan kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı itiraz yoluna gitmiştir. Başvurucunun itirazını inceleyen Midyat Ağır Ceza Mahkemesi Başkanlığının 29/4/2004 tarihli kararı ile “takipsizlik kararında herhangi bir isabetsizlik görülmediği” gerekçesiyle itirazın reddine karar verilmiştir. Mardin Ağır Ceza Mahkemesinin 14/2/2008 tarihli ve E.2003/29, K.2008/36 sayılı kararı ile sanıkların “müsnet suçu işlediklerine dair inkara dayanan savunmaları aksini ortaya koyan mahkumiyetlerine yeterli ve inandırıcı kesin delil elde edilemediği…” gerekçesiyle beraatlarına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:“…Suç tarihi itibariyle Mardin Kızıltepe Yüceli köyünde ikamet eden katılan mağdure Hamdiye Aslan’ın, PKK Terör örgütüne kuryelik yapmak suçlaması ile 05/03/2002 tarihinde Kızıltepe Jandarması tarafından eşi A… ve yakınları S…, H… E… ile birlikte saat 30 sularında ikametlerinden alınarak Mardin Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğüne teslim edildiği, bu şekilde gözaltına alınan mağdurenin düzenlenen raporlara göre üzerinde darp ve cebir izi bulunmadığının tespit edildiği, nezarethanede iken rahatsızlıklarından bahseden mağdurenin birkaç (kez) yere yığılıp kaldığı ve sanıklar tarafından koltuk altlarından tutularak kaldırıldığı, akabinde nezarethanenin 2 kişilik koğuşlarından birisine konulduğu, yan koğuşlarda da gözaltına alınan diğer tanıkların bulunduğu, yürütülen soruşturma kapsamında mülakat için çağrıldığında mağdurenin koğuştan çıkmak istemediği, rahatsızlandığından yakınan mağdurenin aynı gün ve takip eden gün sanıklar tarafından koltuk altlarından tutularak koğuş ve mülakat odasına taşındığı, takip eden gün mülakatta sorulan hiçbir soruya cevap vermeyen mağdurenin kaldığı koğuştaki yataktan kendisini birkaç kez yere attığı, bu olayın hemen akabinde alınan doktor raporuna göre mağdureye konversiyon tanısı konulduğu, sorgu için adliyeye sevk edilen mağdurenin sanıklar tarafından yine koltuk altlarından tutulmak suretiyle taşındığı, sorgusu yapılan mağdurenin Sulh Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanarak cezaevine gönderilmesinden sonra şikayet ve iddialar üzerine alınan raporlarda koltuk altlarında ekimoz, ayak altlarında ödem ve makatta kronik fi(s)sür tespit edilen olayda her ne kadar Mardin Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü görevli Emniyet mensupları tarafından, soruşturmaya konu suçla ilgili olarak konuşması için mağdureye işkence yapıldığı iddiasıyla cezalandırılması için kamu davası açılmış ise de;Aşamalarda değişmeyen ve yek diğerini teyid eden sanık savunmalarının, yeminli tanık anlatımları ve gözaltı sonrasında mağdurda tespit edilen yaralanma ve arazların, koltuk altından sıkıca kavranmak suretiyle taşıma sonrasında oluşabileceği, ayak altındaki ödemler ile makattaki kronik fi(s)sürün bünyesel kaynaklı olabileceği değerlendirmesini taşıyan Adli Tıp Kurumu raporları ile de teyid edilmesi karşısında, gözaltı sırasındaki davranışları nedeniyle konversiyon tanısı konan ve gözaltından sonraki muayenelerinde psikiyatrik bir klinik tanı da konamayan mağdurenin aşamalarda çelişki arz eden iddiaları dışında sanıkların müsnet suçu işledikleri yönünde mahkumiyetlerine yeterli ve inandırıcı kesin delil elde edilemediğinden beraatlerine karar vermek gerekmiş, …” Başvurucunun avukatlarının başvurusu üzerine temyiz incelemesi yapan Yargıtay Ceza Dairesinin 14/9/2011 tarihli ve E.2008/12990, K.2011/9432 sayılı kararı ile Mardin Ağır Ceza Mahkemesinin beraat kararının bozulmasına karar verilmiştir. Kararın ilgili kısımları şöyledir:“…Yasadışı örgüte yardım ve yataklık etmek suçundan 2002 günü gözaltına alınan 1965 doğumlu katılanın 2002 tarihinde Başsavcılığına götürülmesinden önce saat 30’da düzenlenen doktor raporunun yeterli ve usulünce muayene yapılmadan düzenlenmesi, Savcısı tarafından aynı gün ifadesi alınırken tutanağa geçirilen katılanın dış görünüşü ve kollarını kaldıramadığına ilişkin gözlem, işkence iddiası üzerine yeniden saat 50’de alınan doktor raporunda belirlenen bulgulara, aşamalarda değişmeyen katılanın anlatımlarının dosyada mevcut raporlarla doğrulanması, tanık beyanları ile tüm dosya içeriği karşısında işkence fiilinin sabit olduğu gözetilerek sanıkların sorumlulukları belirlenip sonucuna göre mahkumiyet hükmü kurulması gerekirken yazılı şekilde beraat kararı verilmesi,Yasaya aykırı, katılan vekilinin temyiz itirazları bu itibarla yerinden görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı 5320 sayılı Yasanın 8/ maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nun maddesi gereğince istem gibi (BOZULMASINA), 2011 gününde oy birliğiyle karar verildi.” Anılan bozma kararı sonrası yapılan yargılama sonucunda Mardin Ağır Ceza Mahkemesinin 16/1/2013 tarihli ve E.2011/191, K.2013/6 sayılı kararı ile sanıkların, isnat edilen suçu işledikleri sabit görülerek 1/3/1926 tarihli ve 765 sayılı mülga Türk Ceza Kanunu’nun maddesinin birinci fıkrası gereğince 10 ay hapis ve kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezası ile cezalandırılmalarına ve 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun maddesi gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiştir. Kararın gerekçesinin ilgili kısımları şöyledir:“…Mağdure Hamdiye Aslan’ın PKK terör örgütüne kuryelik yapmak suçundan 05/03/2002 tarihinde gözaltına alınarak Mardin Emniyet Müdürlüğüne getirildiği ve burada gözaltında iken Mardin Emniye Müdürlüğünde görevli olan sanıkların mağdureye karşı suçunu söyletmek için hortumla soğuk su dökmek, muhtelif yerlerine vurmak, çıplak bırakmak, göğüslerini sıkmak suretiyle iştirak halinde kötü muamelede bulunduklarının anlaşıldığı, katılan mağdurenin tüm aşamalarda birbirini teyid eden beyanları ve bu beyanları ile örtüşen 07/03/2002 tarihinde saat 50’de alınan doktor raporundaki bulgular ve tanık olarak beyanı alınan Dr. M… Ç…’ın beyanları ile 07/03/2002 tarihinde saat 50’de alınan doktor raporunu teyit eden Adli Tıp Kurumu Diyarbakır Şube Müdürlüğü tarafından düzenlenen 12/3/2002 tarihli rapor birlikte değerlendirildiğinde mağdurenin gözaltındayken kötü muameleye maruz kaldığı sonucuna varıldığı, bu nedenle sanıkların kendilerin(i) suçlamadan kurtarmaya yönelik savunmalarına itibar edilmemesi gerektiği ve sanıkların eylemlerine uyan 5237 sayılı TCK’nun maddesine göre lehlerine olan 765 sayılı TCK’nun 64/ (m)addesi delaletiyle 234/ (m)addesi gereğince cezalandırılmalarına karar vermek gerektiği, ancak sanıklara verilen sonuç ceza miktarına göre ve sabıkasız geçmişleri dikkate alınarak yeniden suç işlemeyecekleri hususunda mahkememizde olumlu kanaat oluştuğundan sanıklar hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır.Her ne kadar katılan vekili mağdurenin tecavüze uğradığı gerekçesiyle