text
stringlengths
7
4.73k
Bulgular: Çalışmamızda hastaların %94,4’ ünde tam hematolojik yanıt ve %75,9’ unda tam sitogenetik yanıt elde edildi.
Çalışmamızda relaps oranı %31,5 olarak bulundu.
Hastaların %40’ında imatinib tedavisi sonlandırıldı.
Bu hastaların %40’ında primerimatinib direnci, %46,6’ sında sekonder imatinib direnci ve %13,4’ ünde yan etki nedeniyle tedavi sonlandırıldı.18 aylık ve 5 yıllık relaps bağımsız sağkalım sırasıyla %86,7 ve %56,2 idi.
Genel sağkalım açısından değerlendirildiğinde, 3 ve 5 yıllık genel sağkalım oranı %93,7 olarak hesaplandı.ilk tercih edilen tedavi seçeneğidir ancak imatinib mesilat tedavisine yanıtsızlık ve DOI: 10.5798/dicletip.468050 Yazışma Adresi / Correspondence: Ali Veysel Kara, Erzincan megücek gazi eğitim araştırma hastanesi İç Hastalıkları Ana Bilim Dalı Erzincan, Türkiye email: 463
Kara A. V., Aksu S. Sonuç: imatinib tedavisinin tolere edilebilir etkin bir tedavi yöntemi olduğu ancak günümüzde daha yeni TKİ’ lerin klinik uygulamaya girmesiyle birlikte, TKİ’ leri veya kombinasyonlarını etkinlik ve tolerabilite açısından kıyaslayacak çalışmaların yapılmasıyla, KML tedavisinde en uygun tedavi seçeneğinin belirlenebileceği düşünüldü.
GİRİŞ oluşan lösemi , ile 6 yıl sürebilen kronik Kronik myeloid ilkel hemotopoietik kök hücrelerinin neoplastik klonal sonucu transformasyonu myeloproliferatif bir hastalıktır1.
Hastalık genel olarak 3 faz, sonrasında akselere faza transformasyon ve son evre olarak hızla ölümcül seyreden blastik kriz evresi olarak üç fazlı bir klinik seyir gösterebilmektedir2,3.
KML’ nin ilk bilimsel tanımı 1845 yılında John Hughes Bennet tarafından yapılmıştır4.1960 yılında Amerika’ nın Philadelphia eyaletinden hastalıkla ilişkilendirmeleri, Peter Nowell ve David Hungerford isimli iki araştırmacının KML hastalarının hücrelerinde anormal bir kromozom varlığını göstermeleri KML ve patogenezini anlamada en önemli dönüm noktalarından biri olmuştur5.
Daha sonraları bu anormal kromozom bulunduğu şehrin adıyla, Philadelphia kromozomu olarak anılmaya başlandı.1973 yılında Ph kromozomunun 9. ve 22. kromozomlar arasındaki bir translokasyon sonucu meydana geldiğini gösteren mekanizma Janet D. Rowley tarafından tanımlanmıştır6.
Daha sonraki yıllarda Ph kromozomunun 9.464
ve ile veya geninin füzyonu varlığının saptanması ile 22. kromozomdaki ABL protoonkogeni kromozomdaki BCR geninin ile oluştuğu gösterildi ve oluşan füzyon geninin, BCRABL, KML patogenezinden primer sorumlu olduğu gösterildi7.
BCRABL geni aktif bir protein kinazı kodlar ve bu protein kinaz; çeşitli hücre içi sinyal iletim yollarını aktive ederek anormal hücresel adhezyona, artmış hücresel apoptozisin proliferasyona baskılanmasına yol açar8.
KML tanısı, periferik kan yayması ve kemik iliği incelemesi ile birlikte karyotip analizinde Ph kromozomu floresan insituhibridizasyon ya da polimeraz zincir reaksiyonu yöntemi ile BCRABL füzyon konur9.
Sitogenetik analiz ile hastaların yaklaşık olarak %95’ inde Ph kromozomu saptanır, sitogenetik analiz ile Ph kromozomu saptanmayan KML hastalarının çoğunda moleküler tekniklerle translokasyon saptanabilir9.
Hastaların %1’ inden az kısmında Ph kromozomu yoktur ve bu durum Ph KML veya atipik KML olarak adlandırılır10.hastalığın KML biyolojik seyrini değiştirmeyen hücre azaltıcı sitotoksik tedavi rejimleri kullanılmıştır11.
