text
stringlengths
7
4.73k
Altıntaş ve ark.9 ortalama, süperior ve nazal kadran RSLT’yi ince tüm makular saptarken, istatistiksel olarak anlamlı fovea dışındaki
grubu fonksiyonunu çalışmalarında ters nedenle arasında Bu inferior ve saptarlarken, mfERG’de alanlarda retinal kalınlık ve volümünde de azalma tespit etmişlerdir.
Moscos ve ark.10 ise RSLT kalınlığı ile birlikte multifokal makula ile elektroretinografi değerlendirdikleri RSLT temporal kadranda kalınlığını foveada incelmiş elektriksel aktivitede azalma bulmuşlardır.
Bu çalışmaların sonuçlarının aksine Archibald ve ark.11 51 Parkinson hastasını 25 sağlıklı karşılaştırdıkları ile kontrol çalışmalarında RSLT kalınlığı, foveal retinal kalınlık ve makular volüm açısından gruplar arasında fark bulmamışlardır.
Bittersohl ve ark.12 ise Parkinson grubunda santral makular kalınlığı daha ince saptarlarken, makulanın diğer kadranları ve RSLT kalınlığında fark saptamamışlardır.
Bu çalışmada aynı zamanda santral minimum makular kalınlık ile hastalık korelasyon ciddiyeti da Parkinson bulunmuştur.hastalarında ziyade makula bölgesinin özellikle de foveolanın daha önemli prognostik olabileceğini gösterge belirtmişlerdir.
Tsironi ve ark.13 ise Parkinson hasta grubunda görme alanı bozuklukları saptarken, RSLT kalınlığında değişiklik bulmamışlardır.
Aeker ve ark.14 ise RSLT kalınlığı ve iç retina tabakası kalınlıkları arasında saptamazlarken, makula kalınlık incelemesinde 9 alandan 3’ünde Parkinson grubunda anlamlı incelme bulmuşlardır.
Parkinson hastalarında retinada dopamin miktarında azalma olduğu gösterilmiştir2.
Dopamin eksikliğinin aksonlarıyla RSLT’yi oluşturan ganglion hücrelerinde fonksiyon bozukluğuna yol açarak görsel işlev kaybına yol açabileceği düşünülmüştür16.
Aynı zamanda dopamin retinada glutamat, gama aminobütirik asit ve glisin gibi nörokimyasalların etkinliğini kontrol etmede rol oynamaktadır.
Azalmış artışıyla dopaminerjik uyarının birlikte ganglion hücre kaybına yol açabileceği düşünülmüştür7.
Hajee ve ark.18 24 Parkinson hastasıyla yaptıkları çalışmalarında makulada üst ve alt kadranda iç retina tabakası kalınlığını sağlıklı kontrol grubuna kıyasla daha ince saptamışlardır.
RSLT görüldüğü durumlarda ayırıcı tanıda düşünülmesi gereken başlıca hastalık glokomdur.
Glokom hastalığı göz içi basınç yüksekliği ile giden ganglion hücre harabiyetinin oluştuğu kronik progresif bir optik nöropatidir.
OKT ile peripapiller RSLT kalınlık ölçümü glokom hastalığının tanı ve takibinde kullanılan yöntemlerden biri haline gelmiştir.
Deneysel glokomda retina ganglion nörodejeneratif hücre ile başladığı hastalıklardaki gibi apoptozis gösterilmiştir19.
Apoptozisi şey glokomda genellikle artmış göz içi basıncı olmakla birlikte, göz içi basıncı kontrol altına alınmış hastalarda veya normal göz içi basıncına sahip kişilerde de hasarın görülmesi etiyopatogenezde başka faktörlerin de rol aldığını göstermektedir.
Glokom bu açıdan vizüel sistemin nörodejeneratif hastalığı olarak düşünülmektedir20.
Alzheimer ve Parkinson gibi nörodejeneratif hastalıklarda glokom sıklığının da artmış olduğu bildirilmiştir21.
Bu nedenle bu hastalarda RSLT kalınlığında incelme gördüğümüzde öncelikle glokomun Çalışmamızda dışlanması hastalarda göz içi basıncının normal aralıkta seyretmesi, optik sinirde genişlemiş cup, tipik glokomatöz cup/disk asimetrisi gibi değişikliklerin glokom dışlandı.