sanıklara verilecek cezada bu hususun da dikkate alınmasını talep etmiş ise de, aldırılan adli raporlarda sanıkların mağdureye co(p) ile tecavüz ettiklerine ilişkin yeterli bulgunun elde edilemediği, dolayısıyla sanıklar hakkında cezayı artırım nedeni bulunmadığından cezalarında artırım yapılmamıştır. Sanık H…’nin akli durumu… ile ilgili aldırılan 15/10/2012 tarihli Adli Tıp (r)aporuna göre, sanığın cezai sorumluluğunun tam olduğu anlaşıldığından sanık ile ilgili TCK’nun maddesinin uygulanması yoluna gidilmemiş, …” Başvurucunun avukatı, sanıklar hakkında verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair anılan karara karşı itiraz yoluna başvurmuştur. Başvurucu 13/3/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. İtiraz mercii olan Mardin Ağır Ceza Mahkemesinin 26/3/2013 tarihli ve 2013/137 Değişik İş sayılı kararı ile itirazın reddine karar verilmiştir. Ağır Ceza Mahkemesinin itirazın reddine dair kararı başvurucuya 5/4/2013 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 22/5/2013 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.B. İlgili Hukuk İlgili Ulusal Hukuk 765 sayılı mülga Kanun’un maddesinin birinci fıkrası şöyledir:“Bir kimseye cürümlerini söyletmek, mağdurun, şahsi davacının, davaya katılan kimsenin veya bir tanığın olayları bildirmesini engellemek, şikayet veya ihbarda bulunmasını önlemek için yahut şikayet veya ihbarda bulunması veya tanıklık etmesi sebebiyle veya diğer herhangi bir sebeple işkence eden veya zalimane veya gayriinsani veya haysiyet kırıcı muamelelere başvuran memur veya diğer kamu görevlilerine sekiz yıla kadar ağır hapis ve sürekli veya geçici olarak kamu hizmetlerinden mahrumiyet cezası verilir.” 5271 sayılı Kanun’un “Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması” kenar başlıklı maddesi şöyledir:“…(5) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Sanığa yüklenen suçtan dolayı yapılan yargılama sonunda hükmolunan ceza, iki yıl(2) veya daha az süreli hapis veya adlî para cezası ise; mahkemece, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilir. Uzlaşmaya ilişkin hükümler saklıdır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder.(6) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilebilmesi için; a) Sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan mahkûm olmamış bulunması,b) Mahkemece, sanığın kişilik özellikleri ile duruşmadaki tutum ve davranışları göz önünde bulundurularak yeniden suç işlemeyeceği hususunda kanaate varılması, c) Suçun işlenmesiyle mağdurun veya kamunun uğradığı zararın, aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle tamamen giderilmesi,gerekir. (Ek cümle: 22/7/2010 - 6008/7 md.) Sanığın kabul etmemesi hâlinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmez.(7) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde, mahkûm olunan hapis cezası ertelenemez ve kısa süreli olması halinde seçenek yaptırımlara çevrilemez. (8) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının verilmesi halinde sanık, beş yıl süreyle denetim süresine tâbi tutulur. (Ek cümle: 18/6/2014-6545/72 md.) Denetim süresi içinde, kişi hakkında kasıtlı bir suç nedeniyle bir daha hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilemez. Bu süre içinde bir yıldan fazla olmamak üzere mahkemenin belirleyeceği süreyle, sanığın denetimli serbestlik tedbiri olarak;a) Bir meslek veya sanat sahibi olmaması halinde, meslek veya sanat sahibi olmasını sağlamak amacıyla bir eğitim programına devam etmesine, b) Bir meslek veya sanat sahibi olması halinde, bir kamu kurumunda veya özel olarak aynı meslek veya sanatı icra eden bir başkasının gözetimi altında ücret karşılığında çalıştırılmasına, c) Belli yerlere gitmekten yasaklanmasına, belli yerlere devam etmek hususunda yükümlü kılınmasına ya da takdir edilecek başka yükümlülüğü yerine getirmesine, karar verilebilir. Denetim süresi içinde dava zamanaşımı durur. (9) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Altıncı fıkranın (c) bendinde belirtilen koşulu derhal yerine getiremediği takdirde; sanık hakkında mağdura veya kamuya verdiği zararı denetim süresince aylık taksitler halinde ödemek suretiyle tamamen gidermesi koşuluyla da hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilir. (10) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.)Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir. (11) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlemesi veya denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması halinde, mahkeme hükmü açıklar. Ancak mahkeme, kendisine yüklenen yükümlülükleri yerine getiremeyen sanığın durumunu değerlendirerek; cezanın yarısına kadar belirleyeceği bir kısmının infaz edilmemesine ya da koşullarının varlığı halinde hükümdeki hapis cezasının ertelenmesine veya seçenek yaptırımlara çevrilmesine karar vererek yeni bir mahkûmiyet hükmü kurabilir. (12) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir. (13) (Ek: 6/12/2006-5560/23 md.) Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, bunlara mahsus bir sisteme kaydedilir. Bu kayıtlar, ancak bir soruşturma veya kovuşturmayla bağlantılı olarak Cumhuriyet savcısı, hâkim veya mahkeme tarafından istenmesi halinde, bu maddede belirtilen amaç için kullanılabilir.(14) (Değişik: 23/1/2008 – 5728/562 md.) Bu maddenin hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına ilişkin hükümleri, Anayasanın 174 üncü maddesinde koruma altına alınan inkılâp kanunlarında yer alan suçlarla ilgili olarak uygulanmaz.” İlgili Uluslararası Hukuk Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı, Aşağılayıcı Muamele veya Cezaların Etkili Biçimde Soruşturulması ve Belgelendirilmesi İçin El Kılavuzu’nun (İstanbul Protokolü) Birinci Eki’nin maddesi şöyledir:“Devletler, işkence ve kötü muamele şikayetleri ve bildirimlerinin, anında ve etkili bir biçimde soruşturulmasını sağlamakla yükümlüdürler. Açık bir şikayetin olmadığı durumlarda bile işkence ve kötü muamele yapıldığına ilişkin belirtiler varsa, soruşturma yapılmalıdır. Soruşturmayı yürütenler, bu tür olayların faili olduğundan şüphelenilen kişiler ve onların hizmet ettiği kurum ve kuruluşlardan bağımsız, soruşturma yürütebilecek vasıfta, tarafsız kişiler olmalıdır. Bu kişilerin tarafsız tıp uzmanlarına veya konuyla ilgili diğer uzmanlara erişim veya bu tür uzmanları çağırma yetkileri olmalıdır. Soruşturmalar yürütülürken, en yüksek profesyonel standartlara uygun yöntemler kullanılmalı ve soruşturma sonuçları kamuya açıklanmalıdır.” İstanbul Protokolü’nün Birinci Eki’nin maddesi şöyledir:“6a) İşkence ve kötü muamele soruşturmalarında çalışan tıp uzmanları her zaman en yüksek etik standartlara uygun biçimde davranmalı ve tıbbi araştırma ve muayeneden önce kişinin bilgilendirilmiş onamını almalıdır. Muayene, tıp biliminin kabul edilmiş standartlarına uygun biçimde yürütülmelidir. Muayene, tıp uzmanın denetimi altında, devlet görevlileri ve güvenlik güçleri mensuplarının mevcut olmadığı bir ortamda, kişinin mahremiyetine saygı göstererek yapılmalıdır. 