Sonraki dönemde biyolojik yanıt düzenleyici ajanlar sitogenetik remisyon sağlama amaçlı kullanılmıştır12.1998 yılında spesifik BCRABL protein tirozinkinaz inhibitörü imatinib mesilat klinik uygulamaya girdikten sonra KML tedavisinde yeni bir dönem başlamıştır13.
İmatinibin, günlük 400 mg oral olarak fazda özellikle kullanıldığında hematolojik, sitogenetik ve moleküler remisyon sağladığı ve KML hastalarında ilk basamak tedavi gerektiği gösterilmiştir13.
Bugün elimizde yeni TKİ’ ler ve bulunmaktadır.
TKİ uygulamalarının KML patobiyolojisini etkileyerek hastalarda klinik yanıtlar oluşturduğu hipotezi bu çalışma ile de gösterilmek istendi.
Oluşan yanıtların süre ve kalite olarak da özellikleri irdelendi.floresan imatinib YÖNTEMLER Çalışmaya, Kasım 1995 ile Aralık 2009 tarihleri arasında izlenen ve dosya kayıtları retrospektif değerlendirme için yeterli verileri içeren, 16 yaş ve üzerinde olan 54 KML hastası alındı.
Çalışma retrospektif olarak yapıldı ve verilere hasta dosya kayıtlarından ulaşıldı.
Periferik kan yayması ve kemik iliği incelemesi ile birlikte karyotip analizinde Ph kromozomu varlığının veya in situhibridizasyon ya da polimeraz zincir reaksiyonu yöntemi ile BCRABL pozitifliğinin saptandığı hastalar çalışmaya alındı.
Dünya Sağlık Örgütü ’nün kriterlerine göre tedavisi başlandığı sıradaki hastalık fazı belirlendi.
Hastaların tümünde, TKİ olarak imatinib tedavisi başlandığı tespit edildi.
Hastaların çoğunda imatinib başlangıç dozu 400 mg/gündü.
Hastalık fazı ve yan etki şiddetine göre doz ayarlamaları yapıldığı tarafından görüldü.
Hasta girilerek veri geliştirilen standardizasyonu sağlandı.
Hasta kayıtlarındaki standart hematolojik ve kemik incelenerek tedaviye verilen THY ve TSY oranları belirlendi.
Hematolojik, sitogenetik ve moleküler yanıt kriterleri tablo 1 de görülmektedir.
THY kaybı; hematolojik relaps, TSY kaybı; sitogenetik verileri ELN tabanına iliği tetkikleri yapıldı.veri risk 465
Kara A. V., Aksu S. relaps ve TMY kaybı da moleküler relaps olarak tedavisinin değerlendirildi.sonlandırılıp diğer TKİ tedavisine geçme nedenleri; primer imatinib direnci, sekonder imatinib direnci ve yan etki olmak İmatinib grupta incelendi.
Hematolojik, üzere 3 sitogenetik ve moleküler relaps olaylarından herhangi birinin varlığı genel relaps olarak kabul edildi ve relaps bağımsız sağkalım hesaplamalarında bu parametre kullanıldı.
Etik kurul karar no: 47.
İstatistiksel Analiz Verilerin analizi SPSS for Windows 17 paket programında yapıldı.
Tanımlayıcı istatistikler sürekli değişkenler için ortalama± standart sapma veya ortanca olarak kategorik değişkenler ise vaka sayısı ve olarak gösterildi.
Kategorik değişkenlerin relaps bağımsız ve genel sağkalım üzerinde istatistiksel olarak anlamlı etkilerinin olup olmadığı LogRank testi kullanılarak Kaplan Meiersağkalım analizi ile değerlendirildi.
Her bir değişkene ait kaba sağkalım, 18 aylık, 3 yıllık ve 5 yıllık sağkalım oranları hesaplandı.
Sürekli değişkenlerin hastalıktan bağımsız ve genel sağkalım üzerinde istatistiksel olarak anlamlı etkilerinin olup olmadığı ise Cox’un ile Oransal Hazards’ Regresyon analizi araştırıldı.
Her bir değişkene ait rölatif risk ve %95 güven aralığı hesaplandı.p<0.05 için istatistiksel olarak anlamlı kabul sonuçlar edildi.oranları sitogenetik ayrı hematolojik, relaps BULGULAR Hastaların demografik ve klinik özellikleri tablo 2 de gösterilmiştir.