Bu çalışmada Parkinson hasta grubunda inferior kadran RSLT kalınlığında istatistiksel olarak anlamlı incelme tespit ederken, diğer kadran RSLT ve makula kalınlık değerlerinde bir fark saptamadık.
Parkinson hastalarında retinadaki dopamin miktarında meydana gelen azalma ganglion hücre kaybına yol açarak RSLT kalınlığında incelmeye neden olabilmektedir.gerekmektedir.görülmemesi ile
Dikkaya F.,Özkök A., Delil Ş. hastalık nörodejeneratif Literatürde RSLT ve makula kalınlığını inceleyen çalışmalarda sonuçların değişkenlik göstermesinin sebepleri arasında çalışmaların az sayıda hasta ile yapılmış olması, çalışmalara farklı yaş gruplarında, farklı hastalık şiddet ve sürelerinde hastaların dahil edilmiş olması ve farklı OKT cihazlarının kullanılmış olması sayılabilir.
Bu nedenle daha büyük ve homojenize edilmiş hasta gruplarıyla yapılacak çalışmalar olan Parkinson’un RSLT ve makula kalınlığında açmadığı konusunda değişime yol yardımcı olacaktır.
Çıkar Çatışması Beyanı: Yazarlar çıkar çatışması olmadığını bildirmişlerdir.
Finansal Destek: Bu çalışma her hangi bir fon tarafından desteklenmemiştir.
Tip A aort diseksiyonu nedeniyle ameliyat edilen hastalarda birçok faktör cerrahi sonuçları etkilemektedir.
Bu faktörlerin yeterince belirlenmesi tedavinin başarılı olmasına etki edecektir.
Yöntemler: Kliniğimizde Ocak 2006 Aralık 2016 yılları arasında Tip A aort diseksiyonu tanısı ile opere edilen 140 hastanın preoperatif, intraoperatif, ve postoperatif verileri, hasta dosyaları ve hastane bilgi yönetim sistem kayıtlarından retrospektif olarak araştırıldı.
Gruplar arası niceliksel parametreler Student t veya MannWhitney U testleri ile, niteliksel veriler ise KiKare testi ile karşılaştırıldı.
Bulgular: Hastalarda ortalama yaş 57.1±12.3 , 31’i kadın, 109’u erkekti.
Hastaların çoğunluğuna izole asendan aorta replasmanı veya asendan aorta ile birlikte hemiarkus replasmanı uygulandı .
Beyin koruma yöntemi olarak çoğunlukla antegrad serebral perfüzyon nadiren retrograd serebral perfüzyon kullanıldı.
Tüm hastalarda total mortalite 37 kişi idi.
Başvuru anında sistolik tansiyonun 90 mmHg altında olması, majör nörolojik defisit varlığı, hastada geçirilmiş kardiyak cerrahi öyküsü olmasının mortaliteyi anlamlı oranda etkilediği saptanmıştır .
Mortalite olan hastalarda perfüzyon süreleri uzun, inotrop ihtiyacı fazla, yoğun bakım yatış süreleri istatiksel olarak anlamlı derecede yüksekti .
RSP yapılan grupta yoğun bakımda kalış süreleri ve mortalite, ASP uygulanan hastalara göre anlamlı oranda yüksekti .
Sonuç: Tip A aortik diseksiyonlarda mortalite üzerine etki eden faktörlerin daha büyük hasta serilerinde ortaya konulması ve bu faktörlere yönelik tedbirlerin alınması mortalite ve morbiditenin azaltılmasında etkili olabilir.
Anahtar Kelimeler: aortik diseksiyon, mortalite ve morbidite, cerrahi tedavi DOI: 10.5798/dicletip.497890 Yazışma Adresi / Correspondence: Mesut Engin, T. C. SBÜ Şanlıurfa Mehmet Akif İnan Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Kalp ve Damar Cerrahisi Kliniği, Esentepe Mah.,Ertuğrul Cad., 63300 Merkez/ Haliliye/ Şanlıurfa, Türkiye email: 387
Engin M., Göncü M. T., Güvenç O., Savran M., Özyazıcıoğlu A. F. GİRİŞ Aort diseksiyonu akut aortik sendromların içerisinde yer alan, yüksek mortalite ve morbiditeye yol açabilen klinik birdurumdur.