6b) Tıp uzmanı muayenenin hemen sonrasında doğru bir yazılı rapor hazırlamalıdır. Bu raporda en azından aşağıdaki bilgiler yer almalıdır:(i) Görüşme Koşulları: Görüşme yapılan kişinin adı, muayene sırasıda mevcut olanların adları, bu kişilerin muayene yapılan kişiyle olan ilişkileri, görüşmenin kesin tarihi, saati, görüşme yapılan yerin adresi (uygun olduğu durumlarda görüşme yapılan odanın yeri), görüşme yapılan yerin tanımı (örneğin klinik, cezaevi, ev vb.); görüşme yapıldığı sıradaki koşullar (muayene için geldiğinde veya muayene sırasında kişinin tabii olduğu kısıtlamalar, görüşme sırasında odada güvenlik güçlerinin mevcut olup olmadığı, tutukluya eşlik edenlerin hal ve tavrı, muayeneyi yapan kişiye yönelik tehditkar ifadeler vs.) ve diğer geçerli unsurlar;(ii) Öykü: Gerçekleştiği iddia edilen işkence ve kötü muamele yöntemleri, işkence ve kötü muamelenin ne zaman gerçekleştiği, bütün fiziksel ve psikolojik semptomlar ve şikayetler de dahil olmak üzere kişinin görüşme sırasında anlattığı öykünün detaylı bir raporu;(iii) Fiziksel ve Psikolojik Muayene: Uygun tanı koyucu testler ve mümkün olduğu durumlarda bütün yaralanmaların renkli fotoğrafları da dahil olmak üzere klinik muayene sonucunda elde edilen bütün fiziksel ve psikolojik bulguların kaydı.(iv) Değerlendirme: Fiziksel ve psikolojik bulgular ile işkence ve kötü muamele arasındaki muhtemel ilişkinin değerlendirilmesi. Gerekli tıbbi ve psikolojik tedavi ve/veya yapılması gereken başka tıbbi testler ve muayeneler için görüş ve tavsiyeler;(v) Yazar: Raporda muayeneyi yapan kişilerin adları açıkça belirtilmeli ve rapor hazırlayanlar tarafından imzalanmalı; 6c) Hazırlanan rapor gizli tutulmalı ve rapor muayene edilen kişiye veya kişinin yasal temsilcisi olarak atadığı kimseye teslim edilmelidir. Muayene edilen kişi veya temsilcisinin muayene süreci hakkındaki görüşleri de sorulmalı ve raporda bu kişilerin görüşlerine de yer verilmelidir. Uygun olduğu durumlarda, işkence veya kötü muamele iddialarını soruşturmakla yetkili olanlara da yazılı rapor verilmelidir. Bu raporun yetkili kişilere güvenli bir biçimde ulaştırılmasını güvenceye almak, Devlet'in sorumluluğudur. Muayene edilen kişinin rızası veya bu tür bir talepte bulunma yetkisi bulunan mahkemenin yetki vermesi istisna olmak üzere, rapor başka kimseye verilmemelidir.”
Yaşam hakkı-Kötü muamele yasağı
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2013/2015
Başvuru, gözaltında işkence yapılması nedeniyle işkence ve kötü muamele yasağının maddi boyutunun; eylemlerin sorumlusu olan kamu görevleri hakkında yürütülen yargılamanın 11 yıl sürmesi ve yargılama sonucunda 10 ay hapis cezasına hükmedilip hükmün açıklanmasının geri bırakılması nedenleriyle de işkence ve kötü muamele yasağının usul boyutu ile adil yargılanma, eşitlik ve etkili başvuru haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, usule ilişkin imkânlar noktasında iddia makamı karşısında dezavantajlı konuma düşme nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı (Başsavcılık) başvurucu hakkında Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY) üyesi olduğu şüphesiyle soruşturma başlatılmıştır. Soruşturma neticesinde Başsavcılık tarafından başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan cezalandırılması talebiyle 27/1/2017 tarihli iddianame düzenlenmiştir. İddianamede özetle başvurucunun ByLock kullanıcısı olması, örgüt liderinin talimatı sonrası Bank Asya'ya para yatırması nedenleriyle atılı suçu işlediği iddia edilmiştir. İddianamenin kabulü ile açılan dava, İstanbul Ağır Ceza Mahkemesince görülmeye başlanmıştır. Yargılamada 10/2/2017 tarihinde duruşma hazırlığı işlemleri yapılmıştır. Tensip Tutanağı'nda diğerlerinin yanı sıra Başsavcılık, İl Emniyet Müdürlüğü ve Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumuna (BTK) ayrı ayrı müzekkere yazılarak sanığın ByLock programını kullanıp kullanmadığı konusundaki tüm bilgi, belge, yazışma içerikleri ileBank Asyaya müzekkere yazılarak varsa sanığın hesap bilgilerinin istenmesine karar verilmiştir. Duruşma on iki celsede bitirilmiştir. Dördüncü celseye kadar Mahkeme eksikliklerin giderilmesi amacıyla usule ilişkin işlemler yapmıştır. Beşinci celsede BTK'ya yazılan müzekkereye cevap verilmiştir. Gelen cevaba göre başvurucunun kullandığı .. 55 numarasıyla 1/10/2014-26/5/2015 tarihleri arasında ByLock'un sunucusuna toplam 619 kez bağlantı yapılmıştır. Yine aynı celsede Bank Asyaya yazılan müzekkereye cevap verilmiştir. Gelen cevapta başvurucunun hesaptaki parasının 31/12/2013 tarihi itibarıyla 686,55 TL, 24/12/2014 tarihi itibarıyla 051,39 TL olduğu bildirilmiştir. Bu celsede başvurucu, müdafiinin hazır bulunmasıyla alınan savunmasında üzerine atılı suçu kabul etmediğini ve örgüt üyesi olmadığını savunmuştur. Onuncu celseye kadar Mahkeme, eksikliklerin giderilmesi amacıyla usule ilişkin işlemler yapmıştır. On birinci celsede, başka bir dosyada silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan şüpheli olarak savunması alınan A.nın beyanı Mahkemeye gönderilmiştir. A.nın beyanı duruşmada başvuruya okunmuştur. A., etkin pişmanlık kapsamında verdiği beyanında başvurucunun Yabancılar Şubede çalıştığını, birlikte 2010-2011 yılları arasında sohbet toplantılarına katıldıklarını, sonrasında nerede çalıştığını bilmediğini ifade etmiştir. Yine aynı celsede iddia makamı esas hakkında mütalaa sunmuştur. Mahkeme, başvurucu ve müdafiinin süre talebinin kabulüne, duruşmanın bir sonraki celsesinin 13/11/2017 tarihinde yapılmasına karar vermiştir. On ikinci celsede başvurucu, esas hakkında mütalaaya karşı savunmasını yapmış; Mahkeme, başvurucunun silahlı terör örgütüne üye olma suçundan 9 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına karar vermiştir. Gerekçeli kararın ilgili kısmı şöyledir:"[S]anığın kendi üzerine kayıtlı olanve bizzat kendisinin kullandığını beyan ettiği []507[...]55 nolu telefon hattına münhasıran FETÖ terör örgütü mensuplarının bir kısmı tarafından kullanılan By[L]ock programını []1/10/2014 ile 26/[]5/2015 tarihleri arasında kullandığı, deliller kısmında belirtildiği üzere By[L]ock'un serverına bağlandığının teknik olarak toplam (2619) sinyal tespiti ile şüpheye yer bırakmayacak şekilde tespit edildiği, Bozkır Cumhuriyet Başsavcılığının 2017/98 soruşturma sayılı evrakında şüpheli sıfatı ile ifade veren [A.] isimli kişinin beyanına göre FETÖ'nün sohbet adı altında düzenlenen örgütsel toplantılara katıldığı, Bank Asyadaki hesabından 31/12/2013 tarihi itibariyle 686,55 TL bulunuyor iken 