Dosya kayıtlarındaki verilerin yetersizliği ve dolayısıyla moleküler olarak değerlendirilmedi.
Herhangi birinin varlığı genel relaps tanımı içerisinde değerlendirilerek relaps oranı incelendi.
Hastaların 17 sinde relaps olduğu, 28’inde relaps olmadığı görüldü ve hastaların 9’unda dosya kayıtlarından yeterli verilere ulaşılamadı.466
Tanı anındaki değerlendirmede 2.
İmatinib tedavisi başlandığı sıradaki 3.
Hidroksiüre tedavisinden bağımsız olarak Hastaların genel takip süresi ortalama 47 aydı.
Relaps bağımsız ortalama 36 ay olarak bulundu.
İzlemde 4 hastanın öldüğü belirlendi.imatinib tümünde TKİ olarak Hastaların tedavisi başlandığı görüldü.54 hastanın 15’ inde imatinib tedavisi sonlandırıldı.
İmatinib tedavisi sonlandırılan 15 hastanın 14’ünde tedaviye diğer bir TKİ ile devam edildi.
İmatinib tedavisi sonlandırılan 15 incelendi.
Hastaların 6’sında hasta imatinib direnci nedeniyle, 7’sinde primer sekonder imatinib direnci nedeniyle ve 2’ sinde yan etki nedeniyle imatinib tedavisinin sonlandırıldığı belirlendi.
İmatinib direnç kriterleri aşağıdaki tabloda verilmiştir13.
Relaps üzerinde etkili olabilecek sürekli ve kategorik değişkenler incelendi.
Yaş , sokal skoru , cinsiyet , sokal risk grubu ve TKİ öncesi ilaç kullanma öyküsünün relaps bağımsız sağkalım üzerinde anlamlı etkisinin olmadığı görüldü .
Hastaların 3 ve 5 yıllık genel sağkalım oranları %93,7 olarak hesaplandı.
Cinsiyet, sokal risk grubu, TKİ öncesi ilaç kullanma, yaş, sokal skorunun genel sağkalım üzerinde anlamlı bir etkisinin olmadığı görüldü.
TSY elde edilen hastalarda ve genel relaps olmayan hastalarda genel sağkalım oranın anlamlı derecede daha yüksek olduğu görüldü TSY ve genel relapsa göre genel sağkalım eğrileri sırasıyla Şekil 1 ve Şekil 2 gösterilmiştir.
7 de TSY ve genel relapsın genel sağkalım üzerindeki etkileri ve genel sağkalım süreleri verilmiştir.467
Genel Relapsa Göre Genel Sağkalıma Ait KaplanMeier Sağkalım Eğrileri 468 ve göre evresine, Lange T konvansiyonel TARTIŞMA Çalışmamızda 54 hastanın 52’ si kronik fazda, 1’i akselere fazda ve 1’i blastik fazdaydı.
Akselere fazdaki hastada, THY ve TSY elde edilirken, blastik fazdaki hastada ise THY ve TSY sağlanamadı.
Bizim çalışmamızda THY ve TSY oranları değerlendirilirken; hastalar tedavi TKİ hastalık başlangıcındaki kullanmaya başlamadan önce IFN kullanma öyküsünün olup olmadığına ve hastalık tanısı ile TKİ tedavisi başlanması arasında geçen süreye gruplandırılmadı.
Hastaların %94,4’ ünde THY ve %75,9’ unda TSY elde edildi.
Daha önce akselere faz ve blastik fazla yapılan çalışmalarda yanıt oranlarının her ne kadar kemoterapotik yöntemlere göre üstünlüğü gösterilmişse de, kronik fazla yapılan çalışmalarda elde edilen yanıt değerlerine göre oldukça düşük olduğu arkadaşları bilinmektedir.tarafından yapılan bir çalışmada, imatinib tedavisi başlangıcındaki hastalık evresine ve imatinib kullanma öyküsüne bakılmaksızın çalışmaya dahil edilen 144 hastanın %41’ inde TSY elde edildiği ayrımı Dolayısıyla bildirlmiştir14.yapılmaksızın yapılan bir çalışmada daha düşük yanıt oranlarının elde edilmesi beklenmektedir.