Bu hastalıkta aortik duvardaki intima tabakası arasındaki bağlantı ile media kopmakta ve tabakası kan akımı yönünde aşağı doğru itilmektedir1.
Buna bağlı olarak tüm organ sistemlerini ciddi bir şekilde etkileyebilecek ortaya çıkmaktadır.tabakası intima durum klinik Kalp cerrahisinin ilk yıllarında oldukça mortal seyreden bu hastalık günümüzde tanı ve tedavi yöntemlerinde meydana gelen gelişmeler ile birlikte düşük mortalite oranlarıyla tedavi edilebilen bir hastalık haline gelmiştir.
Bu süreçte perfüzyon stratejilerinde ve anestezi ilerleme, yöntemlerinde teknolojisindeki kardiyopulmoner aynı gelişmeler, kaydedilen bypass endovasküler yöntemler 388 zamanda cerrahi tecrübenin de gelişmesi etkin rol oynamıştır2.
Ancak bu gelişmelere rağmen istenilen mortalite ve morbidite oranlarına halen ulaşılamamıştır.
Son yıllarda tanı yöntemlerinde meydana gelen gelişmeler bu hastalığın tanısında ve olası komplikasyonları öngörmede önemli katkılar sağlamıştır.
Özellikle çok kesitli bilgisayarlı tomografideki teknolojik ilerleme tanı, tedavi ve takipte önemli yer tutmaktadır3.
Bu çalışmamızda tip A aort diseksiyonu olan hastalarda erken dönemde mortalite ve morbidite üzerine etkili olan preoperatif, etkenleri intraoperatif araştırmayı amaçladık.postoperatif ve
Released 2012) programı kullanıldı ve p<0.05 istatiksel olarak anlamlı kabul edildi.
Çalışma verileri değerlendirilirken tanımlayıcı istatistiksel metodların yanında niceliksel verilerin karşılaştırılmasında normal dağılım gösteren ya da göstermeyen parametrelerin gruplar arası karşılaştırmalarında Student t testi veya testi; niteliksel verilerin MannWhitney U karşılaştırılmasında ise KiKare testi kullanıldı.
BULGULAR ile 84 yaşları 27 Hastaların arasında değişmekte olup ortalama yaş 57.1±12.3 olarak bulundu.
Olgulardan 31’i kadın, 109’u erkekti.
Bu hastalarda hipertansiyon en sık eşlik eden hastalık olup bunu sigara kullanımı ve hiperlipidemi izlemekteydi .
Bentall operasyonu 10 hastaya uygulanmış olup, aort cerrahisine ek olarak YÖNTEMLER Çalışmamıza Sağlık Bilimleri Üniversitesi Bursa Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ nde Ocak 2006 ile Aralık 2016 yılları arasında Akut Stanford Tip A diseksiyon tanısıyla opere edilen ve arşiv kayıtlarına ulaşılan 140 hasta çalışmaya dahil edildi.
Çalışma retrospektif veri tabanına dayalı olarak yapıldı ve bu çalışma için 24 Ekim 2017 tarih ve 201715/24 no’ lu etik kurul onayı alındı.şartlarda operasyona Tüm hastalar acil alınan hastalarda alınmıştır.
Operasyona femoral bölgeler ve sağ aksiller bölge kanülasyon için hazır olarak bulundurulmuştur.
Arter kanülü öncelikli olarak sağ aksiller femoral arterden arterden bazı hastalarda konulmuş olup bir grup hastada her iki kanülasyon da kullanılmıştır.
Cerrahi esnasında asendan aorta açıldıktan sonar yırtığın yeri ve aort kapağın durumu değerlendirilmiş ve buna göre operasyon ilerleyecek stratejisi belirlenmiştir.
Arkusa cerrahilerde beyin koruma yöntemlerinden veya antegrad serebral perfüzyon retrograd kullanılmıştır.
Beraberinde kranium etrafına beynin buz korunması ısıtma dönemlerinde anestezi ekibi tarafından gerekli önlemler alınmıştır.
Operasyon sonrasından hastalar kalp ve damar cerrahisi yoğun bakım ünitemize alınıp takipleri yapılmıştır.