24/12/2014 tarihi itibariyle hesaptaki bakiyesinin 051,39 TL olduğu artan miktarın 364,84 TL olduğu dolayısıyla sanığın FETÖ liderinin örgütünün en önemli finans kaynaklarından birisi olan Bank Asyayı kurtarma stratejisi doğrultusunda Bank Asya'ya para yatırılması gerektiği yönündeki talimatlarına uygun olarak sanığın geliri ile mütenasip olmayacak miktarda parayı Bank Asya hesabına yatırdığı, By[L]ock programının FETÖ örgütü mensubu olmayanlara kurulmamış ve bu örgütün mensubu olmayanlarca bu program kullanılmamış olduğu, MİT teknik raporu ve bir kısım itirafçı beyanları nedeniyle bilindiğinden sanığında bu örgütün hiyerarşik yapısına dahil olarak hiyerarşik olarak kendisinden daha üst seviyedeki kişiler tarafından telefonuna yüklenen bu programı kullandığı, örgüt içerisindeki konumu net olarak tespit edilememiş ise de örgütün içerisinde yer aldığı, hiyerarşik yapıya dahil olduğu, bu nedenle emir ve talimat alabilecek konumda bulunduğu, böylece silahlı terör örgütü FETÖ üyesi olmak suçunu işlediği kanaatine varıl...[mıştır.]" Başvurucu, gerekçeli temyiz dilekçesinde diğerlerinin yanı sıra ByLock tespit ve değerlendirme raporu olmadığını, Bank Asya nezdindeki işlemlerinin mutat bankacılık faaliyetleri olduğunu, yargılama boyunca müdafiini göremediğinden hukuki yardım alamadığını belirtmiştir. Hüküm, kanun yolu denetiminden geçerek 10/7/2020 tarihinde kesinleşmiştir. Başvurucu, nihai hükmü 22/7/2020 tarihinde öğrendikten sonra 20/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Komisyon başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne, hakkaniyete uygun yargılanma hakkıyla bağlantılı olarak müdafi yardımından yaralanma hakkı ile silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleri dışındaki şikâyetlerin kabul edilemez olduğuna, anılan haklara ilişkin şikâyetlerin kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/26451
Başvuru, usule ilişkin imkânlar noktasında iddia makamı karşısında dezavantajlı konuma düşme nedeniyle silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkelerinin ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
1
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 30/1/2020 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü'nün maddesinin (2) numaralı fıkrası uyarınca başvurunun içtihadın oluştuğu alana ilişkin olduğu değerlendirilerek Bakanlık cevabı beklenmeden incelenmesine karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu, bireysel başvuru konusu yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğini iddia ederek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/4773
Başvuru, yargılamanın uzun sürmesi nedeniyle makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, darbe teşebbüsü sonrasında başvurucunun (sanığın) FETÖ/PDY (Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması) üyesi olduğundan bahisle yürütülen soruşturma/kovuşturma işlemleri nedeniyle bazı anayasal haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Elâzığ Cumhuriyet Başsavcılığınca (Başsavcılık) başlatılan soruşturma kapsamında başvurucu hakkında FETÖ/PDYyi yönetme suçundan dolayı soruşturma yürütülmüştür. Başsavcılığın 21/2/2017 tarihli iddianamesiyle başvurucunun atılı suçtan cezalandırılması istemiyle açılan kamu davasında Elâzığ Ağır Ceza Mahkemesince (Mahkeme) yapılan yargılama sırasında başvurucu 15/12/2017 tarihinde tutuklanmıştır. Yargılama sonucunda başvurucunun eylemlerinin anılan örgüte üye olma suçunu oluşturduğu kabul edilerek bu suçtan Mahkemenin 10/9/2018 tarihli kararı ile 12 yıl hapis cezasına hükmedilmiştir. Başvurucunun istinaf talebi, Gaziantep Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince 21/12/2018 tarihinde esastan reddedilmiştir. Yargıtay Ceza Dairesi (Daire), temyiz edilmesi üzerine Mahkemenin mahkûmiyet hükmüne yönelik olarak verilen istinaf başvurusunun esastan reddi kararını 28/2/2020 tarihinde onamıştır. Nihai karar olan Daire ilamına ilişkin olarak UYAP evrak işlem kütüğü üzerinde yapılan incelemede, Malatya Noterliğince düzenlenen 4/1/2018 tarihli vekâletnameye istinaden yargılama sürecinde müdafi olarak görev yapan ve bireysel başvuruda da vekil olarak başvurucuyu temsil eden başvurucunun avukatı Murat İlhan tarafından ilgili kararın ilk olarak 10/6/2020 tarihinde saat 14'te açılarak okunduğu tespit edilmiştir. Bununla birlikte avukat Murat İlhan tarafından düzenlenen 4/8/2020 tarihli yetki belgesine istinaden bireysel başvuru formunu düzenleyip teslim eden avukat Enes Malik Kılıç tarafından, nihai kararın 9/7/2020 tarihinde başvurucuya müddetnamenin tebliğ edilmesi suretiyle öğrenildiği beyan edilerek 7/8/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2020/24672
Başvuru, darbe teşebbüsü sonrasında başvurucunun (sanığın) FETÖ/PDY (Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması) üyesi olduğundan bahisle yürütülen soruşturma/kovuşturma işlemleri nedeniyle bazı anayasal haklarının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, delil toplatma taleplerinin reddedilmesi suretiyle iddia makamına nazaran dezavantajlı konuma düşülmesi ve mahkûmiyet kararının gerekçesiz olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 22/1/2016 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Olay tarihinde Düzce Belediye Başkanlığında harita teknisyeni olarak görev yapan başvurucu, aynı zamanda 25/8/1988 tarihli ve 19910 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan, 3194 sayılı İmar Kanununa Göre Düzenlenmiş Bulunan İmar Yönetmeliklerine Sığınaklarla İlgili Ek Yönetmelik (Yönetmelik) hükümleri uyarınca Sığınak Tespit ve Denetim Komisyonu (Komisyon) üyesi olarak görev yapmaktadır. 2006-2009 yılları arasında binalarda yapılan tespitler neticesinde elli beş binadaki sığınakların Yönetmelik'te belirtilen şartlara sahip olmadığı hâlde uygunmuş gibi Komisyon tarafından sığınak uygunluk raporu düzenlenip ilgili firmaların yapı kullanım izin belgesi almalarının sağlandığı, raporlarda başvurucunun da Komisyon üyesi olarak imzasının bulunduğu isnadıyla başvurucu hakkında Düzce Cumhuriyet Başsavcılığının 4/11/2011 tarihli iddianamesiyle müteselsilen kamu görevlisinin resmî belgede sahteciliği suçundan kamu davası açılmıştır. Düzce Ağır Ceza Mahkemesinin (Mahkeme) 28/12/2012 tarihli kararıyla başvurucunun müsnet suçtan 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına karar verilmiştir. Gerekçenin ilgili kısmı şöyledir:"...bu 55 adet raporda sanıklardan [A., Ç. ve O.A.nın] sadece birer imzalarının bulunduğu, diğer sanıkların ise birden çok raporda imzalarının bulunduğu, bu nedenle haklarında teselsül hükümlerinin uygulanması gerektiği, suç tarihlerinde sanıklar tarafından düzenlenen raporların ait olduğu sığınakların üç kişilik bilirkişi heyeti tarafından yerlerinde gezinmek suretiyle rapor düzenlendiği, bu raporda da sığınakların yönetmeliğe uygun şekilde bulunmadığının belirlendiği, sanıkların bu şekilde gerçeğe aykırı olarak sığınak raporları düzenlediklerinin sabit olduğu..." Karar, Yargıtay Ceza Dairesinin 30/11/2015 tarihli kararıyla başvurucu yönünden onanmıştır. Başvurucu, anılan karardan 4/1/2016 tarihinde haberdar olduğunu belirtmiştir. Başvurucu 22/1/2016 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