Bizim çalışmamızda evre ayrımı yapılmaksızın tüm hastaların yanıt oranlarının birlikte değerlendirilmesine rağmen yüksek oranlar elde edilmesi, akselere ve blastik fazdaki hastaların toplam hasta populasyonunun %3,8’ ini oluşturması ile açıklandı.
Literatürdeki çalışmalarla uyumlu olarak imatinib tedavisinin yüksek oranda THY ve TSY sağlayan etkin bir tedavi yöntemi olduğu görüldü1516.tedavisi öncesi evre IFN
Cinsiyet , TKİ öncesi ilaç kullanma öyküsü , sokal risk grubu , yaş , sokal skoru ve hastalık tanısı ile TKİ başlaması arasında geçen sürenin genel sağkalım üzerinde anlamlı etkisinin olmadığı görüldü.
Çalışmamızda literatürdeki diğer çalışmalarla uyumlu olarak yüksek genel sağkalım oranları elde edildi ve yine literatürle uyumlu olarak TSY yanıt elde edilen hastalarda genel sağkalım oranının anlamlı derecede daha yüksek olduğu görüldü14,17.
Mevcut çalışmada sokal risk grubunun genel sağkalım üzerinde anlamlı olmasada önemli bir etkisinin olduğu görüldü.
Yakın zamanda yapılan bir çalışmada cinsiyetin tedaviye yanıt ve prognoz üzerindeki etkisi incelenmiş ve istatiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır18.
Literatürde hastalık ile imatinib tedavisi başlangıcı arasında geçen sürenin genel sağkalıma etkisini inceleyen araştırmalar bulunmamaktadır.
Çalışmamızda ayrıca beklendiği gibi hematolojik, sitogenetik veya moleküler relapstan herhangi birinin varlığının genel sağkalım üzerinde olumsuz etkisi çalışmamızdaki kısıtlılıklardan dolayı bu parametrelerin bağımsız olarak genel sağkalım üzerindeki Günümüzde etkileri imatinib olduğu hastalarda kullanılabilecek yeni TKİ’ leri klinik uygulamaya girmiştir.
İmatinib başarısızlık kriterleri içerisinde moleküler yanıt yer almamaktadır20.
Bu yüzden özellikle moleküler relapsın genel sağkalım üzerindeki etkisine yönelik kapsamlı çalışmaların yapılması ve moleküler rolünün net olarak belirlenmesi ile mevcut literatürde yer alan imatinib başarısızlık tanımları geliştirilebilir ve imatinib tedavisinin sonlandırılıp yeni TKİ zamanı optimal olarak tedavisine geçis belirlenebilir.değerlendirilmedi.tedavisinin başarısız relapsın Ancak
Kara A. V., Aksu S. Bu çalışmanın en önemli kısıtlılıklarından biri yetersiz dosya kayıtları ve düzensiz takip sıklığı nedeniyle hasta popülasyonunun az sayıda vakadan oluşmuş olmasıdır.
Yine son 2 yıla kadar kemik iliği sitogenetik ve RTPCR incelemelerinin merkezimizde yapılamaması ve yapılan kemik iliği sitogenetik incelemelerinin önemli bir kısmında metafaz elde edilememesi, kantitatif RTPCR ölçümlerinin düzenli olarak yapılamaması gibi nedenler çalışma dizaynını etkilemiştir.
Çıkar Çatışması Beyanı: Yazarlar çıkar çatışması olmadığını bildirmişlerdir.
Finansal Destek: Bu çalışma her hangi bir fon tarafından desteklenmemiştir.
Atipik hemolitik üremik sendrom, immün olmayan hemolitik anemi, trombositopeni ve böbrek tutulumu ile ilişkilidir.
Hastalık akut dönemde mortalite ve morbiditeye ve uzun dönemde son dönem böbrek yetmezliğine neden olabilir.
Hastalıkta her ne kadar böbrek tutulumu görülse de, vakaların % 20'sinde ekstrarenal tutulum görülebilir.
Tanı konan hastalarda genetik çalışma yapılmalı böbrek fonksiyonlarının korunması ve hematolojik remisyon sağlanması için hızla tedavi başlanmalıdır.
Tanıdan sonraki ilk 24 saatte birinci basamak tedavi olarak taze donmuş plazma ile plazmaferez tedavisi başlanmalıdır, gereklilik durumunda ekuluzimab tedavisine geçilmelidir.