Çalışmaya alınan tüm hastalara ait preoperatif , operasyona peroperatif yapılan operasyon, ihtiyaçları) ve erken postoperatif özellikleri hasta dosyalarından kayıt edildi.
Erken dönemde mortalite ve morbidite faktörlerin araştırılması amaçlandı.alınana kadar hastada koroner bypass uygulanmıştır .
Hasta serimizde mortalite 37 hastada görüldü.
Hastalarda başlıca mortalite nedenleri 9 düşük kalp debisi, 8 çoklu organ yetmezliği, 7 kanama, 5 serebrovasküler olay, 4 sepsis, 2 pulmoner yetmezlik olarak saptandı.2 hastada kesin mortalite nedeni tespit edilemedi edilen tespit 3:Mortalite Nedenleri MORTALİTE NEDENLERİ HASTA SAYISI, n Düşük kalp debisi Çoklu organ yetmezliği Kanama Serebrovasküler Sepsis Pulmoner yetersizlik Tespit edilemeyen 9 8 7 5 4 2 2 de edilse yapılan Erkek hastalarda mortalite oranı %23,9 bayan hastalarda mortalite oranı %35,5 olarak tespit edildi.
Her ne kadar bayan hastalarda mortalite oranı erkeklere oranla daha yüksek olarak tespit istatiksel değerlendirmede cinsiyetin mortalite üzerine istatiksel olarak anlamlı etkisi bulunmadı .
İleri yaşın mortalite üzerindeki etkisini tespit etmek amacıyla hasta grubumuz 65 yaş ve üzeri ve 65 yaş altı olarak iki grupta incelendi.
Mortalite görülen hastalardan 13 hasta 65 yaş ve üzerindeydi.
Cerrahi müdahale uygulanan ve yaşayan hastalardan ise 24 kişi 65 yaş ve üzerinde idi.65 yaş üstü hastalarda mortalite oranı genç hastalara göre daha yüksek olmakla birlikte bu yönden istatistiksel olarak anlamlı fark yoktu .390
Hastalara ait intraoperatif ve postoperatif özelliklerin mortalite ilişkisi araştırıldığında mortalite olan grupta TPS süresinin 221.2±81.8 dk olduğu yaşayan grupta ise 138±40.4 dk idi ve anlamlı fark saptandı .
Kros klemp süreleri ve TSA süreleri mortalite görülen ve görülmeyen gruplarda sırasıyla 100.5±40.8 dk, 78.7±29.6 dk ve 45.1±23.5 dk, 24.3±12.3 dk idi ve istatistiksel olarak anlamlı fark mevcuttu Total arkus replasmanı, Bentall prosedürü ve aort kapağa cerrahi müdahalenin ) mortaliteye etkisi vaka serimiz için anlamlı değildi .
Operasyon sonunda ortayüksek doz inotrop gereksinimi mortalite olan hastalarda %78,3 iken mortalite görülmeyen hastalarda %40,7 idi ve ileri düzeyde anlamlıydı .
Postoperatif renal yetmezlik mortalite olan ve olmayan hastalarda 15 ve 7 hastada gelişti ve bu etkeninde mortalite üzerinde ileri derecede anlamlı etkisi vardı .
Yoğun bakım kalış süresinin iki günün üzerinde olması da mortalite gelişen hastalarda anlamlı derecede yüksekti .
Kanama revizyonuna alınan ve postoperatif dönemde ritm problemi yaşayan hastaların yapılan analizde mortaliteye istatistiksel olarak anlamlı etkisi bulunmadı .
Araştırdığımız hasta grubunda bu faktörlerin mortalite üzerine istatistiksel olarak anlamlı etkisinin olmadığı tespit edildi.
Araştırdığımız hasta grubunda 10 hastada daha önce geçirilmiş kardiyak cerrahi öyküsü vardı.
Bu hastalardan 7 ’sinde mortalite gözlemlendi ve mortaliteye etkisi anlamlı düzeydeydi .
Hastaların kliniğimize başvuru anındaki arteriyel tansiyonları kayıt edilmiş olup mortalite grubunda başvuru anında 22 hastanın sistolik tansiyonu 90mmHg altındaydı.