Adil yargılanma hakkı (Suç İsnadı)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2016/1969
Başvuru, delil toplatma taleplerinin reddedilmesi suretiyle iddia makamına nazaran dezavantajlı konuma düşülmesi ve mahkûmiyet kararının gerekçesiz olması nedenleriyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru, tapu tahsis belgesinin alınması sırasında ödenen bedelin sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre iadesi talebiyle açılan davada verilen kararın yeterli gerekçe içermemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 29/3/2019 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyon, başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar vermiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir:A. Başvuruya Konu Davadan Önceki Süreç Üzerinde başvurucunun murisi S.A. tarafından inşa edilmiş 117,88 m²lik gecekondu bulunan İstanbul ili Üsküdar ilçesi 43 pafta, 183 ada 23 (60 m²) ve 24 (59,32 m²) numaralı parseller 15/11/1984 tarihinde tapu tahsis belgesi ile S.A. adına tahsis edilmiştir. Tahsisin ardından ilgili parseller, üzerindeki gecekondu yıkılarak Üsküdar Belediyesi (Belediye) tarafından fiilen park alanı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Söz konusu taşınmazlar 15/9/1997 tasdik tarihli, 1/000 ölçekli uygulama imar planı ile kısmen yol, kısmen park alanı olarak belirlenmiş olup İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Meclisinin ve İBB Encümeninin 16/11/2001 ve 15/12/2005 tarihli kararları doğrultusunda Belediyeye bedelsiz olarak 25 seneliğine tahsis edilmiştir. Başvurucu 2/5/2011 tarihinde anılan taşınmazlar yönünden İBB ve Üsküdar Belediyesi aleyhine kamulaştırmasız el atmadan kaynaklanan tazminat davası açmıştır. İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından yapılan yargılama neticesinde 12/12/2013 tarihinde davanın kısmen kabulüne, kısmen reddine karar verilmiştir. Kararın gerekçesinde; tapu tahsis belgesinin bir mülkiyet belgesi olmadığı, sadece fiilî kullanmayı belirleyen bir zilyetlik belgesi olduğu vurgulanmıştır. İBB Başkanlığının 11/9/2012 tarihinde dosyaya gönderdiği yazıya dikkat çekilen kararda, söz konusu yazıda muris S.A. adına verilen tapu tahsis belgesinin iptal edilmediğinin belirtildiğine işaret edilmiştir. İlgili taşınmazlar üzerinde 3/5/1985 tarihli ve 3194 sayılı İmar Kanunu'nun maddesi gereği imar planı veya 31/5/2012 tarihli ve 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun'un maddesi ile ilga edilen 24/2/1984 tarihli ve 2981 sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler ve 6785 Sayılı İmar Kanununun Bir Maddesinin Değiştirilmesi Hakkında Kanun uyarınca imar ve ıslah planlarının yapılmış olmasından dolayı tapu tahsis belgesinin mülkiyete dönüştürülmesi şartlarının oluşmadığına dikkat çekilerek başvurucunun arsa bedeli yönünden talebinin reddine, tahsis esnasında mevcut bulunduğu saptanan 1964 yapımı, 117,80 m² taban oturumlu, tek katlı, yığma tarzı yapının enkaz bedelinin miras payı oranında başvurucuya ödenmesine hükmedilmiştir. Başvurucu 2/11/2015 tarihinde İstanbul İdare Mahkemesinde İBB'ye karşı tam yargı davası açmıştır. Dava dilekçesinde 23 ile 24 No.lu parseller üzerinde bulunan gecekondunun tapu tahsis belgesinin alımı esnasında murisi tarafından 11/9/1985 tarihinde 050 TL (eski Türk lirası) ödendiğini ifade eden başvurucu, tapu tahsis belgesinin tapuya çevrilmediği gibi eş değer tahsisin de yapılmadığını belirterek ilgili meblağın sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca miras payı oranında iadesini talep etmiştir. İstanbul İdare Mahkemesi 18/5/2016 tarihli kararı ile davanın reddine karar vermiştir. Kararın gerekçesinde; dava konusu edilen 050 TL'lik tutarın gecekondu için tapu tahsis belgesi alımı esnasında ödenen bir meblağ olduğu, ilgili tutarın sunulan belli bir hizmetin karşılığı olarak tahsil edildiği, tapu tahsis belgesinin tapuya çevrilememesi veya eş değer bir yerden tahsis yapılamamasının başlı başına bu meblağın iadesini mümkün kılmadığı belirtilmiştir. Başvurucunun anılan karara yönelik istinaf talebi 26/10/2017 tarihinde kesin olarak reddedilmiştir. Kararın gerekçesinde başvurucunun murisi adına tanzim edilen tapu tahsis belgesinin geçerliliğini koruduğuna dikkat çeken İstinaf Mahkemesi, söz konusu belgenin hukuki varlığını koruduğu sürece idarenin belge karşılığı ödendiği belirtilen meblağın güncel değerini tazmin etme yükümlülüğünün bulunmadığını, tapu tahsis belgesinden doğan hak sahipliğine yönelik iddianın idareye yapılacak başvurunun reddi hâlinde ileri sürülebileceğini belirtmiştir. Başvurucu 5/3/2018 tarihinde İBB Başkanlığına başvuruda bulunmuş ve murisi adına tanzim edilen 15/11/1984 tarihli tapu tahsis belgesi uyarınca 2981 mülga Kanun gereği adına tapu veya aynı emsalde başka bir yer tahsis edilmesini talep etmiştir. Başvurucunun bu istemi 4/1/2018 tarihli işlem ile 2981 sayılı mülga Kanun'un maddesinin (d) fıkrası gereği Kanun'dan önce gecekonduları yıkılanların 2981 sayılı mülga Kanun hükümlerinden faydalanamayacağı belirtilerek reddedilmiştir.B. Başvuruya Konu Dava Süreci Başvurucu 4/1/2018 tarihli ret kararının ardından 5/3/2018 tarihinde İBB aleyhine 000 TL üzerinden tam yargı davası açmıştır. Başvurucu; dava dilekçesinde, murisi S.A. adına verilmiş 15/11/1984 tarihli tapu tahsis belgesinin tapuya çevrilmesi istemiyle yaptığı başvurunun reddedildiğini, idare tarafından verilen 4/1/2018 tarihli cevaptan da tapu tahsis belgesinin fiilen ve hukuken varlığını yitirdiğinin anlaşıldığını ve ilgili belgenin tapuya çevrilme imkânının kalmadığını belirterek tapu tahsis belgesinin alınması sırasında ödenen 050 TL'nin (eski TL) sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre tazminini talep etmiştir. İstanbul İdare Mahkemesi 25/12/2018 tarihli kararıyla davayı kesin olarak reddetmiştir. 2981 sayılı mülga Kanun'un maddesinde yer alan düzenlemeye yer verilen gerekçeli kararda Mahkeme, başvurucunun İstanbul Anadolu Asliye Hukuk Mahkemesinde açtığı kamulaştırmasız el atma davasında imar ve ıslah planı yapılmamış olması sebebiyle murisine ait tapu tahsis belgesinin mülkiyet belgesine dönüşme şartı taşımadığının tespit edilmesi ve başvurucunun bu isteminin reddedilmesi üzerine bu davayı açtığını ancak davaya konu edilen bedelin sunulan belli bir hizmetin karşılığı olarak tahsil edilmesi nedeniyle tapu tahsis belgesinin tapuya çevril(e)memesi veya eş değer bir yerden tahsis yapıl(a)maması hâlinin başlı başına bu meblağın iadesini mümkün kılmayacağını belirtmiştir. Nihai karar başvurucuya 1/3/2019 tarihinde tebliğ edilmiş, başvurucu 29/3/2019 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. 