Son dönem böbrek yetmezliği gelişmiş olgularda karaciğer veya karaciğer böbrek nakli ekuluzimab tedavisi ile birlikte planlanabilir.
Anahtar kelimeler: Çocukluk çağı, atipik hemolitik üremik sendrom, ekuluzimab.
Doi: 10.5798/dicletip.497936 Yazışma Adresi / Correspondence: Mehtap Akbalık Kara, Diyarbakır Çocuk Hastalıkları Hastanesi Çocuk Nefroloji Kliniği Diyarbakır, Türkiye 491
Kara M. A., Kılıç B. D. GİRİŞ TANIM VE SINIFLAMA klinik hemolitik ilk kez Hemolitik üremik sendrom Gasser ve arkadaşları tarafından tanımlanmış, mikroanjiyopatik anemi, trombositopeni ve akut böbrek hasarı ile ortaya çıkan klinik bir tablodur1,2.
Trombotik mikroaniyopatiler benzer patoloji nadir multisistem ile çıkan hastalıklardır.
Trombositten zengin, fibrin içeren trombüslerin küçük damarları tıkaması esas patolojiyi oluşturur4,5.bulgular ile ortaya Trombotik mikroanjiyopatiler ik temel grup trombotik içermektedir; HÜS ve hastalığı tormbositopenik purpura .
TTP, von Willebrand faktörü yıkan metalloproteinaz enzim olan ADAMTS 13 eksikliği veya bu enzime karşı oluşan antikora bağlı ortaya çıkan bir durumdur ve santral sinir sistem tutulumu vardır6.
Plazma exchange TTP tedavisinde halen ilk seçenek olmakla birlikte, yeni tedavi seçenekleri monoklonal veya aptamerleri son yıllarda kullanılmaktadır7.antikor %30 olguda Klasik olarak HÜS, birçok hastalık grubunu içermesine rağmen, çocukluk yaş grubunda en çok ishal sonrası görülen Shigatoksin üreten E.coli ye bağlı ortaya çıkmaktadır Buna karşın atipik hemolitik üremik sendrom nadir bir hastalıktır ve tüm çocukluk çağı olgularının %510'unu oluşturmaktadır.
Alternatif kompleman yolağındaki genetik veya kazanılmış disregülasyona bağlı ortaya çıkan olguların %4060 ını oluşturmaktadır8.
Yaklaşık bilinmeyen mekanizmalarla aHÜS gelişmektedir.2015 yılında atipik HÜS ilgili konsensus raporunda malign hastalıklar, organ doku ikincil nakilleri, HIV nedenlerle ortaya çıkan nedenler dışında HÜS olgularının atipik HÜS olarak tanımlanması gerektiği 2016 Uluslararası Hemolitik Üremik sendrom grubu tarafından oluşturulan yeni bir sınıflandırma yapılmış olup, bu sınıflandırmada atipik hemolitik üremik sendrom ayrı bir başlık altında toplanmıştır.
Bu sınıflandırma tablo 1 de verilmiştir10.vurgulanmıştı9.enfeksiyonu Fakat gibi ile Bu yazıda atipik hemolitik üremik sendromdan bahsedilecektir.492
GENETİK Atipik hemolitik üremik sendromlu hastaların %6070'inde kompleman atağı ve TMA lezyonlarının ortaya çıkmasına neden olan kompleman genleri veya antiCFH antikorları ile ilişkili mutasyonlar saptanmaktadır13.
2 de mutasyonlar ve görülme sıklıkları verilmiştir.diğer organlarda Tüm hemolitik üremik sendromlarda görülen ortak bulgu özellikle böbreklerde ortaya çıkan görülebilen fakat lezyonlarıdır.
Endotelyal endotelyal hücre hücre üremik sendromda alternatif kompleman yolağında kazanılmış veya genetik disregülasyon sonucu ortaya çıkar10.
Sağlıklı kişilerde, düşük miktarlarda bulunan C3, C3a ve C3b'ye ayrılarak aktivasyonunu engeller ve konakçı dokulara saldırıyı önler.
C3'ün ayrılmasından sonra, C3b faktör B'ye bağlanır ve faktör D tarafından parçalanmaya yatkın hale gelir.
Oluşan C3bBb kompleksi de bir C3 konvertazdır ve daha fazla C3b üretmeye devam eder.
Yeni C3b fragmanları C3 konvertaz bağlanıp C5 konvertaz oluşturur.