Yapılan istatistiksel değerlendirmede başvuru anında sistolik tansiyonun 90mmHg altında olmasının mortaliteye etkisi istatistiksel olarak anlamlı bulundu .391
Yoğun bakım yatış süresi 2 günden fazla olan hasta sayısı; ASP kullanılan hasta grubunda 70 iken RSP grubunda; 11 hasta idi.
Yapılan istatistiksel değerlendirmede iki yöntem arasında bu yönden anlamlı fark bulundu .
ASP kullanılan hastaların ise %24,5’ünde, RSP kullanılan hastaların %58,3’ünde mortalite gerçekleşti .
Major serebrovasküler hadise ve postop ekstübasyon süresi RSP uygulanan hasta grubunda yüksek olsa bu fark istatistiksel olarak anlamlı değildi .
TARTIŞMA Aort diseksiyonu, aortayı tutan ölümcül seyreden hastalıkların başında gelen bir teknolojik ve bilimsel durumdur.
Ancak ilerlemelere rağmen bu hastalıkta beklenilen mortalite oranları hala yüksektir.
Günümüzde tanı teknolojisindeki ilerlemeler sonucunda giderek artan sayıda aort diseksiyonu hastasına tanı konulabilmekte tedavi edilebilmektedir.
Buna bağlı olarak günümüzde ve gelecekte kardiyovasküler cerrahlar daha çok sayıda hastayı opere edecek ve uzun dönem takiplerini yapmak durumunda kalacaklardır.
Aynı zamanda erken tanı sayesinde diseke ilerleyip malperfüzyonlara neden segment olmadan hastalar operasyona alınabilecektir.ve hastalar yaş Bu hastalık çeşitli nedenlere bağlı olarak tüm yaş gruplarını etkileyebilmekle birlikte erkek cinsiyeti daha sık etkilemekte ve %75 oranında 4070 izlenmektedir.aralığında Uluslararası Akut Aort Diseksiyonu Kayıt Sistemi verilerine göre ise ortalama görülme yaşı 63 olup, hastaların %65’i erkektir4.
Bizim hasta serimizde ortalama yaş 57.1±12.3 olarak bulunmuş olup hastaların %22,2’si kadın, %77,8’i erkekti.
Mayo klinikte yapılan 375 hastadan oluşan bir çalışmada ise hastaların %65,1’i 60 yaş ve üzerinde bulunmuştur ve bu hasta serisinde hastaların %65,4’ü erkek olarak saptanmıştır5.ilaçların Aort diseksiyonu etyolojisinde çeşitli etkenler rol oynayabilmekle birlikte HT bu hastalarda sıklıkla saptanmaktadır.
İlerleyen yaşla birlikte aortun elastik yapısının bozulması, biküspit aort kapak varlığı, doku hastalığı ve çeşitli uyarıcı aort diseksiyonlarının başlıca nedenleri olarak sayılabilir.
Antonio arkadaşları tarafından yapılan bir çalışmada HT saptanma oranı %81 olarak bulunmuştur6.
Mayo klinikte yapılan bir çalışmaya göre DM, sigara içme ve HT oranları sırasıyla; %10, %54, %79 olarak bulunmuştur5.
Tip A aort diseksiyonlarının ana tedavi yöntemi hemen hemen her zaman cerrahidir.
Cerrahi tedavide asendan aort ve arkus aortu içerisine alan cerrahi yöntemler başta olmak üzere tüm aortayı ilgilendiren müdaheleler gündeme gelebilmektedir.
Tüm aort kökünün hastalıklı olduğu durumlarda Klasik Bentall, Modifiye Bentall ve koroner ostiyumların durumuna göre Cabrol gibi cerrahi yöntemler gündeme gelebilmektedir.
Arkus aortayı da içeren diseksiyonların tedavisinde Elephant Trunk yöntemi kullanılabilmektedir.
Bu yöntemler içerisine gönderilen greft desendan aort aortaya yapışmakta ve yalancı lümen tromboze olmaktadır7.
Son dönemlerde Frozen Elephant teknik tekniği gündeme gelmiş olup bu sayesinde gönderilen desendan endovasküler greft sayesinde bir sonraki adımda endovasküler yöntemlere basamak oluşturulmaktadır.aorta Bizim hasta serimizde izole asendan aorta greft interpozisyonu 60 hasta ile en çok uygulanan cerrahi prosedürdür.