2981 sayılı mülga Kanun'un "Tespit ve değerlendirme işlemleri" kenar başlıklı maddesi şöyledir: "İmar mevzuatına aykırı yapılarla gecekondular için tespit işlemlerinde; Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca hazırlanacak ve valilik veya belediyelerce bastırılacak standart form kullanılır. Bu tespit kapsamına, temel inşaatı tamamlanmış veya sömel betonları dökülmüş olmak kaydı ile hazine, belediye, il özel idarelerine ait veya Vakıflar Genel Müdürlüğünün idare etmekte olduğu arsa veya arazilerdeki inşaatına Kanunun 14 üncü maddesinin (f) fıkrasındaki tarihlerden önce başlanmış mesken, kısmen işyeri ve konut olarak kullanılan veya evvelce konut olarak kullanılıp sonra işyerine çevrilen gecekondular ile imar mevzuatına, ruhsat ve eklerine aykırı tüm yapılar dahildir. Tespit formları düzenlenerek başvuru formlarına tespit belgesi olarak eklenir. Değerlendirme belgesi, 4 üncü maddede bahsi geçen tasnif durumunu, yapının bu Kanunun 18 inci maddesine göre hesaplanacak bina inşaat ve iskan harcını ve bu Kanuna göre hesaplanacak munzam harcını, fenni sorumluluğu üstlenilmiş röleve planını, Kanuna göre belirlenen otopark bedelini, kamu kurum ve kuruluşlarına ait olan veya Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan alanlarda yapılmış yapılar için bu Kanunda belirtilen esaslara göre tespit edilecek arsa bedelini ihtiva edecek şekilde Bayındırlık ve İskan Bakanlığı tarafından hazırlanmış formun doldurulmasıyla elde edilir. Tespit ve değerlendirme belgeleri müracaat sahibince yeminli özel teknik bürolara doldurtturulur. Bu büroların kuruluş, görev, yetki, sorumluluk ve ücret tarifeleri Bayındırlık ve İskan Bakanlığınca, Kanunun yürürlüğe girmesinden itibaren (1) ay içinde hazırlanacak yönetmelikle tespit edilir. 16/3/1983 tarihli 2805 sayılı Kanun gereğince başvurmuş bulunan müracaat sahipleri, tespit ve değerlendirme belgelerini yeminli özel teknik bürolara hazırlatarak daha önceki müracaat formlarına eklerler. "
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2019/10308
Başvuru, tapu tahsis belgesinin alınması sırasında ödenen bedelin sebepsiz zenginleşme hükümlerine göre iadesi talebiyle açılan davada verilen kararın yeterli gerekçe içermemesi nedeniyle gerekçeli karar hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
1
Başvuru, bir kısım işçilik alacağının tahsiline karar verilmesi istemiyle açılan davanın aynı maddi olguya ilişkin davada verilen kararın aksi sonucuna ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ve uzun süren yargılama nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 18/12/2018 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına gönderilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvuru formuna göre başvurucu, 10/4/2008 tarihinden itibaren piyasada J.G. adıyla anılan JMG Turizm ve Ticaret A.Ş.nin (JMG A.Ş.) Antalya ofisinde pbx operatörü ve finans personeli olarak çalışmıştır. Yine başvuruya göre JMG A.Ş. ve F.nin işlettiği tüm otel ve merkez ofis personeli ile işletme malzemeleri TTOHL Otel Hizmetleri Turizm ve Ticaret A.Ş.ye (Şirket) 2010 yılında devredilmiş, başvurucu aynı işyerinde benzer koşullarda çalışmıştır. Başvurucunun 5/6/2011 tarihinde iş akdi feshedilmiştir. Başvurucu 28/6/2011 tarihinde iş sözleşmesinin haksız olarak sona erdirildiğini iddia ederek çeşitli kalemlerden oluşan alacaklarının yasal faizi ile birlikte tahsili talebiyle Şirket aleyhine alacak davası açmıştır. Antalya İş Mahkemesi (Mahkeme) 6/10/2015 tarihinde davayı reddetmiştir. Gerekçeli kararda; davacının iş akdinin başka bir şirket tarafından JMG A.Ş.nin sözleşmesinin feshedilmesiyle son bulduğu, JMG A.Ş.nin davacının o döneme kadar olan kıdem, ihbar ve yıllık izin ücreti alacaklarından sorumlu olduğu, davanın bu döneminin JMG A.Ş.ye yöneltilebileceği, 8/3/2010 tarihinde davalı Şirket ile kurulan iş ilişkisinin yeni bir iş sözleşmesi olduğu, başvurucuya davalı emrinde geçen çalışma süresine tekabül eden kıdem, ihbar tazminatı ve yıllık izin alacaklarının ödenmiş olduğu, bakiye alacak bulunmadığının 7/6/2011 tarihli ibranameden anlaşıldığı, bu hususların Antalya İş Mahkemesinin E.2014/891-899, 579 sayılı dosyalarındaki bozma ilamı kapsamında alınan bilirkişi raporları ve tanık anlatımları doğrultusunda sabit olduğu belirtilmiştir. Başvurucu 9/10/2015 tarihinde mahkeme kararına karşı temyiz yoluna başvurmuştur. Yargıtay Hukuk Dairesi (Daire) 25/10/2018 tarihinde temyiz istemini, mahkeme kararının usul ve yasaya uygun olduğunu belirterek esastan reddetmiştir. Nihai karar başvurucuya 19/11/2018 tarihinde tebliğ edilmiştir. Başvurucu 18/12/2018 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur. Başvurucu, kendisi ile aynı durumda olan kişinin açmış olduğu davada maddi olgunun farklı değerlendirildiğini iddia ettiği Yargıtay Hukuk Dairesinin 2/10/2013 tarihli ve E.2013/22603, K.2013/15978 sayılı kararı ile onanan Antalya İş Mahkemesinin 15/7/2013 tarihli ve E.2012/113, K.2013/371 sayılı kararının ilgili kısmı şu şekildedir:"...Davacının iş sözleşmesi 2012 tarihinde sona erdirilmiş dava 2012 tarihinde açılmış olmakla süresindedir.İş yerinde çalışan sayısı 30 kişiden fazla olup davacı 2002 yılından bu yana davalı işyerinde belirsiz süreli sözleşme ile çalışmakla iş yerindeki pozisyonu da gözetildiğinde iş güvencesi kapsamındadır. Geçerli feshin varlığını işveren ispatlamalıdır.Davacının iş sözleşmesi şirket bünyesindeki yeni yapılanmadan dolayı alınan karar gereğince muhasebe müdürü pozisyonunun kaldırılması başkaca istihdam edilecek iş yerinin bulunmaması gerekçesi ile 4857 Sayılı İş kanunun maddesi gereğince feshedilmiştir. İşveren işletmesel karar alabilir. Karar yerindelik denetimine tabi değilse de tutarlılık ve keyfilik denetimine tabidir. Ayrıca feshe son çare olarak başvurulması ilkesine uyulması gerekmektedir. Eski ve yeni organizasyon şemalarının incelenmesinde muhasebe bölümü mevcuttur, Ancak şeflik pozisyonu ile yeni yapıda yer almıştır. Benzer şekilde iş akdi sona erdirilen işçilerin açtıkları İstanbul, Manavgat, Alanya mahkemelerinde görülen davalarda feshin geçersizliğine karar verilmiştir.Bunlardan İş Mahkemesinin karar gerekçesinde davalı şirketin değişik işyerlerinde muhasebe bölümüne 46 kişi alındığı bunlardan birinin davacı ile aynı pozisyon olan muhasebe müdürlüğüne alındığı böylece davacının yaptığı işe olan ihtiyacın ortadan kalktığı ispatlanmadığı hususuna yer verilmiştir. Manavgat mahkemesinde benzer gerekçeler ile feshin geçersizliğine karar verilmiştir. İşverenler arasında işyeri devri bulunduğundan davacının tüm çalışma döneminden davalı şirketin sorumluluğu bulunmaktadır. Sonuç olarak gerek mahkememizce yapılan yargılama, toplanan deliller, bilirkişi raporu gerekçe emsal mahkeme kararları ve bu kararlara esas alınan raporlara göre davalı taraf feshin geçerli nedene dayandığını davacının istihdam fazlası duruma düştüğünü, işletmesel kararın tutarlılıkla uygulandığını ve feshe son çare olarak başvurulduğu hususunu kanıtlayamadığından davanın kabulüne..." 22/5/2003 tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu'nun ''İşyerinin veya bir bölümünün devri'' kenar başlıklı maddesi şöyledir: "İşyeri veya işyerinin bir bölümü hukukî bir işleme dayalı olarak başka birine devredildiğinde, devir tarihinde işyerinde veya bir bölümünde mevcut olan iş sözleşmeleri bütün hak ve borçları ile birlikte devralana geçer.Devralan işveren, işçinin hizmet süresinin esas alındığı haklarda, işçinin devreden işveren yanında işe başladığı tarihe göre işlem yapmakla yükümlüdür.Yukarıdaki hükümlere göre devir halinde, devirden önce doğmuş olan ve devir tarihinde ödenmesi gereken borçlardan devreden ve devralan işveren birlikte sorumludurlar. Ancak bu yükümlülüklerden devreden işverenin sorumluluğu devir tarihinden itibaren iki yıl ile sınırlıdır.Tüzel kişiliğin birleşme veya katılma ya da türünün değişmesiyle sona erme halinde birlikte sorumluluk hükümleri uygulanmaz.Devreden veya devralan işveren iş sözleşmesini sırf işyerinin veya işyerinin bir bölümünün devrinden dolayı feshedemez ve devir işçi yönünden fesih için haklı sebep oluşturmaz. Devreden veya devralan işverenin ekonomik ve teknolojik sebeplerin yahut iş organizasyonu değişikliğinin gerekli kıldığı fesih hakları veya işçi ve işverenlerin haklı sebeplerden derhal fesih hakları saklıdır.Yukarıdaki hükümler, iflas dolayısıyla malvarlığının tasfiyesi sonucu işyerinin veya bir bölümünün başkasına devri halinde uygulanmaz." 4857 sayılı Kanun'un "Feshin geçerli sebeplere dayandırılması" kenar başlıklı maddesi şöyledir:"Otuz veya daha fazla işçi çalıştıran işyerlerinde en az altı aylık kıdemi olan işçinin belirsiz süreli iş sözleşmesini fesheden işveren, işçinin yeterliliğinden veya davranışlarından ya da işletmenin, işyerinin veya işin gereklerinden kaynaklanan geçerli bir sebebe dayanmak zorundadır. (Ek cümle: 10/9/2014-6552/2 md.) Yer altı işlerinde çalışan işçilerde kıdem şartı aranmaz..." 4857 sayılı Kanun'un "Fesih bildirimine itiraz ve usulü" kenar başlıklı maddesinin olay tarihinde yürürlükte olan hâlinin ilgili kısmı şöyledir:"İş sözleşmesi feshedilen işçi, fesih bildiriminde sebep gösterilmediği veya gösterilen sebebin geçerli bir sebep olmadığı iddiası ile fesih bildiriminin tebliği tarihinden itibaren bir ay içinde iş mahkemesinde dava açabilir. ...Feshin geçerli bir sebebe dayandığını ispat yükümlülüğü işverene aittir. İşçi, feshin başka bir sebebe dayandığını iddia ettiği takdirde, bu iddiasını ispatla yükümlüdür."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2018/37395
Başvuru, bir kısım işçilik alacağının tahsiline karar verilmesi istemiyle açılan davanın aynı maddi olguya ilişkin davada verilen kararın aksi sonucuna ulaşılarak reddedilmesi nedeniyle hakkaniyete uygun yargılanma hakkının ve uzun süren yargılama nedeniyle de makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
0
Başvuru, adli yardım talebinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir. Başvuru 13/2/2014 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Bölüm Başkanı tarafından başvurunun kabul edilebilirlik ve esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru belgelerinin bir örneği bilgi için Adalet Bakanlığına (Bakanlık) gönderilmiştir. Bakanlık, görüş bildirmemiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle ilgili olaylar özetle şöyledir: Başvurucu Sadegül Başkuş, sağlık iş kolunda faaliyet yürüten Devrimci Sağlık İşçileri Sendikası (Sendika) üyesi olarak Hacettepe Üniversitesi Rektörlüğü Hastaneleri asıl işverenliği bünyesinde 15/6/2002 tarihinden itibaren temizlik personeli olarak çalışmaktadır. Başvurucu, Üniversite Rektörlüğünün açtığı temizlik hizmeti ile ilgili ihale sürecinde 11/11/2013 tarihinde taşeron şirket G. U. Ltd. Şti. tarafından işten çıkarılmıştır. Başvurucu adına Sendika; iş akdinin sendikal faaliyetler nedeniyle sonlandırıldığını, feshin geçersiz nedene dayandığını, fesihten önce işçinin savunmasının alınmadığını belirterek Ankara İş Mahkemesinin(Mahkeme) E.2013/2269 sayılı dosyasında işe iade davası açmış ve adli yardım talebinde bulunmuştur. Mahkeme 11/12/2013 tarihli tensip ara kararında adli yardım talebini reddetmiştir. Tensip tutanağının ilgili kısmı şöyledir:"...GEREĞİ DÜŞÜNÜLDÜ:1-HMK 336/ maddesi uyarınca yargılama giderlerinin bedenen çalışma ile elde edilecek asgari ücretle karşılanabilecek miktardaolduğundan adli yardım talebinin REDDİNE,2-Tespit (işe iade ) talebi yönünden24,30 TL başvurma harcı ve 24,30 TL peşin/ nispi harç ile 330 TL gider avansının yatırılması için HMK 120/ maddesi uyarınca 2 haftalık kesin süre verilmesine aksi takdirde HMK 115/ maddesi uyarınca davanın USULDEN RED EDİLECEĞİNİN İHTARINA, ..." Adli yardım talebinin reddi kararı 7/1/2014 tarihinde başvurucuya tebliğ edilmiş, itiraz üzerine Ankara İş Mahkemesinin 15/1/2014 tarihli ve E.2014/4 Muhabere sayılı yazısı ile itirazın esası hakkında karar verilmeksizin dosya Mahkemesine iade edilmiştir. Yazının ilgili kısmı şöyledir:"...Davacı vekilinin 13/1/2014 tarihli itiraz dilekçesinin Mahkememize gönderilmek üzere Mahkememize hitaben yazıldığı anlaşılmış ise de davacı vekilinin itiraz dilekçesinde dayandığı HMK'nın 337/ maddesinde adli yardım talebinin reddine ilişkin itirazın diğer Mahkemece değerlendirileceğine ilişkin bir hüküm olmadığı gibi aksine HMK'nın 337/ maddesinde adli yardım talebinin reddine ilişkin kararlara karşı kanun yoluna başvurulamayacağı belirtildiğinden dilekçe özü itibarıyla ara kararına itiraz mahiyetinde olduğundan mahkememizce yapılacak işlem bulunmadığından dosyalar yazımız ekinde iade edilmiştir...." İtiraz merciinin kararı başvurucuya tebliğ edilmemiş; başvurucu, yazının içeriğini 20/1/2014 tarihinde öğrendiğini beyan etmiş, 13/2/2014 tarihinde bireysel başvuruda bulunulmuştur. Bu arada harç ve gider avansı başvurucu tarafından 20/1/2014 tarihinde Mahkeme veznesine yatırılmış, Mahkeme 6/11/2015 tarihli ve K.2015/1313 sayılı kararı ile davayı reddetmiş ve başvurucu aleyhine vekâlet ücreti ve yargılama giderine hükmetmiştir. Kararın ilgili kısmı şöyledir:"...Davacının davalı rektörlük bünyesinde taşeron şirketler elemanı şeklinde temizlik personeli olarak çalışmakta olduğu, davacının iş akdinin Ankara Noterliğince gönderilen fesih bildirimi ile davalı şirket tarafından feshedildiği, davacının yasa dışı toplu iş bırakma ve işi boykot eylemine mesai saati içinde ve amirlerinden izinsiz olarak katılması ve bu eylem sırasında hizmette ciddi aksamalar yaşanması nedeniyle 4857 Sayılı Yasa'nın 25/2 - d,e,h,ı ve 6356 Sayılı Yasa'nın maddesi gereğince iş akdinin feshedildiği, davacının sendika üyesi olduğu, davacı tarafından yürütülen işin yardımcı iş olup davalı idare ile davalı şirket arasındaki ilişkinin asıl işveren - alt işveren ilişkisi olduğu ve muvazaaya dayanmadığının mahkememizce kabul edildiği, davacının da aralarında bulunduğu işçiler tarafından gerçekleştirilen iş bırakma eylemi sebebiyle davacının iş akdinin feshedildiği ve feshin haklı nedene dayandığı, feshin sendikal nedene dayandığının kanıtlanamadığı, işe iade davası açıldıktan sonra davacının asıl işveren idare işyerinde işe başlatıldığı, bu durumun davalı alt işverenin feshin geçerli bir nedene dayanmadığını kabul ettiği şeklinde değerlendirilemeyeceği ve asıl işverenin yeni bir iş sözleşmesi ile davacıyı işe aldığı, 30/07/2015 tarihli bilirkişi raporuna denetime elverişli görülmesi sebebiyle mahkememizce itibar edildiği, davacının belirsiz süreli iş akdi ile çalıştığı, belirli süreli iş sözleşmesinin yapılmasını gerektirir objektifnedenlerin bulunmayışı, çalışan sayısı ve davacının kıdemi dikkate alındığında davacının işe iade hükümleri kapsamında kaldığı, eldeki davanın fesih tarihi dikkate alındığında yasal süresi içinde açıldığı anlaşılmış, aşağıda yazılı olduğu şekilde davanın reddine karar vermek gerekmiştir. ..." Temyiz üzerine karar, Yargıtay Hukuk Dairesinin 28/1/2016 tarihli ve E.2016/385,K.2016/2408 sayılı ilamı ile onanmış ve hüküm bu tarih itibarıyla kesinleşmiştir. 12/1/2011 tarihli ve 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:''Kendisi ve ailesinin geçimini önemli ölçüde zor duruma düşürmeksizin, gereken yargılama veya takip giderlerini kısmen veya tamamen ödeme gücünden yoksun olan kimseler, iddia ve savunmalarında, geçici hukuki korunma taleplerinde ve icra takibinde, taleplerinin açıkça dayanaktan yoksun olmaması kaydıyla adli yardımdan yararlanabilirler.''6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir: "Adli yardım, asıl talep veya işin karara bağlanacağı mahkemeden; icra ve iflas takiplerinde ise takibin yapılacağı yerdeki icra mahkemesinden istenir.Talepte bulunan kişi, iddiasının özeti ile birlikte, iddiasını dayandıracağı delilleri ve yargılama giderlerini karşılayabilecek durumda olmadığını gösteren mali durumuna ilişkin belgeleri mahkemeye sunmak zorundadır."6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları şöyledir:"Mahkeme, adli yardım talebi hakkında duruşma yapmaksızın karar verebilir. Ancak, talep hâlinde inceleme duruşmalı olarak yapılır. Adli yardım taleplerinin reddine ilişkin mahkeme kararlarında sunulan bilgi ve belgelerin kabul edilmeme sebebi açıkça belirtilir.Adli yardım talebinin reddine ilişkin kararlara karşı, tebliğinden itibaren bir hafta içinde kararı veren mahkemeye dilekçe vermek suretiyle itiraz edilebilir. Kararına itiraz edilen mahkeme, itirazı incelemesi için dosyayı o yerde adli yardım talebi yapılan hukuk mahkemesinin birden fazla dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daireye, son numaralı daire için birinci daireye, o yerde adli yardım talebi yapılan hukuk mahkemesinin tek dairesi bulunması hâlinde ise aynı işlere bakmakla görevli en yakın mahkemeye gönderir. İtiraz incelemesi neticesinde verilen karar kesindir. Adli yardım talebi reddedilirse, ödeme gücünde sonradan gerçekleşen ciddi bir azalmaya dayanılarak tekrar talepte bulunulabilir."6100 sayılı Kanun'un maddesinin (1) numaralı fıkrası şöyledir:"Adli yardım kararından dolayı ertelenen tüm yargılama giderleri ile Devletçe ödenen avanslar dava veya takip sonunda haksız çıkan kişiden tahsil olunur. Adli yardımdan yararlanan kişinin haksız çıkması hâlinde, uygun görülürse yargılama giderlerinin en çok bir yıl içinde aylık eşit taksitler hâlinde ödenmesine karar verilebilir." 18/10/2012 tarihli ve 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu'nun maddesinin (2) numaralı fıkrası şöyledir:"Kuruluşlar, çalışma hayatından, mevzuattan, örf ve adetten doğan uyuşmazlıklarda işçi ve işverenleri temsilen; sendikalar, yazılı başvuruları üzerine iş sözleşmesinden ve çalışma ilişkisinden doğan hakları ile sosyal güvenlik haklarında üyelerini ve mirasçılarını temsilen dava açmak ve bu nedenle açılmış davada davayı takip yetkisine sahiptir. Yargılama sürecinde üyeliğin sona ermesi üyenin yazılı onay vermesi kaydıyla bu yetkiyi etkilemez."
Adil yargılanma hakkı (Medeni Hak ve Yükümlülükler)
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2014/2197
Başvuru, adli yardım talebinin reddedilmesi nedeniyle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiği iddiasına ilişkindir.
0
Başvuru; terör örgütü ile irtibatlı bir yayın kuruluşuna bilgi aktardığı gerekçesiyle terör örgütüne yardım etme suçundan mahkûm edilmesinin başvurucunun ifade özgürlüğünü, lehine olan bazı kanun değişikliklerinin kendisi hakkında uygulanmamasının da adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir. Başvuru 10/4/2015 tarihinde yapılmıştır. Başvuru, başvuru formu ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesinden sonra Komisyona sunulmuştur. Komisyonca başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir: Başvurucu 1985 doğumlu olup olayların meydana geldiği tarihte Ağrı'da ikamet etmektedir. Başvurucu, PKK terör örgütüne yardım ettiği gerekçesiyle üç gün gözaltında tutulduktan sonra 24/1/2010 tarihinde tutuklanmıştır. Cumhuriyet Başsavcılığı 26/4/2010 tarihli iddianamesi ile başvurucunun anılan suçtan cezalandırılmasını talep etmiştir. (Kapatılan) Erzurum Ağır Ceza Mahkemesi (CMK Madde ile görevli-Mahkeme) 29/7/2010 tarihinde başvurucunun tahliyesine, 2/11/2010 tarihinde ise terör örgütüne yardım etme suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezasıyla mahkûmiyetine karar vermiştir. Hükmün temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Dairesi 21/6/2013 tarihinde hükmün onanmasına karar vermiştir. Mahkeme 29/7/2013 tarihinde kesinleştirme işlemlerini yapmıştır. Başvurucu, nihai karardan 7/4/2015 tarihinde haberdar olduğunu belirtmiş; 10/4/2015 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
İfade özgürlüğü
https://kararlarbilgibankasi.anayasa.gov.tr/BB/2015/6657
Başvuru, terör örgütü ile irtibatlı bir yayın kuruluşuna bilgi aktardığı gerekçesiyle terör örgütüne yardım etme suçundan mahkûm edilmesinin başvurucunun ifade özgürlüğünü, lehine olan bazı kanun değişikliklerinin kendisi hakkında uygulanmamasının da adil yargılanma hakkını ihlal ettiği iddialarına ilişkindir.
0